‘Tarihî bir gün’ – Ali Yurttagül

Evet, “tarihî bir gün”. Başbakan Davutoğlu’nun ilk Avrupa Birliği (AB)-Türkiye zirvesi için kullandığı bu kelimeler boş değil.

Kapkara, Diyarbakır Baro Başkanı, barış güvercini Tahir Elçi’nin karanlık eller tarafından kurşunlandığı, on binlerin güvercini, Hrant gibi omuzunda taşıdığı bir gün ama tarihî. Davutoğlu ve delegasyonuna “Brüksel’e gidiyorsunuz, şu valizi de alın” der gibi Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklandığı günlerde gerçekleşmiş, basın özgürlüğü ayaklar altında olsa da, tarihî bir gün.

Brüksel “aile” fotoğrafına kuşkuyla bakan, Brüksel ve Ankara’yı samimi bulmayan yorumları anlıyorum. Hatta haklılar. Despotizm kalıntılarının kol gezdiği, Dündar, Türkiye’de özgürlükler parmaklıklar arkasında, barış güvercinlerinin öldürüldüğü bu günlerde “açılım” inandırıcı gelmiyor. Demokrasi, barış umudu veren, sonra aldatan yakın bir AKP tarihimiz de var. Kuşkular boş değil, inanmak zor.

Ama yol çatındayız. Türkiye bir kez daha demokrasi, barış ve adalet yolu ile, zenginliklerinin karanlık kaynağını elden çıkarmamak için direnen despotizm kalıntıları arasında seçime zorlanıyor. AKP ve bu partiye oy veren milyonlar da bu seçim ile karşı karşıya. Sadece biz değil. Kolay olmayacak. Umutsuzluk zaafa dönüşmesin.

Bu tarihî güne Suriyeli sığınmacıların vesile olması da üzücü. Ama AB tarihine baktığınızda “normal” olduğunu görürsünüz. AB, Avrupa tarihinin en derin krizi İkinci Dünya Savaşı sonrasında doğdu. Kriz çocuğu. Üçüncü bir dünya savaşı olmasın, Hitlerler doğmasın diye kuruldu. Avrupa’da barış, demokrasi ve temel haklardı kurucuların hayali. Son 60 yılı inceleyip zamanınızı almak istemiyorum. Lütfen son krize, Yunanistan ve Euro krizine bir göz atın. AB’nin bu krizler ile derinleştiğini göreceksiniz. “Sığınmacılar” krizi AB’de kazanılmış hürriyetleri yaşanmaz, güvenliği sağlanamaz hale getirdiği için, derin bir kriz. “Sığınmacılar” boyutu ile gündemde ama Suriye, Irak, Putin ile iç içe. Ortadoğu’da barışı tıkadığı, Türkiye’nin, Avrupa’nın geleceğini tehdit ettiği için derin bir kriz.

AB ülkeleri son yıllarda refah sınırlarının gerisine çekilerek, Ortadoğu’yu kana bulayan, “Allahu Ekber” nidalarıyla insanları boğazlayan vahşete uzak olacaklarını sanıyorlardı. En geç Paris olayı, Rus uçağının Türkiye’nin kuzey değil, güney sınırlarında düşürülmesi, binlerce sığınmacının sınırlarına dayanması ile felaketin kendilerini de tehdit ettiğini gördüler. Suriye’de Esed’in sürdürdüğü katliam, IŞİD vahşeti sürdüğü sürece Avrupa’da barışın kalıcı olmadığını anladılar. Putin ile Suriye’de dalaşıp Doğu Avrupa’da barış inşa etmek mümkün değil. Ve nihayet Türkiye’de barış ve istikrarın hayatî önemini fark ettiler. Türkiye’de mal kaçırmak için yangın arayışında olan güçleri fark etmiyor musunuz? Hrant, Elçi ve diğerleri niçin öldürüldü? Dündar niçin tutuklu?

Niçin mi tarihi? Sığınmacıların iş pazarına girmesi, çocukların eğitimi, sosyal yükünü karşılamak için AB’nin destek kararı çok önemli. Beş yıldır Türkiye ile AB arasında “kurumsal çelişkiler” yüzünden destek mümkün değil diyorlardı. Demek mümkünmüş. Yılda iki zirve yapılmasına karar verildi. Bugüne kadar tek bir zirve yapılmadı, Rusya ile 20’den fazla yapıldı oysa. Ve en önemlisi Ekim 2016’dan itibaren Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına Schengen bölgesi için vize kalkıyor. Son on yıldır elle tutulur en önemli adım. “Üyelik” terimine inandırıcılık kazandırabilecek boyutta bir gelişme. Göreceksiniz kolay olmayacak ama mümkün. Vize kararı oybirliği gerektirmiyor. Uzak değil, 11 ay sonra vizenin kalkması bir nevi test olacak ve göreceğiz. Avrupa milli sınırların gerisine çekilmek ile Avrupa’yı, açılımı savunmak arasında bir karar vermiş olacak.

Biz de karar vermek zorundayız. Kaygılar haklı da olsa, umutsuzluk çözüm değil. Açılan kapıyı görmek, kullanmak zorundayız. Biliyoruz ki Türkiye-AB sürecinde Dündar’lar zindanda olduğu sürece, basın özgürlüğü, hukuk devleti derinleşmeden yol alamaz. Avrupa sadece zirvelerle yönetilmiyor. Parlamentolar, kamuoyu, hür bir basın var. Yol çatındayız. Kader birliğine var mısınız?

5.ali yurttagulAli Yurttagül – Zaman

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR