Sudan meseleler – Serdar Esen

2 Şubat, dünyanın pek çok ülkesinde “Dünya Sulak Alanlar Günü” olarak kutlanıyor.
1971 yılında İran’ın Ramsar kentinde imzalanan “Sulak Alanlar Korunma Sözleşmesi” ile, sulak alanlar korunma altına alınmıştır.
Ülkemizde 71’i uluslararası önemde olmak üzere 250 dolayında sulak alan mevcut. Ekosistemin düzeni açısından büyük öneme sahip sulak alanlar, göçmen kuşların yumurtlama, yavru çıkarma ve mevsimlik yaşam alanlarını oluşturuyor.
Son 40 yılda ülkemizdeki sulak alanların pek çoğu kurutularak tarım, sanayi ve yerleşim alanlarına dönüştürülmüş. Manyas, Uluabat, İznik, Sapanca, Tuz Gölü gibi pek çok sulak alanımız ise iklim değişikliği, endüstriyel kirlenme, taş ve maden ocakları tehditleri altında. Özellikle Uluabat gölünü Marmara Denizi ile birleştirmeyi amaçlayan “çılgın” projeler, sulak alanlarımızın ölüm fermanı olacak.
2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü nedeniyle bazı doğa dernekleri açıklamalar yaptı. Bu günü ciddiye alarak gündeme taşıyan tek siyasi parti ise “Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi” oldu. Kısa adı YSGP olan partinin Bursa İl Örgütünün “İklim ve Çevre Çalışma Grubu” yaptığı basın toplantısında sulak alanların önemine değindi, AKP’nin çılgın projelerinin sonunu iyi görmediklerini belirtti.
Malum, bizde siyaset “ciddi” bir iştir. Siyasi partilerimiz kimin daha “Türk” ya da daha “Müslüman” olduğu gibi “ciddi” konularla uğraşırlar, gençlerimizin “dindar” mı yoksa “Atatürkçü” mü yetiştirileceğini tartışırlar. Suyla, toprakla, çiçekle, hayvanla ilgilenmeyi kendilerine yakıştıramazlar. Onlara kolay gelsin diyoruz, ancak şunu unutmasınlar; Su hayattır. Hayata dokunmadan siyaset o-l-a-m-a-z.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanan “Su Kanunu Tasarısı” da bir başka “sudan” tartışma konusunu oluşturuyor. Bu tasarı ile, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki topluma ait ülkenin tüm su varlığının en kısa yoldan özel sektöre devri düzenlenmektedir. Tasarı, halkın ortak malı olan su varlıklarının ticarileştirilmesini ve halkın suya erişim hakkını engellemeyi içermektedir.
Yasaya göre, kullandıkları yer altı suyu kuyularına sayaç taktırmayan çiftçilerin kuyularının kapatılması öngörülmektedir. Girdilerdeki artışlar nedeniyle ayakta kalmakta zorlanan çiftçilerimizin, bu konuya “sudan” bir mesele olarak mı bakacakları merak konusudur!
Öte yandan M. K. Paşa’da Suuçtu Şelalesinin üst tarafında, su şişeleme tesisi kurulmasına tepki gösteren köylüler hukuk mücadelesini kazanmışlar ve 2. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Ancak şişeleme firması, eylem yaparak yolu kapattıkları gerekçesiyle köylülere dava açmış. Hakkında dava açılan 114 köylü, sularına sahip çıkma mücadelesinden vazgeçmeyeceklerini belitmişler. Sudan bir konu daha…
Havamıza, suyumuza, toprağımıza, her türlü hayvan ve bitkinin yaşam hakkına sonuna kadar sahip çıkmak aslında geleceğimize sahip çıkmaktır.
Geleceğimize sahip çıkalım.

Serdar Esen – www.bursaport.com

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR