Dış Köşe

Soylular Beyoğlu’ndan ne istiyor? Murat Cemal Yalçıntan

0

Hasan Bülent Kahraman, muhafazakârların İstanbul için devrim niteliğindeki bir kurtarma faaliyetine kalkıştığını iddia ediyor. Şöyle başlayalım: Muhafazakârlık, 1950’den başlayarakİstanbul’un kapılarını ardına kadar Anadolu’dan göçe açan, bugün öncelikli mücadele alanları arasına aldığı gecekondulaşmayı, enformel ekonomiyi, minibüsü, Orhan Gencebay’ı popülist söylemi içerisine alarak İstanbul’u ucuz işgücüne sahip bir sanayi azmanı haline getiren, bugünse ekonomik karşılıklarının değersizleşmesi nedeniyle popülist söylemlerini başka mecralara kaydırıp bunları “İstanbul’un kurtarılması gerekeni”, “istenmeyenleri” ilan eden “pragmatik” bir izleğe sahip.
Reel ekonomiyi doyuramadığınızda, inşaat faaliyetleri ile birlikte spekülatif toprak hamlelerine dayalı bir rant ekonomisinin kurtarıcı haline geldiği biliniyor. Neoliberal muhafazakârlar, bu can simidini 1980’lerde Özal ve Dalan ile keşfetti, 2000’lerle birlikte ekonomik büyümeyi neredeyse tamamen inşaat sektörüne ve rant ekonomisine dayar hale geldi, üstelik bunu sürdürülebilir kılmanın uğraşı içerisine girdi! Son on yılda memlekette imal edilen koltuk sayısı kadar konut, yollara çıkan araç sayısı kadar km yol inşa edilmişse kimse şaşırmasın! Eskinin gözdesi gecekondu bölgelerine öngörülen dönüşüm projeleri, merkezin yeni gözde alanlarının temizlenmesine yönelik yenileme operasyonları, üçüncü köprüısrarı ve nice garip kent projesi bu tespitten bağımsız okunmaz. Bugün, muhafazakârların İstanbul’a dönük hamlelerini neoliberal ekonominin gereklerine ve iktidarı garanti altına almış bir tahakkümün yaratılmış olmasına bağlamak, bu konularda yapılmış yüzlerce çalışmaya hürmeten, daha bilimsel ve gerçekçi olacaktır.

Merkezsiz şehirler
Ciddi anlamda kafa karışıklığı yaşayan “aydın”, 25 kuruşa bira içenlerle 25 liraya içenleri yanyana istemez hale gelebiliyor. Bu muhafazakâr hükümetin ayrıştırıcı uygulamalarını olumlu bir “temizlik” olarak yorumluyor ve aslen soylu bir dünyaya olan özlemini haykırıyor!
Bunu yaparken, Fransa’ya Paris’e atıflarda bulunuyor! Diyor ki: “Uydu kentler kuruluyor merkezin dışına. Belki 100 yıl sonra İstanbul, tarihsel merkezi içinde tutan, tıpkı Paris gibi merkezsiz bir şehir olacak.” Oysa Paris’i çevreleyen uydu kentler, II. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımın ardından ve genelde Paris çevresinde yerleşen fabrikalara işgücü sunacak şekilde konumlandı ve küresel ekonominin gerekleri ile fabrikalar kapandıkça/taşındıkça buralarda yaşayan insanlar “merkezi olamamaktan” kaynaklı çeşitli yoksunluklarına bir de işsiz kalmaktan kaynaklı yoksulluklarını ekledi ve son dönemde sık sık da patladılar! En azından peşi sıra gittikleri liberal demokrasinin sürdürülebilirliği açısından karşı çıkılmalıdır uydu kentlere yani!
Şehircilik literatürü ise o övülen uydu kentlerin savaş sonrası döneme ait hızlı çözümler olduğunu, II. Dünya Savaşı’nın ardından ekonomik büyümeyle de ilişkilendirilerek Keynesyen ekonominin parçaları olarak kullanıldığını ve bugün kullanılmaması gerektiğini bilir! Üstelik bizde uydu kent gibi kurgulanan yerleşkelerin ilave sıkıntıları da var: Yerleşenlerin çalışabileceği alanların oluşturulması ve etkin bir toplu taşıma ağı kurulması unutuluyor! Dolayısıyla kimse dağ başına “seve seve” gitmez!
Sürekli yoksulun kent dışına sürülmesini destekleyen kahramanlar, zorlama modernleşme projeleri ile boğuşmak zorunda kalmış, kendisinin olan ile Batı modernleşmesinin gerektirdiklerini bir şekilde harmanlamış bir zamanın ve mekânın sosyolojisinden de bihaber olmalı. Ekonomik ilişkilerini sosyal ve kültürel olanla bunca harmanlayan, kurdukları mahallelerde yarattıkları topluluk ve dayanışma haliyle metropolün mağdurları olmaktan bir ölçüye kadar sıyrılan, sosyal mobiliteyi devletin refah dağıtıcı politikaları ile değil, gecekondusunun üzerine çıktığı katlarla yakalayan, dahası tüm bunları yaparken kapitalizmin işleyişini bırakın engellemeyi kolaylaştıran bir “çoğunluk” gözden çıkarılmışsa eğer, kapitalizmin posası haline geldiğindendir! Kapitalizmin artık, kalifiye işleyişlerin tüketmeyi de bilen soylu emekçileri dışında kimseye ihtiyaç duymayışındandır! Yani 25 kuruşluk biranın tüketicisi yeni kapitalizme layık olmadığı gibi, satıcısı da yeni kapitalizmin nimetlerinin farkına varamayandır! Yani,İstanbul’un kurtarılması gerekenleridir onlar!

Beyoğlu muhalefettir
Kimse, bu süreci meşru kılma aracı haline getirilen depremmeselesine de saplanmasın. Bunu yapanlar gitsin Ulrich Beck’in Risk Toplumu adlı kitabında uzun uzun tartıştığı devletin nasıl artık refahı değil de riskleri dağıtmanın bir aracı haline geldiğinin ve çevresel/doğal felaketlerden korunma açısından zengin ile yoksulun arasındaki artan eşitsizliklerin bizim coğrafya üzerindeki “rantsal” izlerini arasın!
Beyoğlu’nda olagelene gelelim: Tam da kapitalizmin geldiği aşamada değersiz kalan bütün kullanımların ve kullanıcıların dışlanmasına ve sürülmesine karşılık gelir; AKM’den Gezi Parkı’na, Emek Sineması’ndan “küreselleşen” cadde üstü alışveriş mekânları için geliştirilen mimari projelere ve yine bunların konforuna, güvenliğine, ulaşımına vs. yönelik Tarlabaşı’ndaki, Taksim’deki ve Beyoğlu genelindeki planlama müdahalelerine, masa operasyonlarına ve Cihangir’de ve Tophane’de “müdahale edilmeyen” soylulaşmaya dönük piyasa dinamiklerine kadar, bir bütün halinde bu motivasyon açıktır. Ancak dünya üzerinde birçok yer için genellenebilecek ve benzer örneklerle desteklenebilecek bu açıklama Beyoğlu için eksik kalacaktır. Çünkü Beyoğlu uzun zamandır “iktidarın karşısındaki muhalefettir”! Ve bu muhalefetin giderek güçleniyor olmasından “otoriter” bir iktidarın memnun kalması beklenemez. Muhalefet ve içinde barındırdığı “muhafazakâr kültürümüze yönelik bütün tehditler ve aykırı bütün unsurlar” tez elden dağıtılmalıdır! Tüm bu temizlik ve soyluluk projeleri, müdahaleleri, operasyonları ve en genelindeBeyoğlu Nazım İmar Planı hep birlikte okunduğunda, muhalefetin yeşerdiği -ve biranın 25 kuruşa içildiği- ara sokakların/mekânların dağıtılması operasyonu da en az rant projelerinin önünün açılıyor olması kadar açıktır.

İlk örnek değil
Parçacı projelerden tartışmaya pek imkân bulamadığımızBeyoğlu Nazım İmar Planı, günbegün gündemimize sokulan o yasa tanımaz projeleri birleştiren, İstiklal Caddesi’ni tamamen küresel kapitalizme terk eden, hem rantın oluşumuna hem de iktidara direnmeyi sürdürenlerin zaman içerisinde ele geçirdiği “ara sokaklara/mekânlara” araç kullanımını sokan, Galataport’u, Gezi Parkı vs. ile tahakkümünü artıracak projelerin yolunu açan, gündemdeki projesi ile Taksim’i bir daha 1 Mayıs kutlaması yapılamayacak “fiziki bir meydana” çeviren bir ideolojik dayatmadan ibarettir.
Soyluların kahramanına duyurulur: İktidarların mimarlığı ve planlamayı kullanarak mekân üzerinden tahakküm artırma girişimlerine ilk örnek Beyoğlu değildir!

Murat Cemal Yalçıntan – Radikal 2

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.