Köşe Yazıları

Soma’daki trajediler yeşilce önlenebilir miydi?

0

Soma’da insanlık trajedisi giderek daha karmaşık bir hale bürünerek devam ediyor. Son gelişmelerde, yeni işe alımlar başlamış olmasına rağmen depresyon tedavisi gördüğü için bazı madenlerde işe alınmama vakaları olduğu bildiriliyor. Yani olumsuz sosyal etkiler çözüme yaklaşmak şöyle dursun yeni sorunlara dönüşerek büyüyor.

55

Bu felaketler zincirindeki güncel gelişmeleri incelemeden önce bu silsilenin öncüllerini hatırlayalım:

Herşeyin Başlangıcı: Cari Açık

Tüm hikayenin çıkış noktası ülkemizin büyüme hedefleri aslında. Büyüme hedefini yüksek tutmak için cari açığınızın düşük olması gerekiyor. Türkiye’yi gelişmekte olan ülkeler içinde en kırılgan ekonomi olarak tanımlatan birincil etken cari açığın nominal olarak giderek artması. Cari açığın en önemli bileşeni ise enerji ithalatı.

Enerjideki dışa bağımlılık iç enerji kaynakları arayışına yöneltiyor. Ulusal enerji politikalarında rüzgar ve güneş enerjisi potansiyelimiz yüksek olmasına karşın, bu kapasitemizi henüz etkin kullanmıyoruz. Bu nedenle yerli madenlerden elde edilen kömürü daha yaygın bir enerji üretim girdisi olarak kullanıyoruz.

Türkiye’deki kömürün kalorifik verimi, ne yazık ki, düşük. Yani birim tondan elde edeceğiniz enerji ihtal kömüre göre daha az. Kömürün ithal doğal gazdan elde edilecek enerji maliyeti ile rekabet edebilmesi için maliyetlerinin çok düşürülmesi gerekiyor. Madencilikte devlet işletmeciliği terk edilmek istenilen bir alan. Verimlilik ve işgücü maliyetleri açısından devlet işletmelerinden rekabetçi enerji hammaddesi sağlamak çok umut vaat etmiyor. Bu nedenle satın alma garantisi (rödovans) sistemi ile özel sektöre lisans verilerek kömür çıkartılıyor.

Özel sektördeki yatırımcı ise işletme lisansını aldıktan sonra konuyu sadece finansal performans parametreleri üzerinden takip etmek, operasyon sorumluluğunu almamak istiyor. Lisans sahibi müteşebbisler bu regülatif serbestiyi kullanarak, operasyonlarını taşere ediyor. Kendileri açısından bu da ekonomik bir rasyonele sahip.

Tüm dünyada maden işçiliği yüksek işçi güvenliği standartlarına karşın iş zorluğu nedeniyle çok yüksek ücretlerle fiyatlanırken, bizde asgari ücretle atbaşı fiyatlanıyor. Peki bunun nedeni nedir?

Fayda Maliyet Dengeleri

Ana işveren devlet, rekabetçi birim enerji üretme maliyetleri yakalamak zorunda. Bu nedenle yerli kömürün satın alma bedellerini düşük tutmaya çalışıyor. Satış fiyatı azalan malların kar marjı da azalıyor. Şirketler kâr edemezse bu durumda da arz sona ereceği için, hiç değilse toplam kârı dengelemek için kamu satın alma garantisi veriyor. Bu sayede arz eden maden şirketi karlılık düşük bile olsa, sürümden kazanıyor. Yani rödovans sisteminde ne kadar çok kömür üretirseniz o kadar çok kazanıyorsunuz. Ne kadar çok maliyet azaltırsanız o kadar çok kar marjı elde ediyorsunuz. Bu bağıntı nedeniyle iş gücü maliyetlerinin minimize edilmesi, kar maksimizasyonu anlamına geliyor.

Yeni termik santraller ve maden alanlarının alan gereksinimi bereketli tarım arazileri ile çakışıyor. Enerji daha öncelikli bir ekonomik parametre olarak görüldüğü için Soma özelinde zeytinlikler yok oluyor. Tarımcılık imkanı ve istihdamı ellerinden alınan bu kitle, başka iş ve gelir imkanı olmadığı için mecburen maden işçiliğine yöneliyor. Bu da iş gücünün neden ucuza çalışmaya razı geldiğini açıklıyor.

Ne yazık ki, maden işçiliğindeki tek sorun düşük ücret değil. Sendikal örgütlenme beraberinde toplu sözleşme – yani daha pahalı operasyon maliyeti – riskini doğuracağı için tercih edilmiyor. İş gücü arzı talebin üstünde olduğu için emek fiyatı kadar emekle birlikte sunulan çalışma kalitesi de bir paket olarak küçülüyor.

Buraya kadarki bir çok dinamik, sosyal bir perspektiften bakılmadığı sürece, serbest piyasa ekonomisi rasyonelleri içinde bir yere sahip. Ancak bir de karanlık tarafa bakalım…

Kurumsallaşmamış İşgücü Yönetimi

Taşeron firmalar, kurumsal insan kaynakları birimleri kurmak yerine “dayılık” denen sözde sistemle emek tedariki işini fiilen ihale ediyor. Dayılık sistemi ise bir cins iş gücü aracılık sistemi. Bu kişiler, hangi işçilerin hangi fiyattan kaç saat ve ne sıklıkta çalışacağını belirliyor. Toplu olarak madene kaydettiriyor, aşırı vardiya uygulatıyor, itirazları işten çıkarma tehdidi ile örseliyor. Bunun karşısında 20-30 bin TL rakamlara varan gelir elde ederken maden işçileri canlarını tehlikeye atmak pahasına, 1300-2000 TL arası rakamlarda çalışıyor.

Karlılığın yüksek tutulması için gerek taşeron şirketler gerekse aracılar işçi sağlığı ve güvenliğini ciddi düzeyde ihmal edebiliyor çünkü denetimler yetersiz ya da etkisiz kalabiliyor. Verilen cezalar karşılığında elde edilen gelir artışı dikkate alındığında caydırıcılıktan uzak kalabiliyor. Tam anlamıyla iş güvenliği sistem ve teknolojileri uygulanmış olsa, işçi doğru emek fiyatlaması ile ücretlendirilse, çıkacak kömürün ne işverene makul kar marjı bırakması, ne kamu için rantabl bir enerji maliyeti oluşturması, ne de bu sayede cari açığa katkı sağlaması mümkün olamayacak gibi görünüyor.

Özetle ileri teknolojiler, çok verimli maden sahaları ve yüksek enerji değerine sahip bir kömür kaynağı gibi bileşenlere sahip değilseniz kömür işletmeciliğinin kârlı olması da cari açığa olumlu etki yapması da pek mümkün görünmüyor. Bir koyu muhafazakar olan Margaret Thatcher’ın İngiltere’nin kömür madenlerini işletmeye çalışmak şöyle dursun, birbirinin ardına kapaması tam olarak bu nedenleydi, nitekim. Eğer madenleri eski usullerle işletmek ama kâr etmek istiyorsanız, çalışma güvenliğini tehlikeye atmış oluyorsunuz. Bu nedenle Soma’yı, bir dizi ekonomik rasyonelin sonucunda gerçekleşme olasılığı çok kuvvetlenmiş bir riskin vuku bulması olarak okumak, analitik anlamda yanlışlanabilir görünmüyor.

Ya Soma’dan sonrası?

Evine ekmek götürmek dışında bir emeli olmayan 301 masum canın kaybını, onların aile ve yakınlarının yaşadıkları manevi ve maddi travmayı bir yana koyun. Tüm bunların sosyal ve toplum sağlığı etkilerini de diğer yana. Sadece ama sadece ekonomik düzlemden tahlil yapmaya devam etsek bile, işçilerimizin naaşlarına ulaşmak için tüm madenin baştan kazılmış olmasının maliyetleri bile o madenden elde edilen ve bu şartlarda etik bir bağlamı da kalmayan, gelirin finansal olarak da doğrulanabilir olmadığını gösteriyor. Yani, iş güvenliğine rağmen maden operasyonu yönetmek felaket sonrası maliyetler dikkate alındığında kamu maliyesi açısından anlamlı değil.

Taşeron bazlı ve işçi güvenliğini ihmal eden bir işletme modelinin, tüm insani, manevi ve siyasi sonuçları bir yana, kamu satın alması açısından da ekonomik açıdan rasyonel olmadığı ortaya çıktı. Bu durumda doğru olan yapıldı ve maden işletmecilerine işçi çalışma şartlarını iyileştirici ve iş güvenliği yatırımlarını artırıcı yeni yükümlülükler getirildi.

Bu sefer kar merkezli denklem tersine işlemeye başladı. İşletmelerin yapmaları gereken yatırım, karlılık bir yana zarar ettirecek noktaya geldiği için önce işçilere el çektirildi sonra madenler kapanmaya başladı. Bu sefer hayatta kalan işçiler işsiz kaldılar. Yeni bir sosyal sorun ortaya çıktı.

Kazadan kurtulan ama kardeşlerini, akrabalarını, işlerini, evlerindeki güç bela var edebildikleri huzuru kaybeden işçiler, farklı seviyelerde depresyon tedavisi görmeye başladılar. Devlet sosyal güvenlik sistemleri üzerinden bu tedavileri karşılamasına karşıladı. Ama yeni bir sorun baş gösterdi…

Paradoks: İşsizlik Depresyonu İş Bulmaya Engel

Gerekli yatırımları yaparak işletmeye ve yeniden işçi alımına başlayan madenler için işe alımlar başlasa bile, bu işçilerde bedensel ve ruhsal durumu açısından sağlık raporu alması gerekiyor. Bu “tehlikeli ve ağır işler” kapsamında yer alan maden işçileri için mevzuattan kaynaklanan bir gereklilik. Düşününce, ruhen sağlıksız bir işçinin, başka işçilerin hayatını tehlikeye atmaması, işçilerin toplu can güvenliği açısından önemli.

Sağlık raporu almak yasal bir güvence de olsa, özel işletmelerin hangi işçileri alacağını karar vermek de ayrı bir tartışma konusu. Hürriyet.com.tr’den Buse Özel’e konuşan Türkiye Psikiyatri Derneği’nden Medya Koordinatörü Doç. Dr. Burhanettin Kaya, kamudan gelen “Özel sektörün kimi işe alacağına karışamayız” açıklamasının aslında samimi bir itiraf sayılabileceğini, çünkü özel sektörü denetlemesi gerekenin de kamu olduğunu belirtiyor.

Dr. Kaya, “Özel sektör insan haklarına aykırı bir uygulama yapıyorsa bunu denetlemek durumundadır. Devlet kendi sorumluluğunu özel sektöre bu şekilde bırakamaz. Bu çok acı bir açıklamadır. Hatta bir tür samimi itiraf sayılır. Özel sektörün ayrımcı ve damgalayıcı uygulamalarını maruz gören bir itiraftır. Devlet burada kayıtsız kalma durumundadır. Özel sektör, insan haklarına aykırı bir uygulama yapıyorsa, devletin bunu uyarması ve hukuki işlem yapması gerekir. “Karışamayız” demesi değil.” açıklaması ile pozisyonunu kuvvetlendiriyor. Yani yeni bir sosyal açmaz daha ekleniyor trajediler zincirine…

Yeşil Çözüm?

Eğer modern şartlarda üretim esasına göre pahalı bir alternatif olan kömüre dayalı termik enerji yerine birim maliyetleri giderek ucuzlayan rüzgar ve güneş enerjisi seçeneklerini tercih etme politikasının benimsendiğini düşünün.

Önce bu yatırımı iç ve dış yatırımcılar için kolaylaştırıcı bir bürokratik zemin hazırlanırdı. Verimsiz maden alanlarına alan açmak gerekmeyeceği için yerel tarım girişimleri ve onların sağladığı istihdam korunurdu. Bu sayede, emek arz ve talebi dengelenmiş olacak, maliyetler emek sahipleri için daha uygun çalışma şartları paketleriyle fiyatlanacaktı. Ucuz işgücü sorunu da o işe ulaşamayan iş gücünden dolayı istihdam açığı da oluşmayacaktı.

Aksine bölge imkanları değerlendirilebilir, tarıma dayalı istihdam, organik ve ekolojik tarım ve ekolojik turizme dayalı yerel mikro işletmeler teşvik edilebilirdi. RES ve GES gibi yapılarda nitelikli ek istihdam sağlanabilirdi.

Toplam ekonomik katma değer yükselmiş, karbon izi düşmüş, insan hayatı korunmuş, toplam mutluluk endeksi yükselmiş, üstelik cari açık etkisi de artırılmış olabilirdi.

Son tahlilde…

Elbette yeşil bir senaryoda da tüm beklentiler karşılanmayabilir. Bunları denemeden bilemiyoruz. Sadece bir iyi niyetli teorik bir tahmin olarak kurguluyoruz. Ancak sağlıklı verilerle analiz edilirse ülkemizde rantabl bir yeşil enerji ekonomisi oluşabileceği sonucu çıkması çok uzak ihtimal de görünmüyor. Çünkü bu karlılık analizlerini yapan özel işletmeler, halen bürokratik süreçleri akıcı hale getirilmemiş olsa bile, giderek artan düzeyde güneş ve rüzgar enerjisi yatırımlarına girişiyorlar.

Ama kesin olan bir şey var…

İster yeşil ister geleneksel yöntemlerle enerji üretmeye yönelik bir analiz yapacaksanız, çok iyi bir risk analizi yapmalı, felaket senaryolarının olası maliyetlerini dikkate almalı ve tüm bu faktörlerin toplam toplumsal ve çevresel maliyetleri üzerinden politika geliştirmelisiniz.

Zira hiç bir finansal model tek bir insanın hayatını bile fiyatlayamıyor…

 

You may also like

Comments

Comments are closed.