Kitap

“Şeytan kadın”ın cesar(m)eti

0

Ankara Dost kitabevinde idim hocam. İklim okulunun ilk gününden çıkmış Mülkiyeliler lokaline yemek yemeye gidiyorduk ahbaplarla. Dost kitabevinden almam gerekenleri almış çıkmaya yeltenmiş iken rafların birinde gözüm takıldı Şafağın adına. Nedir, ne hakkındadır hiç düşünmeden attım “Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir”i de alışveriş sepetime.

Şafak Pavey’e, böyle ahbabımmış gibi “Şafak” deyişim tanış olduğumuzdan değil, benim Şafağı, “13 numaralı peron”dan beri nerdeyse adım adım takip ettiğim için çok yakın bir ahbabım saymamdan, gördüğümde 40 yıllık bir dostmuşuz gibi muhabbete anında gireceğimize adım gibi emin olmamdan. “13 Numaralı Peron” ile Yavuz Bingöl’ün, “Baharım Sensin” albümünü aynı yerden aynı anda almıştım hocam. Kitabı türküler eşliğinde okumak bende üzerine halley kuyruklu yıldızı çarpmış bir gezegen hissiyatı yaratmıştı yaratmasına ama sanırım bu başka bir yazının konusu.

İran günlerini, İran deneyimini paylaşmış Şafak, “Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir” isimli kitabında. İran sence nasıl bir yerdir hocam. Sineması ile imrenilen, Farsi kültürü ile cezbeden, müziği ile insanı bir yerden alıp bir daha da geri getirmeyen, Ahmedinecad’ı ile “helal olsun be adama, nasıl da kafa tutuyor o burnu büyüklere” dedirten bir komşu ülkesidir. Ha birde bizim ezeli “İran olmayalım allaam” dularımız vardır. İran ile tarihten bildiğimiz en sığ bilgimiz ise şudur, “1600 küsurlarda yapılan Kasr-ı Şirin anlaşması ile belirlenen sınırlarımız halen aynı şekilde korunmaktadır. Ogün bugün kendileri ile geçinip gitmekteyizdir vsr”

Bu, İran’ın “davulun sesi uzaktan hoş gelir” görünüşü. Peki asıl İran, içinde yaşayanların iliklerinde her günün her saati hissettikleri İran nasıl bir yerdir? Misal, İran’da futbol maçlarına ortalama kaç kadın taraftar gider, ya da İran havaalanlarında bulunan kontrol noktalarından geçmek isteyen yabancı uyruklu kadınların kaç tanesi tacize uğramadan havaalanından ayrılabilir, veyahut İran’a bir arkadaşını ziyarete giden uzun saçlı, küpeli ve sakallı bir delikanlının başına türban takmadan Tahran sokaklarında rahatça dolaşma ihtimali ne kadardır. Şafağın kitabını okuduğum için bu gelişigüzel seçtiğim 3 sorunun da cevabını ben biliyorum hocam. Hadi seni de merakta bırakmayayım. İşte bu 3 sorununda yanıtı. Sıfır, sıfır ve gene sıfır.

Şafağın kitabını okur ve her sayfasında kah derin düşüncelere gark olur kah gülmekten kendimi alamayarak yerlerde debelenirken aklımda hep “American Beauty” filminin mottosu vardı hocam. “Look closer“. (Daha yakından bak). İran’ı ya da başka herhangi bir ülkeyi ya da herhangi bir toplumu uzaktan bakıp kafamızda ürettiklerimiz ile anlamamız elbette imkansız. İran’ı tanıdığını, bildiğini sananlar bile bu “karanlık ama güzel” ülkede yıllarını geçirmiş bir diplomatın, Şafak Pavey’ın yazdıklarına bir göz atsınlar.

Gelelim “Şeytan kadın” meselesine. Şafak, gene bir resmi görevi icabı havaalanında kendisini yaka paça aramakla görevli kadın memurların tacizine maruzken, üstünü başını kıyasıya mıncıkladıkları, protez bacağını söküp didik didik kurcaladıkları yetmemiş iken koparttığı çığlıklarına bir erkek memur gelir. O can havli ile üzerindeki çadoru çıkartıp arama kabininden fırlar Şafak. İran’da, havaalanında çadorsuz, başı açık ve üzeri çarşafla kapanmamış bir kadının gezinmekte olduğunu gören iranlılar korkudan ve dehşetten ne yapacaklarını şaşırırlar. Birbirlerini tepeleyerek kaçışmaya başlarlar, ağızlarından çıkan tek sözcük ise, “Şeytan kadın, şeytan kadın, şeytan kadın” tekerlemesidir. Herkes çil yavrusu gibi dağılınca ucu ucuna yakalamaya çalıştığı uçağına yetişebilir Şafak. “Şeytan kadın”ın cesa(m)reti İran’ın basijlerini bile dize getirmiştir!

Son bir söz de Şurup’a. Ah be minnoş. Bu kıza az çektirmemişsin ama o da seni zamanı geldiğinde iyi bi paylamış hani

Kitaptan

“Eve döndüğümde Şurup içerde beni bekliyorduç Ona beni askerlerle muhatap ettiği için o kadar kızmıştım ki başına siyah oyalı bir yemeni bağlayıp cezalandırdım. Uzun süre patileri ile çıkarmaya çalıştıysa da ben insafa gelinceye kadar cezasını çekmek zorunda kaldı”

Kitapta ayrıca İran’da bir mehdi gibi görülen Mustafa Denizli ile tanışma macerası da var Şafağın. Şafak, Mustafa Hocayı arar ve “size nasıl ulaşabilirim” der. Mustafa Hocanın cevabı, “otelden çık bir taksi çağır, taksiciye benim adımı söyle, o seni bana getirir”! Mustafa Denizli’nin şu satırların yazıldığı sırada tekrar İran’da olduğunu belirtmem seni şaşırtmayacaktır sanırım hocam.

Ve Hrant abinin İran’ı, Şafağı ziyareti. Hrant abinin, Şafağın masal babası olduğunu bilir misin sen hocam. Ben de ilk öğrendiğimde senin şimdiki halin gibi apışıp kalmıştım.

Gel istersen Şafak İran’dan ayrılırken kendi evini taşımaya gelen şirket yetkilierinin anlattıkları “Tayland’dan gelen çay ve kahve takımlarının üzerindeki nü kadın heykelciklerini fark edince don fanila dikme” maceralarına hiç girmeyeyim. Ya o Şafağın gazeteci japon arkadaşının havaalanında alan müdürüne yaptığı 10 saatlik Japonca – İngilizce – Farsça tercüme ile “hanıma japon çamaşır makinası aldık ama kullanım kılavuzunu anlayamadık be bilader, bi el atıversenhikayesi.

anavarza

Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir
Şafak Pavey
Kırmızı Yayınları
Kasım 2011

Alper Tolga Akkuş

twitter.com/#!/anavarrza

More in Kitap

You may also like

Comments

Comments are closed.