“Tanrım özellikle sana en temiz ve güvenilir enerji kaynağı, nükleer enerji için minnettarız, güneş enerjisi hariç, o fantastik ve boş bir hayal.”
Homer Simpson, The Simpsons
The Simpsons isimli çizgi dizinin baba rolündeki karakteri Homer Simpsons’ın yukarıdaki sözü ülkemizde karar alıcıların enerji üretimi kaynaklarına bakış açısını yansıtmaktadır. Türkiye gibi çok çeşitli enerji üretim kaynağı potansiyeli olan bir ülkeye, dünyanın terk etmeye başladığı nükleer enerjiyi tam üç santralle taşıma planları yapmayı ancak Homer Simpson açıklayabilir zaten.
Geçtiğimiz günlerde 14 Ekim 2015 tarihli Hürriyet gazetesi haberinde, halk tarafından seçilerek göreve getirilmemiş geçici hükümetin, geçici Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ali Rıza Alaboyun’un “3. nükleer santral için Kırklareli İğneada bölgesinde arkadaşlarımız yoğunlaşıyorlar. Muhtemelen 3. santrali de orada kurmak niyetindeyiz” ifadesi yer aldı. Ardından 15 Ekim 2015 tarihli Evrensel gazetesi haberinde ise yine geçici hükümetin Orman ve Su işleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun ‘Çok yıllar önce, belki 10- 20 yıl önce Türkiye’de 3 şehirde nükleer santral yapılması konusunda bir çalışma yapıldı. Birisi Sinop, birisi Akkuyu, birisi de İğneada. Şu anda Sinop ve Akkuyu’da nükleer santral yapılıyor ve yapılacak. İğneada’yla ilgili bir çalışma ve başvuru yok’ ifadesi yer aldı. Bir geçici hükümet demeç sorunsalı ile karşı karşıya kalmaktayız anlaşılan.
Türkiye’nin radyoaktif hayalleri aslında ilk 1968 yılında ilk fizibilite raporlarıyla başlamış ve ardından 1976’da Akkuyu’nun yer olarak seçilmesi ile netleşmiştir. Fakat 70’lerin sonunda mali konulardaki anlaşmazlıklar sebebi ile nükleer rafa kaldırılmıştır. 1982 yılında Atom Enerjisi Komisyonu Genel Sekreterliği’nin Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na (TAEK) dönüşmesi ile birlikte nükleer enerji tekrar gündeme geldi. Hatta dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren üç nükleer santral kurulacağına dair açıklamalar yaptı ve Kanadalı temsilcilerle ön protokoller dahi imzalandı fakat yine mali sorunlar ve 1986 yılında Çernobil’de gerçekleşen elim kazadan sonra nükleer tekrar rafa kaldırıldı. 1987 yılında Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, Çernobil’den taşınan radyoaktivite ile kirlendiği öne sürülen fındık ve çayın ne kadar temiz olduğunu kanıtlamak için kameralar önünde çay içti. Türk Tabipleri Birliği’nin 2006 yılında yayımlanan Çernobil Nükleer Kazası Sonrası Türkiye’de Kanser isimli raporu açıkça gösteriyor ki, Karadeniz Bölgesinde, Çernobil’den sonra radyasyona bağlı olarak görülen kanser vakalarında artış gözlenmiştir. Aynı dönemlerde Avrupa’da birçok ülkede halk radyoaktivite kirliliğine maruz kalma ihtimali olan ürünleri tüketmekten kaçınmış, bu da piyasaları etkilemiştir. 90’larda ise Güney Koreli ortaklarla birtakım girişimler olmuş fakat tekrardan nükleer tozlu raflardaki yerine dönmüştü. 2005 yılında Elektrik Üretim A.Ş. ve TAEK’nin resmen bu projelere bütçe ayırması ile nükleer enerji raflardan proje masalarına terfi etti. 2007 yılında çıkarılmak istenen Nükleer Enerji Yasası ise dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından denetim ve söküm masraflarındaki şeffaf olmayan ibareler sebebi ile veto edildi.
2011 yılında Japonya’da Fukuşima Nükleer Santrali’nde deprem ve tsunami sonrasında karmaşık bir dizi kaza meydana geldi. Reaktörlerde yaşanan erimeler neticesinde radyoaktif madde sızıntısı yaşandı. Bu radyoaktivite ekolojik dolaşım ile havanın ve suyun dolaşabildiği en uzak noktalara ulaştı. Tokyo şehrinin içme suyunda radyasyona rastlandığına dair birçok haber okuduk, hatta bu radyasyonun İzlanda’ya dahi ulaştığına dair haberler de okuduk. Son günlerde de Japon balıkçıların yakaladığı tuhaf deniz canlılarına ilişkin haberler okumaktayız. Gerçi Japon hükümet sözcüsü Yasuhiro Sonoda, tıpkı Türk Bakan Aral gibi, iki reaktörün birikinti suyundan alınan örneklerini kameralar önünde içmiş de olsa artık kaza sırasında alanda çalışma yapan Japon işçilerde kanser vakalarının gözlendiğini okumaktayız.
Geçtiğimiz Nisan ayında ülke çok ilginç bir temel atma törenine sahne oldu. Bilinen adı ile Rus ROSATOM ve Türkiye Hükümeti birlikte santralin ana yapılarının değil de deniz yapıları ve limanının temelini atıldı. Hâlâ finansman için nasıl kaynak bulunacağı kesinleşmemiş Akkuyu Nükleer Santrali Projesi’nin tramvaylarca akıp geçen reklam afişlerine maruz kaldık özellikle 7 Haziran seçimleri öncesi. Zira Dünya Bankası geçtiğimiz yıl Fukuşima’nın etkisi ile olsa gerek nükleeri finanse etmeyeceğini kesinlikle bildirdi. Fakat Dünya Bankası gibi uluslararası para fonlarının ülkelere verdiği krediler ülke içine yerel bankalara aktarıldıktan sonra müşteri gizliliği gibi ilginç sebeplerle takip edilememekte.
Sinop Nükleer Enerji Santrali’nin ise yine sicili pek temiz olmayan Japon yatırımcılarla 2017 yılında yapılmaya başlanacağı bildirilmiştir. Dünyanın tüm nükleer kaza konusunda tecrübeli ülkenin yatırımcıları ile anlaşacağız gibi gözükmekte.
Enerji marketi, uluslararası ilişkilerle iç içe geçmiş çok fazla çalkantının yaşandığı zorlu bir market. Elbette tüm ülkeler bir diğerine bağımlı olmadan kendi kaynakları ile var olmak hatta bu kaynakları pazarlamak istemekte. Türkiye’nin dışa bağımlı olmayan enerji talebi de yerindedir. Fakat bunun için sunulan çözümler, çözüm olmaktan çok dışa bağımlılığı ve mali problemleri derinleştirecek büyük yüklerdir. Örneğin nükleerin yatırımcısından, operatörüne Türkiye’yi gayet dışa bağımlı hale getirecek olduğu aşikârdır. Son günlerin moda deyişi ile nükleer enerji ne yerlidir ne millidir. Üstelik devasa ve merkeziyetçi olduğu için dağıtımı masraflıdır ve enerjiye ulaşım ihtiyacını karşılayabilecek durumda değildir. Nükleer atıkların nasıl yönetileceği ise fizikteki ve matematikteki çözülmemiş meşhur sorular gibidir. Nükleer hem şimdiki neslin hiç kullanamayacağı bir enerjinin vergilerini ödemesi hem de gelecek nesillerin hiç kullanamadığı enerjinin sökümünün maliyetini karşılamak için vergi ödemesi sebebi ile de kuşlaklar arası bir adaletsizlik sebebidir. Risk konusunda ise diyecek bir şey yok aslında. Böyle korkunç bir risk, ihtimali ne derece düşük olursa olsun etik olarak alınmamalı zaten. Bir matematik sorunundan değil yüz binlerce insanın hayatından nesiller boyu devam edecek bir felaketten dem vurmaktayız.
Radyoaktivite Nobel Ödüllü kadın bilim insanı Marie Curie’nin radyoloji bilimini kurarak, sağlıkta, teknolojide, uzay bilimlerinde kullanılması ile bize hediyesi olarak kalsa. Uranyum hiç zenginleşmese… Nükleer karıştı ulusal ve uluslararası hareketlere bakınca, belli ki halk fantastik radyoaktif hayalleri paylaşmak istemiyor. Bu sebeple enerjide şirketlerin değil halkın yararına olacak, adaletsizlik sorunu yaratmayacak, herkesin ulaşabildiği, temiz, yenilenebilir, doğaya yıkım getirmeyecek çözümler sunmak gerek. Zaten sorun atomun parçalanmasında değil de insanların fikirlerinin değişmesinde değil mi?
Umutla..
Bu yazı evrensel.net/ den alınmıştır
Menekşe Kızıldere