Yeni yıla şiddet üzerine bir tartışmayla girdik. Tanımı gerçekten de kolay olmayan bir kavramdı şiddet. Tıpkı barış gibi, demokrasi gibi… Tartışma derinleşmeye başlamıştı ki, şiddet karşıtı bir arkadaşımızın, şiddeti eleştirirken kullandığı şiddet içeren söylem ve tutum yararlı bir tartışmayı tersine döndürdü; haklı haksız yer değiştirdi; sonuçta yine şiddet üzerine sonuçlar çıkarabileceğimiz örnek bir vak’a haline geldi. Böylece, bu vak’adan şiddet üzerine bazı dersler çıkarma(ma)mızı mümkün kıldı.
Demek ki şiddet, sadece kaba güç gösterisiyle, yumurta, taş vs. atmakla; topla, tüfekle, copla, biber gazıyla uygulanmıyormuş, dil en önemli şiddet araçlarından biriymiş. Haklı şiddet, haksız şiddet olmazmış; şiddet her hal-ü kârda şiddetmiş. Özellikle de sözlü yazılı iletişimde uygulanan her türlü baskıcı söylem (azar, tehdit, had bildirmek vb.) şiddet içerebilirmiş. Eğer bu tartışma yazılı ortamda değil de yüz yüze olsaydı, beden diliyle şiddet de işin içinde olacaktı. Annemizin babamızın bir kaşı kalktığında, öğretmenimizin sert bir bakışıyla nasıl hizaya sokulduğumuzu hatırlayalım.
Bana göre yalnızca, bedensel ve sosyal varlığı şiddete uğrayan kişinin, gurubun kendini savunmak amacıyla bir şekilde karşılık vermesi kabul edilebilir, anlaşılabilir şiddet olarak görülebilir. Filistinli çocukların intifada hareketi, Kürt çocukların Polise taş atması gibi istisnai durumlar olarak elbette anlaşılabilir.
Ancak, düşünceye karşı şiddet kullanmanın savunulur tarafı olamaz. Bana göre, Yeşiller olarak şiddet üzerine düşünmeye, tartışmaya, yazmaya devam etmeliyiz. Bunu yapabilmek için, öncelikle kendi düşünce, dil ve davranış kalıplarımızı sorgulamamız gerekiyor. Katı hiyerarşik, despotik geleneğe dayalı bir kültürün ürünü bireyler olarak, üstelik şiddet kültürü dünyamızı amansızca esir almışken, hücrelerimize kadar işlemiş olan şiddetin hangi durumlarda, nasıl ortaya çıktığı konusunda bir farkındalık oluşturamazsak, dilimizi de davranışımızı da şiddetten arındıramayız.
Mecut siyasal kültür bizi kendisine benzetemesin…
Yeşiller Partisi, hassas terazilerde tartılacak ilkeler temelinde politika geliştirmek zorunda. Bizi geleneksel partilerden ayıran bu önemli farkımız dilimizi, politika yapma tarzımızı da önemli hale getiriyor. Farklılıklarımızla bir arada yürüyebilmemiz buna bağlı. Bizi bu partide bir arada tutan harç madem ki, doğa-insan bütünselliğini gözeten, koruyan çok özel bir misyondur, o halde içinde hareket etmek zorunda kaldığımız bu seviyesi düşük siyasi mekanın bizi kendine benzetmesine izin vermemeliyiz. Örneğin, birbirimizi AKP yanlısı, Ergenekon yanlısı, darbeci gibi nitelemelerle damgalamaktan kaçınmalıyız. Bunlar asılsız ve ucuz eleştirilerdir. Kimseye bir yarar sağlamaz.
Birbirimize siyasi propaganda yapar duruma düşmeyelim. Bu partiye katılanlar zaten siyasal bir seçim yaparak gelmişlerdir. Herkesin güncel politik gelişmelere, siyasi aktörlere, ortamlara ilişkin kişisel görüşleri olabilir. Onları sorgulama, kendi görüşlerimizi dayatma, bizim gibi düşünmedikleri için onlara kızma hakkımız olamaz. İktidar yanlısı, iktidardan nemalanmak isteyen birinin Yeşiller Partisi’nde ne işi olabilir! Hele de böyle cömertçe rant dağıtan bir iktidar varken, henüz seçime bile katılamayan bir partide ne arıyor olabilir?
Biz elbette sistem karşıtıyız, elbette muhalif bir partiyiz ve muhalif kalacağız. Elbette sistemi dönüştürme hedefiyle politika yapıyoruz. Politik metinlerimiz, demeçlerimiz hepsi muhalif görüşümüzü yansıtıyor. Ne ki, muhalefet tarzımız farklı olmalıdır; kolayına muhalif laf üretmek bizim işimiz değil. Onu sistem partileri bol bol yapıyorlar. Biz ise dönüştürücü politikalar üretmeli, projeler koymalıyız ortaya ve onları dile getirmenin, tanıtmanın peşinde olmalıyız.
Yeşiller’e yakışan, kendimizi ve partimizi nasıl geliştirebiliriz, bu önemli misyonu birlikte nasıl taşıyabilir, hayata geçirebiliriz sorusunun yanıtını birlikte aramaktır.
Sağlıklı, şiddet içermeyen, yapıcı nice tartışmalara…