Ana Sayfa Blog Sayfa 930

ABD’de geçen yıl plastik atıkların sadece yüzde 5’i geri dönüştürülebildi

Last Beach Cleanup ve Beyond Plastics gruplarının araştırmasına göre, ABD‘de 2011 yılında tüketim sonrası plastiğin geri dönüşüm oranı yüzde 5 ila yüzde 6 arasında gerçekleşti.

Aynı orana bu hafta 2019 verilerini analiz eden Enerji Bakanlığı‘nın analizinde de yer verildi.  Bu raporu düzenleyen araştırmacılar, ABD’de çöpe atılan plastik atıkların, “düşük geri dönüşüm oranlarının nüfus artışı, tek kullanımlık plastikler için tüketici tercihi ve ülkenin belirli bölgelerinde düşük bertaraf ücretleri dahil olmak üzere birçok nedenden dolayı arttığını” kaydetti.

Sorun, Çin‘in 2017’de ABD’den gelen plastik atıkları yasaklaması da dahil olmak üzere, küresel geri dönüşüm pazarındaki değişimlerle daha da kötüleşti. Guardian‘a konuşan Last Beach Cleanup’ın kurucusu Jan Dell, Çin gibi ülkelerin eskiden ABD’den gelen plastik atıklarla dolu gemileri kabul ettiğini ancak bu seçenek ortadan kalkınca çok az sayıda geri dönüştürme kapasitesine sahip ABD tesisi nedeniyle büyük miktarda plastiğin çöpe gittiğini belirtti:

“Bunu yapacak fabrikalarımız yok. Aynı zamanda çok su yoğun bir sektör, bu yüzden ABD’de daha fazla plastik geri dönüşüm tesisi inşa etmeyeceğiz.”

Dell’in araştırmasına göre, ülkede kullanılan plastiklerin yaklaşık yüzde 85’i çöplüklere gidiyor ve kalan yüzde 10’u da yakılıyor. Üstelik plastikler geri dönüştürüldüğünde bile, PET plastik şişedeki malzemenin yaklaşık üçte biri bu süreçte yine çöpü boyluyor.

İki örgütün raporu ayrıca, bir yandan geri dönüşüm düşüş gösterirken öte yandan ülkede kişi başına düşen plastik atık üretiminin 1980’den bu yana, kişi başına 27.5 kg’dan 99 kg’a, yani yüzde 263 oranında arttığını ortaya koydu.

‘Baştan atıkları azaltmadan kurtulamayız’

Plastikler, geri dönüşüm sektörünün “en savurgan” maddesi: Amerikan Orman Ürünleri Derneği‘ne göre kağıt yüzde 66 oranında geri dönüştürülebilirken, EPA‘ya göre alüminyum kutular için bu rakam yaklaşık yüzde 50,4.

Dell, “Şu anda içinde bulunduğumuz tek kullanımlık plastik kabus senaryosunda kalamayız. En başından itibaren atıkları azaltmadan bundan kurtulmanın bir yolu yok” dedi.

Kompostlanabilen veya geri dönüştürülebilen fiber bazlı yemek tepsileri gibi tek kullanımlık plastiklerin yerini alacak çözümlerin bulunduğunu hatırlatan Dell,  Nestle’nin İngiltere’de plastiği şeker üzerine kağıtla değiştirdiğini anlattı: “Buna ‘kağıtlaştırma’ diyorlar. Ve elbette, şişeleri kullandıktan sonra atmak yerine yeniden kullanmak ve yeniden doldurmak da yardımcı olacaktır.”

Plastik üreticilerinin ürünlerin altına üçgen şeklindeki okların, insanları geri dönüştürülebilir oldukları konusunda yanılttığını, sembolün bunu garanti etmediğini söyleyen Dell,  “Amerika’nın ‘geri dönüşüm’ sevgisini ve çevre için iyi bir şey yaptığımız düşüncesini, baştan beri bunun geri dönüşüm olmadığını bildikleri halde kullandılar. Tüketicilerin kalp damarlarından yararlandılar ve bu şeyin geri dönüştürülebilir olduğunu söylediler” diye konuştu.

Çantalar, gıda kapları ve mutfak eşyaları gibi tek kullanımlık plastik eşyalara yönelik yasaklar, Avrupa Birliği, Kaliforniya eyaleti ve Los Angeles gibi yerlerde benimsenen versiyonlarla giderek daha popüler hale geliyor. Ancak rapor, bu tür kuralların daha da ileri gitmesi gerektiğini söylüyor: “ABD plastik atıklarını ve kirliliğini azaltacak kanıtlanmış çözümler zaten var ve hızla hayata geçirilebilir. Tek kullanımlık plastik yasaklarının, su doldurma istasyonlarının ve yeniden kullanılabilir gıda ve tabakların başarısı ülke çapında genişletilebilir.”

ABD Çevre Koruma Ajansı’nın en son paylaştığı 2018 verilerinde, ülkedeki plastik geri dönüşüm oranının yüzde 8.7 olduğu belirtilmişti.

AB’nin 2025’te Rus gazından çıkmak için yeni yatırıma ihtiyacı yok: Mevcut kapasite yeterli

Bağımsız enerji danışmanlık firması Artelys’in dün yayımlanan araştırmasına göre Avrupa Birliği (AB), yeni LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) hatlarının hiçbirine gerek duymadan 2025 yılına kadar Rus gazından çıkabilir.

Artelys’in modellemesi, Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgalinin başlamasından bu yana önerilen yeni LNG terminallerinin hiçbirinin veya İspanya ile Fransa arasındaki MIDCAT bağlantısı gibi büyük yeni boru hattı projelerinin 2025 yılına kadar Rus gazından kurtulma hedefi  için gerekli olmadığını gösteriyor.

Analize göre 2030 yılına kadar emisyonları yüzde 55 oranında azaltmak için AB Yeşil Anlaşması‘nın bir parçası olarak önerilen mevcut önlemler, büyük yeni altyapı yatırımları olmaksızın “AB’nin 2025 yılına kadar Rus gazından büyük ölçüde çıkmasını sağlamak” için zaten yeterli.

Modellemeler ayrıca, enerji verimliliği önlemlerinin, elektrifikasyonun, yenilenebilir kaynakların ve esneklik çözümlerinin artırılmasının, 2025 yılına kadar “daha ucuz, daha düşük emisyonlu ve daha esnek bir sistem” sağlayabileceğini gösteriyor.

Çözüm senaryoları

Raporda, Avrupa iletim ağını potansiyel tıkanıklıktan kurtarmak için gaz ve elektrik sistemlerinin esnekliğini sağlamaya ve gaz talebinde yapısal bir azalmaya ihtiyaç olduğu kaydediliyor.

Ayrıca, Rus doğal gazdan çıkışı büyük oranda yüksek LNG (sıvılaştırlmış doğal gaz) ithalatıyla telafi edildiği ve Avrupa’nın LNG piyasasındaki oynaklığa ve asıl ihracatçı Asya ekonomileriyle rekabete karşı kırılgan ve küresel ihracat kapasitelerinden yoksun olduğu belirtiliyor.

Artelys Crystal Super Grid Enerji Modeli‘ne dayanan raporda “Gaz çözümleri”olarak iki ayrı senaryo sunuluyor:

Birinci senaryo, Yüzer Depolama ve Yeniden Gazlaştırma Birimlerine (FSRU), yani LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) depolama ve yeniden gazlaştırma kapasitesine sahip gemilere yatırım yapmayı içeriyor.

“Temiz enerji çözümleri” senaryosu ise enerji verimliliği, elektrifikasyon,
yenilenebilir kaynak ve esneklik çözümlerine yatırımı içeriyor. Rapora göre bu iki yatırım stratejisi de Avrupa’daki arz güvenliği sorunlarını çözebiliyor.

Raporun yazarı Artelys Enerji Danışmanı Anthony Vautrin,“Avrupa ülkelerinin gaz altyapısına yeni yatırımlar yapmasına gerek olmadığının altını çizerek, “Analizimiz, 2020’den bu yana önerilen hiçbir projenin, 2025 yılına kadar Rusya’dan sağlanan gazın aşamalı olarak kullanımdan kaldırılması için katma değer sağlamadığını gösteriyor” diyor

Vautrin, Avrupa’nın mevcut  kapasitesinin yeterli olduğunu, bu yüzden Almanya ve İtalya’da yeni LNG terminallerine yönelik planların gereksiz olduğunu ekliyor.

Karaburun’da tarım ve sit alanlarına RES ve GES gerginliği

İzmir Karaburun’a bağlı Parlak Mahallesi’nde Öres Elektrik Üretim AŞ. tarafından yapılması planlanan Güneş Enerji Santrali (GES) için Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) “halkın katılımı” toplantısı öncesi, Karaburun Kent Konseyi tarafından söz konusu projenin sebebiyet vereceği ekokırıma karşı tepki gösterildi.

Kentsel Sit Statüsü’yle koruma altındaki Sazak Köyü’ne bitişik, aynı zamanda mera vasfındaki 116 ada 325 parsele kurulması planlanan 30 hektarlık merayı ve bitki örtüsünü yok edecek GES için ÇED “halkın katılımı” toplantısı 9 Mayıs’ta düzenlenecek. Toplantının 11:30’da Parlak Mahallesi Köy Kahvesi’nde yapılması planlanıyor.

İlk toplantıya firma yetkilileri katılmadı

Öres Elektrik Üretim A.Ş.’nin GES projesi ile ilgili 17 Mart 2022’de saat 13.00’de Parlak Köyü Köy Kahvesi’nde yapılması gereken “halkın katılımı” toplantısı firma yetkililerinin toplantı saatinde, toplantı yerinde bulunmamaları sebebiyle yapılamamıştı.

Firma yetkililerinin toplantı alanına gelmemesi üzerine Parlak Köyü Halkı ve Karaburunlu yurttaşlar, toplantının yapılamadığını imzalı tutanak ile kayıt altına almışlardı.

Bölgede bitki, sürüngen, memeli ve kuş türleri mevcut

Öres Elektrik Üretim A.Ş.’nin GES proje alanı çevresinde “Nesli Tehlikede Olan Yabani Bitki ve Hayvan Türlerinin Ticaretinin Düzenlenmesine Dair Sözleşme” (CITES) ve “Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamının Korunması Sözleşmesi” (Bern) gibi anlaşmalarla uluslararası ve ulusal ölçekte koruma altına alınan bitki, sürüngen, memeli ve kuş türleri mevcut.

Karaburun Kent Konseyi tarafından konuya ilişkin olarak yapılan açıklamada, 26 Eylül 2019’da Kentsel Sit ilan edilen Sazak Köyü’nün, “Karaburun Yarımadası ve Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi” sınırları içinde yer almasına dikkat çekildi.

‘Kültürel miras zarar görecek’

Açıklamada Öres Elektrik Üretim A.Ş tarafından işletilen Salman RES Projesi’ne ait türbinlerin köyün siluetini bozmakla birlikte yeni GES projesinin ve RES türbinlerinin bağlantı yollarının da bu köyün ilişki kurduğu alanda olduğu bildirildi ve şunlar aktarıldı:

“Sazak Köyü için Koruma Amaçlı İmar Planları hazırlanmadan, alan bütüncül şekilde ele alınmadan kültürel miras zarar görecek.”

Karaburun yüzölçümünün yüzde 89’u yedi proje sahası olarak RES firmalarına tahsisli.

RES türbinleri, toplam yüzölçümü 484 km2 olan yarımada üzerinde yaklaşık 430 km2‘lik bir alana yayılmış durumda. Mevcutta 140 RES türbini bulunuyor. Mevcut RES’ler ve yolları orman, tescilli mera alanı, tarım alanı ve doğal koruma alanı üzerinde yer alıyor.

‘Yarımada’dan elinizi çekin’

2018 Karaburun Milli Emlak Şefliği verilerine de işaret edilen açıklamada; Parlak Köyü’nde toplam 753 hektar tarım ve mera alanının zeytinlik faaliyetleri için (ağaçlandırma) tahsis edilmiş durumda olduğuna ve şimdi bu alanların RES ve GES projelerinin kullanımına açılacağına değinilerek tepki gösterildi:

“Karaburun – Ildırı Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi’ne ilişkin karasal ve denizel biyoçeşitlilik araştırma çalışmaları devam ederken alanda yeni enerji yatırımların önerilmesi yok oluşun başlangıcı…”

Konsey Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na ise şu soruları yöneltti:

“Karaburun’u neden ÖÇKA ilan ettiniz, Karasal Alan Biyolojik Çeşitlilik Araştırma Projesini neden yürütüyorsunuz? Bir yandan bu araştırmalar yürütülürken diğer yandan tespit ettiğiniz tüm bu bitkilerin, canlıların, ekosistemlerin yok olmasına neden olacak RES, GES gibi yatırımlara neden izin veriyorsunuz? Yarımada’dan elinizi çekin !..”

Okullarda iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik eğitimi: Yetersiz

Birleşik Krallık okullar için yeni bir sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği stratejisi başlattı. Ancak The Conversation tarafından yapılan araştırmaya göre söz konusu strateji, gençlerin taleplerini karşılamıyor. Türkiye’de ise iklim değişikliğinin müfredatta yer alması için yeni yeni adımlar atılıyor.

Nisan sonunda Milli Eğitim Bakanlığı’nca (MEB), ortaokullarda gelecek yıldan itibaren seçmeli okutulacak çevre eğitimi ve iklim değişikliği dersinin müfredatı tamamlandığı duyuruldu. Buna göre; Bakanlığa bağlı ilkokul ve ortaokullarda uygulanan çevre eğitimi dersinin adı, Paris İklim Anlaşması kararları, MEB’in Stratejik Planı, çeşitli kurum ve kuruluşların eylem planları, şura kararları dikkate alınarak “çevre eğitimi ve iklim değişikliği” olarak değiştirilmişti.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/ortaokullarda-okutulacak-cevre-egitimi-ve-iklim-degisikligi-dersinin-mufredati-hazirlandi/

Türkiye’de iklim değişikliği ve eğitim: Liselere seçmeli ders

Dersin müfredatı, Talim ve Terbiye Kurulunun onayından geçti. Ders, 2022-2023 eğitim öğretim yılından itibaren ortaokul 6, 7 veya 8. sınıflarda, haftada iki ders saati olmak üzere toplam 72 saat seçmeli okutulacak.

Öte yandan liselerde de iklim değişikliği kapsamında bir ders konulmak üzere çalışmalara başlandığı bildirildi.

Bakan Mahmut Özer, okulların fiziki altyapılarını “temiz okul temiz enerji” ilkesinden hareketle güçlendirdiklerini aktararak, “Lise düzeyinde de çevre ve iklim değişikliği eğitiminin müfredatta daha geniş yer bulması için harekete geçtik. Bu kapsamda çevre bilimi ve yönetimi öğretim programı hazırlandı. Bu programın konuları içinde atmosfer ve iklim değişikliği, biyoçeşitliliğin korunması, su ve yaşam, toprak ve yaşam yer alıyor. Seçmeli olacak bu dersin hazırlıkları sürüyor” bilgisini verdi. Ancak ders seçmeli olduğu için tüm öğrencilerin katılımı açısından kapsamlı değil.

‘İklim adaleti istiyoruz’ döviziyle genç iklim aktivisti ve ICHILD gönüllüsü Melisa Akkuş . Fotoğraf: Cansu Acar

Birleşik Krallık’ın iklim değişikliği stratejisi: Yetersiz

Birleşik Krallık’taki iklim değişikliği eğitimi de yetersiz bulundu. Geçen sene, okulların sürdürülebilirlik ve iklim değişikliğiyle nasıl mücadele etmesi gerektiğinin sorulduğu Birleşik Krallık’ta yaşayan 200’ün üzerinde öğretmen, öğretmen eğitimcisi ve 16-18 yaş aralığındaki gençlerle yapılan araştırma yapılan stratejisinin yetersiz olduğunu ortaya koydu.

The Conversation’ın aktardığına göre; araştırma ışığında hükümetin yeni stratejisinin öğretmenlerin ve gençlerin istekleriyle ne kadar uyumlu olduğu beş başlık altında değerlendirildi.

1. Herkes için sürdürülebilirlik eğitimi

Çoğu öğretmen halihazırda öğrencilerin sürdürülebilirlik hakkında bilgi edinmeleri için eko-kulüpler, geri dönüşüm projeleri ve sürdürülebilir moda faaliyetleri gibi fırsatlar sunuyor.

Fakat bu çalışmalar isteğe bağlı, gönüllü olarak gerçekleştiriliyor ve dolayısıyla müfredatın dışında yer alıyor. Bu nedenle bazı gençlerin bu fırsatlara ulaşma imkanı bulunmuyor.

Araştırmaya katılan öğretmenler ve gençlerse çevresel sürdürülebilirliğin sadece coğrafya ve bilimde değil, müfredatın tamamında yer almasını istediler.

Hükümetin stratejisi ise 2025’ten itibaren öğretilecek yeni bir doğa tarihi Genel Orta Öğretim Sertifikası’nı içeriyor. Bu, gençlerin doğal yaşam ve sürdürülebilirlik hakkında bilgi edinme fırsatlarını artırıyor. Ancak bu konu isteğe bağlı olacak ve bu nedenle yaşı veya konu seçimi ne olursa olsun her gencin iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik eğitimine erişimini sağlamayacak.

Stratejide yer alan faaliyetler müfredat dışı olduğu için tüm öğrenciler için kapsayıcı olmadığı anlamına geliyor.

2. Öğretmenler için eğitim

Araştırmaya katılan öğretmenler, sınıfta sürdürülebilirlik konusunda daha özgüvenli hissedebilmek için mesleki gelişim fırsatları istediklerini belirtiyor. Öğretmenlerden biri ise söz konusu sorunu şöyle açıklıyor:

“Güven eksikliğimiz olabilir, çünkü bu konuyu kendimiz araştırıyoruz ve kendimizi konunun uzmanı gibi hissetmiyoruz.”

Yeni strateji, kaynaklar ve eğitim yoluyla öğretmenlere destek sunarken, buna erişim için bir zaman belirlemiyor. Ayrıca İngiltere’deki mevcut okul veya öğretmen eğitimi müfredatlarında temel bir değişiklik bulunmuyor.

3. Bilgiyi eyleme geçirme

Öğretmenler ve gençler sadece bilgiyi aktarmayı değil, bir fark yaratabilmek istiyorlar. Öğretmenler ve öğrenciler eğitimin daha çok eleştirel düşünme, veri okuryazarlığı, araştırma yapma, harekete geçme ve başkalarıyla iletişim kurma konularında olmasını istiyorlar. Bir genç bu talebi şu ifadelerle açıklıyor:

“Bize büyük işler ve kurumlar hakkında, bunların etkisinin gerçekte ne olduğu hakkında bilgi verilmeli. Büyük şirketlerde, bireylere yalnızca kendilerinin sorumlu olduğunu hissettiren pek çok yeşil yıkama (greenwashing) yapılıyor… Eğitim, değişim talep etmemiz ve sahip olmamız gereken hakları talep etmemiz için bizi güçlendirmeli.”

23 Kasım 2021- ‘Öğrenci tarafından yazılan ilk’ yasa tasarısıyla iklim krizinin okul müfredatına girmesini isteniyor. Teach the Future’dan Scarlett Westbrook ve Milletvekili Nadia Whittome okullarda daha fazla iklim eğitimi için çağrıda bulunuyor.
Kaynak: Indepentent

4. Okulları sürdürülebilir hale getirmek

Öğretmenler ve gençler, enerji, atık, ulaşım ve gıda yönetimi de dahil olmak üzere okul içi operasyonlarında çevresel sürdürülebilirliğe daha fazla ilgi gösterilmesini istiyorlar.

Hükümetin stratejisi net sıfır hedeflerine odaklanıyor ve okulların geri dönüşümü artırmasını ve çöp sahasını azaltmasını talep ederek atık konusunda eylem vaat ediyor. Ayrıca en az dört yeni düşük karbonlu okul ve bir kolej vaat ediyor. Okul operasyonlarının diğer yönlerinde – gıda, ulaşım ve enerji – stratejide eyleme dönüşebilecek/dönüşmeyebilecek teşvik ve destekler bulunuyor.

5. Okulları iklim eylemi için merkez haline getirmek

Gençler ve öğretmenler, okulları farklı nesillerden insanların sürdürülebilirlik odaklı faaliyetlerde yer alabilecekleri topluluk merkezleri olarak gördüklerini belirtiyorlar.

Katılımcılar sürdürülebilirlik eğitimine küçük yaşta başlamayı ve bunu yaşamlarına dahil etmeyi hayati olarak görüyorlar.

Öğretmenler ve gençler araştırmada şu anda eğitimde çevresel sürdürülebilirliğe çok az destek olduğunu söylüyorlar.

Hükümetin yeni stratejisi ise bu durumu değiştirmek için yetersiz görülüyor.

Diyarbakır’da Ekoloji Film Günleri başlıyor

Diyarbakır‘daki Ekoloji Derneği, 6-8 Mayıs tarihlerinde Ekoloji Film Günleri etkinliği düzenleyecek. Ekolojistlerin dayanışmasıyla düzenlenen etkinlikte gösterime girecek filmlerle bölgedeki ekolojik tahribatlara dikkati çekilecek.

Üç gün sürecek olan etkinlikte yönetmen Nalin Acar’ın “Taş ve Su”, yönetmen Ali Ergül’ün “Suyun Ölüm Tarihi”, yönetmen Ethem Özgüven’in “Kötü Tohum”, yönetmen Zelal Adak’ın “Aşevçiler, Rüyalar, Otlar”, yönetmen Fatma Çelik’in “Mehla Qore” ve yönetmen Ardin Diren’in “Bir Avuç Tohum” filmleri yer alıyor.

Ayrıca film gösterimlerinden sonra yönetmenler filmler üzerine söyleşiler de yapacak.

Etkinlikte yer alan filmlerin gösterim yeri ve saatleri şöyle:

  • 6 Mayıs: ‘Taş ve Su’ ve ‘Suyun ölüm tarihi’- Mordem Sanat Merkezi, Saat 19.00
  • 7 Mayıs, ‘Aşevçiler, Rüyalar, Otlar’ ve ‘Kötü Tohum’- Gaia Ekoloji Tıbbi Aromatik Bahçesi, Saat 19.30
  •  8 Mayıs, ‘Mehla Qore’ ve ‘Bir Avuç Tohum’- Hewş Kafe, Saat 19.30.

HDP Genel Merkezi önünde ‘çelenk’ gerginliği: Provokasyona asla müsaade etmeyeceğiz

Diyarbakır‘dan gelen üç aile, hayatlarını kaybeden askerlerin adına Ankara‘daki Halkların Demokratik Partisi (HDP) Genel Merkezi binası önüne “Evlatlarımızı HDP’den istiyoruz” yazılı siyah çelenk bırakmak istedi. Çelenke izin verilmeyince yaşanan gerginlik üzerine olay yerine polis geldi.

HDP milletvekili Ayşe Acar Başaran ailelere tepki göstererek olayı provokasyon olarak niteledi. Olay yerinden bir video paylaşan HDP milletvekili Meral Danış Beştaş da “Milletvekilimize kes sesini, seni çivilerim diyen zat kimdir?” diye sordu.

HDP Genel Merkezi’nden yapılan ilk açıklamada, “Polisin yönlendirmesiyle ve koruması altında partimizin önünde büyük bir provokasyona kalkışanlara asla müsaade etmeyeceğiz. HDP’nin mücadelesi dün olduğu gibi bugün de hiç bir provokasyon ve engel tanımadan sürüyor, sürecektir” denildi.

Doğa ve hayvanlar, insanla aynı hukuki statüye alınabilir mi?

Hindistan‘ın 28 eyaletinden biri olan Madras‘ta en yüksek mahkeme, geçen ay “Doğa Ana”nın bir insanla aynı yasal statüye sahip olduğuna ve “yaşayan bir kişinin ilgili tüm hak, görev ve varlıklarını” içerdiğine karar verdi.

Ülkenin güneydoğusundaki Tamil Nadu eyaletinde bulunan Madras Yüksek Mahkemesi‘nin kararında, doğal çevrenin insanın yaşam hakkının bir parçası olduğu ve insanların gelecek nesiller için çevresel bir görevi olduğu da belirtildi.

Yargıç S. Srimathy‘nin 23 sayfalık görüşünde şu ifadeler yer aldı:

“Geçmiş nesiller, ‘Dünya Ana’yı bize bozulmamış görkemiyle teslim etti ve biz ahlaki olarak aynı Dünya’yı  bir sonraki nesle teslim etmeye mecburuz. Sürdürülebilir kalkınma kisvesi altında insan doğayı yok etmemelidir. Sürdürülebilir kalkınma tüm biyolojik çeşitliliğimizi ve kaynaklarımızı bitiriyorsa, bu sürdürülebilir kalkınma değil, sürdürülebilir yıkımdır.”

Doğa’nın hakları

Söz konusu dava, ekosistemlere, hayvanlara ve doğal varlıklara; insanların, şirketlerin ve tröstlerinkine benzer yasal haklar vermeyi amaçlayan bir dizi “doğa hakları” yasası ve davasına ilişkin kararların sonuncusu.

Ekvador, Bolivya, Panama ve Yeni Zelanda gibi ülkelerin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri’ndeki 30’dan fazla topluluk ve yerel yönetimde, ‘doğa hakları’ yasalarının varyasyonları bulunuyor. Bu yasalarda doğanın var olma ve yenilenme gibi hakları tanınıyor ve geleneksel çevre yasalarına kıyasla bu yasalar, çevreye daha yüksek derecede koruma sağlıyor.

Tamil Nadu eyaletindeki dava, korunan bir ormandaki bir arazi parçasını özel bir şahsa devrettiği için emekli maaşının bir kısmını kaybeden bir hükümet yetkilisinin dilekçesi üzerine Madras Yüksek Mahkemesi’ne geldi. Arazi, yoğun yeşil ormanları ve kakule tarlalarıyla bilinen Megamalai bölgesinde yer alıyordu.

Üst düzey bir memurun emirlerine uyduğunu söyleyen yetkili, tapunun düzeltildiğini ve arazinin korunduğunu savundu. Yargıç Srimathy, yetkilinin cezasını “doğaya karşı yapılan eylem” nedeniyle altı ay uzaklaştırma cezasına indirdi.

Fakat yargıç, Yargıç Srimathy, davayı burada sınırlı bırakmayarak,parens patriae yetkisi”ni kullandı ve ‘doğanın haklarını’ düzenlemeye devam etti. 

Parens Patriae yetkisi nedir?

Latince “Anavatanın ebeveyni” anlamına gelen Parens patriae, hükümetin kendilerini koruyamayanlar adına hareket etme yetkisine atıfta bulunan yasal bir terim.

Örneğin, parens patriae, ebeveynlerinin istekleri ne olursa olsun, reşit olmayan bir çocuğun velayetini tayin etmesi için bir hakime yetki verir. Parens patriae tek bir çocuğun çıkarlarını temsil edecek kadar dar veya genel olarak tüm nüfusun refahını kapsayacak kadar geniş uygulanabilir.

Bununla birlikte, parens patriae, bir eyaletin tüm nüfusunun iyiliğini ele alan çevre felaketi, doğal afetler gibi davalarda da uygulanabilir.

Yargıç Srimathy, bu yetkiyi kullanarak devlete ve merkezi hükümetlere “’Tabiat Ana’yı’ koruma ve Tabiat Ana’yı mümkün olan her şekilde korumak için uygun adımları atma” sorumluluğunu verdi.

Insıde Climate News‘in haberine göre, Hollanda‘daki Leiden Üniversitesi‘nde uluslararası hukuk profesörü olan Margaretha Wewerinke, mahkemenin çevreyi koruma yetkisini üstlenmek için ‘parens patriae yargı yetkisi’ne başvurmasının dikkate değer olduğunu söyledi:

“Bu sadece kavramsal olarak Toprak Ana’nın haklara sahip olmasıyla ilgili değil, aynı zamanda mahkeme, yargıçların devreye girip bu korumayı sağlaması gerektiğini söylüyor.”

Uygulanabilirlik tartışması: Doğanın sorumlulukları neler?

Hindistan’da daha önce de eyalet yüksek mahkemelerinden üçü buzulların, nehirlerin, hayvanların ve Toprak Ana’nın tüzel kişilik statüsüne sahip olduğunu kabul eden kararlar vermişti.

Fakat bu kararlar eyalet düzeyinde bağlayıcı olsa da, federal düzeyde tartışma yartıyor. 2017’de Hindistan Yüksek Mahkemesi, Uttarkand Eyaleti Yüksek Mahkemesi’nin, Ganj ve Yamuna nehirlerine tüzel kişilik veren bir kararını bozdu. Yargıtay, kararı hukuken uygulanamaz buldu, çünkü Yüksek Mahkeme nehirlerin sadece yasal haklarını taınmıyor, aynı zamanda insanlara benzer “görev ve yükümlülükler” de atfediyordu.

Yargıtay, bu görev ve yükümlülüklerin, bireylerin sel veya diğer doğal afetler durumunda nehirleri dava etmelerine izin verebileceğini ve potansiyel olarak herhangi bir zararı kimin ödeyeceği konusunda sorunlar ortaya çıkarabileceğini söyledi. Ayrıca, nehirler birden fazla eyalette aktığından, nehrin koruyucusu olarak hangi eyalet hükümetinin sorumlu olduğu konusunda da belirsizlik olduğuna hükmetti.

Fakat Yargıtay’ın bu davadaki kararına rağmen, diğer eyalet mahkemeleri aynı hak, görev ve yükümlülükleri empoze ederek, doğanın haklarını tüzel kişilik dilinde çerçevelemeye devam etti.

Sırasıyla 2018 ve 2019’da, Uttarkand Yüksek Mahkemesi ve Pencap ve Haryana Yüksek Mahkemesi, eyaletlerindeki hayvanların tüzel kişilik statüsüne sahip olduğunu kabul etti.

2020’de Pencap ve Haryana Yüksek Mahkemesi ayrıca, Himalaya eteklerindeki  Sukhna Gölü’nün “canlı bir varlık ve “tüzel kişi” olduğuna hükmetti.

Demokratik ve Çevresel Haklar Merkezi‘nin yönetici direktörü Mari Margil, doğayı insanlarla aynı haklara, görevlere ve yükümlülüklere sahip bir tüzel kişi olarak tanımanın ideal bir yaklaşım olmadığını, çünkü doğanın ‘doğası gereği’ insandan farklı olduğunu ve aynı şekilde sorumlu tutulamayacağını söyledi:

“Doğanın haklarını korumak için, tüzel kişiliğin ötesine geçen, doğanın haklarının korunduğu, uygun şekilde yorumlandığı ve garanti altına alındığı yeni bir doğa hukuku sistemine ihtiyacımız olduğuna inanıyoruz.”

Hayvanların hukuki statüsü

Hindistan’da doğanın haklarına ilişkin şimdiye kadarki en büyük yargı olayı ise Yeni Delhi’deki Yüksek Mahkeme’ye sunulan bir dilekçe

.mahkemeden  beyan etmesini isteyen 2020 tarihli bir dilekçe.

Gujarat merkezli bir sosyal ve çevresel savunma örgütü olan Halkın Savaşçıları Örgütü’nün sunduğu 83 sayfalık dilekçede, mahkemeden tüm insanları hayvan haklarının yasal koruyucuları ilan etmesi ve kuşlar ve sucul türler de dahil olmak üzere hayvanlar aleminin tüm üyelerinin yasal haklara sahip olduğunu tanıması talep ediliyor.

Dilekçede hamile bir filin ve bir ineğin patlayıcı yedirilerek öldürülmesi, et tüketimi için kesilmek üzere 22 köpeğin eyalet sınırları boyunca nakledilmesi gibi olaylar da dahil olmak üzere bir dizi hayvan zulmü örneğine yer veriliyor.

Dilekçede, bu davaların “buzdağının görünen kısmı bile olmadığı” ve “böyle bir işkence”nin Hindistan’da yaygın olduğu, ancak çoğu vakanın rapor edilmediği ve “iktidardakilerin büyük ölçüde bunları göz ardı ettiği” belirtiliyor ve şu ifadelere yer veriliyor.

“İnsan olmayan hayvanların zekası, zengin duygusal ve sosyal yaşamları konusundaki bilgimize rağmen hayvanlar hala mülk olarak kabul ediliyor ve canlı varlıklardan çok cansız nesneler gibi tanımlanıyor.

Bu statü, onların zulme ve ihmale karşı yasal korumalarını önemli ölçüde sınırlandırıyor. Kanun sistemimizin temel amacı, savunmasız kişileri sömürüden korumak ve adaleti sağlamaktır. Hayvanlar, ne tür varlıklar olduklarını yansıtan yasal bir statüyü hak ediyor; onlar, kendi arzuları ve yaşamları olan, acı ve zevk, neşe ve keder, korku ve memnuniyet kapasitesine sahip bireyler.”

Talepler, Hindistan’ın Hayvanlara Zulüm Önleme Yasası ve ülke anayasası uyarınca insanların hayvanlara karşı yasal yükümlülükler borçlu olduğuna hükmeden 2014 Yüksek Mahkeme kararına dayandırılıyor.

Bu talepler tam olarak kabul edildiği takdirde, hayvanların tüzel kişiliğe sahip olduğu açıkça tanınacak ve karar,  hükümetin hayvan zulmü vakalarını takip etmesini gerektirecek. Ayrıca devletleri hayvan zulmü vakalarını araştırmak için hayvan refahı birimleri kurmaya zorlayacak ve bunların uygulanmasını güçlendirmek için başka önlemleri şart koşacak.

Hindistan Yüksek Mahkemesi dilekçeyi incelerken, Ekvador Anayasa Mahkemesi, ülkenin anayasasındaki doğa hakları yasasının, vahşi hayvanların yasal haklarını da içerdiğini ilan eden dönüm noktası niteliğinde bir karar açıkladı.

Çevreciler ve hayvan hakları aktivistleri, Hindistan’ın hayvanlara yasaların en yüksek korumasını sağlayan bir sonraki ülke olmasını umuyor.

 

‘Yaklaşık 193 milyon insan akut gıda krizi yaşıyor’

Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ile Dünya Gıda Programı (WFP) tarafından oluşturulan Gıda Krizine Karşı Küresel Ağ (GNAFC) yıllık raporunu hazırladı. “2022 Küresel Gıda Krizi” başlıklı raporda yaklaşık 193 milyon insanın akut gıda güvensizliği yaşadığı belirtildi.

Rapora göre, çatışmalar, aşırı hava koşulları ve Covid-19 salgınının ekonomik etkileri sebebiyle 2021’de 53 ülkede/bölgede yaklaşık 193 milyon insan kriz ya da daha kötü seviyelerde akut gıda güvensizliği yaşadı.

Bu, tam zamanların en yüksek seviyesi. 2020’den de yaklaşık 40 milyon kişi daha fazla.  Raporda, “Etiyopya, Güney Madagaskar, Güney Sudan ve Yemen’deki yarım milyondan fazla insan (570 bin kişi) akut gıda güvensizliği felaketinin en şiddetli aşamasında yer alıyor. Çöküşü önlemek için acil önlem alınması gerekiyor” denildi.

Çatışmalar ve aşırı hava koşulları ana nedenler

Çatışmaların gıda güvensizliğinin ana itici unsuru olmaya devam ettiği vurgulanan çalışmada analizin Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaştan önce yapılmış olmasına rağmen savaşın, küresel gıda sistemlerinin birbirine bağlı doğasını ve kırılganlığını ortaya koyduğu belirtildi.

Aşırı hava koşulları sebebiyle sekiz ülkede/bölgede 23 milyondan fazla insanın, ekonomik şoklar nedeniyle de 21 ülkede/bölgede 30 milyondan fazla kişinin akut gıda güvensizliği yaşadığı kaydedilen raporun sunumunda görüşlerine yer verilen FAO Genel Direktörü Çü Dongyü, raporun sonuçları itibarıyla akut gıda güvensizliğini toplu olarak ele alınması ihtiyacını ortaya koyduğunu belirtti: “Çatışma ve gıda güvensizliği arasındaki trajik bağ, bir kez daha aşikar ve endişe verici.”

WFP İcra Direktörü David Beasley de akut açlık seviyesinin eşi görülmemiş düzeye yükseldiğini ve küresel durumun kötüleşmeye devam ettiğini kaydetti.

Bayram bitti, zam yağmuru başladı

Ocak ayından bu yana sigaraya yapılan toplam altı liralık zammın ardından, bugün tüm Philip Morris (PM) sigara markalarına iki lira daha zam yapıldı.

Marlboro ve Parliament markalarını da bünyesinde barındıran PM grubundaki en ucuz sigaranın fiyatı 25 buçuk, en yüksek fiyat ise 29 buçuk lira oldu.

PM A.Ş, yeni tarifeyi şöyle duyurdu:

Kira artış oranı bu ay yüzde 34

2022 Nisan ayı enflasyon rakamlarını  açıklayan Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre mayıs ayında kira artış oranı yüzde 34, 36’ya yükseldi.

Kira artış oranları artık üretici fiyat endeksine (ÜFE) göre değil, tüketici fiyat endeksine (TÜFE) göre belirleniyor. Nisan ayında TÜFE bir önceki aya göre yüzde 7,25; bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 69,97 arttı.

Öte yandan, cuma günü itibariyle motorin grubunda 32 kuruşluk zam, otogaz fiyatlarında 98 kuruşluk düşüş olması bekleniyor. İstanbul’da motorin litre fiyatı 21.22 lira, benzinin litresi ise ortalama 19 liradan satılıyor.

Süt ürünlerine bitmeyen zam

Süte bu ay başında gelen son zamla birlikte markette bir litrelik ortalama paket sütün fiyatı 16 lirayı buldu.

TÜİK’e göre 2022 Mart’ta bir önceki yılın aynı ayına göre kaşar peyniri fiyatları yüzde 40,4 zamlanarak 70,2 liraya, krem peynir yüzde 43,8 zamlanarak 51,4 liraya ve beyaz peynir yüzde 54 zamlanarak 44,4 liraya çıktı.

TÜİK’e göre enflasyon yüzde 70

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) enflasyon rakamlarını açıkladı. TÜİK’e göre Nisan’da yıllık enflasyon yüzde 69.97 oldu.

TÜİK verilerine göre; tüketici fiyat endeksi (TÜFE) yıllık yüzde 69,97, aylık yüzde 7,25 arttı.

İlgili haber: ENAG’a göre ise yıllık enflasyon yüzde 156.86’ya yükseldi.

Nisan’da TÜFE Aralık 2021’e göre yüzde 31,71, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 69,97 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 34,46 artış gerçekleşti.

Yıllık en yüksek artışı yüzde 105.86 ile ulaştırma ana grubunda gerçekleşti. Gıda ve alkolsüz içecekler grubunda da yüzde 89.10 oranında artış kaydedildi. Ev eşyasında ise oran yüzde 77.64’e yükseldi. Diğer yıllık artışlar ise şöyle:

Ana harcama grupları itibarıyla 2022 Nisan’da en çok artış gösteren gruplar yüzde 13.38’le gıda ve alkolsüz içecekler ile yüzde 7.43’le konut oldu. Diğer aylık artışlar ise şöyle:

Nisan 2022’de, endekste kapsanan 409 maddeden, 337 maddenin ortalama fiyatında artış gerçekleşti. 27 maddenin ortalama fiyatında düşüş olurken, 45 maddenin ortalama fiyatında değişim olmadı.

Yurt içi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) ise yıllık yüzde 121.82’ye, aylık yüzde 7.67’ye yükseldi. Aralık 2021’e göre ise yüzde 39,23 artış gösterdi.

TÜİK verilerine göre Mart’ta yıllık tüketici enflasyonu yüzde 61,14 olarak gerçekleşmişti. Verilere göre aylık bazda artış ise yüzde 5,46 olarak açıklanmıştı.