Ana Sayfa Blog Sayfa 5466

"Telaşlandım, Öldürdüm" "Suçsuzsun!"

Bu işte o sürekli söz edilen devletin şevkatli kolları ve kendinden olmadığını düşündüğü vatandaşına karşı davranışı: “Yargıtay’ın içtihat niteliğindeki bu kararına göre, kalabalığın silah ya da bıçağa sahip olmadığı, taşlı saldırıda bulunduğu olaylarda, benzer bir korku ve telaş yaşayan güvenlik görevlisinin açtığı öldürücü ateş ceza nedeni sayılmayacak.” (Kaynak) Ve kararın gerekçesinden bir alıntı: “Ölüme yönelik sözlerle de desteklenen fiili saldırının ağırlığı, uyarılara karşı artarak devam etmesi ile bölgenin özellikleri bütün olarak göz önüne alındığında, yasal savunmada sınırın mazur görülebilecek bir korku ve telaşla aşıldığının kabulü gereklidir.” (Kaynak)

Böyle bir ülke mi hayal ediyorsunuz? Silah ya da bıçağa sahip olmayan göstericileri vurmanın ceza almadığı bir ülkede mi yaşamayı hak ediyoruz? Böyle bir karardan sonra, her gösterici taş atar, her güvenlik görevlisi de telaşlanır olmayacak mı?

Sorular çoğaltılabilir. Gerçekten sorular çoğaltılabilir. Mesela şu sorulabilir: Bu ülkede devletin belirli görüşlerde olan insanlara karşı, ilk kurulduğu günden itibaren, izlediği bir politika var. Bu politika, ezmek, öldürmek, yok etmek üzerine kurulu. Yargısız infazlar, teslim ol çağrısına ateşle karşılık verdi denilerek delik deşik edilen insanlar ve 90ların başından beri sayısının 15 bini bulduğu söylenen faili meçhul cinayetler… Hangisinde bir soruşturma sonuçlanmış? Hangisinde sorumlular bulunmuş ve ceza almış? Bir elin parmaklarını bile geçmez.  Sosyolojide devletin özellikleri sayılırken “belirli sınırlar içerisinde meşru güç kullanma yetkisine sahip” olduğu da sayılır. Bu meşruluk nereden gelmektedir? Soyutlarsak, halkın devletiyle yaptığı sözleşmeye dayanır bu meşruluk (hani 12 Eylül sonrası şeffaf zarflarda imzalatılan sözleşme) ve hukuk kurallarıyla da düzenlenmiş, belirlenmiştir. Peki, hukuk, taş atan birine karşı 7 el kurşun sıkan ve onu öldüren birine dahi ceza vermiyorsa ne olacak? Böyle bir hukuk mu istiyoruz?

Aslında şaşırtıcı bir durum değil böyle bir karar verilmesi. Çok bilindik örnekler de mevcut. Mesela, Baran Tursun… Polis aramasında durmadığı için, başına ateş edilerek öldürüldü. Ailesinin yargılanması daha uzun sürecek. Mesela Uğur Kaymaz. 12 yaşındaki bedeninden 13 kurşun çıkan bir çocuk. Elinde silah, bıçak ya da taş bile olmadan güvenlik görevlilerini telaşlandırmış olacak ki, “Mardin Kızıltepe’de 5 yıl önce 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve babasını öldürmekten yargılanan 4 polis hakkında verilen beraat kararını Yargıtay onadı. Kararda “Eylemin, meşru müdafaa sınırları içinde kaldığı” vurgulandı.” (Kaynak) Yargıtay’a göre ölünce, öldürülenlerin ceza alması için ne olmak gerekiyor acaba? Nasıl ölürsek, biliriz ki bizi öldürenler ceza alacak? Sorular çok… Bir de şunu söylemek lazım, Uğur Kaymaz’ın vücudundan çıkan 13 merminin 9’u sırtından çıktı ve hepsi yakın mesafeden ateş edilmişti. Sizin ne yapmanız gerek ki, sırtınıza 9 mermi sıkan birileri size karşı meşru müdafaa sınırları içinde kalmış olsun? Bir yanıtı var mı?

Şunun yanıtı var ama: Şemdinli olayını hatırlayalım. Bir kitapevine bomba atan güvenlik görevlileri halk tarafından yakalanmıştı, sivil mahkemede 40’ar yıl ceza alan kişiler, iş Yargıtay’a gitmeden, askeri mahkeme tarafından serbest bırakılmıştı. Bu olayda adı çok geçmeyen bir kişi daha vardı. O kişi, kalabalığın üzerine rastgele ateş açıp kalabalıktan bir kişinin ölümüne neden olmuş bir “güvenlik görevlisi”ydi. Ve bakın ne oldu: “Şemdinli davasında tutuklanan, ancak ilk duruşmada serbest bırakılan Uzman Çavuş, bu kez üniformalı olarak karıştığı cinayet nedeniyle cezaevine girdi.” (Kaynak) Bir şeyler mi anlatılmaya çalışılıyor bize? Türkiye’nin bir bölgesinde, bir şekilde cinayet işlemek serbest oldu ve hatta teşvik ediliyor da bu sadece bir kesimin bildiği bir bilgi olarak mı kaldı. Hakkını yememek lazım ama. “Hakkari Şemdinli’de çıkan olaylarda kalabalığa ateş ederek 1 kişinin ölümüne yolaçtığı iddiasıyla tutuksuz yargılanan Uzman Çavuş’a 8 yıl 4 ay hapis cezası verildi.” Bildik bir durum bu davada da geçerli tabii ki: “Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesi “adam öldürmek” suçundan önce müebbet hapis cezası verdi. Ceza, tahrik indirimi ve diğer indirimlerle birlikte 8 yıl 4 ay hapis cezasına çevrildi.” (Kaynak) Bir ülkede güvenliği sağlamakla görevli insanların bu kadar kolay tahrik olması ve karıştıkları her olayda tahrikten suçlarının hafifletilmesi garip değil mi?

Örnekler çoğaltılabilir ama mesaj tektir. Bu son olayda görülmektedir ki artık taş atanlar 23 yılla yargılanırlarsa kendilerini şanslı saymalıdırlar. Ülkenin her yerinde artık göstericilere karşı, protesto edenlere karşı ateş açmak serbest bırakılmıştır. Şimdi gerçekten karar verme vaktidir: Böyle bir ülkede mi yaşamak istiyoruz? Devletin meşru güç kullanması için, devletle böyle mi anlaştık? Ve, hangi ülkelerde, hangi tip ülkelerde, savunmanın saldırı ile orantılı olmadığını söyleyen bir mahkeme, beraatla sonuçlandırır davayı?

Yeşil Gazete ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

Kapitalizmde teknolojik determinizmin temelleri – Volkan Postacıoğlu

Volkan Postacıoğlu

KAPİTALİZMDE TEKNOLOJİK DETERMİNİZMİN TEMELLERİ VE ÜRETİCİ GÜÇLERİN ÖNCELİĞİ (EKONOMİZM) İLİŞKİSİ

Tevhid Parçalı Değil Bütün Anlaşılmalıdır

Ninemin Sakalları Olsaydı  Dedem Olurdu. Ya da, Muhammeden Resulullah Tahakkümün İnsan İradesiyle İçselleştirilmesidir.

Kamchatka Avacha Volkanik Dağı Kış Etkinliği

haki.1Haki Engin
TARİH:24.03-05.04 2008

1.GÜN:Yoldan geldim. Yorgunum. Muson yağmurları altında, Güney Doğu Asya’daydım daha dün. Borneo Adası’ndan Kuala Lumpur’a, oradan Singapur’a oradan da İstanbul’a yaklaşık 20 saatlik uçuş sonrası öğle saatleri İstanbul’dayım.  

Tevhidin Ve Hikmetin Anlamı

EKOZOFİ TARTIŞMALARI – I

İbrâhîm içimdeki putları devir, elindeki baltayla/kırılan putların yerine yenilerini koyan kim. Güneş buzdan evimi yıktı/koca buzlar düştü, putların boyunları kırıldı.

Çocuk Hakları mı? Reyting Daha Önemli!

Cocuk Hakları Sözleşmesi Madde 1:

Bu sözleşme uyarınca çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır.

Dört Koldan Operasyon !

Fırat Bilir
Şırnak Emek Platformu Üyesi
Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Öğrencisi

Operasyonlar devam ediyor, hem de dört koldan. Askeri, politik, toplumsal ve medyatik operasyonlar aldı başını gidiyor, açılım tüm hızıyla sürüyor.

Bayram; Kokmayan Bayramlar

Rana ArıbaşYine bir bayram, yine bir sahtelik, nedense samimiyetsiz duruşlar gibi gelmiştir bayramlar bana. Gerçi sadece bayramlar mı, anneler günü, 14 şubat, babalar günü  ve yılbaşı hepsi tüketim toplumunun dayatmalarıdır en basite indirgendiğinde.

198 Şiddetsiz Mücadele Yöntemi

Gün geçmiyor ki tepemizde bombalar patlamasın, televizyonlarda ölüm ve şiddet haberleri yayınlanmasın.

Irak’ta, Hindistan’da, Çin’de, Avrupa’da, Amerika’da, Türkiye’de….

Sabahı Olmayan Kuzey Ülkesi Ya da Smyrna’nın Türkuaz Körfezi – Özdener Güleryüz

İniyor,  ezberindeki titrek,  soluk güneş, dünyanın.
Uzay zaman mekanını aşarak.
Uzak kuzey ay düğümüne henüz varmadan huzmeler,
Gecenin bir türlü kararmadığı, okyanus kıyısı o kuzey ülkesini düşünüyorum.
Yerin altından vurduğunda sıcaklığı, kıyısındaki çırpıntılara, alışamadığım uykusuzluğuna, soluk ışığa ve oynaşmalarına bakıyorum dalgaların.
Saat gecenin on biri ve kararmaya karar verememiş, geçirgenliği artmış hava, beni denize itiyor.

Gece, bin yıllık sırlarını Smyrne nin, yakamoza dönüştürürken körfezde,
Öyle bir yer seçmeliyim ki, ona bakmak için, dönüşümleri tüm duygularımın, nehir olup, o an hislerim, baktığım yerden körfez’e deltalar oluştursun.
Bu kıyıdan kim gelmiş kim geçmişse bin yıllardır, onlar bile beğensin.
Öyle bir yer seçmeliyim ki, ona bakmak için, Kraliçe Smyrne, seçtiğim yerde sevişmiş olsun. Seviştiği ve öldürdüğü sevgilisiyle..
Öyle bir yer seçmeliyim ki, Kraliçe Smyrne, Amazon kızını orada doğurmuş olsun.
Öyle bir yer seçmeliyim ki, ona bakmak için,

Gecenin kararmadığı kuzey ülkesindeki,
O taşın üzerinde beklemeyi bekleyen, ağlamayı unutmuş, taştan denizkızı, benim şehrimde gecenin gelebildiğini anlasın da, dökülsün gözyaşları.

Üzerime bakıyorum. Bir an tanıyamıyorum. Bu giysiler benim mi?
Ellerim üşüyor. Soluk güneşli Kuzey ülkesindeyim. Çok ilerde koşan bir çocuk var. Sarı saçları uçuşuyor.
Gündüz mü uyumak gerekiyor bu ülkede?
Şimdi mi yürüsem denize?
Kuzeyde ölmeyi istemek niye? Işığım bitmesin diye mi?
Geciken huzmelere zaman tanımak mı istediğim.. Çözemediğim ve giderek çözeceğime olan umudumun azaldığı tüm düğümlerden de vazgeçip ıslaklığa ve soğuğa yürümek isteyişim bundan mı?

Sıcaktır benim körfezim bin yıllardır. Gece çöker, evet ama sıcak tan ayrılmadan. Turkuaz rengini en son gören kimse, nasıl bir Türkuaz olduğunu, ona sormak gerek
Utanarak, başımız eğik ve utanç içinde, hesabını veremeyeceğimiz bu ulu mirasın değerini.
Elbet iki kelime de olsa söyleyeceği bir cümlesi vardır bize.
Belki de soracağı soruları.

Ya bizim sebep ya da cevap olarak ona söyleyeceğimiz bir iki cümlemiz var mı?
Mutlak karanlık olmalı, biz beklerken,

Utancımız engellenmeli gece tarafından.

Yüzümüz görünmemeli, ama sesimiz duyulmalı. Yalvaran bir ses çıkmalı boğazımızdan. Özür dilemeliyiz, bize kalan mirasın sahipsizliğinden.

İlerde koşarak oynayan sarı saçlı çocuğa yine bakıyorum. Ona neden yaklaşamadığımı anlayamıyorum. Konuşabilsem ununla. Dilimden anlar mı? Ya da hiç konuşmadan sadece izlesem onu anlarım belki duygularını. Çocukların duyguları ve davranışları
Değiştirilmiş duygu ve davranışlar değildir. İçten, saf ve katkısızdır.
Neden büyüdüm ki?

Annemin çektiği o siyah beyaz resme bakmayı çok severim. Olsa olsa on yaşındayım. On bir de olabilir.
Arkamda çalılıklar var.’’ Gülümse! ’’ Demiş de olabilir annem. O an bana. Gülümsemişim çünkü. Sorumsuzca. İçimde henüz hazır olmadığım, yaşadıkça başıma geleceklerin bir çekirdek içindeki yeşermemiş hali.
Henüz, şimdilerde okuduğum o kitapta sözü geçen ‘’affetmeden’’ rahat olamayacağımız ile ilgili altın kuralı bilmiyorum. Hatta kimi affetmem gerektiğini de.

Gülümsemişim sadece.

Havaya bakıyorum.
Kuzey ülkesinde gökyüzünde en çok bulunan şey, bulutlar.
Gri gri, ve kara ya yakın gri. Aklına esip te bir anda, içinde bulunan suyu yere göndermeye çok hevesli bulutlar.
Denizden mi yoksa yukarıdan mı geldiğini anlayamadığım bir iki damla yüzümde soğuk bir iz bırakıyor.
Gözlerimi kumlara çeviriyorum kuzey ülkesinde okyanus kıyısında, zaman, ne zaman bilmeden.
İzlerimi kumlarda bırakarak yürüyorum.
Dönüyorum izlerime bakıyorum. Silsem mi kaybolmak için?

Son kez bakıyorum seçtiğim noktadan körfeze. Vazgeçip ömrümü kuzeyde sonlanmaya, Kesin bir karar veriyorum. Körfezde sonlanacağım. Smyrne’nin körfezinde..

İçine doğru yürümeden önce dibini düşünüyorum. Derinliğini birde.
Denizin altındaki dünyayı yaşayamaz, sadece görebilirdim. Bir süreliğine. Sonra içime su dolar, burun deliklerimden, gözlerimden, kulaklarımdan sular denize geriye dönerdi.

Mutlaka gözlerim görme kabiliyetini kaybetmeden görebildiğimce çok şey görmeliyim. Belki bin yıl önceden kalma bir denizatı görebilirim. Mavi, büyükçe bir balık. Belki Yunus, veya bir Balina.

Yavaşça ilerliyorum. Deniz dizlerimi geçtiğinde, daha bir seviyorum denizi.

Deniz göğsüme geldiğinde, denizin nefesi benimkini yeniyor.

Boğazımdayken deniz, ben de deniz’im.

Başımın üzerinde yerin var deniz.

Gülümsemiyorum şimdi.  Deniz ve sonsuzluk gülümsüyor.