İniyor, ezberindeki titrek, soluk güneş, dünyanın.
Uzay zaman mekanını aşarak.
Uzak kuzey ay düğümüne henüz varmadan huzmeler,
Gecenin bir türlü kararmadığı, okyanus kıyısı o kuzey ülkesini düşünüyorum.
Yerin altından vurduğunda sıcaklığı, kıyısındaki çırpıntılara, alışamadığım uykusuzluğuna, soluk ışığa ve oynaşmalarına bakıyorum dalgaların.
Saat gecenin on biri ve kararmaya karar verememiş, geçirgenliği artmış hava, beni denize itiyor.
Gece, bin yıllık sırlarını Smyrne nin, yakamoza dönüştürürken körfezde,
Öyle bir yer seçmeliyim ki, ona bakmak için, dönüşümleri tüm duygularımın, nehir olup, o an hislerim, baktığım yerden körfez’e deltalar oluştursun.
Bu kıyıdan kim gelmiş kim geçmişse bin yıllardır, onlar bile beğensin.
Öyle bir yer seçmeliyim ki, ona bakmak için, Kraliçe Smyrne, seçtiğim yerde sevişmiş olsun. Seviştiği ve öldürdüğü sevgilisiyle..
Öyle bir yer seçmeliyim ki, Kraliçe Smyrne, Amazon kızını orada doğurmuş olsun.
Öyle bir yer seçmeliyim ki, ona bakmak için,
Gecenin kararmadığı kuzey ülkesindeki,
O taşın üzerinde beklemeyi bekleyen, ağlamayı unutmuş, taştan denizkızı, benim şehrimde gecenin gelebildiğini anlasın da, dökülsün gözyaşları.
Üzerime bakıyorum. Bir an tanıyamıyorum. Bu giysiler benim mi?
Ellerim üşüyor. Soluk güneşli Kuzey ülkesindeyim. Çok ilerde koşan bir çocuk var. Sarı saçları uçuşuyor.
Gündüz mü uyumak gerekiyor bu ülkede?
Şimdi mi yürüsem denize?
Kuzeyde ölmeyi istemek niye? Işığım bitmesin diye mi?
Geciken huzmelere zaman tanımak mı istediğim.. Çözemediğim ve giderek çözeceğime olan umudumun azaldığı tüm düğümlerden de vazgeçip ıslaklığa ve soğuğa yürümek isteyişim bundan mı?
Sıcaktır benim körfezim bin yıllardır. Gece çöker, evet ama sıcak tan ayrılmadan. Turkuaz rengini en son gören kimse, nasıl bir Türkuaz olduğunu, ona sormak gerek
Utanarak, başımız eğik ve utanç içinde, hesabını veremeyeceğimiz bu ulu mirasın değerini.
Elbet iki kelime de olsa söyleyeceği bir cümlesi vardır bize.
Belki de soracağı soruları.
Ya bizim sebep ya da cevap olarak ona söyleyeceğimiz bir iki cümlemiz var mı?
Mutlak karanlık olmalı, biz beklerken,
Utancımız engellenmeli gece tarafından.
Yüzümüz görünmemeli, ama sesimiz duyulmalı. Yalvaran bir ses çıkmalı boğazımızdan. Özür dilemeliyiz, bize kalan mirasın sahipsizliğinden.
İlerde koşarak oynayan sarı saçlı çocuğa yine bakıyorum. Ona neden yaklaşamadığımı anlayamıyorum. Konuşabilsem ununla. Dilimden anlar mı? Ya da hiç konuşmadan sadece izlesem onu anlarım belki duygularını. Çocukların duyguları ve davranışları
Değiştirilmiş duygu ve davranışlar değildir. İçten, saf ve katkısızdır.
Neden büyüdüm ki?
Annemin çektiği o siyah beyaz resme bakmayı çok severim. Olsa olsa on yaşındayım. On bir de olabilir.
Arkamda çalılıklar var.’’ Gülümse! ’’ Demiş de olabilir annem. O an bana. Gülümsemişim çünkü. Sorumsuzca. İçimde henüz hazır olmadığım, yaşadıkça başıma geleceklerin bir çekirdek içindeki yeşermemiş hali.
Henüz, şimdilerde okuduğum o kitapta sözü geçen ‘’affetmeden’’ rahat olamayacağımız ile ilgili altın kuralı bilmiyorum. Hatta kimi affetmem gerektiğini de.
Gülümsemişim sadece.
Havaya bakıyorum.
Kuzey ülkesinde gökyüzünde en çok bulunan şey, bulutlar.
Gri gri, ve kara ya yakın gri. Aklına esip te bir anda, içinde bulunan suyu yere göndermeye çok hevesli bulutlar.
Denizden mi yoksa yukarıdan mı geldiğini anlayamadığım bir iki damla yüzümde soğuk bir iz bırakıyor.
Gözlerimi kumlara çeviriyorum kuzey ülkesinde okyanus kıyısında, zaman, ne zaman bilmeden.
İzlerimi kumlarda bırakarak yürüyorum.
Dönüyorum izlerime bakıyorum. Silsem mi kaybolmak için?
Son kez bakıyorum seçtiğim noktadan körfeze. Vazgeçip ömrümü kuzeyde sonlanmaya, Kesin bir karar veriyorum. Körfezde sonlanacağım. Smyrne’nin körfezinde..
İçine doğru yürümeden önce dibini düşünüyorum. Derinliğini birde.
Denizin altındaki dünyayı yaşayamaz, sadece görebilirdim. Bir süreliğine. Sonra içime su dolar, burun deliklerimden, gözlerimden, kulaklarımdan sular denize geriye dönerdi.
Mutlaka gözlerim görme kabiliyetini kaybetmeden görebildiğimce çok şey görmeliyim. Belki bin yıl önceden kalma bir denizatı görebilirim. Mavi, büyükçe bir balık. Belki Yunus, veya bir Balina.
Yavaşça ilerliyorum. Deniz dizlerimi geçtiğinde, daha bir seviyorum denizi.
Deniz göğsüme geldiğinde, denizin nefesi benimkini yeniyor.
Boğazımdayken deniz, ben de deniz’im.
Başımın üzerinde yerin var deniz.
Gülümsemiyorum şimdi. Deniz ve sonsuzluk gülümsüyor.