Ana Sayfa Blog Sayfa 5149

Dünya Futbol Şampiyonası ve 37 Numara Ayakkabı

Dünya Futbol Şampiyonası Almanya’nın Berlin şehrinde önceki gece ev sahibi ekibin Kanada ile oynadığı ve 2 – 1 galip geldiği açılış maçı ile başladı.

Maçın oynandığı Berlin Olimpiyat Stadındaki 74.000 adet koltuğa ait biletler günler öncesinden tükendi. Açılış maçını Almanya’da maçı yayın haklarını elinde bulunduran ARD’den 18 milyon kişi izledi. Almanya kelimenin tam anlamı ile şampiyonaya kilitlendi.

İstanbul’da ise bu şampiyona ile koşut bir fotoğraf sergisi CKM’de (Caddebostan Kültür Merkezi) açıldı. Alman fotoğraf sanatçısı Claduia Wiens’in futbolcularla ilgili Türkiye, Mısır, Filistin ve Berlin’de çektiği fotoğrafların yer aldığı ”37 numara ayakkabı” isimli bu sergide futbolcu fotoğrafları yer alacak.

Almanya’da gündem futbol iken hem de dünya futbol şampiyonası iken Türkiye’de bu konuda tabiri yerinde ise yaprak bile kımıldamaması ise şaşkınlık yarattı. Üstelik futbol şampiynası ile aynı tarihlerde Caddebostan’da bir fotoğraf sergisi de açılmış iken.

Bu haberde yazılan her harf noktası virgülüne kadar doğru. Almanya’da bir futbol şampiyonası var ve 2 gün önce başladı. Bu şampiyonada dünya şampiyonu olmak için 16 ülke sporcusu ter döküyor. Caddebostan Kültür Merkezi’nde 21 Haziran’da açılan ve 17 Temmuz’a kadar da sürecek olan “37 numara ayakkabı” fotoğraf sergisinde Claudia Wiens’in futbolcu fotoğrafları sergileniyor.

Haberde her harf doğru ama dilimiz böyle söylemeye varmasa da bir kelime eksik. Almanya’daki futbol şampiyonası “Kadınlar Futbol Şampiyonası”. Caddebostan Kültür Merkezin’deki futbolcu fotoğrafları sergisi, “Kadın Futbolcular Fotoğrafları” sergisi.

Türkiye’de bu konuda nerdeyse yaprak bile kımıldamamasının asıl sebebi de bu tek kelime olmasın sakın.

-Yeşil Gazete-

Fifa Womens World Cup resmi site

“37 Numara Ayakkabı” fotoğraf sergisi CKM Sayfası

Samatya’da Zil ve Caz Festivali

Birinci Samatya Zil ve Caz Festivali 29 Haziran – 1 Temmuz tarihleri arasında Samatya Meydanında ücretsiz olarak gerçekleşecek 3 konserle start veriyor.

Etkinlkler Zildjian markası (ekşi sözlük) ile dünya çapında tanınan Samatyalı Ermeni Zilciyan ailesi adına Fatih Belediyesi tarafından düzenleniyor.

Konser programı ise şöyle.

29 Haziran 21:30 Kerem Görsev Trio
30 Haziran 21:30 Arto Tunç Boyacıyan Trio
1 Temmuz 21:30 Leman Sam

-Yeşil Gazete-

Bir işgalin anatomisi – Tuna Kuyucu

Türkiye’de kamu otoritesinin, yani halkı temsil etme iddiasında bulunan devlet kurumlarının, kamuya ait yani halkın vergileriyle finanse edilip halka ait olan alanların özel şahıs ve kurumlarca gasp edilmesini nasıl mümkün kıldığını başımdan geçen bir olay üzerinden anlatmaya çalışacağım. Anlatacağım hadise çok daha büyük ölçekli gasp ve peşkeş vakalarının yanında önemsiz gibi gözükse de devlet kurumlarının görevlerini ihmal ve istismar etmelerine ve yetkilerini halk aleyhine kullanmalarına mükemmel bir örnek. Ayrıca, bu devlet kurumlarının görevlerini ya hiç yapmayarak ya da kötüye kullanarak toplumda varlıklı ve nüfuzlu kesimlere nasıl kaynak aktarımı yaptıklarını da tüm çıplaklığıyla gösteriyor. Bahsettiğim olay, Türkiye’nin her şehrinin her sokağında sürekli olarak yaşanan ve şehirlilerin çoğunun gündelik hayatını oldukça zorlaştırıp kimi zaman can güvenliğini bile tehlikeye sokan kaldırımların arabalarca işgal edilmesi durumu. Toplumun tüm kesimlerinin vergileriyle finanse edilen kaldırımlar sürekli olarak bedavacı, bencil ve küstah araba sahiplerince işgal ediliyor. Bu işgal durumu yaşlılar, engelliler ve çocuk arabasıyla yürüyen anne babalar başta olmak üzere herkesin şehir hakkını ihlal etmekle kalmıyor, açıkça yasalara da meydan okuyor. Kaldırımların illegal olarak gasp edilmesine seyirci kalan emniyet, belediye ve zabıta yetkilileriyse açık olarak suça ortak oluyorlar ve halkın kendilerine verdiği yetkiyi ihlal ediyorlar. Bu duruma seyirci kalmayıp devletin görevini yapmasını isteyen, bunun için yasal yolları deneyen vatandaşları da ya oyalayarak susturmaya ya da birtakım sihirbazlıklarla kandırmaya çalışıyorlar. Nasıl mı? Anlatayım.

Devlet bihaber
Bundan yaklaşık beş ay kadar önce, Sarıyer İlçesi Yeniköy Mahallesi’nin ana caddesi boyunca kaldırımları işgal edip yürümeyi imkansız kılan arabalar hakkında belediyeye üç kere sözlü şikayette bulunmuştum. Şikayetimde açıkça hangi bölgelerin işgal edildiğini belirtip bunun yayaların hakkını nasıl ihlal ettiğini açıkça belirtmiştim. Belediyenin ilk yanıtı durumun kendilerini değil, emniyeti ilgilendirdiği oldu. Geri adım atmayıp durumu yazılı olarak şikayet edince bu sefer şikayetimi kabul edip işlemleri başlattıklarını adresime yazılı bir tebligatla, yaklaşık bir ay sonra, bildirdiler. Bundan yaklaşık iki ay sonra belediye, zabıta ekiplerinin söz konusu alanları incelediğini ve şikayetimde haklı olduğumu tespit ettiklerini yine adresime bir mektupla bildirdi. Şimdiden yaklaşık üç ay geçtiğinin altını tekrar çizmek isterim. Bahsettiğim caddeden geçen herkesin her gün gördüğü ve yaşadığı bu hak ihlalini belediye yetkilileri ancak üç ay sonra tespit edebildiler! Bu anlamsız gecikmelere rağmen işlemlerin devam etmesinin verdiği ufak bir umutla sürecin sona ermesini ve olumlu bir sonucun çıkmasını beklemeye devam ettim. Ama, son mektuptan iki ay sonra, 6 Mayıs tarihinde hazırlandığını öğrendiğim bir belgeyle devletin kimin tarafında olduğunu -şaşırmayarak- öğrenmiş oldum. Adresime İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nden yollanan bu belgede, Trafik Şube Müdürlüğü’nün “Bahse konu olan kamuya açık yaya kaldırımlarında araç ve yaya trafiğini olumsuz yönde etkileyecek herhangi bir araç parklanmasına rastlanılmamış” olunduğu ve “denetim ve kontrollerin titizlikle devam ettiği” belirtiliyordu. Yani, devlet kaldırımda günün herhangi bir saatinde herkesin gidip gözleriyle görebileceği onlarca lüks aracı göremiyordu. Dahası, yine bu sokakta bir lüks araba galerisinin de kaldırımı “showroom” olarak kullandığını fark etmemişti. En vahimi de, bu sokaktaki yalılardan birinde halen ikamet eden eski Başbakanlarımızdan birinin evinin önünde kaldırımı işgal eden devlet tarafından tahsis edildiğini düşündüğüm kara camlı ve zırhlı araçlardan da devletin haberi yoktu. Bu yalının önünde nöbet tutan polis memurunun da, 24 saat çekim yapan güvenlik kameralarının da kaldırım işgalinden bihaber olduğunu söylüyordu devlet.

Üç senaryo
Başa dönüp düşünelim: Devlet kurumlarının en temel görevleri nedir? Kamu düzenini tahsis etmek, kendi koydukları yasaları herkese eşitçe uygulamak ve yasa ihlalleri durumunda belirtilen yaptırımları yerine getirmek. Kaldırımların kullanımıyla ilgili yasaların ve düzenlemelerin herhangi bir yerinde bu kamu mallarının araba sahiplerince bedava park yeri olarak kullanılabileceği belirtiliyor mu? Hayır. Peki bu tür işgal durumlarına gereken cezai uygulamalar yasada belirtiliyor mu? Evet. Bu durumda, anlatmış olduğum olayı anlamlandırabilmek için üç senaryo beliriyor: 1) Bahsi geçen kaldırımları işgal eden araçlar özel bir teknoloji sayesinde zabıtaya görünüyor ama polise görünmüyorlar, 2) Buraları denetleyen emniyet ekipleri işlerini doğru yapmıyorlar, 3) Devlet açıkça taraf tutuyor ve kendi kanunlarını birtakım ayrıcalıklı kesim için açıkça uygulamaktan kaçıyor. İlk senaryo bana pek inandırıcı gelmiyor. İkinci açıklama ise Türkiye’nin her şehrinin her sokağında benzer hadiseler yaşandığı göz önünde bulundurulunca açıklayıcı gücünü yitiriyor. Geriye kalıyor son alternatif. Yani devlet suç işliyor ve kendi koyduğu kanunun uygulanmasını isteyen vatandaşıyla da alay ediyor. Sonuçta anlattığım hem bir işgalin hem de bir yalanın anatomisi oluyor!

Radikal 2

Furkan Aldemir resmen Galatasaray’da

0

Galatasaray Erkek Basketbol Takımı, Pınar Karşıyaka forması giyen Furkan Aldemir ile 4 yıllık anlaşma sağladı.

Galatasaray Erkek Basketbol Takımı, Pınar Karşıyaka forması giyen Furkan Aldemir’i renklerine bağladı.

Sarı kırmızılı kulübün resmi internet sitesinden yapılan açıklamada, “Galatasaray Erkek Basketbol Takımı, 2010-11 sezonunda Pınar Karşıyaka forması giyen Furkan Aldemir ile dört senelik kesin anlaşmaya varmıştır. Pınar Karşıyaka altyapısından yetişen 19 yaşındaki oyuncu, uzun forvet ve pivot pozisyonlarında görev yapabiliyor. Çeşitli kategorilerde 82 defa milli takım forması giyen 2.07 metre boyundaki Furkan Aldemir, dört sezondur Beko Basketbol Ligi’nde de şans buluyordu. Yeni sporcumuza Galatasaray kariyeri boyunca üstün başarılar dileriz” denildi

AKP’nin ‘Özel ataması’ üniversitede isyan çıkardı

AKP’ye yakın görüşleriyle bilinen eski Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can’ın Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne atanması üzerine hem dekanlık, hem de Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Yönetim Kurulu’ndan art arda itirazlar geldi: “İktidar gücünü, üniversiteye dokunmamaya davet ediyoruz!”

Eski Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can’ın Marmara Üniversitesi (MÜ) Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı’na atanması, itirazları da beraberinde getirdi.

Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu rektörlüğe bir yazı göndererek, atanma sürecindeki usulsüzlükleri tek tek sıraladı. Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Yönetim Kurulu da, yazılı bir açıklama yayımlayarak, “İktidar Osman Can’a nihayet üniversite buldu. Bu ilk değildir ve son yıllarda bu tip atamalar sık görülmeye başlanmıştır. YÖK’ü ve rektörleri yasalara ve akademik teamüllere uymadığı için bir kez daha kınıyoruz” dedi. Cumhuriyet Gazetesi’nin haberine göre,Can’ın atanmasıyla sonuçlanan süreç şöyle gelişti:

Marmara Üniversitesi Rektörlüğü, nisan ayı başında Anayasa Hukuku Anabilim Dalı’ndan doçentlik kadro ilanıyla ilgili görüş istedi. Bu sırada doçentlik kadrosuna ilişkin ilanlar gazetelerde yayımlandı. Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, 4 Nisan’da gönderdiği cevabında, doçentlik kadrosuna değil araştırma görevlisine ihtiyaçları olduğunu yazdı. Rektörlük 29 Nisan’da İbrahim Kaboğlu’nu doçentlik ilanıyla ilgili jüri üyesi seçti. İbrahim Kaboğlu, jüri üyesi olduğunu, 11 Mayıs’ta Osman Can’ın dosyası ile birlikte görevlendirme yazısıyla öğrendi.

Rektörlük, üniversitede başka Anayasa Hukuku dalında Profesör olmadığı için diğer iki jüri üyesini başka üniversitelerden atadı. İbrahim Kaboğlu, 2 Haziran’da Rektörlüğe bir yazı göndererek kadro ihtiyacının belirlenmesi, kadro ilanı, başvuruların kabul edilmesi ve jürilerin belirlenmesinde yasal süreç ve mevzuatın gözardı edildiğini bildirdi. İbrahim Kaboğlu’nun, hakkında rapor hazırlamadığı Osman Can, dışarıdan atanan 2 profesörün raporuyla 7 Haziran’da doçentlik kadrosuna atandı.

ATANMASINA DEĞİL ÖZEL MUAMELEYE KARŞIYIZ

Atamanın ardından Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Yönetim Kurulu’ndan yapılan yazılı açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Bizler Osman Can’ın bir üniversiteye atanmasına karşı değiliz. Ancak eskiden olduğu gibi tüm akademisyenlere uygulanan yasa, yönetmelik, akademik teamüllere ve bilimsel liyakata uygun bir biçimde olması gerekliliğini hatırlatmak isteriz. İktidar, YÖK ve Marmara Üniversitesi Rektörlüğü, hepsi birlikte, hukuka ve akademik yaşamın gereklerine aykırı, telafisi mümkün olmayan bu atamayı gerçekleştirirken, üniversitelerin tüm değerlerini yok etmişlerdir. Atanan Osman Can, bu yok edilişin üstünde nasıl bir akademik yaşam sürdürebilecektir, bunu kendi etik değerleri gösterecektir. İktidar gücünü (kim olursa olsun), üniversiteye dokunmamaya davet ediyoruz.” (Cumhuriyet, Radikal, Yeşil Gazete)

HSYK: Tutuklular Meclis’te olmalı

YSK’nın Hitap Dicle kararı ve tutuklu milletvekillerinin durumu konusunda bir değerlendirme de NTV canlı yayınına katılan HSYK Birinci Daire Başkanı Okur’dan geldi. Okur, Dicle için şu yorumu yaptı: “Bence geciken adalet adalet değildir. YSK bu kararı bu konudan haberdar olduğu gün vermeliydi. Milletin iradesi sandığa gitmeden önce vermeliydi. Ama verilen karar sonuç itibariyle doğrudur. Çünkü milletvekili seçilmesine engel bir mahkumiyet söz konusu.”

Anayasanın 83 ve 14. maddelerinin birlikte değerlendirildiği zaman tutukluların milletvekili olmaları, seçilmelerinin otomatikman tahliye gerektirmediğini vurgulayan Okur, ancak burada mahkemelerin taktirinin söz konusu olduğunu söyledi. Mahkemelerin bu kişilerin kaçma şüphesi olup olmadığını, dosyadaki delil durumuna bakarak talebi kabul de ret de edebileceğini belirten Okur, şunları söyledi:

“Dolayısıyla Köksal (Şengün) Bey’in oradaki muhalefet şerhini de ben doğru diye değerlendiriyorum, diğer arkadaşların çoğunluk görüşünü de doğru olduğunu düşünüyorum, çünkü tamamen hakimin taktirine bağlı. Anayasa’nın 83. maddesi bu haliyle kaldığı sürece bu böyle olmak zorunda. Kişisel görüşümü sorarsanız, ben orada hakim olsaydım nasıl karar verirdim; millettten bu kadar oy almış kişilerin parlamentoda olması gerekir diye düşünürdüm.”

İbrahim Okur, ‘Yargı ve Medya İşbirliği Kapsamında Basın Sözcülüğü Çalıştayı’nın ardından da tutuklu vekillerle ilgili sorular üzerine de şöyle konuştu:

“Kişisel olarak ben o dosyanın hakimi olsaydım, açıkçası ben tahliyeden yana oy kullanırdım. Çünkü aday olmuşlar, belli bir oy almışlar, milletvekili seçilmişler, görüşlerini parlamentoda ifade etmelerinin imkanı sağlanmalıydı.”

Hatip Dicle’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvurusuyla ilgili soruya ise Okur, “Bu durumla ilgili başvurulamaz” dedi. (Radikal)

Anayasa Mahkemesi’nden Dicle için raportör

Anayasa Mahkemesi, YSK tarafından vekilliği düşürülen Hatip Dicle’nin durumunu araştırmak için raportör görevlendirdi.

Hatip Dicle’nin avukatları raportör görevlendirileceğinin başvuru yaptıkları zaman kendilerine bildirildiğini, usul gereği bu uygulamanın yapıldığını belirterek, raportörün incelemeler sonrasında hazırlayacağı raporu Anayasa Mahkemesi heyetine sunacağını ve heyetin bunun ardından kararını vereceğini kaydetti.

YSK tarafından vekilliği düşürülen Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun Diyarbakır Milletvekili Hatip Dicle için avukatları 27 Haziran günü Anayasa Mahkemesi (AYM)’ne başvurmuştu.

Anayasa’nın 85’inci maddesine dayanarak başvuruda bulunan avukatı Levent Kanat, müvekkilleri Dicle’nin milletvekili seçilerek mazbatasını aldığını hatırlatmıştı.

Hatip Dicle 12 Haziran seçimlerinde Diyarbakır’da 80 bine yakın rekor bir oyla seçildi. Mazbabatasını da alan Dicle, seçimlerden 8 gün sonra 20 Haziran’da vekillikten düşürüldü.

Hafta sonu da Diyarbakır’daki 5. ve 6. Ağır Ceza Mahkemeleri diğer 5 tutuklu vekilin tahliyelerini de reddetti. (Anf)

Son Dakika: CHP yemin etmeyecek

CHP’nin grup toplantısı sona erdi. Gelen bilgilere göre Cumhuriyet Halk Partisi yemin etmeyecek.

CHP’nin genel kurula gireceği ama sadece Oktay Ekşi’nin yemin edeceği öğrenildi.

Nükleere tüp gaz, halka kimyasal gaz

Hatırlanacaktır, Japonya’da Fukuşima Nükleer Santrali’nde kaza olduğunda ve radyasyon yayılmaya başladığında, Türkiye’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir benzetme yapmıştı. Şöyle demişti sözlerinin başında Başbakan: “Riski olmayan hiçbir yatırım yoktur. Yani evinize Aygaz tüpü de o zaman koymamak gerekir veya bir doğalgaz hattı çekmemek gerekir veya ülkeden ham petrol hattının geçmemesi gerekir. Şimdi bunlar hangisi olursa olsun herhangi bir tehditle ya da saldırıyla karşı karşıya kaldığı zaman bunların az veya çok bir bedeli olur.”

Bu açıklamayı akılda tutarak başka bir olaya geçelim. Zaman biraz daha yakın. Geçtiğimiz pazar. Yani 26 Haziran günü. Şişli’de insanlar, oy verdikleri vekillerin bir tanesinin vekilliğinin elinden (ç)alınmasına, bir bölümünün ise hapisten çıkartılmamasına tepki olarak yürümek istediler. Polis önlerini kesti. “Yürüyemezsiniz” dedi. “Tamam o zaman dağılacağız” dediklerinde ise gaz bombaları yağmaya başladı ve Şişli’den Galatasaray Meydanı’na kadar her yere gerek helikopterlerden, gerekse de bilindik yöntemleri kullanarak kimyasal silah atıldı. Aralarında dört tane de milletvekili olan yüzlerce insana kullanıldı bu kimyasal gaz. (Ne ilginç değil mi? Bir AKP’li vekile trafik cezası yazılabilmesi bile cesaret işiyken, bazı vekillere insanı öldürebilecek olan kimyasal gazlar çok rahat bir şekilde kullanılabiliyor.) Gaza maruz kalanların söylediğine göre de, bu gaz daha öncekilere benzemeyen, daha güçlü bir etkiye sahipmiş. Mayıs ayında biten stokları, daha üst modellerle doldurmuş demek ki polis teşkilatı. Neyle? Başbakanlığın örtülü ödeneğiyle. Tabii şu var ki, nasıl radyasyon adres sormuyorsa, kimyasal gaz da sormuyor. Tüm bölge, evler, sokaklar yaşanmaz hale geldi. Evlerinde oturup, televizyon izleyen insanların boğazları bir anda yanmaya başladı. Yanlışlıkla oradan geçenlerin durumu zaten felaket. Bu yaşananlara bizzat tanık olup, gaz kullananlara tepki göstermemek imkansız gibi.

Şimdi bir fırsatımız olsa ve Başbakan’a sorsak. Neden böyle yapılıyor, insanların vekillerine sahip çıkmak için yürümeleri, bağırmaları bir problem midir? Yasak mıdır? Ya da suç mudur? Sonra da eklesek, bu gaz bombaları, yani kimyasal silahlar, daha seçimden önce bir kişiyi öldürdü, her an yeni canlar alabilir; Başbakan olarak, bunun için bir şey söylemek istemez misiniz? Büyük ihtimalle bize şöyle yanıt verecektir:

“Riski olmayan hiçbir hareket yoktur. Yani evinize Aygaz tüpü de o zaman koymamak gerekir veya bir doğalgaz hattı çekmemek gerekir veya ülkeden ham petrol hattının geçmemesi gerekir. Şimdi bunlar hangisi olursa olsun herhangi bir tehditle ya da saldırıyla karşı karşıya kaldığı zaman bunların az veya çok bir bedeli olur. Yaşananlar da, bize karşı olmanın bedelidir.”

Nükleerin ne olduğunu biliyoruz. Onu bizim başımıza bela etmek istiyorlar. Nükleeri gaza benzetiyorlar. Nükleere karşı çıkanlara, sokaklarda haklarını arayanlara kimyasal gaz sıkıyorlar. Kimyasal gazı da bu ülkenin başına bela ediyorlar. Ellerinde olsa ne farkı var diyerek, nükleere de başvuracaklar. Az ya da çok bir bedel ödemeli bu ülkede muhalifler onlara göre. Karşı çıkılmadığında haksızlık, karşı çıkıldığında zulüm. Bir tanesini beğenip, seçiyoruz. Demokratik bir ülkede, seçme özgürlüğümüzü kullanmanın verdiği gururla…

Yeşil Gazete ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

Çadır ziyaretinden yargılanan iki hekime beraat

Adana’da Demokratik Çözüm Çadırı’nı ziyaret ederek sağlık paneli verdikleri için haklarında “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla dava açılan Osman Küçükosmanoğlu ve Ömer Ekşi ilk duruşmada beraat etti

Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu ve Dr. Ömer Ekşi geçen Nisan ayında Adana’da kurulan Demokratik Çözüm Çadırı’na ziyarette bulunarak halka sağlık çalışanlarının taleplerini anlatmış, ziyaretten birkaç gün sonra ise terörle mücadele ekipleri tarafından gözaltına alınmışlardı.

Haklarında “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla dava açılan iki hekim, Adana Adliyesi’nde gerçekleştirilen ilk duruşmada beraat etti.

Adliye önünde Küçükosmanoğlu ve Ekşi’ye destek vermek için adliye önünde toplanan TTB ve demokratik kitle örgütü temsilcileri, hekimlerin kelepçeli fotoğraflarının basına servis edildiğini belirterek, topluma gözdağı vermek için yapıldığını savundukları uygulamayla ilgili girişimlerde bulunacaklarını belirttiler.

(Sendika.Org)