Ana Sayfa Blog Sayfa 4888

FEMEN aktivistlerine işkence iddiası

0

FEMEN aktivistleri, Belarus‘ta siyasi mahkumlara özgürlük istedikleri eylemin ardından KGB tarafından kaçırılarak işkence ve cinsel tacize uğradıklarını açıkladı.

FEMEN aktivistleri, Belarus KGB binasının önünde siyasi mahkumlara özgürlük istedikleri eylemin ardından kaçırılarak şiddete mağruz kaldıkların iddia etti.

Bianet’te yer alan habere göre; Belarus Devlet Başkanı Aleksandır Lukaşenko’nun siyasi mahkumlara karşı sert tutumunu eleştirmek için başkent Minsk’te gösteri yapan Ukraynalı Inna Shevchenko, Oksana Shachko ve Aleksandra Nemchinova, eylemin ardından KGB ve polis tarafından kaçırılarak bir ormana götürüldüklerini anlattı.

Üç kadın, otobüs durağında kimliklerini göstermeyen altı erkek tarafından gözaltına alındıklarını, ardından gözleri bağlanarak başkent Minsk’e 320 kilometre uzaklıkta ormanlık bir alana götürüldüklerini söyledi.

Burada sopalarla dövülen, zorla soyunduruldukan ve bıçakla saçları kesilen kadınlar, kendilerini kaçıranların çıplak aktivistlerin eline nazi sembolleri verip videoya çektiklerini söyledi. FEMEN aktivistlerinin üzerlerindeki eşyalara ve kimliklerine de el konuldu.

FEMEN’den yapılan açıklamada da KGB’nin üç üyelerini kaçırarak işkence ve cinsel tacizde bulunduktan sonra ormanlık bir alana bıraktığı belirtildi.

Basın açıklamasında Shevchenko, “kafamızdan aşağı yeşil bir sıvı döktüler ve saçlarımın bir kısmı kestiler. Sonra kıyafetlerimizi çıkarıp arkamızı dönmemizi söylediler. Çok korkunç bir andı çünkü bize tecavüz edeceklerini düşündük” diye konuştu.

Ukrayna basını, KGB Bilgi ve Halkla İlişkiler Merkezi başkanı Svetlana Kritsyna’nın “Böyle birşeyden haberim yok, ilk defa sizden duyuyorum” dediğini ve gülerek telefonu kapattığını yazdı.

[Son Dakika] Fransa tasarıyı kabul etti

0

Fransa meclisi genel kurulu, 1915 olaylarının ‘soykırım’ olmadığı yönündeki ifadelerin suç sayılmasını öngören yasa teklifini kabul etti.

Yasa teklifini kaleme alan iktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP) Marsilya milletvekili Valerie Boyer söz aldı. Boyer, soykırımın inkarının suç sayılması yasa teklifinin AB yasalarından alınarak Fransa yasalarına uyarlandığını söyledi.

 

Bir gün herkes Banu Güven olmayacak!- Dağhan Irak

“Sınıfsız Domates” denen o garabet yazısını eleştirdiğimden beri Ece Temelkuran hakkında yorum yapmamak için ciddi bir özen gösteriyorum. Zira Temelkuran’la ortak arkadaşlarımız, dostlarımız var ve onlar arkadaşlarını korumak istediklerinde ne yazık ki işler kişiselleşiyor, kalpler kırılıyor. Ama şunu da söyleyeyim, o “Sınıfsız Domates” yazısına yapılan onca savunma içinde, başta Temelkuran’ınki olmak üzere, yazının içeriğindeki avuç dolusu faül hakkında tek bir doyurucu savunma gelmedi. Onun yerine bol bol “Ece iyi kızdır” savunması dinledim. Ben de “kötüdür” demedim zaten, tanımam da kendisini.

Bana bu yazıyı yazdıran şey, Ece Temelkuran’ın Habertürk’te çıkan “Bir gün herkes Banu Güven olacak” yazısı. Temelkuran, iyi niyetli olduğundan yüzde yüz emin olduğum bir şekilde, medyaya yapılan baskılardan bahsediyor ve Banu Güven’in kendisine açtığı blogda sergilediği habercilik örneklerini övüyor. Şunu net bir şekilde söyleyeyim; hem medyaya yapılan baskılar konusunda, hem de Banu Güven’in blogu konusunda kendisiyle tamamen hemfikirim. Hiçbir itirazım yok o konuda. Eline sağlık.

Lakin şu paragrafından itibaren ayrılıyoruz; “Sanırım eninde sonunda hepimizin yapacağı bu olacak. Geriye sadece hakikaten habercilik yapmak isteyen, hakikaten sözünü söylemezse yaşayamayacağını hisseden insanlar kalacak ve kendi medyalarını kuracaklar.“

Ben “Sınıfsız Domates” yazısını eleştirirken Ece Temelkuran’ın dünyayı yalnızca kendi ait olduğu sosyal sınıf ve kendi sosyal çevresi üzerinden anlamlandırmaya çalışmasını eleştirmiş ve şunu demiştim: “Siz bu sınıf öfkesi işini Oxford’lu siyaset bilimci arkadaşınıza değil, gazetenizin binasının hemen arkasındaki Dolapdere’de evlerini zenginlere kaptırmakta olan insanlara bir sorun.” Şimdi yine benzer şeyler söylemek durumundayım.

Sıkıntı şu; Ece Temelkuran yine ve kim bilir kaçıncı kez, konunun merkezine kendisini ve kendi gibileri koyuyor. Bu örnekte “herkes” dediği Banu Güven ve kendisi gibiler. Eğer Pi sayısını 3 alır gibi “herkes”i Banu Güven ya da Ece Temelkuran alırsak dediği doğru. Ancak Pi, hâlâ 3.141592653589793238462643383279502… diye sonsuzluğa uzuyor; Banu ve Ece Hanımlar da hâlâ Türkiye medyasının en şanslı azınlığına mensup.

Medya, Türkiye’de sendikasızlaştırmanın ve iş güvencesizliğinin en ağır yaşandığı sektörlerden. Aynı şekilde medya gruplarının iş dünyası ve egemen siyasetle olan etle tırnak ilişkisi nedeniyle editöryel bağımsızlıktan da bahsetmek mümkün değil. Bütün bunların sonucu olarak gazeteci dediğimiz insan bu ülkede, hele ki ana akım medyada çalışıyorsa, işine yabancılaşmış, istediğini yazamayan, özel alanda bile kendini ifade etmesi hoş görülmeyen, çok çalışan, az kazanan, mutsuz ve güvencesiz bir insan.

Evet, bu ülkede ana akımda çalışan bir sürü gazeteci toplumsal olaylara duyarlı, bu işin böyle olmaması gerektiğini biliyor ve başka bir medya düşlüyor. Zaten mutsuz olmalarının nedeni de bu. Ama pek azı Banu Güven gibi kapıyı çekip çıkabilir, çünkü ödemeleri gereken bir ev kirası, bakmaları gereken bir aile var. Çocuğumuz bizden bir şey istediğinde, kaçımız Spartaküs kalabiliriz ki?

Yani herkes Banu Güven olamaz maalesef, olamıyor, olamayacak. Ancak Ece Temelkuran’ın dünyasındaki “herkes” Banu Güven olabilir. Onlar kapıyı vurup çıkabilir, kendi bloglarını açıp istediklerini yapabilir. Kınamak için söylemiyorum, sonuçta herkes bunu yapmak ister. Ayrıca başka bir ana akım haber merkezine atlamak yerine, bunu yapması da saygıya değer. Mesele o değil.

Mesele şu. Ece Hanım “herkes” deyince, kimse “herkes” olmuyor. Her şeye kendi sınıfının, kendiyle aynı hayatı yaşayan insanların perspektifinden bakmayı bıraksa, biraz altındaki insanların o hani kendi deyimiyle “bir aylık maaşları kadar parayı ayakkabıya yatırdığı” insanların yaşamına baksa, bazı şeyleri görecek. Neyi görecek mesela? Ana akım medyada çalışıp tuttukları blogda yazdıklarını şeflerinden gizlemek zorunda olan, Twitter’a girişi yasaklanmış gazetecileri görecek. Bizzat kendi çalıştığı gazetede eline “hakkında yazılması yasak konular” tutuşturulmuş, kendini patronun tetikçisi gibi hisseden ve kendini ifade etme şansı sıfırlanmış insanları görecek. Evet, onlar da kapıyı vurup çıkmak ve kafasından geçenleri haykırmak istiyor. Ama onlar bunu yaparsa bırak ayakkabı alışverişi çılgınlığına kapılmayı filan, aç kalırlar. Yapabilecekleri en fazla dörtte bir maaşa BirGün, Evrensel, Özgür Gündem ya da başka bir özgür yayın organına geçmek, orada da Zeynep Kuray dostumuz gibi bir gün kolundan çekilip göz altına alınmak olur. Çoğunluk bunu da yapamaz, kendi depresyonunda yaşar, gider. Ta ki bir gün bir tenkisat dalgasında kapının önüne konana kadar.

Özetle; ana akımın köşelerini tutmuş bir avuç şanslı insanla, o sürünmeye mahkum edilmiş medya çalışanlarını karıştırmayın. “Herkes” biziz, siz olsa olsa “bazıları”sınız. Sizi şanslı olduğunuz için suçlamıyoruz ama “herkes” adına konuşmaya hakkınız yok. Çünkü sizin “herkes” dediğinizle, bizim “herkes” dediğimiz farklı. Siz “sınıf teorisi”ni domatesler üzerinden sorgulayan Ece Hanım buna ne dersiniz bilmiyorum da, ben “sınıf farkı” diyorum.

Belki sizin iddia ettiğiniz gibi domateslerin sınıfı yoktur bu ülkede de, gazeteciler arasında epeyce bir sınıf farkı var, bilesiniz.

Dağhan Irak – Birgün

Yasaklana yasaklana… (Bir gün herkes Banu Güven olacak!)- Ece Temelkuran

ÇOCUKLARIMIZI yoktan yere içeri tıkıyorlar. Mahkeme kapısı önünde, sokakta yeterince kalabalık toplanabilirsek onları geri alıyoruz. Olan budur! Sadece çocuklarımızı değil, kardeşlerimizi, sevgililerimizi, karılarımızı, kocalarımızı, hatta bazen annelerimizi alıyorlar içeri ve eğer dışarıda yeterince kalabalık birikmezse “Oh! Neyse ki bu sefer sesleri çıkmadı!” deyip yapacaklarını yapıyorlar. Olan budur!
Ayazda bekliyoruz, soğukta bekliyoruz, kapılarda bekliyoruz, ateşler yakıp bekliyoruz, birbirimize sokulup bekliyoruz. Dünyadaki terörist sayısının üçte birini Türkiye’den çıkarmayı başaran, bu teröristleri de Deniz Gezmiş anmasına katılmak, şemsiye sahibi olmak, poşu takmak ya da Lenin’in kitabını okumak gibi sebeplerden “üreten” bir mekanizma içindeyiz. Olan budur!
Benim bile kitabımı yasaklamışlar hapishanede, dün haberi geldi. Türkiye’nin on yıllık açlık grevleri, ölüm oruçları tarihini anlatan, politik tutuklu ve hükümlü annelerle yapılan röportajlar üzerine kurulu “Ne Anlatayım Ben Sana!” gibi bir kitabı bile hapishaneye sokmuyorlar. Bu yaşanan, eskisine oranla daha becerikli, daha profesyonel bir “Hayata Dönüş Operasyonu”dur. Evet, olan budur!

İŞTE HAYATINIZ!
Hayatımız şöyle geçiyor. Dün Taksim’de Özgür Gündem’e yapılan baskıları kınamak için insanlar toplandı. Yine dün Ali Deniz ve Baran kardeşlerimizin mahkemeye getirilmesini bekledi insanlar. Poşu taktığı için içeri tıkılan Cihan Kırmızıgül’ün davası sürüyor. Hopa davasından çocukları kurtardık diye sevinirken aynı saatlerde 19 öğrenciyi İstanbul’da içeri tıktılar.
Biri Boğaziçi Üniversitesi’nden Şeyma. Annesi Sultan Hanım yeni öğrendiği Twitter’dan sesini duyurmaya çalışıyor. İçim eziliyor her seferinde. Şeyma, “İnsanın babası ‘Kızım ben senin yanındayım’ deyince bütün dünya ona karşı olsa umurunda olmuyormuş” demiş annesine, onu yazmış mesela.
Necati var sonra. Abisi Şafak Henden, kendisi de kardeşi Necati gibi öğrenci, bir mektup yazmış. Kardeşi tıpkı diğerleri gibi Deniz Gezmiş anmasına katılmak, Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto etmek gibi “dehşetengiz terör eylemlerine” katılmış. Daha binlercesi var böyle. Seslerini duyuramıyorlar.
Bir süre önce yazmıştım bunu, seslerini dışarı duyurmak isteyen mahkûm ve tutukluların mektupları gönderilmiyor. Bunun hakkında şikâyet yazacak oluyorlar, o da aynı şekilde cezaevi içinde kalıyor. Hatta ben de mahkûmların mektup yazması yasaklanan yazarlar içindeyim. Ha, “Gönderseler ne olacak?” diyeceksiniz. O da doğru. Dışarıda yazacak gazeteci kalmadı, kalanlar korkuyor. Geberiyoruz korkudan, olan budur!

SUS KARDEŞ, SIRA SANA GELMEZ!
Banu Güven birkaç ay önce kendi blogunu kurdu, yayın yapıyor. “Helal olsun” demek isterim öncelikle. Sanırım eninde sonunda hepimizin yapacağı bu olacak. Geriye sadece hakikaten habercilik yapmak isteyen, hakikaten sözünü söylemezse yaşayamayacağını hisseden insanlar kalacak ve kendi medyalarını kuracaklar.
Hopa davasından tek haberi Twitter üzerinden alabildiğimize göre bir gün hepimiz Banu Güven olacağız kesin. Olmak zorunda bırakılacağız. Önce kahrolacağız. Kahır birikecek. Sonunda dayanamayacağız ve konuşmaya başlayacağız. Ya da acaba şöyle mi demeli?
“Susma! Sustukça sıra sana gelecek” diyoruz ya bağıra bağıra sokaklarda. Doğru değil aslında. Susarsan sıra sana gelmeyebilir. Şansın da yaver giderse yani ve yeterince susarsan hakikaten sıra sana gelmeyebilir. Seçim orada zaten. Sıra sana gelmesin diye bir böceğe mi dönüşeceksin yoksa “Haydi bakalım” deyip… Mesele budur!

Not: Bu linkten Banu Güven’in yaptığı son gazetecilik işine ulaşabilirsiniz ve (ıkım sıkım sıkılan gazeteci arkadaşlara söylüyorum) kıskanabilirsiniz:

BANU GÜVEN’İN İNTERNET SİTESİ

Ece Temelkuran – Haberturk

Hamsi 4 ay önce tükendi!

Hamsi avı, beklenenden dört ay önce bitti. Balıkçılar şaşkın.

NTV’den Ahmet Kayacık’ın haberine göre;

Hamsi sezonun erken bitmesinin en önemli nedeni ise  aşırı ve bilinçsiz avcılık ve elverişsiz iklim şartları.

Çok değil daha bir buçuk ay öncesine kadar karadeniz’de kelimenin tam anlamıyla hamsi bolluğu yaşanıyordu…

Ama bolluk uzun sürmedi,, karadenizli balıkçılar için hamsi sezonu aralık ayında kapandı.

Her yıl nisan ortalarına kadar süren hamsi sezonun erken bitmesinin en önemli nedeni ise  aşırı ve bilinçsiz avcılık ve elverişsiz iklim şartları..

Balık ihracatçısı Turgay Özsandıkçı anlatıyor: “Şu an görüyorsunuz istavrit çıkıyor o da bir ay dayanır dayanmaz bütün balıkçılar istavrit peşinde. Bir planlama yapılmalı mı? Kesinlikle yapılmalı. Balıkçılık Bakanlığı ve Su Ürünleri Müdürlükleri kuruluyor. Kesinlikle denetim olmalı.”

Balıkçı Yakup Uzun ise şunları söylüyor: “Mevsim erken geliyor çok sıcaklar oluyor hem da aşırı avlanıyor, çok tekne var çok avcı teknesi var çok ayşırı avlanıyor bir ayda bitiyor aşırı avlanınca ucuz oluyor biz bişey kazanamıyoruz…”

Trabzon’daki toptancı pazarına hamsi yerine kasa kasa istavrit geliyor..

Hentbolda Beşiktaş mağlubiyet istemiyor

0

Hentbol Erkekler Süper Ligi ekiplerinden Beşiktaş‘ın antrenörü Müfit Arın, lige verilecek araya namağlup lider girmek istediklerini söyledi.

Arın, siyah-beyazlı kulübün internet sitesine yaptığı açıklamada, dün Maliye Milli Piyango maçında başarılı bir oyun ortaya koyan oyuncularını kutlayarak, ”Maçın başında kontrollü bir oyun oynadık. İlerleyen dakikalarda Ramazan ile skor ve oyun üstünlüğünü elimize geçirdik. İlk yarının son dakikalarında da iyi savunma ve hızlı çıkışlarla farkı yakaladık ve maç sonuna kadar bu farkı korumayı başardık. Genç ve dinamik bir takıma karşı oynadık ve rahat kazandık. Oyuncularım takım olmanın bütün özelliklerini sahaya yansıttılar. Bu başarılı oyunun ortaya çıkmasında emeği geçen tüm oyuncularımı kutluyorum” ifadelerini kullandı.

Müfit Arın, 24 Aralık Cumartesi günü Trabzonspor ile oynayacakları maçın çok önemli olduğunu belirterek, ”İlk yarıyı namağlup tamamlamak istiyoruz. Bu hedefe ulaşmada sadece bir engelimiz kaldı. Trabzonspor iyi bir ekip. Ligdeki konumları ne olursa olsun hafta sonu önemli bir maça çıkacağız. Lige verilecek bir aylık araya taraftarlarımıza bir derbi galibiyeti hediye ederek, veda etmek istiyoruz” dedi.

Skibbe ayrıldı

0

Eskişehirspor Teknik Direktörü Michael Skibbe sezon başından bu yana çalıştırdığı takımından ayrıldı.

Lig TV’nin son dakika haberine göre Alman teknik adam Eskişehir’den ayrılma kararı aldı.

Skibbe’nin adı geçen hafta teknbik direktörünün görevine son veren Bundesliga ekibi Hertha Berlin ile anılıyordu.

Bu sezon başında Eintrach Frankfurt‘tan Eskişehir’in başına geçen 46 yaşındaki teknik adam, sezona kötü başlamıştı. Ancak takımı toparlayan Skibbe, ligin 11. haftasındaki Fenerbahçe mağlubiyetinden sonra yenilgi yüzü görmedi. Beş maçlık galibiyet serisi yakalayan kırmızı-siyahlılar dün Mersin İdman Yurdu ile 0-0 berabere kalmıştı. Alman teknik direktör bu seriye rağmen takımdan ayrıldı.

Meksika’da polis teşkilatı feshedildi

0

Meksika’da yetkililer yolsuzlukla ve şiddetle mücadele girişimleri doğrultusunda bir bölgenin tüm polis teşkilatını feshetti.

Karar, Veracruz-Boca del Rio’da görevli 900’den fazla polis memurunun işlerinden olması anlamına geliyor.

Ülkenin güneydoğusundaki Veracruz kentine bağlı belediyede, bundan böyle asayişi Meksika donanmasına bağlı piyadeler sağlayacak.

Meksika’nın pek çok yerinde polis, uyuşturucu kartelleri karşısında mücadele edememek ve yolsuzluğa karışmakla suçlanıyor.

Kararı gündeme getiren ise üç ay önce belediyeye giden yol üzerinde 35 ceset bulunması oldu. O dönemde piyadeler polise destek amacıyla kentte görev yapmaya başladı.

İki hafta sonra ise donanma piyadeleri üç ayrı binada 32 cesetle daha karşılaştı.

Cinayetlerin ülkenin en büyük uyuşturucu kartellerinden Zeta ve Körfez kartelinin hakimiyet mücadelesinin sonucu olduğu tahmin ediliyor.

Federal polis ve ordu son dönemde artan bir sıklıkta yerel polisin görevlerini devralıyor. Ancak bir teşkilatın bütün olarak dağıtılması ilk kez başvurulan bir adım.

Açıklama sonrası, polisler eşyalarını toplayıp karakollarından ayrılmaya başladı.

Veracruz valisi Javier Duarte de Ochoa, kararın poliste reforma yönelik ulusal programın parçası olduğunu kaydetti.

İşten çıkarılan polislerin ise güven testlerinden geçmeleri halinde yeniden görevlendirilebileceği açıklandı.

600 bin nüfuslu semtte donanma piyadelerinin ne kadar süre görev yapacağı henüz bilinmiyor.

Meksika’da uyuşturucudan kaynaklanan şiddet olaylarında son beş yılda 40 bini aşkın kişinin yaşamını yitirdiği tahmin ediliyor.

(BBC)

“Mutlaka arayın!”

Lüfer Koruma Timi‘nden hatırlatma var. “20 cm’den kısa lüferleri avlamak da, satmak da suç!” diyen tim, tüm vatandaşları bu suçun işlendiğini gördükleri mekanları 153 Beyaz Masa’yı arayarak ihbar etmeye çağırıyor. Türkiye’nin her yerinden ulaşılabilen 153 Beyaz Masa, yerel yönetimlerin şikayet hattı. Belediyelerin de en az Tarım Müdürlükleri kadar denetim yetkisi olduğunu hatırlatan açıklamada “Arayın ve ısrar edin, zabıtalar aracılığıyla denetlemek zorundalar” deniyor. 1380 sayılı Su Ürünleri Yasası‘nın uygulanma şeklinden kaynaklanan denetim ve engelleme sorunları olduğuna dikkat çeken açıklamada, bu sorunların aşılması noktasında yerel yönetimlerin de sürece 153 Beyaz Masa aranarak dahil edilmesinin çözüm olacağı kaydedildi.

350.org’dan Gerze’ye küresel destek

İklim değişikliğiyle mücadele eden küresel yurttaş platformlarının başında gelen 350.org‘un kurucularından Bill McKibben yaptığı açıklamayla tüm dünya aktivistlerini Gerze’de termik santrale direnenlerle dayanışmaya çağırdı.

McKibben’in yayımladığı bildiri şöyle:  “2011’de inanılmaz şeyler yaşadık. Arap Baharı’nı, İspanya’daki “öfkelileri”, Hindistan’da yolsuzluğa baş kaldıranları, Wall Street’in işgalini, Keystone XL boru hattına direnişi gördük. Böyle daha nice hayranlık uyandıran başkaldırılar oldu, hepsi de iktidarı diktatörlerin, şirketlerin ve kirletenlerin ellerinden alıp halka geri vermek için mücadele etti.

Bunların arasında dikkatimizden kaçan çok önemli bir direniş daha vardı. Türkiye’de kurulmak istenen 50 termik santralin ilklerinden olan Gerze’de kurulacak 1200 MW’lık santrale karşı yerel halk 3 yıldır kahramanca bir mücadele veriyor. 100’lerce kişi sürekli kampta, 1000’lercesi sürekli protesto yürüyüşünde. Kasım’da 10.000 kişinin katıldığı yürüyüşte misal, bir pankart özellikle ilgimi çekti: ‘Gerze Halkı yalnız değildir!”

Hepimizin bildiği bir gerçek var artık: Fosil yakıtlardan çok daha iyi seçeneklerimiz var. Ve bizler, kirletici sanayiciler köylerimizi, şehirlerimizi ve topraklarımızı kirleterek para kazanmaya çalışırken, sessiz kalmayacağız. Gerze Halkı’nın yanındayız”

Bildiride, Gerzelilerin mücadelesine destek olunabilecek bir internet adresi de paylaşıldıl.