Ana Sayfa Blog Sayfa 4864

‘Şarkı -türkü söylemek yok!’

Savcılığa sunulan ‘Mamak’ın işkence anayasası’ dosyasında “Yat saatinden sonra konuşulamaz, ‘dikkat’ komutuyla tutuklular arkalarını döner esas duruşta bekler, koğuş içinde şarkı ve türkü söylenmez” gibi kurallar var.

12 Eylül askeri darbesi ve sonrasında idam edilenlerin yakınlarının ve işkenceye uğrayan mağdurların suç duyuruları üzerine başlatılan soruşturmanın dosyasına çarpıcı bir belge girdi. Devrimci 78’liler Federasyonu, “Mamak Anayasası”nı, Mamak Askeri Cezaevi’nde yaşanılanların kanıtı olarak dosyaya sundu. Savcılık da büyük ilgi gösterdiği belgeyi soruşturma dosyasına dâhil etti.

Hükümlü ve tutukluların cezaevlerine girdikleri andan itibaren uymaları gereken kuralların yer aldığı liste, hak ihlallerinin en somut kanıtı olarak gösteriliyor.

12 Eylül askeri darbesini gerçekleştiren Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında dava açan Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği, darbe mağdurlarının şikâyet dosyalarını ise ayırmıştı. Milliyet gazetesinin haberine göre, ayrılan soruşturma dosyasına çarpıcı bir belge daha girdi.

TALİMATNAMEYİ SUNDULAR
Devrimci 78’liler Federasyonu Sözcüsü Yılmaz Cerek, daha önce 1980’li yıllarda 2000’e Doğru Dergisi’nde ve yazar Oral Çalışlar’ın bir kitabında da yer verilen Mamak Anayasası olarak anılan, Hükümlü-Tutuklu ve Gözaltı Talimatı’nı savcılığa sundu. Savcılık talimatnameyi dosyaya koydu. Talimatnamede yer alan kurallardan bazıları şöyle:

-Tutuklular askeri statüye tabidir.

-Üst amir konumundaki personel tarafından kendisine hitap edilen tutuklu, esas duruşta durmaya, ‘emret komutanım’ diye cevap vermeye mecburdur.

-Günlük yaşam programı, aksi emredilmedikçe koğuşa teslim edildiği günden itibaren uygulanır.

-Pazartesi günleri, cuma günleri, İstiklal Marşı söylenir.

-Koğuş kıdemlisi, ‘Mevcutla sayım için görüşünüze hazırdır komutanım’ gibi tekmil verir.

-Koğuş içinde terlik ve arkası basık ayakkabı ile dolaşılmaz.

-Askeri usul ve terbiyeye uygun düşmeyecek kılık ve kıyafette bulunulmaz.

KONUŞMAK YASAK
-Yat saatinden sonra konuşmak yasaktır.

-Herhangi bir nedenle koridor nöbetçisinin koğuşa ‘dikkat’ komutu vermesi halinde koğuşta bulunanlar ayağa kalkıp arkalarını döner ve esas duruşta bekler.

-Koğuş içinde şarkı ve türkü söylenmez.

-Sayım sırasında sayım çavuşu, gerekli gördüğü yerde ve anda hataya müdahale eder, ‘koşar adım marş marş’ komutuyla koğuş boşaltılır.

-Bayanlara sayı saydırırken yüksek ses ölçüsünde daha müsamahalı davranılır. 40 dakikalık havalandırma, 10 dakika toplu koşu (söylenecek marşa çavuş karar verir), 10 dakika programlı hareketler (ahengi bozanlar, koğuş içinde dinlenme saatlerinde yapamadıkları harekete çalışacaktır), 20 dakika serbest yürüyüşten oluşur” talimatları veriliyor.

SAĞLIK FİŞLERİNİ ARŞİVDEN ÇIKARIN
Federasyon, Mamak’a girişte, karakolda işkence görenlerin durumlarını tespit için düzenlenen sağlık fişlerinin Kara Kuvvetleri’nin arşivinde olduğunu da iddia etti ve bu fişlerin savcılıkça alınmasını istedi. Söz konusu fişlerin, işkencenin en somut kanıtları olduğu belirtiliyor. Federasyon üyeleri verdikleri ifadelerde de hak ihlallerinin ortaya çıkmaması için uygulanan yöntemleri aktardı. Üyeler, ifadeleri alınırken, ifadeyi alanların değil, daktiloya geçenlerin isimlerinin tutanağa yazıldığını, böylece gerçek işkencecilerin gizlendiğini anlattı.

DOSYALAR İLLERE GÖRE AYRILACAK
Savcılığın, Evren ve Şahinkaya’dan farklı olarak, darbe yönetiminin emirleri doğrultusunda hareket eden ya da işkence ve faili meçhul cinayetlerle suçlanan isimler hakkında “örgüt” suçundan dava açmayı düşünmediği öğrenildi. Savcılığın, daha hızlı sonuç alınabileceği düşüncesiyle, görevsizlik kararı vererek, şikâyet başvurularını, şikâyetin yaşandığı illere göndereceği ve buralarda savcılıkların “örgüt” suçundan değil, “işkence, adam öldürme” ve benzeri suçlardan birbirinden bağımsız soruşturmalar açacakları bildirildi.

Ordunun boşluğu nasıl dolacak? – Can Dündar

Yassıada’da Menderes’in ilk duruşmadaki ezik tavrının, o ana kadar gergin bir bekleyişte olan Yüksek Adalet Divanı üyelerini nasıl rahatlattığını bizzat o yargıçlardan dinlemiştim.
Başbuğ için de benzer bir tablo çıktı ortaya…
Muktedir olduğu dönemde basın karşısında gösterdiği “Astığım astık” tavrını savcılar karşısında da gösterebilseydi, mesela 7 saat suçsuzluğuna dair dil dökeceğine; “Ben GenelkurmayBaşkanıyım. Sadece Yüce Divan’a hesap veririm” diyebilseydi, hem hukuk öğretmiş olur, hem de itibarından taviz vermezdi. Muhtemelen Silivri’de de silah arkadaşlarınca yalnız bırakılmazdı.
Dik duruş gerektiren günlerdeyiz.
Eğilen, ezilir.
* * *
27 Mayıs örneğini vermişken, adını o devrin komutanından alan “Erdelhun kompleksi”nden söz edelim.
Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun, askerin siyasete karışmaması gerektiğine inanan, başbakanın sözünden çıkmayan bir komutandı.
Astlarının da kendisi gibi düşündüğünü sanmakla hem kendisi yanıldı, hem de Menderes’i yanılttı.
Sonunda da 27 Mayıs sabahı onunla birlikte devrildi.
Rütbesi bir günde orgenerallikten erliğe indirildi.
Yassıada karar defterine baktım:
Adı, “396 no’lu sanık” olarak şöyle zikrediliyor:
“Sanık Celal Bayar’ın itimadını haiz olması sebebiyle onlarla asli iştirak halinde bulunduğu muhakkaktır.”
Yani bugünkü gibi, hükümetin kuyusunu kazmaktan değil, hükümetin güvenini haiz olmaktanidam yedi Erdelhun Paşa…  HHH
Alıntıladığım gerekçe, Erdelhun’dan sonraki Genelkurmay başkanlarının kulağına küpe oldu. Sonrakiler, astlarının muhtemel tepkisinden korkarak hükümetle uyumlu görünmekten çekindi. Buna da “Erdelhun kompleksi” adı verildi. Bu kompleksin de etkisiyle, yarı askeri-yarı sivil bir rejim doğdu.
* * *
1960’tan beri ilk kez bugün, bu kompleks ortadan kalkıyor.
Arada “tak diyorlar-şak yapıyorum”cu komutanlar gelse de Genelkurmay hiç bugünkü kadar “uyumlu” görüntü vermemişti.
Askeri vesayetin bitmesi açısından hayırlı bir gelişme…
Sıkıntı şu:
Tarih boyu ordu, yönetime el koyduğunda toplumun sivil dinamiklerini (partileri, sendikaları, dernekleri, odaları, baroları, üniversiteyi, basını, aydınları, gençleri vs) insafsızca ezdiği için, yönetimde olmadığı zaman da bir yandan iktidar alternatifi gibi dururken bir yandan da muhalefet işlevini bizzat üstlenip bu dinamik unsurları sıkı denetim altında tuttuğu için, bugün ordunun çekildiği yerde büyük bir boşluk doğdu.
50 yıldır “Asker nasılsa halleder”in rehavetinde kılını kıpırdatmamış kesimler şaşkın ve umutsuz…
* * *
Birkaç yıl öncesine dek “zinde kuvvetler” denince asker anlaşılırdı. Şimdi askerin “zinde kuvvet” değil, “kâğıttan kaplan” olduğu fark edildi.
Belki de ilk kez toplumun gerçek dinamik güçleri, bu kez “sivil tahakküm” tehlikesi karşısında, arkasında asker desteği bulundurmayan, demokratik bir direniş sergileme sınavındalar.
Ezik, cılız ve dağınık bir cephe bu…
Ama bardağın yarısının, yani toplumun yüzde 50’sinin gidişata itirazı olduğu düşünülürse hiç de küçük sayılmaz.
Bu dinamik, süngü dürtmeden ayağa kalkabilir mi?
Önümüzdeki sürecin hayati sorusu budur.
Ha bire “sarı öküz”e ağıt yakarak yılgınlık yaymak, buna cevap değil.

Can Dündar – Milliyet

 

Oy sandığında çeyiz saklarım – Fecri Şengür

Ulusal düzeyde siyaset yapmaya kilitlenmiş siyasi partilerin ilgi alanına girer mi; bir sitenin elektrik masrafının yüzde 12 düşmesi?

Benden duymuş olmayın, 11 numara var ya, karısı türbanlı. Küçücük kızlarına da türban taktılar, iyi mi?

Neyse 5 numaradaki Aleviler ile 8’deki Kürtler biraz denge sağlıyor. Kürtler gene namazında niyazındalar ama, ne de olsa mağdurlar biraz sol hava veriyorlar, binaya.

2 numaradaki ayyaştan bi numara olmaz. Gerçi içiyor adam; 7 numaradaki hükümet özentisine denge…

Merdivenlerde karşılaştığına ‘hayırlı akşamlar’ yerine ‘iyi akşamlar’ diyebilmenin keyfi bir başka canım…

-o-

Elektrik Piyasası Dağıtım Yönetmeliğinin 4. maddesini biliyor musunuz? ‘Tanımlar‘ maddesi yahu.

Bir ‘serbest tüketiciler‘ varmış; istediğinden elektrik alan; bir de bizim gibi UEDAŞ’a mahkum ‘serbest olmayan tüketiciler’…

Bakın ne diyor, yönetmelik m.4 / 57 ve 58:

Serbest olmayan tüketici’, elektrik enerjisi ve/veya kapasite alımlarını bölgesinde bulunduğu perakende satış lisansı sahibi dağıtım şirketi veya perakende satış şirketlerinden yapabilen gerçek veya tüzel kişiyi,

Serbest tüketici: Kurul tarafından belirlenen elektrik enerjisi miktarından daha fazla tüketimde bulunması veya iletim sistemine doğrudan bağlı olması nedeniyle tedarikçisini seçme serbestîsine sahip gerçek veya tüzel kişiyi,

ifade eder.

‘Kurul mu’ efendim? EPDK. Yani Enerji Piyasası Denetleme Kurulu.

Bize mi ne, bunlardan.

Aaa bak şimdi, ayıp ettiniz.

Ankara’da 78 dairelik Ege Botanik adlı bir sitenin, özelleştirilmiş elektrik dağıtım şirketine mahkum Alevi, Kürt, türbanlı, laik, az gelirli, çok gelirli, yan komşunun giren çıkanını gözetleyen, hastaya çorba götüren, aşure dağıtan ve ‘bilmemkaç numaradaki kızın fingirdeşmediği adam kalmadı’ dedikodusu ile çalkalanan sakinleri bir araya gelmişler ve tahliye istemişler.

Öyle Terörle Mücadele Yasası filan değil; direkman Elektrik Piyasası Dağıtım Yönetmeliği madde 4’ten tahliye.

Yılda 100.000 kwh elektrik kullandıklarını belgeleyip, birbirlerinin etnik kökeni, dini inancı ya da inançsızlığı umurlarında olmadan, % 12 indirimi kapmışlar.

Kayıp, kaçak bedeli oranı artırılmış; yok sayaç okuma bedeli, “birinci faturada, 2. ihbarnamedir” uyarısı, TRT’ye pay veriliyormuş, umurlarında değil, artık.

Elektrik dağıtım tekeli ile boğuşmak zorunda değiller.

Üstelik şimdi anlaştıkları şirketle de sürekli çalışmak zorunda değiller; kafalarına uymazsa, fiyatı beğenmezlerse, başka üretici ile anlaşırlar.

-o-

Dostlar, insanlar, doğrudan yaşamlarında değişiklik yapan konularda; komşusunun etnik, dini kökeni ile ilgilenmiyor.

Yaşam gerçeği, popülist siyasi algıyı parçalıyor.

Ulusal düzeyde siyaset yapmaya kilitlenmiş siyasi partilerin ilgi alanına girer mi; bir sitenin elektrik masrafının % 12 düşmesi?

Siyaset, sitelere ‘in’temsili demokrasi ‘out’.

Siyaset, apartmanlarda, sokakların sınırlarını çizdiği adalardakurulur mu, kurulur, bundan böyle…

Ege Botanik Sitesi sakinleri, kendileri için küçük ama insanlık için büyük bir adım attıklarının, yeni bir yaşamın kapılarını araladıklarının farkındalar mı, acaba?

Elektrik faturalarını düşürmek için, birbirinden nefret eden, birbirini canı gönülden seven, kaprisli, mütevazi, öfkeli, ayyaş, dini bütün insanlar bir araya geliyor.

Daha ucuz elektrikten, başka nedenler de bulmaları, yakındır.

Okul yolunun trafik tehlikelerinden arındırılması, parktaki arızalı oyuncakların onarılması için eylemler, okulda derslerin başlama bitiş saatlerinin, ebeveynlerin eve geliş evden çıkış saatleri ile uyumlu hale getirilmesi, site içi düğünler, 17 numaradaki emekli Ahmet Bey’in ud resitali, 10 numaradaki Hatice’nin şirin küçük kızının şiirlerini dinlemek, çorba ile iyileşmeyen hastayı acile yetiştirmekvs. vs.

-o-

Koca kentte, doğrudan demokrasi nasıl olur. İnsanları her gün oy sandığına taşıyamazsın ki” mi dedi, biri?

‘Ege Botanik’ sitesine git dostum, belki bir cevap bulursun…

Orada oy sandıklarına, sadece çeyiz koyuyorlarmış…

Fecri Şengür- www.bursaport.com

 

DAÇE’den uyarı: Yaşam alanlarımızı terk edin

7 ocak Cumartesi günü İskenderun’da toplanan DAÇE (Doğu Akdeniz Çevrecileri) bölgede kurulması planlanan termik ve nükleer santraller başta olmak üzere enerji yatırımlarının çevre için oluşturduğu tehdide dikkat çektiler. Hükümetin doğayı bir varlık olarak değil, şirketlerin kar etmelerine yarayan sonsuz bir kaynak olarak gören enerji politikasını eleştiren ve yatırımcı şirketleri bir an önce bölgeyi terk etmeye çağıran platformun basın açıklaması şöye:

 

DOĞU AKDENİZ ÇEVRE DERNEKLERİ BASIN BİLDİRİSİ

 

Bizler Doğu Akdeniz bölgesinde yaşayan insanlar olarak geleceğimizden kaygılıyız. Güzelim sahillerimize kıtlık ve ölüm getirecek kömürlü  ve nükleer yakıtlı santraller yapılmak isteniyor. Dünya da   yan yana  iki adet bile santral yokken sahillerimize 16 adet termik santral bitişik parsellere yapılmak isteniyor.

Termik santral kaynaklı ağır metal, radyoaktif kirlilik ve asit yağmurlarına bağlı bölgemizde tam bir yok oluş yaşanacaktır. İskenderun körfezinde ağır metal kirliliğine bağlı kanser oranı artmıştır. İnsanlarımız ölmektedir.Termik santrallerle beraber bu sorun katlanacaktır.

İskenderun’da Diler  santraline karşı ÇED iptal davasını kazandık. Bütün lisans alan santrallere lisans iptal davası açtık. Erzin ilçesi Burnaz sahilindeki Egemer ve Selena santrallerine karşı ek olarak imar planı değişikliği iptal davası açtık. Erzin,İskenderun,Ceyhan,Yumurtalık, Akkuyu  ve tüm Çukurova ve Doğu Akdeniz vazgeçilmezimizdir. Bizlerin mücadelesi yaşam alanlarımızı koruma, gelecek nesillerimize sağlıklı ve yaşanabilir bir dünya bırakma mücadelesidir.

Santral firmalarını son kez uyarıyoruz. Yaşam alanımızı terk edin.

Aynı şekilde HES (Hidroelektrik Santralleri) yapma girişiminde olan tüm firmaları da uyarmak istiyoruz. Kamu denetiminden tümüyle yoksun bu santraller can suyundan balık geçitlerine, inşaat hafriyatından dağıtım ve iletim sorunlarına kadar kar amacıyla kuralsız çalışmakta, doğayı tahrip etmekte, iş yerlerinde taşeronlaşmayı hızlandırmaktadır.

Bütün Türkiye’nin olduğu gibi HES’ler bölgemizin de en önemli sorunlarından biridir. Enerji ihtiyacının yalnızca % 10’u nu karşılayabilecek nitelikteki bu santraller ÖLÜM demektir.

Temiz enerji seçeneği rafa kaldırılmış durumdadır. Maksat hidrolik potansiyelin değerlendirilmesi değil, suyun ticarileştirilmesidir.

Bizler Doğu Akdeniz Çevrecileri olarak nükleer yakıtlı, fosil yakıtlı tüm enerji santrallerine, geleceğimize sahip çıkmak adına karşıyız. Suyun ticarileştirilmesine yol açan enerji verimliliği düşük HES’lere de karşıyız. Çünkü bizler bu ülkeyi seviyoruz ve gelecek kuşaklara karşı kendimizi sorumlu hissediyoruz.

İtirazlarımızı haykırmaya devam edeceğiz.  Her türlü hukuksal ve demokratik mücadelenin içinde olacağız.

Yeniden söylüyoruz ki; BU TOPRAKLAR BİZİM. KAR AMACI İLE BURADA BULUNAN VE YAŞAM HAKKIMIZI ELİMİZDEN ALMAYA ÇALIŞAN TÜM FİRMALARIN BÖLGEMİZDEN GİTMELERİNİ İSTİYORUZ.

K

 

DOĞU AKDENİZ ÇEVRE DERNEKLERİ PLATFORMU (DAÇE)

 

Lefter Küçükandonyadis yoğun bakımda

0

Fenerbahçe’nin efsane futbolcusu Lefter Küçükandonyadis, rahatsızlığı nedeni ile Amerikan Hastanesine kaldırıldı. Zatürre teşhisi konulan Küçükandonyadis, hastanenin yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alındı.

Fenerbahçe kulübü resmi internet sitesinden Küçükandonyadis’le ilgli şu mesajı yayınladı: “Fenerbahçe Spor Kulübü’nün ve Türk sporunun Efsane ismi Lefter Küçükandonyadis’e, Kulübümüz, yönetimimiz ve tüm camiamız adına geçmiş olsun der; kendisine acil şifalar dileriz.”

Dünyanın en iyi futbolcusu Japon Homare Sawa

0

FIFA tarafından her yıl o senenin en iyi futbolcusuna verilen Altın Top ödülüne bu senez Japon futbolcu Homare Sawa layık görüldü. 5 yıldır bu ödülü kazanan Brezilyalı Marta ise bu sonuçla ünvanını kaptırmış oldu.

Erkeklerde ise Altın Top ödülü Barcolanalı futbolcu Lionel Messi’nin oldu. 3. kez bu ödüle layık görülen Messi’nin rakipleri Xavi ve Cristiano Ronaldo ise hayal kırıklığına uğradı.

Messi, Erkeklerde Altın Top ödülünü arka arkaya 3 kez kazanan ilk futbolcu unvanının da sahibi oldu.

Düzenlenen törende, yılın golüne verilen ”Puşkaş Ödülü”, Flamengo’ya attığı golle Santos’da forma giyen Brezilyalı Neymar’ın oldu.

Yeşiller 3. Köprü için Hükümeti uyardı

Yeşiller Partisi İstanbul’a yapılması planlanan 3. Boğaz köprüsü ve Kuzey Marmara otoyolu ihalesi öncesi bir bildiri yayınlayarak Hükümeti uyardı. Yeşiller Partisinin basın bildirisi şöyle: 

YEŞİLLER PARTİSİ 3. KÖPRÜ İÇİN HÜKÜMETİ UYARIYOR

Bugün hükümet 3. köprü geçişinin de içinde olduğu Kuzey Marmara Otoyolu’nun ihalesini yapıyor. Hükümet, Ankara’da şirketlerle masaya oturup sanki bunlar kendi malıymış gibi İstanbul’un son ormanlarına, hayvanların yaşam alanına, su havzalarına ve havasına en iyi teklifi verecek şirketle anlaşmak istiyor;

 

Bir tek bilim insanının bile olur vermediği, ilgili tüm meslek odalarının karşı çıktığı, İstanbulluların istemediği 3. köprü projesi Ankara’dan dayatılıyor. Çünkü hükümetin kar, ve rant hırsı artık akıl-mantık tanımıyor. İnşaat, otomotiv ve petrol lobileri bastırıyor, hükümet de “evet” diyor. Hükümet iki milyon ağaç kesilmesine, İstanbul’un havasının-suyunun zehirlenmesine “evet” diyor. 3. Köprünün İstanbul’un trafik sorununu çözmeyeceğini, 3. köprüye alternatif daha etkin, daha verimli ve daha ucuz alternatiflerin olduğunu da bildikleri halde “evet” diyor. 6 milyar doları doğayı tahrip etmek, yaşamı öldürmek ve akıl ve mantığı susturmak için kullanmak istiyorlar.

 

Daha önce “3. köprü İstanbul için cinayet olur” diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan şimdi tek başına, kimseyi dinlemeden, körü körüne bu cinayeti işlemekte kararlı gözüküyor. Ancak biz de bu cinayeti durdurmak ve yaşamı savunmak için bir o kadar kararlıyız.

 

Sayın Erdoğan, biliyoruz ki bıraksak da bu köprüyü ve o otoyolu yapsan, gün gelecek ve doğa ana senden bunun hesabını soracak. Ama ondan önce, doğa ananın savunucusu bizler seni ve o kendilerini her şeyi tahrip etmeye muktedir zanneden şirketlerini engelleyeceğiz. İster bizi bir grup çapulcu ilan et, ister kendini çevrecilerin daniskası. Elbet bu halk kimin yaşamdan, sağlıktan, gelecek kuşaklardan, kimin paradan, ranttan, çıkardan ve katliamdan yana olduğunu anlayacak, elini vicdanına koyan herkes bizden yana olacak.

 

O yüzden seni şimdiden uyarıyoruz. Gel bu mantıksız, saçma, çözümsüz ve katil projeden vazgeç. Marmaray’ın bir an önce tamamlanmasını sağla, Boğazray projesini değerlendir, toplu taşımayı geliştir, raylı sistemleri destekle. İstanbulla ilgili kararları da İstanbullulara bırak!

 

 

Yeşiller Partisi

 

Ece Temelkuran El Ekber’e konuştu

Ece Temelkuran, Habertürk’teki işine son verilmesinden sonra ilk kez Lübnan menşeli El Ekber gazetesinin İngilizce baskısına konuştu. Temelkuran’ın Matthew Cassel’e verdiği röportaj, “Düşündüğünü açıkça söylemenin bedeli” başlığıyla yayımlandı.

Ece Temelkuran, Habertürk’teki işine son verilmesinin ardından ilk kez bir Lübnan gazetesine röportaj verdi. El Ekber gazetesinin İngilizce baskısında Matthew Cassel imzasıyla çıkan röportaj, “Türkiye’nin Ece Temelkuran’ını işten çıkarmak: Düşündüğünü açıkça söylemenin bedeli” başlığıyla yayımlandı.

Türkiye’de gazeteciler ve muhalif kesimler üzerindeki baskılara ilişkin bir giriş yazısıyla sunulan röportajda Temelkuran Cassel’e, Habertürk’teki işine son verilmesi hakkında şu değerlendirmelerde bulunuyor:

MC: Kovulmanız sürpriz oldu mu?

ET: Pek değil, çünkü tutuklu gazeteciler ve [35 Kürt sivilin Türkiye’nin Irak sınırında] katledilmesi hakkındaki duruşum anaakım medyanın kaldıramayacağı kadar keskindi. Çünkü başbakan birkaç gün önce, katliamdan hemen sonra, “katliam” ifadesini kullananları [tehdit etmişti] ve ben, bu ifadeyi twitter ve sosyal medyada kullanmaktaydım.

MC: Bu Türkiye’nin, Fransız senatosunun Osmanlı Türklerinin 1915’te Ermenileri kitlesel olarak öldürmesini bir “soykırım” olarak tanımasından sonra Fransa’ya son dönemde yaptığı uyarıyı hatırlatıyor. Neden kullanılan dil Türk hükümeti için bu kadar önemli?

ET: Çünkü terminoloji siyasi ve ahlaki sorumluluk yaratır. O halde eğer “katliam” ifadesini kullanırsanız başbakanın katliamdan ötürü özür dilemesi gerekebilir ki o bunu istemiyor. O, daha ziyade, medyayı suçlamak istiyor. Ve o medya da olaydan sonra yaklaşık yarım gün boyunca sessiz kaldı. Hiçbir kanal, başbakanın katliam hakkındaki resmi açıklaması gelene kadar haberleri vermedi, ama bu da yetmedi. Başbakan [gazetelerde] sadece kendi düşüncelerinin [yazıldığını] görmek istiyor.

MC: Neden kovuldunuz?

ET: Yazdığım son iki köşe yazısı “fazla tartışmalı” olarak algılanmış olabilir. Bir tanesi “Emret komutan” başlığını taşıyor ve başbakana atıfta bulunuyordu. Yazı, “Öyleyse emirleri sen veriyorsun komutan, ama biz artık seni dinlemiyoruz. Biz bu ülkenin geri kalanıyız! Senin emirlerini artık dinlemiyoruz!” şeklinde bitiyordu.

Son yazı ise öldürülenlerden 19 tanesinin yaşları 12 ile 15 arasında olan çocuklar olduğu hakkındaydı. Erdoğan, Uludere katliamı hakkındaki korkunç konuşmasını yaptı ve gazetecileri suçladı. Ben de ölü sayısını tekrar eden, başbakanın zalimce tavrını acı bir şekilde eleştiren bir yazı yazdım.

MC: Anaakım medyada bunun gibi yazılar yazan tek kişi siz misiniz?

ET: Birkaç kişi daha var ve hepsi de bugün, “biz de işsizler diyarına geliyoruz, bekle bizi” demek için beni aradılar. “Yazılarımızı hep son yazımız gibi yazıyoruz” diyorlar. Herkes önümüzdeki günler hakkında kötümser.

Temelkuran Türkiye’nin dış dünyada nasıl olup da “demokratik imajı”nı koryabildiği sorusuna ise şu cevabı veriyor:

“Uluslararası ve ulusal propaganda yoluyla… Anaakım batı medyası kendi devletlerinin dış politika çıkarlarına hizmet ediyor. Bu nedenle de bunu, dışarıdan iyi görünen ve halkın “bon pour l’orient’ (Doğu için yeterince iyi) bir Müslüman demokrasi olarak görmek istediler. Ne Türkiye halkı için ne de Ortadoğu’nun geri kalanındaki halklar için yeterince iyi falan değil.

Türkiye, Batı dünyasına demokrat, Doğu tarafına ise Müslüman yönünü göstermek istiyor. Ama açık ki artık bir demokrasi değil. İslam’a gelince, uzman değilim, ama böyle bir zalimlik dinden kaynaklanamaz.

Ece Temelkuran, son olarak “Türkiye’ye döndüğünüzde başınıza nelerin gelebileceğini düşünüyorsunuz” diye soran Cassel’e şöyle yanıt veriyor:

“Dehşete düşüyorum; ille de hapse atılmaktan değil ama artık üzerime hükümet tarafından istenmeyen kişi damgasının vurulduğunu hissediyorum. Bir süre işsiz kalacağım endişesini taşıyorum, çünkü bu damga yüzünden hiçbir gazete beni işe almaz. Alırlarsa gerçekten şaşırırım.”

(sol)

Ahmet Dursun futbolu bıraktı

0
Spor Toto 2.Lig takımlarından Eyüpspor’da forma giyen Ahmet Dursun yaşadığı sakatlıklardan dolayı futbol kariyerine nokta koyduğunu açıkladı.

Spor Toto 2.Lig takımlarından Eyüpspor’da forma giyen Ahmet Dursun futbolu bıraktığını açıkladı.

Sporx.com’a açıklamalarda bulunan Ahmet Dursun, son dönemde yaşadığı sakatlıkların futbolu bırakma kararında etkili olduğunu söyledi.
Bir süredir kariyerini etkileyecek önemli sakatlıklar ile mücadele ettiğini belirten Ahmet Dursun, “Kariyerimde önemli başarıların altına imza attım ancak son dönemde yaşadığım sakatlıklardan sonra artık futbola gereken gücü veremeyeceğimi düşündüm. Benim adımına en iyi karar futbolu bırakmak olacaktı ve ben de bu kararı verdim. Futbolu bıraktım ancak futboldan hiçbir şekilde kopmayacağım” dedi.

JUBİLE İÇİN BEŞİKTAŞ’A BAŞVURACAK

Jubilesi için Beşiktaş’a başvuracağını ifade eden Ahmet Dursun, “Futbola artık yorumcu ya da antrenör olarak devam edeceğim. Antrenörlük kursuna gideceğim ve gerekli temel eğitimleri aldıktan sonra kendime yeni bir sayfa açacağım. Bedelli askerlikten de yararlanacağım ve daha sonra da jubilem için Beşiktaş’a başvuracağım” ifadelerini kullandı.

Profesyonel kariyerine 1996 yılında Kocaelispor’da başlayan Ahmet Dursun, 1999-2003 ve 2005-2006 yılları arasında Beşiktaş’ta forma giymiş ve özellikle İnönü Stadı’nda oynanan Beşiktaş – Barcelona maçında Katalan temsilcisine attığı iki golle siyah-beyazlı taraftarların büyük bir sevgisini kazanmıştı.  Beşiktaş’ın ardından sırasıyla Tianjin Teda, İstanbulspor, Şekerspor, Antalyaspor, Ankaragücü, Kocaelispor, Hazar Lankaran, Adanaspor ve Eyüpspor formaları giymişti.

Tutuklu Gazetesi “Genişleyen kadrosuyla!!!”

Tutuklu Gazete yazıyor! Hapishanedeki gazeteciler tarafından çıkartılan Tutuklu Gazete’nin ikinci sayısı “genişleyen yazar kadrosuyla” 10 Ocak’ta yayımlanacak. Gazete BirGün, Evrensel, Atılım ve Aydınlık gazetelerinin eki olarak dağıtılacak.

Tutuklu Gazete’nin ilk sayısı Ağustos 2011’de çıkmıştı

Tutuklu gazeteciler tarafından çıkartılan Tutuklu Gazete’nin ikinci sayısı 10 Ocak’ta çıkacak. “Terörist değil gazeteciyiz” manşetiyle yayımlanacak olan gazete, BirGün, Evrensel ve Aydınlık gazeteleri ile 10 Ocak Salı, Atılım gazetesi ile birlikte 14 Ocak Cumartesi günü okuyucuyla buluşacak.

47 yazar, 16 sayfa

Tutuklu Gazete’nin ikinci sayısı, hapishanedeki 43 gazeteci ile yeni tahliye olan 2 gazeteci ve 2 konuk yazarın yazılarından olmak üzere 16 sayfa olarak hazırlandı. Gazetenin ikinci sayfasında hapishaneden gönderilen karikatürler de yer alacak.

Gazetenin ikinci sayısında konuk yazar olarak Nevin Berktaş ve Ece Temelkuran‘ın yazılarına yer verildi.

Hapishaneden çıkmasının ardından kalp ameliyatı geçiren ve ardından yaşamını yitiren Suzan Zengin‘in de anısına gazetede bir köşe ayrıldı.

Genişleyen yazar kadrosu
100 binden fazla basılıp dağıtılacak olan Tutuklu Gazete’nin ikinci sayısında “genişleyen yazar kadrosu” şunları yazıyor:

Ragıp Zarakolu: “Dışarıda olmanın yükünü taşıyamazdım artık. Burada daha özgürüm!”

Nevin Berktaş: “Toplumun tüm kesimleriyle savaşa karşı mücadeleyi birleştirme ve özgürlükler için savaşı örgütleme büyük önem kazanmaktadır. Düşünce özgürlüğü için mücadeleyi de bu kapsamın dışında ele alamayız”

Ece Temelkuran: “Siz ne zaman bu kadar profesyonel zalimler oldunuz? Ben buradayım arkadaş! Sen neredesin”

Doğan Yurdakul’dan “otosansürcüye tüyolar”: “Neye dokunmazsak yanmayız? Yolsuzluk, rüşvet, Pensilvanya, fener, deniz, yumurta, Hopa tıraşı, kolon, rektum, …”

Mustafa Balbay: Doğayı yok eden beyaz adamın her yeri “insan kokusuyla” doldurduğunu söyleyen Kızılderili Reis’in sözlerinden yola çıkarak; “Türkiye’de her yer iktidar kokusuyla dolmaktadır…”

Nedim Şener: “Ben özgürsem, sen özgürsen, hepimiz özgür oluruz; yoksa hepimiz tutsak…”

Müyesser Yıldız: Özelleştirilen adaletin 1919, 1960 ve günümüzdeki tiyatro sahnelerinden kesitler sunuyor…

Ahmet Şık: “Muhalif gazetecilere, öğrencilere, akademisyenlere, yayıncılara, Kürtlere, sosyalistlere varış noktası hapishaneler olan “tehcir” uygulanıyor.”

Soner Yalçın; tecrit altında bile kimsenin görmediği koğuş arkadaşlarıyla sohbetlerindeki sırrı paylaşıyor…

Barış Pehlivan, 100 yıl sonrasının gazetecilerine hitaben yazdığı mektupta esasında 2012’deki meslektaşlarına sesleniyor: “Senin zamanında da meslektaşlarının tutuklanması, özgürlüğünden mahrum kalması için çırpınan; yalanlarla muhbirlik yapan sözde gazeteciler var mı?”

Türkiye’nin “Vahşi Batı” yıllarını yazan Hikmet Çiçek: “ ‘Suçumuzu’ biliyoruz: AKP’nin temsil ettiği faşist diktatörlüğe karşı olmak.”

Silivri Toplama Kampı’ndan yazan Turhan Özlü: “Tüm meslektaşlarımızı TGS’ye üye olmaya çağırıyoruz.”

Tuncay Özkan: “Ben gazeteci değilmişim iktidara göre! Zırva tevil götürmez.”

Erol Zavar: “Bandrollü yasal kitaplar, dergiler, kapüşonlu gocuk, poşu, plastik bayrak sopası ve daha onlarca şey delil diye dosyalara konuluyor. Silahsız terör örgütü gibi absürt bir tanım yasal literatüre sokuluyor.”

Erdal Süsem: “Hür düşünceli bir gazeteci ve yazar olmanın rüştü, mahkemelerin ve kodesin yolunu arşınlamanıza bağlıdır.

Hüseyin Deniz: “Bizler daha büyük ve derin suskunlukları yaratmak için seçildik.”

Ömer Çelik, gözaltındayken, “sohbet aşkıyla tutuşan ekiplerin ‘bireysel davranmayı düşünür müsünüz?’ diyerek yaptıkları espiyonaj tekliflerini” yazıyor…

Çağdaş Kaplan: “Bu ülkede gerçekleri açığa çıkarmak isteyen gazeteciler ‘örgüt üyesi’ ise gerçek gazeteciler kim?”

Murat İlhan’ın Kürtçe yazısı da Tutuklu Gazete’de…