Ana Sayfa Blog Sayfa 4631

Halep’te kontrol kimde?

0

Suriye hükümeti, ülkenin ikinci büyük kenti Halep’te Cumartesi günü başlayan operasyonları sonucu Selahaddin semtinde denetimi sağladıklarını bildiriyor.

BBC’nin haberine göre Suriye devlet televizyonu askerlerin burada denetimi yeniden ele aldıklarını duyurdu; semtten görüntüler ve denetimi sağladıklarını söyleyen askerlerle mülakatlar yayınladı.

Özgür Suriye Ordusu öncülüğünde örgütlenen isyancılar ise yoğun bombardımana hedef olduklarını söylemekle birlikte, semtten püskürtüldükleri haberlerini yalanladı. İsyancılar bölgede çatışmaların sürdüğünü söylüyor.

Kentin gündeydoğusundaki Selahaddin, geçen hafta isyancıların eline geçmiş, hükümet günlerdir süren bombardıman ardından, kentin dışındaki güçlerini takviye ettikten sonra, bu bölgeye operasyon başlatmıştı.

Kentin kuzeydoğusuna düşen Sahur semtinden de yoğun bombardıman ve çatışma haberleri geliyor.

Halep’teki bir muhalif eylemci, patlama seslerinin kesilmediği korkunç bir gece geçirdiklerini, ambulans çağırmak için aradıklarında telefonları kimsenin açmadığını söyledi.

İsyancılar ise Halep ve Türkiye arasında kalan önemli bir kontrol noktasını ele geçirdiklerini söylüyor.

Al Jazeera’nın haberine göre ise Özgür Suriye Ordusu’nun Halep’deki askeri konseyinin başı olan Albay Abdel Jabbar al-Oqaidi Suriye Ordusu’nun bir metre bile ilerleyemediğini belirtiyor. Gece saatlerinde Selahaddin semtinde yeniden saldırıya geçtiklerini nbelirten isyancı komutan dört tankı tahrip ettiklerini iddia ediyor.

BBC Türkçe ve Al Jazeera’dan derlenmiştir.

(Yeşil Gazete)

En hafif ve en ucuz bisiklet

İşte mukavvadan yapılan, dünyanın en ucuz ve en hafif bisikleti

En teknolojik bisiklet haberine yanıt Grist’den geldi.

Ödüllü online ekoloji gazetesi Grist’den Sarah Laskow’un haberine göre İsrailli Izhar Gafni, mukavvadan ürettiği bisikletin hem çok ucuz, hem çok hafif, hem de dayanıklı olduğunu söylüyor.

Gövdesinden selesine kadar her şeyi mukavvadan yapılan bisiklete sadece fren ve vites tertibatı eklemek yeterli. Japon Origami sanatı ilkelerine göre yapılan mukavva bisiklet 135 kiloluk bir insanı taşıyabilecek güçte.

Gafni’ye göre yaklaşık 10 dolara mal olan bisiklet, ticari olarak üretilmesi halinde piyasada 60-90 dolara (100-160 TL) satılabilir.

Bisiklet, en ekolojik ulaşım biçimi olmasını, herkesin ulaşabileceği, en basit, en ucuz ve böylece en şenlikli ulaşım biçimi olmasına borçlu. Mukavva bisiklet, amartisörlü, titanyumdan yapılma, süper teknolojik ve pahalı modellerin yanında, bisiklete bu asli niteliğini geri kazandırabilir.

Bisikletin nasıl üretildiğini aşağıdaki videoda izleyebilirsiniz.

(Yeşil Gazete)

Afrika Yağmur Ormanları için Ulusal Gözlemleme Sistemi

Amazonlardan sonra en büyük yağmur ormanları, Afrika’nın Kongo Havzasında bulunuyor. 200 milyon hektarlık bir alana sahip olan bu yağmur ormanları aynı zamanda 60 milyon insanın yaşamını doğrudan etkiliyor.

Kongo havzası, tıpkı Amazonlar gibi başta iklim değişikliği olmak üzere bir çok çevre felaketinden doğrudan etkilenmekte. Bu ormanlar, hem karbondioksit yutak alanı olmalarından dolayı hem de 60 milyon insanın yaşam alanı olduğundan dolayı çok önemli bir konuma sahip.

Bu yüzden Orta Afrika Ormanları Komisyon (COMIFAC) ve BM Gıda ve Tarım Örğütü (FAO), Brezilya’nın amazonlar için kurmuş olduğu ulusal gözlemeleme sistemi üzerinden, Kongo’da da benzer bir sistemin kurulması için harekete geçti.

Burundi, Çad, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Ekvatoryal Gine, Gabon, Kongo Cumhuriyeti, Orta Afrika Cumhuriyeti, Ruanda, Sao Tome ve Principe de kendi ulusal sistemlerini kurmayı ve bu sistemleri diğer ülkeler ile entegre etmeyi planlıyor.

FAO da ilgili ülkelere orman alanlarını uzaktan belirlemek, bu alanlardaki değişiklikleri gözlemlemek ve karbon yutak miktarı tahminlerini yürütmek için teknik destek verecek.

Bu amaçla, Afrika Kalkınma Bankası üzerinden, İngiltere ve Norveç hükümetleri desteği ile bir Kongo Havza Ormanları Fonu kuruldu.


Guardian – Yeşil Gazete

Olimpiyatlar: İnsan gücünden medyanın gücüne – Müe İplikçi

‘Nerede o eski olimpiyatlar?’ diye söze başlamayacağım. Bu sözün  yaşadığım zaman dilimi anlamında olimpiyatlara ve onların temsil ettiği  ruha yetmeyeceğini biliyorum. Bunun için Zeus onuruna yapılan Eski  Yunan’a gitmek gerekir ki, bu da ayrı bir serüven anlamına gelebilir.

Londra  Olimpiyatları’nda yüzme yarışmalarını izliyorum. Teknolojinin baş  döndüren görüntüleriyle birlikte kırılan olimpiyat ya da dünya  rekorlarını izlerken, seyirciye anında sunulan seçenekler karşısında  insanın aklı duracak gibi oluyor. Sanki oradayız, sanki havuzun kenarına  tünemişiz, tünerken de anbean rekorları sayıyoruz.

Geçen  yüzyıldan itibaren değişen bir çehresi olduğunu hemen hepimiz biliyoruz  olimpiyatların. Şahsen her seyrettiğim yeni olimpiyat yarışında, tıpkı  her seyrettiğim Eurovizyon yarışmasında olduğu gibi insan gücünü değil,  çoğunlukla medya ve teknolojinin görsel olarak ön plana çıkardıklarını  izliyor ve bunu çağımızın kaçınılmaz bir yazgısı olarak  değerlendiriyorum.

Diyeceksiniz ki ne olmuş, bu neyi  değiştiririr? İnsanlar yüzüyor, koşuyor, biz de bunu evlerimizde en  görkemli haliyle izliyoruz.

Körfez Savaşı sırasındaki savaş  enstantanelerini hatırlıyorsunuz değil mi; savaşın yeniden üretildiği  ‘evlerimizdeki’ o savaşı? Bütün dünya olarak tanıklık ettiğimiz ve bir  bilgisayar oyununda geziniyormuşçasına gezindiğimiz o savaşı? Bir oyuna  indirgenen bir savaştı o. O savaşı aslında televizyon şirketlerinin  kazandığını da biliyoruz. Nedense insanlık tarihi açısından gerçekleşen o  çok önemli kırılma da zihnimde gezinip duruyor bu yazıyı yazarken.

Diyeceksiniz ki o bir savaştı. Savaşla olimpiyatların ne ilgisi olabilir?

Belki  tam da burada günümüzde oyunun ve rekabetin ne anlama geldiğini tekrar  sormamız gerekiyor. Günümüzde oyun ne anlama gelmektedir, bunu tekrar  tekrar düşünmemiz. Bir araç mı yoksa bir amaç mıdır oyun?

Ekranda seyrettiklerim oyunun bir araç olduğunu söylüyor bana. Amacınsa her koşulda ama her koşulda para kazanmak olduğunu!

Olimpiyatların  klasikten moderne, modernden medya ve teknolojinin zaferiyle taçlanan  ‘yeni’ tüketim üslubuna teğellenen haline bakmak için söylüyorum bunu.  Kısacası oyunun anlamının tamamen değiştiği yeni bir ‘olimpiyat  ideolojisi’nden bahsetmek gerekiyor. Bir yandan aristokrasinin ya da üst  sınıfların elinden diğer sınıfların eline geçen, halka sunulan, belli  ulusların egemenliğinden küresel bir boyuta taşınan, ırk ve cinsiyet  tanımaz ulusötesi bir çoğulluğun içindeymiş hissini veren bir gösteri de  bu. İşin en cazip yanı da bu aslında. Bir dünya arenasında olduğunuzun  size hissettirilmesi.

Gerçekten yaşanan bu mu sizce?

Bir  diğer yandan bakıldığında (aslında) devasa şirketlerin tekelinde  şekillenen ve neredeyse çarkların işleyiş düzeninin yeni bir yansıyış  biçimi olan bir şovla karşı karşıyayız. Dediğim gibi benim kafamı  bulandıran yer tam da burası. Olimpiyatların, sporcuların ve sporun araç  haline getirildiği bir şova dönüştürülmüş olması.

İnsanın o  dayanıklılığını bize sunan pek bir şey yok. Varsa yoksa kırılan  rekorlar, kazananların hızla ekrandan akan sevinçleri, kısa kes Aydın  havası olsun tarzındaki madalya törenleri, sürat, çabukluk ve bolca  yakın çekim var bu gösteride. Kısacası sadece sonuç var. O da sadece  galip gelen için. O da sadece küçücük bir andan ibaret olan madalya  törenine kadar.

Gerisi yeni yarışlar, yeni yakın çekimler…  Yavaşlatılmış çekimlerde bile gözetilen hızın yavaşlatılmış halinin  estetiği ön planda, insanın sarf ettiği emeğin gerçek rengi ve yüzü  değil.

Sporcuların ne kadar figüranlaştırıldıklarının farkına vardınız mı? Sahi kim onlar?

Sanırım büyük oyunun küçük birer parçası.

Büyük oyun ne mi?

Elbette  çarkların yeni dünya düzenine göre hızla dönüş biçimi ve biz  seyircilerin bundan aldığı tarifsiz (belki de çaresiz) keyif.

 

Müge İplikçi – Vatan

Hayvancılık can çekişiyor – Ali Ekber Yıldırım

Hayvancılıkta yeni kriz kapıda.Yüksek girdi maliyetleri ve hükümetin devam eden ithalat politikası besicileri ve süt hayvancılığı yapanları iflasın eşiğine getirdi. Koç Holding ile Ata İnşaat’ın 1999’da Şanlıurfa’da kurduğu ve o dönemin en büyük hayvancılık işletmesi olan Haranova Çiftliği besicilikten çekildiğini resmen açıkladı. Koç’tan sonra fast food sektörünün dünya devi McDonalds da İzmir Tire’de ve Afyon’daki toplam 8 bin başlık besi işletmesine bir süredir yeni hayvan almıyor. McDonalds, besideki hayvanları kestikten sonra sektörden tamamen çekilme kararı aldı. Besiciler “Koç ve McDonalds’tan sonra sıra kimde?” diye birbirlerine soruyor.
EBK’dan ete zam
Et ve Balık Kurumu görev zararından kurtulmak için perakende et fiyatına zam yaparken besiciden aldığı karkas etin fiyatını artırmaması besicilerin tepkisine neden oldu. Besiciler, “Koç,McDonalds gibi dev firmalar bile havlu atarken bizim ayakta kalma şansımız hiç yok.” diyor. Et ve Balık Kurumu Genel Müdürü Bekir Ulubaş ise, besiciliğin sürdürülebilir olması gerektiğini belirterek zarar etmemek için fiyat ayarlaması yaptıklarını söyledi. Ulubaş, karkas et fiyatının artırılmasının piyasa dengelerini bozacağını, besicinin girdi maliyetlerinin aşağı çekilmesi gerektiğini ifade etti.
Süt hayvanları kesiliyor
Artan girdi maliyetleri nedeniyle süt yem paritesindeki bozulma nedeniyle 2008 yılında olduğu gibi süt hayvanları kesiliyor. Saray Halı Yönetim Kurulu Başkanı Necati Kurmel’in bir süre önce DÜNYA’ ya verdiği röportajda dile getirdiği gibi süt hayvanlarının kesime gidiyor. Sıfır faizli kredi ile kurulan birçok işletme yakında başlayacak kredi geri ödemelerini yapamayacak durumda.
Hayvancılıkta öne çıkan 6 sorun
1-Yem başta olmak üzere yüksek girdi fiyatları nedeniyle üretim maliyeti çok yüksek
2- İthalat politikası ile ülkeye yerli üreticinin maliyetinin çok altında fiyatlarla canlı hayvan ve et ithal ediliyor
3- Sıfır faizli kredi ile binlerce işletme kurulurken, bu işletmelerin yem ihtiyacı, ürettikleri et ve sütün pazarlanmasına yönelik planlama yapılmadı
4-Yem/süt paritesindeki dengesizlik giderilemedi. Üretici sattığı sütle ihtiyacı olan yemi alamıyor
5- Çok sık yapılan mevzuat değişiklikleri nedeniyle sektör önünü göremiyor
6-Ağustos ayında başlayacak sıfır faizli kredilerin geri ödemesinde sıkıntı var

Ali Ekber YILDIRIM – Dünya

CHP’nin merkez yönetimi belli oldu

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyelerini belirledi.

CHP Basın Birimi’nden yapılan yazılı açıklamaya göre, Kılıçdaroğlu, partisinin 17-18 Temmuz’da yapılan 34. Olağan Kurultayı’nda seçilen Parti Meclisi (PM) üyeleri arasından MYK üyelerini atadı.

Yeni MYK’da Genel Sekreterliğe Bihlun Tamaylıgil, Parti Örgütü ve Örgüt Yönetimlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı’na Adnan Keskin getirilirken, İletişim, Tanıtım ve Medya ile İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin oldu.

Karadeniz’i HES çöplüğüne çevirecekler

Karadeniz’de bölge halkının tepkisine karşın işletilen 54 hidroelektrik santralı (HES), onay verilen ve inşaat halindeki projelerle birlikte yaklaşık 10 kat artarak 516’ya çıkacak.

HES’lere karşı yürütülen hukuk mücadelesinin dayanağı olan yasanın da yürürlükten kalkmasıyla Karadeniz bölgesi birkaç yıl içinde “HES çöplüğüne” dönüşecek. MHP İstanbul Milletvekili Durmuşali Toprak’ın soru önergesini yanıtlayan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Karadeniz Bölgesi’nin inşaat ve projelerle kısa bir süre içerisinde “HES çöplüğüne” dönüşeceğinin sinyalini verdi.

Kurulduğu akarsuyun bulunduğu alandaki ekolojik dengeyi altüst eden HES’ler bölge halkının geçimini sağladığı toprakların susuz kalmasına neden oluyor. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın resmi verilerine göre Karadeniz Bölgesi’nden şu an 54 HES işletilirken, lisans verilen 115 HES projesi ise inşaat halinde bulunuyor. Mevcut işletilen ve inşaat halinde olan HES’lerin yanı sıra bakanlık tarafından 67 HES projesine de gerekli olan lisanslar verilerek inşaat aşamasına hazır halde bulunuyor. Karadeniz Bölgesi’nde işletilen, inşaat halinde olan ve lisans süreci tamamlanan 236 HES’in yanında Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci tamamlanan 290 HES projesi de bakanlığın gündeminde bulunuyor. Buna göre, Karadeniz’deki mevcut HES’ler ve gündemde olan projelerle HES’lerin toplam sayısı yaklaşık 10 kat artarak 54’ten 516’ya çıkacak.

Mücadeleyi baltalama girişimi

• Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasası’nın geçen haziran ayında TBMM’de kabul edilmesiyle birlikte HES’lere karşı başlatılan hukuk mücadelesi de ağır bir darbe almıştı. Yasayla birlikte HES’lere karşı mahkemeler tarafından verilen “yürütmeyi durdurma” ve “iptal” kararlarının dayanağı olan Milli Parklar Yasası yürürlükten kaldırılınca, HES’lere karşı verilen yargı mücadelesinin dayanağı da ortadan kalkmıştı.

• Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu da Karadeniz’deki HES projelerinin ÇED sürecinde kapsamlı bir düzenleme ve incelemeden geçtiğini; doğal ve sosyo-ekonomik çevre üzerinde meydana gelebilecek olumsuz etkilerin önlenmesine yönelik çalışmaların bu kapsamda ele alındığını ifade etti.

• Eroğlu, firmalarla imzalanan su kullanım hakkı anlaşmaları çerçevesinde tesis edilen HES projelerinde; yurttaşların mağdur edilmeden, doğanın ve yurttaşların ihtiyaç duyduğu su hakkının teminat altına alındığını savundu. Erdoğlu, “Suyun arta kalan kısmından enerji üretilmesi hedefleniyor. Projelendirmede, taşınmaz kültür varlıklarının korunmasıyla alakalı gereken hassasiyet gösterilmekte, koruma ve kullanma dengesi gözetilmektedir” dedi.

(Cumhuriyet)

En teknolojik bisiklet

İngiliz otomobil üreticisi Aston Martin, dünyanın en ileri teknolojili bisikletini üretti. Bisiklette araba konforunu aratmayacak birçok özellik bulunuyor. The Sun gazetesinde yer alan habere göre; bisiklette gelişmiş bir yol bilgisayarı ve dokunmatik ekran bulunuyor. Bilgisayar süratten hava sıcaklığına kadar 100 kadar konuda bilgi veriyor.

Alet ayrıca insanın vücut sıcaklığını, nabzını, solunum hızını da ölçüyor. Teknoloji harikası bisiklette Bluetooth da var, akıllı telefonlar ve diğer cihazlarla bilgi paylaşımı mümkün oluyor.

Bisikletten son derece sınırlı miktarda üretiliyor. Her bir bisiklet birkaç kişinin iki hafta süren çalışmasıyla üretiliyor. Şimdiye kadar sadece 77 bisiklet üretildi. 70 bin lira gibi bir bisiklet için astronomik fiyat talep edilmesine rağmen bisiklete dünyanın çeşitli yerlerinden siparişler geldi.

(Ajanslar)

‘Kültür Bakanlığı kapatılmalı’

Oyuncu Can Gürzap, Radikal’den İpek İzci’ye, yeni çıkan kitabını anlattı ve son günlerdeki popüler kültür-sanat tartışmaları hakkında çarpıcı açıklamarda bulundu. Gürzap, Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları’nın kapatılması yerine, Kültür Bakanlığı’nın kapatılmasını savundu:

Kitabı 9-10 yıl önce yazmaya başladım, Ocak 2012’de bitirdim. Son dönemdeki konular üzerine yazmadım zaten Şehir Tiyatroları meselesi martta patladı. Nisan sonu-mayıs başı Devlet Tiyatroları kapatılsın mı özelleştirilsin mi konusu gündeme geldi. Basit bir şekilde nedir bu Devlet Tiyatroları (DT), ne yapar ne eder onu yazıyordum sonra baktım ki bürokratı, gazete yazarı, politikacısı bizim üzerimize geliyor… O zaman dedim ki birinin bu meseleyi ayrıntılı bir şekilde anlatması gerekiyor. Oturdum yazdım.

’Perdenin Arkasından: Devlet Tiyatrosu Gerçeği’’, tiyatroyu, tiyatronun işleyişini, gereklerini, tiyatrocunun nasıl olması gerektiğini, kendine nasıl özen göstermesi gerektiğini anlatıyor. DT üzerinden bizi anlatıyorum. Mesela bakan ya da bürokratların çoğu koltuğa oturur oturmaz DT’yi kurcalamaya başlar. Bu arada bu bürokratların çoğunun gençliklerinde ya da öğrenciliklerinde tiyatroyla ilişkileri vardır. Bir bakan vardı mesela, öğrencilik yıllarında filmlerde figüranlık yapmış harçlığını çıkarmak için. Adam tiyatroyla, sanatla ilişki içinde olduğunu zannediyor, vehmediyor. Yani tiyatroyu bilen de konuşuyor bilmeyen de…

Tiyatro renkli bir dünyadır, büyük bir sanat dalıdır. O yüzden ben Kültür Bakanlığı kaldırılsın diyorum. Kültür Bakanlığı olursa bir ülkede sanat politikanın içine, politika da sanatın içine girer. Hele Türkiye gibi politikanın bu kadar kolayca oraya buraya girebildiği, günlük hayatta bile insanların konuştuğu konuların yarısından belki de fazlasının politik olduğu bir ülkede Kültür Bakanlığı dediğiniz zaman kültürün içine politika mutlaka girer. Kültür Bakanlığı kaldırılırsa yerine Cumhurbaşkanlığı’na veya Başbakanlık’a bağlı bir müsteşarlık getirilebilir. O zaman oraya yatkın bir insanı getirirsiniz. Getirmek de zorundasınız, o ihtiyacı hissedersiniz zaten. Mesela DT, Başbakanlık Müsteşarlığı’na bağlı olduğu zamanlarda çıt çıkmıyordu, gayet iyiydi.

DT, düştü düştü kalktı ama hep ayakta durmaya çalıştı. Ülkenin kültürüne, sanatına katkıda bulunmaya çalıştı. Sanatla ilgisi olmayan siyasilerin, bürokratların hakaretlerine maruz kaldı. Üstelik DT topluma değişik çehrelerle sunuldu. “Bunlar zaten yan gelip yatar, para alır” denildi, “İkide bir kazan kaldırır”, “Bunlar eskimiş tiyatro yapmaktadır” vs… Sonunda da “Devlet Tiyatrosu’nu kapatalım” noktasına gelindi. Üstelik çoğu aydın “Bu Devlet Tiyatrosu neden belirli zamanlarda, bazı uygulamalara karşı çıkıyor, şunu bir araştıralım.” bile demedi. Yani kısacası eğer DT bildiri yayımlamış ya da kamu önünde toplantılar yapmışsa, kendini ve tiyatroyu korumak için yapmıştır.

1914’te kurulan Darülbedayi’nin en önemli problemlerinden biri Edebi Heyet’ti. Bu Edebi Heyet daha sonra Edebi Kurul adını aldı. Bu kurul, ödenekli tiyatrolarda oynanacak oyunlara karar veriyordu ve 1928-29 tiyatro sezonunda kaldırıldı. O zaman resmen kıyamet koptu. Muhsin Ertuğrul, Darülbedayi ve İstanbul Belediyesi aleyhinde müthiş bir yayın başladı. Bunun nedeni de uzun yıllar Darülbedayi’yi kargaşa içinde yönetmeye çalışmış, onu bunu kayırarak kötü oyunlara oynanabilir raporu vermiş, ‘al gülüm ver gülüm’ anlayışı içinde bir grubun işten el çektirilmesiydi. Edebi Kurul’a, tiyatroya zarar vermekten başka hiçbir özelliği olmayan bir sansür kurulu da denebilir. İster özel, ister ödenekli olsun, araştırdığım kadarıyla hiçbir uygar ülkenin tiyatrosunda böyle bir kurul yok.

Mesela Çehov’un ‘Yalta’ diye bir oyununu oynamak istemiştim ki daha önce Ali Poyrazoğlu oynamıştı onu çok iyi bir şekilde. Ama Edebi Kurul’da takıldı oyun! Telefon açtım Edebi Kurul başkanına, “Can’cım bu oyun çok statik, çok durgun” dedi adam. Yahu oyunu ben oynayacağım, ayrıca oyun oyundur, sana ne? Ayrıca sahnede dört insan dört saat boyunca hiç kımıldamadan konuşabilir. Bu da tiyatrodur. Dört kişi o şekilde konuşabilir ama öyle hareket vardır o konuşmaların içinde ki o durgunluğu görmezsiniz! İşte mesele budur. Dedim ki, “Ben sahneye koyacağım bunu”. “E peki geçirelim o zaman” dediler. Sonra kısmet olmadı, ben oyunu sahneye koyamadım.
DT, şu an çok huzursuz. ‘Ne olacağız?’ kaygısı var tabii. Ben bu ‘Kapatılacak ya da özelleştirilecek’ sözünü duyacağımı hiç zannetmemiştim. Fakat çok ilginç, niye olmaması gerektiğini birilerinin anlaması gerekiyor. Çıktılar, özel tiyatro olsun dediler. Birkaç kişi savundu da bunu, bir tek Cüneyt Özdemir çıktı yurtdışından 4 ayrı tiyatrodan bilgi aldı, bağlanıp.

‘Mutsuzluk içinde tiyatro yapılmaz’
Tiyatro adamı kolay yetişmiyor. Mutsuzluk içinde tiyatro yapılmaz. Türkiye ’de 12 Mart, işkenceler, ölümler, idamlar, 12 Eylül vs…
ekonomik krizler. Neler neler yaşandı. Hepsinin üstesinden bir şekilde geldi tiyatrocular…

İngiltere , Fransa gibi Avrupa ülkelerinde devletten yardım alan, devletin sponsor olduğu ŞT vardır. Bunların adını ulusal tiyatro koymuşlar, kime ne zararı var?

Devletin, hükümetin görüşünü sahneye çıkartan oyunlar söz konusu olursa işte ona faşist tiyatro denir. Ismarlama tiyatro olmaz.

AB ’ye girmek istiyorsanız zaten ödenekli tiyatroları kapatamazsınız. Kapatmak bir yana AB , bunların arttırılması konusunda sizden adım bekliyor.

Babam Reşit Gürzap tiyatrocuydu. Onun etkisiyle gözümü açtım tiyatroyla buluştum. Müsamereleri saymazsak, profesyonel olarak ilk sahneye çıkışım 1965 yılıydı.

Çin donanması Akdeniz’e girdi

Mısır’ın Al-Shuruk gazetesi, Çin donanmasına ait bir destroyer gemisinin Süveyş kanalından geçerek Akdeniz’e girdiği bildirdi. İsrail merkezli haber sitesi Ynet ise, geminin rotasının büyük ihtimalle Suriye açıkları olduğunu yazdı. Siteye göre, savaş gemisinin bölgede bir takım manevralar yapması bekleniyor.

(DHA)