Dış Köşe

Olimpiyatlar: İnsan gücünden medyanın gücüne – Müe İplikçi

0

‘Nerede o eski olimpiyatlar?’ diye söze başlamayacağım. Bu sözün  yaşadığım zaman dilimi anlamında olimpiyatlara ve onların temsil ettiği  ruha yetmeyeceğini biliyorum. Bunun için Zeus onuruna yapılan Eski  Yunan’a gitmek gerekir ki, bu da ayrı bir serüven anlamına gelebilir.

Londra  Olimpiyatları’nda yüzme yarışmalarını izliyorum. Teknolojinin baş  döndüren görüntüleriyle birlikte kırılan olimpiyat ya da dünya  rekorlarını izlerken, seyirciye anında sunulan seçenekler karşısında  insanın aklı duracak gibi oluyor. Sanki oradayız, sanki havuzun kenarına  tünemişiz, tünerken de anbean rekorları sayıyoruz.

Geçen  yüzyıldan itibaren değişen bir çehresi olduğunu hemen hepimiz biliyoruz  olimpiyatların. Şahsen her seyrettiğim yeni olimpiyat yarışında, tıpkı  her seyrettiğim Eurovizyon yarışmasında olduğu gibi insan gücünü değil,  çoğunlukla medya ve teknolojinin görsel olarak ön plana çıkardıklarını  izliyor ve bunu çağımızın kaçınılmaz bir yazgısı olarak  değerlendiriyorum.

Diyeceksiniz ki ne olmuş, bu neyi  değiştiririr? İnsanlar yüzüyor, koşuyor, biz de bunu evlerimizde en  görkemli haliyle izliyoruz.

Körfez Savaşı sırasındaki savaş  enstantanelerini hatırlıyorsunuz değil mi; savaşın yeniden üretildiği  ‘evlerimizdeki’ o savaşı? Bütün dünya olarak tanıklık ettiğimiz ve bir  bilgisayar oyununda geziniyormuşçasına gezindiğimiz o savaşı? Bir oyuna  indirgenen bir savaştı o. O savaşı aslında televizyon şirketlerinin  kazandığını da biliyoruz. Nedense insanlık tarihi açısından gerçekleşen o  çok önemli kırılma da zihnimde gezinip duruyor bu yazıyı yazarken.

Diyeceksiniz ki o bir savaştı. Savaşla olimpiyatların ne ilgisi olabilir?

Belki  tam da burada günümüzde oyunun ve rekabetin ne anlama geldiğini tekrar  sormamız gerekiyor. Günümüzde oyun ne anlama gelmektedir, bunu tekrar  tekrar düşünmemiz. Bir araç mı yoksa bir amaç mıdır oyun?

Ekranda seyrettiklerim oyunun bir araç olduğunu söylüyor bana. Amacınsa her koşulda ama her koşulda para kazanmak olduğunu!

Olimpiyatların  klasikten moderne, modernden medya ve teknolojinin zaferiyle taçlanan  ‘yeni’ tüketim üslubuna teğellenen haline bakmak için söylüyorum bunu.  Kısacası oyunun anlamının tamamen değiştiği yeni bir ‘olimpiyat  ideolojisi’nden bahsetmek gerekiyor. Bir yandan aristokrasinin ya da üst  sınıfların elinden diğer sınıfların eline geçen, halka sunulan, belli  ulusların egemenliğinden küresel bir boyuta taşınan, ırk ve cinsiyet  tanımaz ulusötesi bir çoğulluğun içindeymiş hissini veren bir gösteri de  bu. İşin en cazip yanı da bu aslında. Bir dünya arenasında olduğunuzun  size hissettirilmesi.

Gerçekten yaşanan bu mu sizce?

Bir  diğer yandan bakıldığında (aslında) devasa şirketlerin tekelinde  şekillenen ve neredeyse çarkların işleyiş düzeninin yeni bir yansıyış  biçimi olan bir şovla karşı karşıyayız. Dediğim gibi benim kafamı  bulandıran yer tam da burası. Olimpiyatların, sporcuların ve sporun araç  haline getirildiği bir şova dönüştürülmüş olması.

İnsanın o  dayanıklılığını bize sunan pek bir şey yok. Varsa yoksa kırılan  rekorlar, kazananların hızla ekrandan akan sevinçleri, kısa kes Aydın  havası olsun tarzındaki madalya törenleri, sürat, çabukluk ve bolca  yakın çekim var bu gösteride. Kısacası sadece sonuç var. O da sadece  galip gelen için. O da sadece küçücük bir andan ibaret olan madalya  törenine kadar.

Gerisi yeni yarışlar, yeni yakın çekimler…  Yavaşlatılmış çekimlerde bile gözetilen hızın yavaşlatılmış halinin  estetiği ön planda, insanın sarf ettiği emeğin gerçek rengi ve yüzü  değil.

Sporcuların ne kadar figüranlaştırıldıklarının farkına vardınız mı? Sahi kim onlar?

Sanırım büyük oyunun küçük birer parçası.

Büyük oyun ne mi?

Elbette  çarkların yeni dünya düzenine göre hızla dönüş biçimi ve biz  seyircilerin bundan aldığı tarifsiz (belki de çaresiz) keyif.

 

Müge İplikçi – Vatan

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.