Ana Sayfa Blog Sayfa 4480

Serena, Brisbane’de ikinci turu da rahat geçti

0

Brisbane Uluslararası Tenis Turnuvası’ndaki ilk tur maçında Varvara Lepchenko’ya karşı sadece üç oyun kaybeden dünya üç numarası Serena Williams, Fransız rakibi Alize Cornet’yi de rahat geçti.

Yaklaşık bir saat sürek karşılaşmada servislerinden yüzde 78’lik puan çıkartma başarısı yakalayan Williams, altı da ace atarak Cornet’ye şans tanımadı. Mücadelenin ilk setini 6-2 ile hanesine yazdıran dünya üç numarası, mücadelenin ikinci setini de aynı skorla, 6-2 kazanmayı başardı.

Serena Williams ayrıca ikinci setin dördüncü oyununda saatte 200 km hız barajını geçen bir servis attı. Kariyerinin en hızlı servislerinden birini kullanan ABD’li raket servisine ilişkin, “200 barajını daha önce de aşmıştım ama hiç içeri düşmemişti. Bu kez içeri düştüğü için heyecanlıyım” ifadelerini kullandı.

2012’de Amerika Açık ve Sezon Sonu Şampiyonası’nda zafere ulaşan, Londra Olimpiyat Oyunları’nda da altın madalya kazanan raket, Brisbane’in çeyrek finalinde Sloane Stephens – Sofia Arvidssom karşılaşmasının galibiyle oynayacak.

Brisbane Uluslararası Tenis Turnuvasının resmi sitesinden de turnuvayı günü gününe takip etmek mümkün

(Reuters, Eurosport)

Küresel ısınmaya adapte olamama süreci – Belkıs Gökbulut

Küresel sıcaklık sürekli olarak artıyor ve yakın gelecekte bu artışın hızlanarak devam etmesi bekleniyor. Sorunu göz ardı etmek isteyenler çeşitli argümanlarla durumu geçiştirmeye çalışırken, küresel ısınmanın yarattığı tahribat her geçen gün daha ciddi boyutlara ulaşıyor. Geçen haftalarda yazdığım yazılarda bu konuda ortaya atılan argümanlardan bazılarını ele almıştım. Bu argümanlardan bir diğeri de; “canlı türlerinin küresel ısınmaya adapte olabileceğinin” iddia edilmesidir.

Öncelikle, bilimsel tekniklerle geçmişte yaşanmış iklim değişiklikleri ve canlı türlerinin yaşadığı süreçler hakkında fikir edinebiliyoruz. Fosil kalıntılar bize geçmişte bazı türlerin yaşanan değişimlere adapte olurken, bir kısmının yok olduğunu gösteriyor. Fakat geçmişte doğal olarak yaşanan süreç ile şu an insan etkisiyle oluşan süreci birbirinden ayırmak gerekiyor.

Bu ayrımı yaparken,  insanoğlunun yeryüzünde oluşturduğu değişimleri göz ardı etmemeliyiz. İnsan nüfusu 1800’lü yıllardan bu yana 6 kat arttı, bunun sonucunda küresel ekonomi 50 kat büyüdü. Tüm bu gelişmeler yaşanırken,  modern hayat tamamen doğal çevrenin sömürülmesi üzerine kuruldu. Bugün dünyanın kara alanın %83’ü direkt olarak insan etkisi altında, bu verimli yüzeyin %36’ sının üzerinde ise insanlık tamamıyla hakimiyet kurmuş durumda. Doğadaki tatlı su kaynaklarının yarısı insanlar için kullanılıyor, balıkçılık ve orman hayvanlarının kullanımı her geçen gün artıyor. Son birkaç yüzyılda Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’daki ormanların büyük çoğunluğu tarım, kereste ve kentsel gelişim için yok edildi. Endüstri ile gezegenimizin normal süreçte oluşturduğundan daha fazla nitrojen reaktif forma dönüştürülüyor. Tarım ve endüstri yöntemlerimizle atmosfere saldığımız sera gazı miktarı son birkaç milyon yılda eşi benzeri görülmemiş bir seviyeye ulaşmış durumda.

Bu etkilerden yola çıkarak gelecekte türlerin karşı karşıya geleceği riskler ile ilgili tahminlerde bulunuluyor.  2005 yılında yayınlanan Milenyum Ekosistem Değerlendirme Raporu( Millennium Ecosystem Assessment Report) ‘nda konuyla ilgili umutsuz sonuçlar dile getirildi. Raporun sonuçlarına göre; dünyadaki ekosistemin %60’ı bozulmuş durumda ve  bunu geçmişte yaşanmış süreçlerle kıyasladığımızda şu anki gidişat 1000 kat daha hızlı ilerliyor. İklim bilimciler tarafından 2003’te yürütülmüş bir çalışma ise; ağaçların ve doğal ortamın yok edilmesinden dolayı 2100 yılına kadar Güneydoğu Asya bölgesindeki canlı türlerinin %42’sinin yok olacağını gösteriyor. Ayrıca, Avrupa’da şu ana kadar yapılmış, en bilinen araştırma;  iklim değişikliğinden dolayı 2050 yılına kadar küresel olarak bitki ve hayvan türlerinin %18-35’inin yok olacağını öne sürüyor. Geçmişle kıyaslayacak olursak; yaşanmış en büyük kıyamet 65 milyon yıl önce dinozorları ortadan kaldıran göktaşı çarpmasıydı ve bu olayda canlı türlerinin yaklaşık %70’i yok oldu. Yani bu kadar kısa sürede yaşanan büyük değişimler geçmişte ancak ani yaşanan büyük felaketlerle oluşuyordu.

Yukarıdakilere ek olarak; geçmişte yaşanmış adaptasyon süreçlerinde türler ısınma ya da soğumaya bağlı olarak daha yüksek ya da daha alçak enlemlere doğru yer değiştiriyorlardı. Fakat insanlığın yarattığı tahribat nedeniyle türlerin göç edebileceği yerler artık kalmadı. Yani iklim değişikliğinden dolayı oluşan bir tehlike diğerini tetikliyor ve toplamda daha hızlı bir çöküş sürecine giriliyor.

Son olarak; Uluslar arası İklim Değişikliği Paneli ( IPCC) ‘nde ısınmanın her on yılda 0.2 – 0.6°C  arası artış gösterdiği dile getirildi. Geçmişle kıyaslayacak olursak; son 800.000 yılda dünyanın yaşadığı ısınma periyotlarında sıcaklık on yılda ~0.005°C artarak ilerliyordu. Doğa uzun dönemlerde yaşanan bu sıcaklık değişimlerine uyum sağlayabiliyordu ve bazı türler hayatta kalmayı başarabiliyordu. Fakat artık ne canlı türlerinin uyum sağlayabileceği doğal bir ortam,  ne de kendilerini korumaları için vakit var. Üstelik bu süreci durdurmaya yönelik çalışmalar hızlandırılmazsa yeryüzünde tahribat yaratmaya devam edecek bir insan neslinden bile söz edilemeyecek…


Belkıs Gökbulut

Boğaziçi Üniversitesi
İklim Değişikliği Çalışma Grubu

Almanya güneş enerjisi kullanımında rekor kırdı

Alman Güneş Endüstrisi Birliği’nin (BSW) verilerine göre Almanya 2012 yılında güneş enerjisi kullanımında yeni bir rekor daha kırdı. 2012’de 1,3 milyon güneş enerjisi tesisatı sayesinde sekiz milyon hanenin yıllık elektrik ihtiyacı karşılandı. Böylece güneş enerjisinin elektrik üretimindeki payı Almanya’da bir yılda yüzde 45 oranında artmış oldu.

BSW birlik başkanı Carsten Körnig, Almanya’nın güneş enerjisine verdiği ağırlığın meyvelerini toplamaya başladığını, güneşin enerji üretimindeki payının üç yılda dört kat arttığını, aynı zaman zarfında güneş enerjisi tesisatı maliyetinin de yarı yarıya azaldığını söyledi.

Güneş Endüstrisi Birliği Başkanı, 2013 yılında branşlarını yeni trendlerin beklediğini ve güneşten kazanılan enerjinin akülerde depolanması ve modern enerji yönetimi sistemleri sayesinde yeşil enerjiden daha fazla verim alınacağını dile getirdi. Körnig, özel güneş tesisatıyla kazanılan elektriğin artık enerji şirketlerinden alınan elektrikten ucuza geldiğini ve foto voltaj teknolojisinin Almanya’nın elektrik ihtiyacının yüzde beşini karşıladığını sözlerine ekledi.

(Deutsche Welle Türkçe)

 

Shell uslanmıyor. Bu sefer de sondaj gemisi Alaska’da karaya oturdu

Petrol devi Shell’e ait bir sondaj gemisi Alaska Körfezindeki Sitkalidak adası yakınlarında karaya oturdu. 150.000 gallondan fazla yakıt taşıdığı belirtilen ‘Kulluk’ adlı gemi, yapılan açıklamaya göre yakalandığı fırtınadan kaçmaya çalışırken hakimiyetini kaybetti. Mürettebatın sahil güvenlik ekiplerince tahliye edildiği gemiden, yetkililerin havadan yaptığı gözlemlerin sonucunda bir sızıntı belirtisi görülmediği açıklandı.

150,000 gallon ultra-düşük sülfür dizel yakıt, 12,000 gallon motor yağı ve hidrolik yağ taşıyan gemide çalışan 18 kişi kurtarma ekiplerince tahliye edildi. Hasar tespit çalışmaları ise sürüyor.

Nijerya, İskoçya, ABD ve daha birçok ülkede sayısız çevre felaketine neden olan Shell firması, geçen sene buzulların erimesi sonucunda ortaya çıkan petrol rezervlerinde de petrol çalışmalarına başlamıştı.

Kuzey Kutbuna doğru harekete geçtiği ilk günlerde “Noble Discoverer” adlı gemisi karaya oturan, Chukchi Denizi’nde çalışmalarına başladıktan 24 saat sonra sondaj gemilerinin üzerine gelen devasa buz parçalarından ötürü çalışmalarını durdurmak zorunda kalan firma, 2012 ilk günlerinde de dünyayı yeni bir tehlike ile karşı karşıya getirmişe benziyor.

Doğal Yaşam Derneği’nin ArktikaBölgesi çalışmalarından sorumlu direktörü Lois N. Epstein sondaj gemisinin karaya oturması sonrasında yaptığı açıklamada, “Bu rahatsız edici kazanını etkileri açık: Shell firması ve taşeronları ne yükleme aşamasında ne de taşıma aşamasında Alaska’nın hava ve deniz şartlarını kaale almıyor!” dedi.

Kazanın meydana geldiği Kodiak takımadaları, boynuzlu kutup martısı, kırmızı yüzlü karabatak ve Harlequin ördekleri de olmak üzere 250’den fazla kuş türüne ev sahipliği yapıyor. Alaska’nın en yüksek kış kuşu populasyonunu barındıran adalar aynı zamanda somon balığı ile beslenen Kodiak kahverengi ayısının da anavatanı.

(Deutsche Welle, Yeşil Gazete)

 

İstanbul’da doğalgaz faciası. 5 kadın karbonmonoksitten öldü

İstanbul Zeytinburnu’nda doğal gazdan zehirlenen Afganistan uyruklu biri üniversite öğrencisi 5 kadın hayatını kaybetti. Evdeki şofbenden sızan karbonmonoksit gazının ölümlere neden olduğu belirtiliyor. Doğalgaz faciası Zeytinburnu semtinde bulunan Ziya Gökalp Mahallesi 47/5 Sokak’taki 5 katlı binanın bodrum katında meydana geldi.

Ölenlerin yakını olduğu belirtilen Afganistan uyruklu bir kişinin, uzun süredir haber alamadığı yakınlarının kaldığı eve gelip kapıyı açan olmayınca durumu polise bildirmesi ile facia ortaya çıktı. Kapıyı çağırdıkları çilingire açtıran polis ekipleri, evde 5 kişinin cesedi ile karşılaştı.

Evde duyulan gaz kokusunun polislerde ölümlerin doğalgaz sobasından sızan gaz nedeniyle gerçekleşmiş olması şüphesi uyandırması üzerine olay mahalline çağrılan İGDAŞ görevlilerinin yaptıkları açıklamada şu ifadelere yer verildi

”İGDAŞ ekiplerinin yaptıkları ilk incelemede doğalgaz tesisatına İGDAŞ’ın bilgisi dışında bacalı şofben bağlandığı ve şofbenin baca bağlantısının uygunsuz bir şekilde yapıldığı tespit edilmiştir. Ortamda yüksek oranda karbonmonoksit gazı ölçülmüştür.

Zehirlenmeye şofbenin bacasından sızan karbonmonoksit gazının sebep olduğu tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, zehirlenme ile ilgili kesin sonuçlar, yetkililer tarafından yapılacak incelemeler sonucunda ortaya çıkacaktır.”

Hayatını kaybeden 5 kişiden birinin Türkiye’ye üniversite okumak için geldiği, onu ziyarete gelen 4 kişinin ise 2 haftadır Türkiye’de olduğu öğrenildi.

(Ntvmsnbc, T24)

 

 

 

2012’nin iklim olayları – 1. Ocak ayı

Bir dedenin torununa anlatmaya kalktığında nereden başlayacağını bilemeyeceği bir seneyi geride bırakmışa benziyoruz. Savaşlar, çatışmalar, felaketler, demokrasi ihlalleri, ikili hesaplaşmalar, iktidar oyunları ve dalga dalga yayılan protesto haberleri ile dolu bir yıl geçirdik.

Amerikalı Aktivist ve yazar Rebbeca Solnit 2013 yılını iklim değişikliği ile mücadelede ya zaferin ya da topyekun mağlubiyetin belli olacağı, sıfır yılı olarak gördüğünü söyledi. Biz de Solnit’in öngörüsüne neden olan 2012 yılında yaşanan iklim ve çevre ile alakalı haberleri bir araya getirdik.

Ay ay yayımlıyoruz. Önce Ocak 2012…

OCAK 2012

Dünya genelinde yıl boyunca tekrarlanacak olan “en”lere İstanbul ile başlanıyordu.

İstanbul’da son 33 yılın en soğuk günü yaşanırken, ülkenin geri kalanı da soğuk dalgasından nasibini alıyor, Türkiye kar altında kalıyordu. Karabük’te, Zonguldak’ta, Tokat’ta, Siirt’te, Bursa ve daha bir çok şehirde yüzlerce köyün yolu ulaşıma kapanırken, Kars merkezde eksi 26,9, Çankırı Çerkes’de eksi 26,4 ve Sivas Kangal’da eksi 25,8 dereceyi bulan soğuklar ölümlere neden oluyordu. Bingöl’de karda mahsur kalan 7 kişi donmak üzereyken son anda kurtarılırken, Bitlis’in Tatvan ilçesinde bağlı Sallıca köyü yakınlarında çığ altında kalan 2 kişi o kadar şanslı olmuyordu.

Ocak ayında, soğuk havalar sadece Türkiye’de değil dünya genelinde kendini sert bir şekilde hissettiriyordu. Dünya genelinde hava durumuna bağlı nedenlerle toplam ölü sayısı 400’ü bulurken, haber ajansları Sırbistan’da soğuk hava nedeniyle suç oranları yüzde 40 oranında düştüğünü bildiriyordu. Çatışmalardan çektiği kadar, iklim olaylarından da çeken Afganistan’ı da senenin ilk felaketi vurdu. Ülkenin kuzeydoğusundaki dağlık bölgede çığ düşmesi sonucu 29 kişi yaşamını yitiriken, akla 2 yıl önce Salang geçitinde 171 kişiyi öldüren bir diğer çığ felaketi geliyordu.

Ocak ayında çığ felaketleri sadece soğuk havalardan ötürü meydana gelmedi. Papua Yeni Gine’nin güneyinde meydana gelen toprak kayması sonucu 60’dan köylü bir gece vakti uykularındayken toprakların altında kaldı. Haberlerde felaketin sebebini açıklamazken, yerel gazeteler dikkatleri ülkenin güneyindeki Amerikan Exxonmobil şirketine ait sıvılaştırılmış doğal gaz tesisine çekiyordu.

Geçmişi mahkeme kararı ile verilen cezalarla dolu olan Exxonmobil şirketinin bu olaylarla bağı var mıydı bilinmez, ama Ocak ayında yine aynı şirketin Britanya’da çevre ile ilgili şimdiye kadar verilmiş en büyük ceza olan 2.8 milyon euro gibi rekor düzeyde bir ceza aldığı ortaya çıkacaktı. Şirketin yaptığı savunmasında ise bir değişiklik yoktu, Şirket yetkilileri ‘pişmanlık duyduklarını ancak prosedürlerini gözden geçirip daha iyi hale getireceklerini bir kez daha tahhahüt etti.

Cezalar tek bir şirketle de sınırlı değildi. Bu sefere Latin Amerika ülkelerinden biri olan Ekvador’da, bir diğer merkezi ABD’de bulunan ama ortakları birçok ülkeye yayılan enerji kartellerinde biri olan Chevron adlı şirkete Amazon’ları kirlettiği gerekçesiyle 18.2 milyar dolar tazminat ödemesi kararı onanıyordu.  Ekvadorlu yerli gruplar, Texaco’nun 1972 ila 1992 yılları arasında Amazonlardaki nehir ve çukurlara 18 milyar galon zehirli madde döktüğünü söylerken, Chevron da cezanın “meşru olmadığını” savunuyor ve karara ABD mahkemelerinde itiraz edeceğini açıklıyordu.

İçtiği suyu, ürün yetiştirdiği toprağı,  avlandığı ormanı yok edilen Amerika kıtası yerlilerinin sesi bu seferde Meksika’da, pek de farklı olmayan bir sebeple duyuyordu. 17 Ocak Günü Meksika yerlisi Tarahumaralılar’dan 50 kişinin, kuraklık sonucu çocuklarını doyuramaz hale gelmelerinden ötürü toplu halde intihar ettikleri haberi geldi.Yetkililer bu haberden sonra gıda yardımına başlasa da, 2012  Amerika kıtasında ilk belirtileri duyulmaya başlanan gıda krizi daha birçok yerlinin ölümüne neden olacağa benziyordu.

Bu adım adım yaklaştığı söylenen felaketlere karşı, ABD hükümetinin yaptığı hazırlıklarda Ocak Ayında  Amerika kıtasından gelen bir diğer haberdi. ABD, küresel bir kriz durumunda ortaya çıkabilecek ekonomiyle ilgili aksaklıkları azaltmayı amaçlayan yeni bir stratejisinin olduğu açıklıyor, “Küresel Tedarik Zinciri Stratejisi” isimli planla, terör saldırısı ya da doğa felaketleri gibi sebeplerle Amerikan ekonomisinin durmasına yol açabilecek sorunları azaltmayı hedefliyordu.

Bu zincirin içerisinde olması planlanmayan bir ülke olan İran ise, ilk nükleer yakıt çubuğunu ürettiği bildirdi. Bu haber üzerine, ABD Başkanı Barack Obama, İran ile iş yapan bankalara yaptırım uygulanmasını öngören tasarıyı imzalamasıyla, içerisine İsrail’in de elinde silahıyla beraber dahil olacağı bir kördüğümün 2012 yılındaki ilk ilmiği atılmış olacaktı. ABD-İran gerginliği petrol fiyatlarını zıplatacak, iki hasım arasındaki çekişme fosil yakıt tüketicilerinin ceplerine yansıyacaktı.

Bir sene önce Nükleer Enerjinin nasıl bir felaket getirdiğine üçüncü kez tanık olan Japonya’da ise, Japonya’dan Nükleer karşıtı hareketin 11 Eylül 2011’den bu yana, ülkedeki nükleer enerji santrallerinin kapatılması amacıyla girdikleri işgal eylemine, Hükümetin çadırları sökün ve terk edin tehdidi gelecekti. Bir deprem sonrasında gelen tsunami felaketi ile nükleer bir felaketler zincirine ardarda tanıklık temiş olan ülked 7 şiddetinde bir başka depremi daha yaşanıyor, akıllara yine tsunami yine nükleer santraller gelecekti.

(devam edecek)

Haber: M. Can Tombil – Yeşil Gazete

Roboski’de insan ne ile yaşar? – Sevil Turan

0
28 Aralık 2012, Roboski Katliamının yıldönümü akşamında Uludere'deki anmaya gidenlerin görüntüsü. Foto: Rozan Serhat (ANF)

Dünden sonra kafamda sürekli aynı soru dönüyor. İnsan ne ile yaşar?

Roboski’de anneler, babalar, kardeşler, çocuklar ve eşler ne ile yaşar? Biz bu utanç ile nasıl yaşayacağız?

Üzerlerine bomba düşmüş bir halk için bu sorunun cevabını bulamıyorum. Orda tanıdığım insanların vakur duruşları, bütün umutsuzluğa rağmen adaletin yerini bulacağına dair küçük bir beklentileri olduğunu düşündürüyor. Belki de bütün acıya ve öfkeye rağmen kayıp yakınlarının elini tutarken ve Leyla anne bana ”annene selam söyle” derken hissettiğim yürek sızısı  bu düşüncenin nedeni.

Cuma günü, katliamdan tam bir yıl sonra ordaydık. Ortalık yangın yeri hala. Binlerce insan Qıleban(Uludere)’ın acısını paylaşmak için orda. Annelerin, kayıp yakınlarının omuzlarında yine büyük bir yük var. Bir yıldır süren adalet beklentisini öfkeye dönüştüren bir sürecin ardından insanların taziyelerini kabul ediyorlar.

Roboski’de halk normal hayatına devam etmiyor mu diye sorulacak olursa, duvarlarda üzerlerinde çiçekler olan kayıp fotoğrafları,  katliamın haberlerinin olduğu gazete küpürü koleksiyonları, rüyalarda ölmemiş çocuklar, kardeşler, olup bitenin ardından okula gitmek istemeyen çocuklar olduğunu söylemek yeterli olacaktır.Bunun dışında normal olan tek şey hala kaçağa giden insanlar, sokaklarda oynayan çocuklar..

İlk önce Bujeh(Gülyazı) köyündeki mezarlık ziyaretine gidiyoruz. Anneler çiçeklerle donatılmış mezar başında gelenleri karşılamak için bekliyor. Roboski anneleri anlatıyorlar acılarını, başları dik,” niye öldürdüler bu masumu, günahı neydi” diye soruyorlar, dua ediyorlar. Tek kelime Kürtçe bilmeden anlıyorum söyledikleri her şeyi. Ama söyleyecek tek kelime, verilecek bir cevap bulamıyorum. Kimsenin verecek cevabı olmaması ne acı. Failler bulununca bile bu sorunun cevabı boynumuzda bir vebal olarak asılı kalacak.

Roboski köyündeki taziye meydanına indiğimizde İsa Encü vicdani reddini açıklıyor. Siyah bayraklar asılı meydanda, siyahlar içindeki kayıp yakınları taziyeleri kabul ediyor.

Ölümden öte köy var mı diye bir deyiş vardır. Roboski’de olduğunu anlıyorsunuz. İçimi öfke kaplıyor ama annelerin vakur duruşu yanıtın başka yerlerde aranması gerektiğini hatırlatıyor tekrardan.  Adalet isteniyor, yaşanan acının dindirilmesi için, ölülerine saygı için, insanlığa inancın geri kazanılması için adalet gerekiyor.Sonrasında ise hepimizin yüzleşmesi gereken Roboski’de yaşanan travmanın tedavi edilmesi.

O günün gecesi kayıplardan amca çocukları olan Şervan ve Nevzat Encü’nün evlerinde kaldık. Şervan’ın kardeşi Derya karşıladı bizi. 11 yaşında sessiz bir kız çocuğu. Yatılı okulda kalıyormuş. O gün evde. Bizi misafir ediyor. Çay yapıyor, sobamızı yakıyor. Pencereden Dilek sesleniyor sonra. Nevzat’ın kardeşi. 16 yaşında evin annesi gibi. Yemek hazırlıyor bize.

Yemekten sonra hep beraber haberleri izliyoruz. Roboski her yerde.

O geceyi anlatıyorlar tekrar tekrar… Sesleri duyunca komutana haber verilmiş. Bir şey olmadığı söylenmiş. Bombalama 1 saatten fazla sürmüş. Vardıklarında parçalanmış çocuklarını bulmuş aileler. Katliamdan sonra hemen yetişilmeseydi uçaklarla cesetlerin alınıp morga götürüleceği söylendi. İzin verseydik yanlarına silah koyup terörist damgasıyla alacaklardı kayıplarımızı diyorlar.Kayıpların birinin ölüm nedeni kimyasal olduğu halde doktor ölüm raporuna o kimyasalın ne olduğunu yazmamış.

Korucu köyleri olduğu için insanlarda büyük bir baskı ve tedirginlik var. Bir yandan geçim sıkıntısı ve devlet baskısı nedeniyle yapılan koruculuk diğer yandan ise Roboski katliamı.

Yıllardır süren sınır ticareti gerçeği, kaçakçılık oluyor, sonra yıllarca göz yumuluyor. Şimdi ise bombalamanın özrü bu oluyor.

Üstü kapatılmaya çalışılan bu katliamda cevapsız o kadar çok soru var ki!

Kayıplardan Şervan Encü’nün kardeşleri Bişenk ve Ceylan ile kaçak çay içip konuşurken” bizim köyümüz eskiden çok güzeldi, çok güzel düğünlerimiz olurdu” diyorlardı. Roboski’de herşey sanki eskide kalmış, şimdi ise ailelerinin acısı içinde büyüyen umutsuz çocuklar var.

 

Sevil Turan

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcüsü

İklim Değişikliğinin tarım uygulamalarına etkisi – Büşra Deler

Dünyada ve ülkemizde meydana gelen iklim değişikliğinin göstergelerinden biri olarak artan hava sıcaklıkları dikkat çekmektedir. İklim değişikliği, deniz seviyesinin yükselmesi, iklim kuşaklarının yer değiştirmesi, şiddetli hava olaylarının artmasına sebep olmaktadır. Doğanın dengesinin bozulması nedeniyle, taşkınların ve sellerin daha sık görülmesi ve etkilerinin kuvvetlenmesi, çölleşme, salgın hastalıklar, vahşi yaşam türleri ile birlikte insan sağlığının bozulmasına da neden olmaktadır. Bu durum sosyo-ekonomik sektörleri ve ekolojik sistemleri doğrudan etkilemektedir.

Hızla artan dünya nüfusu ve kontrolsüz sanayileşme süreci, sağlıksız kentleşme, bölgesel savaşlar, verimi artırmak amacıyla kullanılan tarım ilaçları, bilinçsiz gübreleme ve deterjanlar gibi kimyasal maddeler giderek çevreyi kirletmeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak büyük oranda kirlenen hava, su ve toprak, canlılar için zararlı olabilecek boyutlara ulaşmıştır. Sanayi devrimiyle birlikte fosil yakıtların kullanımının giderek artması ve ormanların hızla yok edilmesi önüne geçilemeyecek boyutlara taşınmıştır. Dünyanın mevcut enerji kaynaklarının yaklaşık %85’ini fosil yakıtlardan (petrol, kömür, doğal gaz vb) oluşur. Küresel ısınmanın tek nedeninin, başta fosil yakıtlardan kaynaklanan karbondioksit olmak üzere atmosferdeki sera gazlarının, büyük ölçüde endüstriyel (enerji ve ulaşım dahil olmak üzere) ve bir ölçüde de tarımsal etkinliklerden kaynaklanan artış olduğu söylenebilir.

Küresel iklim değişikliği pek çok canlının da yaşama ve üreme alanlarını etkilemektedir. Bazı bölgelerde kuraklık nedeniyle bitki örtüsü azalabilir. Bunun da ekonomik kayıplar açısından ciddi sonuçları olmaktadır. Tarımsal girdiler, iklim değişimi tarafından en çok etkilenen unsurdur. Değişen iklim, tarımsal uygulamaları değiştirebilmektedir. Küresel ısınmanın tarım üzerine etkisi, yağmur rejiminin değişmesi ve düşen yağmur miktarında yaşanacak azalmalarla kendini gösterecektir. Küresel ısınma suyun miktarını azaltıp, toprak verimliliği ve ürün çeşitlerinin değişmesine neden olmaktadır. Bu da yaşamlarını doğrudan toprağa bağlı olarak sürdürmek zorunda olan ülkeleri büyük ölçüde etkileyecektir. Küresel ısınmanın gitgide ciddi boyutlara ulaşarak dünyanın bir kısım bölgelerinde toprakta nem kaybı ile kuraklığa yol açması, tarımda üretimin düşmesine ve dünya tarım ürünleri fiyatlarının artışına neden olacaktır. Bu tür ürünlerin ithalatçısı konumundaki ülkeler bu durumdan daha çok etkilenecek, fiyat artışlarına bağlı refah düşüşleri yaşanacaktır. Ürün verimliliği özellikle kurak ve tropik bölgelerde (alçak enlemlerde) düşecek; yerel sıcaklıklardaki küçük artışlar (1-2 derece) dahi açlık riskini artıracaktır. Önceleri 1-3 derece artışın olabileceği orta ve yüksek enlemlerde ürün verimliliği çok az artsa bile, daha sonra sıcaklıkların birkaç derece daha artmasıyla beraber ürün verimliliğinde azalma olacaktır. Kuraklık ve sellerin sıklığının artması, ancak kendi kendine yeterli olabilen alçak enlemlerdeki yerel sektörleri olumsuz etkileyecektir. Sürekli ısınmayla birlikte balık türlerinin dağılım ve üretkenliği değişecek, bu durum balıkçılık ve su ürünleri ekonomik faaliyetlerini olumsuz etkileyecektir.

Dünyada toplam işlenebilir tarım arazisi 3,2 milyar hektardır. Son yıllarda kişi başına düşen tarım arazisinde azalmalar gözlenmektedir. Gelişmiş ülkelerde bu azalış % 14,3 iken, gelişmekte olan ülkelerde % 40’tır. Kişi başına düşen tarım arazisi 0,23 hektar olup, 2050’de bu oran küresel ısınmaya bağlı olarak 0,15 hektara düşecektir. Aynı şekilde Afrika ve Orta Asya gibi kurak bölgelerde tarım üretiminin % 50 azalacağı belirtilmektedir.

İklim değişikliğinin kuraklık, kıtlık, göç gibi etkileri de göz önüne alındığında sorunun yalnızca çevre sorunu olmadığı, aynı zamanda ekonomik ve uluslararası iş birliğini gerektiren önemli bir sorun olduğu görülmektedir. İklim değişikliğine yol açan insan kaynaklı faaliyetlerin oluşturduğu etkilerin giderek büyümesi ve çevre üzerindeki tehditlerinin ürkütücü boyutlara varmasıyla birlikte, bunun önüne geçme çabaları evrensel boyutta olmak üzere günden güne artmaktadır.

 

Büşra Deler

 

Boğaziçi Üniversitesi
İklim Değişikliği Çalışma Grubu

Mimarlığın kışla ile imtihanı – Korhan Gümüş

Diyelim ki bir mimar Taksim Gezisi’nin yerine 70 küsur yıl önce yıkılan kışlanın bir benzerinin yapılmasını istiyor. Hatta bununla da kalmıyor, İstanbul’da yol genişletme, imar, vesaire gibi nedenlerle ne kadar yıkılmış bina varsa, onların da yeniden inşa edilmesi için uğraşıyor. Onun bu isteğini dile getirmesine elbette ki kimsenin bir diyeceği olamaz. Bu kişinin bunu isteme, hayal etme hakkı olmalı. Bu fikrini hiç benimsemesek de bu önerisini özgür bir ortamda tartışmaya açılmasını destekleyebiliriz. Bu kişinin fikrini ifade etme özgürlüğünü sonuna kadar savunmamız gerekir.

Ancak bu mimar bunu yalnızca istemekle kalmıyor, başka bir şey yapıyor:

Bu yaptığını da “tarihe sahip çıkmak, ecdad eserlerini ihya etmek” gibi gerekçelerle yöneticilere, kurullara, kamuoyuna kabul ettiriyor. Bunu bir kamusal müdahaleye, iktidar uygulamasına dönüştürüyor. Bu yolla Büyükşehir Belediyesi’nden bir dolu iş alıyor. SİT alanlarında da inşaat denince onun adı akla geliyor. Çünkü biliyor ki ancak inşaatla özdeşleştirildiği, anonim bir bilgiyle örtüldüğü takdirde bu işleri böyle ihale yöntemiyle kolayca alabilir, “korumacı mimar” statüsünü kullanılarak mimarlığın deneyimleme alanını kapatabilir, kendisi için bir fırsata dönüştürebilir. Bu tür uygulamaları sorgusuz sualsiz, ancak otoriter bir işleyiş içinde yapabilir.

Sonra karşımıza çıkıp “kendi projesinin kazandığını” ve “en iyisini yapacağını” açıklıyor!

Kamusal bir alanda, bir mimar “yalnızca benim fikrim geçerlidir, başkası olamaz” diyorsa, burada bir sorun olmalı. Çünkü mimarlık eylemsel sonucu ne olursa olsun, mekan üzerine düşünsel bir deneyimleme alanıdır. Bu açıdan yıkım ve “ihya”nın da türdeş olduğu, aynı otoriter yaklaşım biçiminden beslendiği söylenebilir.

“İhya” uygulamaları da tıpkı Menderes yıkımları, Dalan yıkımları gibi otoriter bir işleyişin tezahürleri olarak karşımıza çıkıyor:

Taksim Gezisi’nin yerine kışla projesi tasarlayan mimar (Halil Onur) 28 Kasım’da Habertürk gazetesine verdiği röportajda “ihaleyi kendi projesinin kazandığını” açıklıyor.

Büyükşehir Belediyesi tarafından atanmış bir yönetici olan bu mimar, röportajı yapan Habertürk muhabiri Ezgi Evcil’e “yarışma yapılmasını teklif ettim ama Büyükşehir ihale usulünü tercih etti. Onlar önerdi, ihaleye girdim ve projem kazandı.” diyor.

Bir kere konuşmaya başlayınca arkası da geliyor. Konuştukça da kafalarımızdaki soru işaretleri azalacağına artıyor: Henüz ortaya çıkmamış olan bir fikir ürünü, bir proje bir ihaleyi nasıl kazanabilir? İhale ile kereste, beton, demir satın alınabilir. Bitmiş bir proje uygulanmak, inşa edilmek üzere ihale edilebilir. İhale kapalı uçlu bir süreçtir. Farklı proje alternatifleri, teklifleri içeren bir yöntem değildir. O zaman sormazlar mı, henüz daha ortaya çıkmamış bir proje bir ihaleyi nasıl kazanabilir?

Mimar kendinden emin: “Projesi kazanmış.”

Peki nasıl kazanmış? Bunu anlayamayanlar soruyor:

“Kazanan proje”yi kimlerden oluşan bir kurul değerlendirmiş? Diğer (kazanamayan) mimarlar kimlermiş? Hangi projeler, hangi alternatifler değerlendirilmiş?.. Madem mimar projesinin kazandığını iddia ediyor, bunlara da cevap vermeli. Öyle ya, madem İstanbul’un en önemli kamusal alanını yeniden biçimlendirecek bir projeden söz ediliyor, o zaman herkesin bu soruların cevabını bilmeye hakkı olmalı.

Röportajda bu soruların cevapları yer almıyor.

Yer almıyor, ama mimar kamuoyunu ferahlatıcı açıklamalar yapıyor. “En iyisini yapacağını” iddia ediyor: “Daha ne istiyorsunuz, ben en iyisini yapacağıma göre” diyerek bizim de “ha öyle mi, tamam” dememizi bekliyor.

Peki bu mimarın en iyisini yapacağından nasıl emin olacağız? Bu projenin en iyisi olduğuna nasıl karar verilmiş?

Bu çaptaki projeler için genellikle proje yarışması düzenir. Hadi bunun için zaman olmadı diyelim, mimarlar bu konuda deneyimli, hakem rolü oynayacak kişi veya kuruluşlar aracılığıyla seçilir. Ortaya konan proje alternatifleri açık bir şekilde tartışılır, geliştirilir. Ama bu durumda mimar “benim projem kazandı” diyemez. Olsa olsa “beni seçtiler” diyebilir.

Mimar da röportajda bu ihtiyacı hissetmiş olmalı. Projesi için sanki onayını almış gibi, Mimarlar Odası’nın da görüşünü aldığını söylüyor. Mimarların meslek kuruluşu acaba bu projeyi onaylıyor mu? Röportajda bu önemli bilgi de yer almıyor.

Ancak iş bununla da bitmiyor:

Mimarın açıklamalarından projenin kendisine hangi yöntemle verileceği konusunda yönetimle görüştüğü anlaşılıyor. Kendisi zaten şu anda Büyükşehir Belediyesi’nin bir çalışanı. Görevi itibarıyla proje ihalesini gerçekleştiren birimle teşriki mesai içinde. Ayrıca bu mimarın Büyükşehir Belediyesi’nden sayısız proje işi aldığı da biliniyor. Bu durumda söyledikleri kafalarda başka sorular uyandırıyor:

Acaba mimar yıkılan kışlanın yeniden inşasını kendisi mi teklif etmiş? Yöneticileri kendisi mi ikna etmiş?

Büyükşehir tarafından yapılan açıklamada “mimarın 22.11.2011 tarihinde işe başladığı” açıklanıyor. Öte yandan kışlanın yapımı ilk olarak 8 Temmuz 2011 tarihinde kamuoyuna tanıtılan 61. Hükümet programında yer alıyor.

Bu durumda “kazanan proje”mimar daha işe başlamadan tam dört ay önce açıklanmış olmuyor mu?

Böylece kafalar daha da çok karışıyor.

 

2012’nin en önemli 10 çevre olayı

Mongabay.com ‘da Jeremy Hance ve Rhett A. Butler imzasıyla yayınlanan “2012’nin En Önemli 10 Çevre Olayı” derlemesini, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Baturay Palas‘ın çevirisiyle sunuyoruz.

***

Aşağıda 2012 yılının en önemli çevre olayları kısaca anlatılmıştır. “Olaylar” belli bir sıralamada değildir.


Bilim insanları: Dönüşü olmayan bir noktaya geliyoruz

Nature dergisinde yayınlanan çalışmaya göre, iklim değişikliği, nüfus, tüketim ve ekolojik yıkım, Dünya’yı dönüşü olmayan bir noktaya sürüklüyor. Bu durum insanoğlunun daha önce hiç görmediği kadar ağır sonuçlara yol açabilir. Bilim insanlarına göre, eğer bir ekosistem yüzde 50-90 arası değişim yaşarsa, yok olma tehlikesiyle karşılaşabiliyor. Günümüzde, tahminlere göre, Dünya’nın karasal ekosisteminin yüzde 43’ü tarım alanı ve şehirlerin işgalinde. İnsan girmemiş alanlar ise kirlilik ve iklim değişikliği yüzünden etkileniyor. Araştırmacılar, bu geri dönülmez aşamaya gelmemek için ekosistemimizin yüzde 50’sinden fazlasının değişmesinin önlenmesi gerektiğini söylüyorlar. Ancak toplum bilinci sağlayıp nüfus artışını durdurmadıkça bu pek mümkün gözükmüyor. Biyolojik çeşitliliğin azalmasıyla gıda üretimi ve diğer ekosistem hizmetleri aksayacak, Dünya muhtemelen uç noktalarda sıcaklık rejimleri yaşayacak ve azalan doğal kaynaklar insanların çatışmasına yol açacak. Diğer bir deyişle, insan toplulukları birbiri ardına felaketlerle karşı karşıya kalacak. Ancak bunu tersine çevirmek gene bizim elimizde.

Kuzey kutup buzlarının erimesi tahminlerin ötesine geçiyor

Küresel ısınma dünya çapında büyük değişikliklere neden oluyor, ancak hiç biri kuzey kutbundaki erime kadar dramatik değil. Bu yıl, buz denizi şimdiye kadar kaydedilen en düşük seviyeye ulaştı: 3,4 milyon kilometrekare. Bu yeni kayıt, sadece 5 yıl önce kaydedilen eski rekoru kırarak en kötümser tahminlerin de ötesine geçti. Erimenin boyutu, bölgenin ısınmasının daha da artmasına sebep oluyor. Fakat erimenin etkileri sadece kuzey kutbuyla sınırlı kalmıyor. Kutuplardaki erime okyanuslardaki akıntıların yönünü değiştirerek meteorolojik olayların dengesizleşmesine yol açıyor. Bilim adamları Kuzey kutbundaki buzların birkaç on yıl içinde tamamen eriyeceğini tahmin ediyor. Böyle bir olay en azından 2,5 milyon yıldır hiç yaşanmadı.

Colorado Waldo kanyonunda çıkan yangının uydu görüntüsü

 

Sandy Kasırgası, iklim değişikliğini tekrar gündeme taşıyor

Karayipler’de yüzden fazla insanı öldürdükten sonra, Sandy Kasırgası ABD’nin doğu kıyılarını vurarak büyük hasara yol açtı. Fırtına 153 kişinin ölümüne neden olurken 80 milyar dolarlık kayıp yaşattı. Yükselen su seviyesi ve ısınan deniz suyu ile dengesizleşen hava durumu fırtına sezonlarının daha da artacağına işaret ediyor olabilir. Aslında, son çalışmalar iklim değişikliğinin genel kasırgaların sayısını artırmaktan çok kasırgaların şiddetini arttıracağını öngörüyor.

Yeni araştırmalar, kuraklık, sel ve sıcak hava dalgaları ile iklim değişikliği arasında bağ buldu

Mart ayında, Nature’da yayınlanan bir inceleme, ısınan dünya ile kuraklık, sel ve ısı dalgaları arasında “güçlü kanıtlar” buldu. Temmuz ayında, Amerikan Meteoroloji Derneği tarafından yayınlanan bir raporda da benzer bir sonuca ulaşıldı.

Rio +20 hüsranı

Rio +20 zirvesi ile ülkeler çevresel hedefleri ekonomik hedeflerle (örneğin, yoksulluğun ortadan kaldırılması gibi) birleştirerek, sürdürülebilirlik yolunda bir adım atmak amacındaydı. Ancak birçok çevreler tarafından yoğun eleştiriye maruz kaldı. Greenpeace, anlaşmanın ümitsiz olduğunu vurgularken, WWF zaman kaybına yol açtığı yorumunda bulundu. Eleştiri sadece dış gruplardan gelmedi, AB temsilcisi IDA Auken’den de “hoşnut olmadıkları” açıklaması yaptı. Rio +20 ile küresel çevre krizi, yoksulluğun önlenmesi, yeni bir ekonomik model sürecine geçiş gibi konularda ülkeler anlaşmaya varacaktı, onun yerine ülkeler zirveyi hiçbir anlaşmaya varamadan terk ettiler.

Tazminat talebi hakkı anlaşmaya eklendi

Doha’da yapılan iklim zirvesi, ülkelerin çoğunun isteksizliğinin bir tezahürü olduysa da, zirvede ülkelerin politikalarını yeniden gözden geçirmelerine sebep olacak sürpriz bir adım atıldı: tazminat hakkı. Bu önemsiz gibi gözükebilir şu an için, ancak gelecekte çok önemli sonuçlar doğuracak. Zirvede varılan anlaşmaya göre tehdit altındaki ülkeler maruz kaldıkları zararlar ve kayıplar yüzünden doğayı kirleten ülkelerden tazminat talep edebilecek. Ancak beklendiği üzere bu küçük değişiklik gelişmiş ülkelerin çoğunun hedefinde.

Gergedan ve fil avcılığı arttı

Çin ve Vietnam’daki orta direk gelirlilerin artışıyla paralel olarak artan gergedan boynuzu ve fildişi talebi, kaçak avcılığın artmasına sebep oldu. Fillerin kitle halindeki katliamları birçok ülkede, özellikle Çad ve Kamerun’da kaydedilmeye başlandı. Sumatra’da da fil ölümleri artarken, Güney Afrika gergedan ölümlerinde rekor düzeye ulaşıldığını açıkladı. Aynı zamanda Java Adası’nda yaşayan 38 gergedanın popülasyonunun korunduğu ve Nepal’de 2011’de tek bir gergedanın dahi öldürülmediği iletildi.

Arı nüfusunun azalmasında böcek ilaçlarının rolü olduğu kanıtlandı

Bir takım yeni araştırmalar gösteriyor ki, ortalıkta dolaşan arılara sıkılan böcek ilaçları anlık olarak onları yok etmese de, uzun vadede ölümcül bir şekilde arı kolonilerinin yok olmasına yol açabiliyor. Science dergisinde yayınlanan iki çalışmaya göre, ilk 1990’lı yıllarda kullanıma sunulan ve neonikotinoid olarak adlandırılan böcek ilaçlarının, kraliçe arıların ölümlerine yol açarak işçi arıların kovanlarını kaybetmesine yol açtığı belirlendi. Başka bir çalışma, arıları beslemek için kullanılan mısır şuruplarında bulunan eser miktardaki neonikotinoidlerin, bütün bir kovanın nüfusunu 6 ay içinde yok edebileceğini gösteriyor. Mısır şurubundaki neonikotinoid, mısır tarlalarında kullanılan böcek ilaçları yoluyla arılara ulaşıyor. Diğer başka çalışmalar da böcek ilaçlarının arılar üzerinde benzer etkilere sebep olduğunu gösterdi. Öte yandan Fransa bu sene bir böcek ilacı türünü yasakladı, diğer AB ülkelerinde de benzer çalışmalar yapılıyor. Böcek ilacı üreticileri ise arı ölümleriyle ürünlerinin arasındaki bağı inkar etmeye devam etseler de, yeni çalışmalardaki veriler kanıtları gittikçe güçlendiriyor. Asıl soru ise hükümetlerin bu konuda ne kadar çabuk önlem alacağı.

 

Amazon’lardan çelişkili mesajlar

Ekim ayında Brezilya, ülkedeki orman mülklerinin ne kadarının korunacağına ilişkin yasayı onaylayınca çevreci gruplar arasında büyük yankı uyandırdı. Brezilya hükümeti bu yasayla amazon havzası boyunca altyapı çalışmalarını arttırmak istiyor, bu ağaç katliamlarında önemli bir artışa sebep olabilir. Öte yandan, Belo Monte barajındaki çalışmalar mahkeme emriyle ertelendi. Belo Monte, dünyanın en büyük barajlarından biri olacak şekilde inşa ediliyordu. Proje ile, Xingu Nehri’nin sularının %80’in baraja verilecekti. Bu nehir Amazon bölgesini besleyen ırmağın önemli bir kolu ve on binlerce hektarlık ormanı besliyor. Bu gelişmeler endişeleri arttırsa da, Brezilya Aralık ayında Amazon’daki yıllık ağaç kaybı miktarının bu sene en düşük orana gerilediğini bildirdi. Bu miktar, 2003-2004 dönemindeki ağaç kaybı miktarının %80’inden daha az.

Chut Wutty ve Pray Lang temsilciler, Kasım 2011. Fotoğraf: Fran Lambrick

 

Aktivist Chut Wutty Kamboçya’da öldürüldü

Dünyada en çok orman kaybı yaşanan ülkelerden biri olan Kamboçya, halihazırda çevreyle arası en kötü ülkelerden biri. Ancak işler 2012 yılında çevrecilerin öldürülmesiyle daha da kötü bir hal aldı. Nisan ayında, orman aktivisti Chut Wutty yasadışı bir ağaç kesim bölgesinde jandarma tarafından vurularak öldürüldü. Onun şaibeli ölümünü, yasadışı ağaç kesimlerini gazetesinde yayınlayan Hang Serei Oudom’un arabasında öldürülmüş olarak bulunması izledi.

Kongo’da vahşet

Morgan ismiyle de tanınan azılı haydut Paul Sadala önderliğindeki bir grup 24 Haziran sabahı Okapi Doğal Yaşam Alanı’nı bastı. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde bulunan parkı ateşe vererek binalara ve ekipmanlara zarar veren haydutlar 2 orman korucusunu ve 4 başka kişiyi öldürürken 13 okapiyi de telef ettiler. Saldırıların doğal yaşam parkındaki yasadışı fil avcılığı ve altın aramalarıyla mücadele sebebiyle yapıldığı düşünülüyor. Henüz yeni iç savaştan çıkmış açlık ve sefaletle mücadele eden Demokratik Kongo Cumhuriyeti, çeşitli yağmur ormanlarına, fillere ve dağ gorillerine ev sahipliği yapıyor. Morgan ve çetesi tarafından yapılan saldırı, aynı zamanda dünyada artış gösteren kaçak avcılığın organize olarak doğal yaşam savunucularına yönelen şiddetini gözler önüne seriyor.

 

Gurur duyduklarımız…


Avustralya, dünyanın en büyük deniz koruma alanlarının oluştururuyor

Rio +20 Zirvesi’nden çıkan bir sonuç da, Avustralya’nın dünyanın en geniş deniz koruma bölgesini oluşturacağını açıklamasıydı. Duyuruda korunan bölge sayısının 27’den 60’a çıkarılacağı söyleniyor, böylece ülke denizlerinin neredeyse %4o’ı koruma altına alınmış olacak. Yeni korunan deniz alanlarında balıkçılık, petrol ve gaz aramaları sıkı regülasyonlarla kısıtlanacak. Deniz bilimciler aşırı avlanma, kirlilik ve okyanusların asidifikasyonu neticesinde deniz yaşamının gün geçtikçe daha çok tehlikeye girdiğini söylüyorlar.

Soyu tükenen kurbağa tekrar ekosisteme kazandırıldı

Tanzanya’da 1996’da keşfedildikten sonra soyu tükenen bir tür kurbağa, oluşturulan yapay ekosistem içinde üretilerek doğaya yeniden kazandırıldı. Kinashi karakurbağası ismindeki canlı bulunduktan yalnızca 13 sene sonra soyu tükenmişti. Bir baraj inşaatı, kurbağanın yaşadığı Kinashi Irmağı’nın yönünü değiştirerek yaşam alanının kurumasına sebep olmuştu. Ancak başarılı bir çalışmayla kurbağa soyu tamamen yok olmaktan son anda kurtuldu. Bu yılın Ekim ayında, ürettikleri kurbağalardı ilk sefer doğaya saldılar.

Avustralya ve Meksika’da iklim yasaları

Bu yaz Avustralya, ülkedeki en büyük 300 çevre kirleticiyi hedef alan vergi yasasını geçirdi. Vergi sekiz yıl içinde 159 milyon metrik ton karbon azaltmaya yönelik, her metrik ton için 24$ olarak belirlendi. Vergiyle toplanacak para, gelir vergisini düşürmek ve refahı arttırmak için kullanılacak. Ancak yasaya muhalefette bulunan merkez sağcılar şiddetle karşı çıkıyor ve eğer güç kazanırlarsa yasayı geri çekeceklerini belirtiyorlar. Bu arada, Meksika’da oldukça önemli bir iklim mevzuatı yürürlüğe kondu. Mevzuata göre karbon salımının 2020’ye kadar yüzde 30 azaltılarak 2000’ler seviyesine düşürülmesi öngörülüyor. Ancak, yeni cumhurbaşkanı Enrique Peña Nieto, seçim ile, bu yasanın uygulanmasına engel olabilir. Nieto, 11. büyük karbon salıcısı olan Meksika’nın, petrol ve gaz üretimini artırmak için söz verdi.

 

Baraj protestoları

Brezilya ve Sarawak’da yerli protestocular tartışmalı yağmur ormanı baraj projelerine karşı ayaklandılar. Belo Monte alanında bir grup protestocu hendek kazarak, inşa edilen barajın Xingu Nehri’nin bir kısmını kurutacak olmasını protesto etti. Baraj, Amazon’un en önemli kollarından biri olan Xingu nehrinin akışını değiştirerek yağmur ormanlarını tahrip edecek, on binlerce insanı yerinden edecek ve balık göçlerini engelleyecek.

Endonezya hükümeti, tartışmalı palm yağı ekimini yasakladı

Çevreciler ve yerel toplulukların uzun süren kampanyasından sonra, Endonezya hükümeti Sumatra adasındaki palm yağı üretimini incelemeye aldı. Yetkililer, PT Kallista Alam ismindeki şirketin ruhsatını usulsüzlükler sebebiyle iptal etti. Endonezya’da palm yağı ekimine yer açmak için ormanlar yok ediliyor.

Avustralya yasadışı kereste ithalatını yasakladı

Kasım ayında Avustralya, yasadışı yollarla kesilmiş kerestelerin ithalatını kısıtlayan yasayı yürürlüğe soktu. Yeni yasa illegal yollarla kesilmiş kütüklerin ithalatı halinde işletmeleri suçlu duruma düşürecek. Avustralya hükümeti, ülkede her yıl 400 milyon dolar değerinde yasadışı kereste satıldığını tahmin ediyor.

 

Yeşil Gazete için çeviren: Baturay Palas

(Mongabay, Yeşil Gazete)