İklim değişikliği, çevre kirliliği ve doğal yaşam alanlarının yok edilmesi hayvanlar aleminin “kralı” olarak bilinen aslanın da soyunu ortadan kaldırıyor.
Doğa koruma örgütü LionAid‘in yaptığı açıklamaya göre Batı ve Orta Afrika ülkelerindeki doğal yaşam alanlarında sadece 645 aslan kaldı! Afrika ülkelerinden 25’inde hiç aslan kalmadığını, 10 ülkede de aslanların nedeyse ortadan kalktığını bildiren örgüt bütün Afrika kıtasında 15.000 aslan kaldığını tahmin ediyor. Bu sayı sadece 30 yıl önce 200.000 idi.
LionAid’den Dr. Pieter Kat, özellikle Batı Afrika’da aslan popülasyonunun felaket denecek düzeyde azaldığını ve yıllarca koruma programlarına alınması ihmal edilen aslanların artık soylarının tükenme noktasına yaklaştığını söylüyor.
Nijerya’da sadece 34 aslan kaldığını söyleyen Kat, yoksul Batı Afrika ülkelerinde koruma programlarına önem verilmediğini, vahşi hayat turizminin de gelişmemiş olmasının doğanın korunmasına olan ilgiyi azalttığını savunuyor.
Aslan nüfusunun azalmasında doğal yaşam alanlarının yok edilmesi de önemli rol oynuyor. Geçen yıl Duke Üniversitesi’nden araştırmacılar uydu görüntülerinden elde ettikleri verilere göre son 50 yılda Afrika savanlarının dörtte üçünün ortadan kalktığını açıklamışlardı.
Liaon Aid Afrika’daki aslan popülasyonunu koruma amacıyla 2004 yılında kurulan bir sivil toplum örgütü. Örgütün kurucularından Amerikalı ekolog ve deniz biyoloğu Dr. Pieter Kat, on yıl boyunca Kenya’daki biyolojik araştırma programlarında çalışmış deneyimli bir araştırmacı.
The Guardian ve Lion Aid web sitesinden derlenmiştir.
The Economist Ocak 2013 sayısında yayınlanan makaleyi, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Eray Uygur‘un çevirisiyle sunuyoruz.
***
Avrupa’nın enerji politikası tüm olası seçeneklerin en kötüsünü ortaya koyuyor
Amerika’da kömür üretimi ve kullanımı hızla azalırken, Avrupa’da Uluslararası Enerji Ajansı’ndan Anne-Sophie Corbeau ‘Kömürün bir çeşit altın çağını yaşıyoruz.’ diyor. Bazı Avrupa ülkelerinde elektrik enerjisinin kömür kullanılarak üretilen miktarı neredeyse yıllık %50 oranına çıkıyor. Kömürün, diğer herhangi bir fosil yakıttan kilovat başına ürettiği sera gazı miktarı ile, elektrik enerjisi üretiminin açık ara en kirletici kaynağı olması Avrupa’nın çevresel amaçlarını gülünç duruma düşürüyor. Bu nasıl oldu?
Hikaye yine Amerikan doğalgazıyla başlıyor. Amerikan kuruluşlarının gaza geçmesiyle Amerikalı kömür madencileri yeni pazarlar aramak zorunda kaldılar. Bu arayışı, azalan Çin talebinin dünya kömür fiyatlarını aşağı çektiği ve Ağustos 2011 ve Ağustos 2012 arasında üçte bir oranında azalarak ton başına 100 doların altına düştüğü bir zamanda yapıyorlardı. Bu fiyatlar Avrupa kuruluşlarını hevesli alıcılar haline getirdi. Avrupa’nın Amerikan kömürü alımı 2012’nin ilk altı ayında üçte bir oranında arttı.
Amerika’daki gazın en düşük düzeydeki fiyatıyla karşılaştırınca kömür aslında o kadar da ucuz değil. Ama bu pazarlık, gazın Avrupa’daki fiyatıyla karşılaştırılarak yapılıyor. Sıvı halde taşınmasının pahalı ve gerekli altyapının hala derme çatma olmasına rağmen gaz, ekseriyetle boru hatlarıyla aktarılıyor ve çıkarıldığı yere yakın bölgelerde kullanılıyor. Kömür için dünya piyasası fiyatları geçerliyken, gazın öyle ya da böyle petrol fiyatlarıyla bağlantılı olarak bölgesel fiyatları var. Birçok Avrupa gaz sözleşmesi Rus gaz devi Gazprom ile yıllar önce yapılmıştı ve yapılan yeni görüşme dalgasına rağmen Avrupa gaz fiyatları yüksek kaldı. 2012 yazında Avrupa gaz fiyatları Amerikan gaz fiyatlarının üç katıydı ve kömürden daha pahalıydı. Gazprom 2013 yılında fiyatları azaltacağını söyledi –tahminen %10 civarında- ama bu çok küçük bir değişim sağlayacak.
Bu yüzden kömür Avrupa’daki gazdan daha ucuz ve öyle de kalacak gibi gözüküyor çünkü Avrupa’nın yerel doğal gaz endüstrisi Amerika’nın yıllarca gerisinde (ve belki de asla yakalayamayacak) ve yüksek miktarlarda sıvılaştırılmış doğal gaz ithal etmek için gereken altyapıyı kurmak Avrupa’nın uzun zamanını alacak. Kömür ve gazın göreceli fiyatı Avrupa kuruluşları için hayati önem taşıyor. Kasım 2012’nin başlarında, bir araştırma şirketi olan Bloomberg New Energy Finance’in verilerine göre, Alman enerji kuruluşları gaz kullanarak ürettikleri 1 megavat elektrik enerjisinden ortalama 11,70€ zarar ederken, kömür ile ürettikleri 1 megavat elektrik enerjisi ile 14,22€ kar ediyorlar.
Alman Enerji Dönüşümü’nde gaza yer yok
Fark, ilgili yakıtların fiyatlarını yansıtıyor. Ama o kadar basit değil. Almanya’nın fosil yakıt ve nükleer enerjiden güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş yapmak gibi büyük bir planı var (buna Energiewende ya da enerji dönüşümü deniyor). Yenilenebilir kaynaklarla elektrik enerjisi üretimi sistemde öncelik kazanıyor. Bu, kuruluşların en çok para kazandıkları ve gaz kullanımının mantıklı olduğu günün en kazançlı saatlerinde rüzgâr ve güneş enerjilerinin fosil yakıt kullanarak elde edilen enerjiden pazar payı almasına imkân sağladı (Almanya’da elektrik enerjisi fiyatları güneş enerjisinin de en güçlü olduğu öğlen saatlerinde en yüksek seviyelerinde). Yenilenebilir enerji kaynakları enerji üretiminin alışılagelmiş yöntemlerini bu şekilde yerlerinden ederek kuruluşların mali durumlarını baltalamış oldu. Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s yakın zamanda yaptığı açıklamada tüm sektörün kredi itibarının tehlike altında olduğunu söyledi.
Buna karşılık olarak şirketler yapabildikleri kadar hızlı bir şekilde gazdan kömüre geçiş yapıyorlar, bu yüzden yenilenebilir enerji kaynakları kömürü değil gazı yerinden ediyorlar. Almanya’da Avrupa’nın en büyük kömür tüketicisi RWE, 2012’nin ilk dokuz ayında elektrik enerjisinin %72’sini kömür ve linyit (kömürün daha kirli ve düşük kaliteli formu) kullanarak üretti, 2011’in aynı dönemine oranla %66 daha fazla. Almanya’nın yeni kapasiteye ihtiyacı var çünkü nükleer enerji santrallerini kapatıyorlar: RWE Kuzey Rhine-Westphalia, Hamm’da yeni bir kömür santrali yapıyor ve bir başkasını da Hollanda, Emshaven’de. Almanya’nın en büyük enerji üreticisi E.ON’da Kuzey Rhine –Westphalia’da bir kömür santrali inşa ediyor. E.ON ve ortakları Bavyera’daki bir gaz santrallerini kapatmayı düşünüyorlar. Bir İsveç devlet kurumu olan Vattenfall doğu Almanya’daki bir linyit santralini yeni tamamladı ve Hamburg yakınlarında bir kömür santrali inşa ediyor. Güney Almanya merkezli EnBW Karlsruhe’de bir kömür santrali yapıyor ve bir diğerini de RWE ile birlikte Mannheim’de.
Yeni kömür santrali istasyonları yapmayan ülkelerde bile kömür tüketim miktarı artıyor. Nisan 2012’de kömür, Britanya’nın elektrik enerjisi üretiminde liderliği 2007 başlarından bu yana ilk kez gazdan geri aldı. Ülkenin kömür kullanılarak sağlanan elektrik enerjisi miktarı geçen yılın üçüncü çeyreğinde bir önceki yıldan %50 daha fazlaydı.
Şirketler kömüre saldıracaklardı zaten, çünkü ucuzdu, ama bu saldırma ufukta beliren politik değişikliklerle iyice çılgınca bir hal aldı. 2016’da yürürlüğe girecek olan bir Avrupa Birliği yönergesine göre kuruluşlar yeni AB çevre standartlarına uymayan kömür santrallerini ya kapatmak ya da bir çok pahalı kirlilik-kontrol cihazı ile donatmak zorundalar. Şirketlerin hangi yolu seçeceklerine bu ay sonuna kadar karar vermeleri gerekiyor. Eğer bir şirket santralini kapatmaya karar verirse kapatılması gereken zamana kadar çalışması için azami süre verilecek (ne kadar kirlilik ürettiğine bağlı olarak). Tonlarca kömürü kısa sürede yakmak için çok teşvik edici bir durum.
Bu, kömür talebindeki mevcut artışın bir işaret olduğu anlamına mı geliyor? Merkezi Hollanda, The Hauge’da bulunan sivil toplum kuruluşu Avrupa İklim Vakfı’ndan Tom Brookes ‘evet’ diyor. 2008 yılında Avrupa kuruluşlarının 112 yeni kömür santrali yapma planı vardı. O zamandan bu yana 74’ü iptal edildi ve 14’ünde hiçbir gelişme yaşanmadı. O yüzden Tom Brookes var olan santrallerin de önümüzdeki 12-18 aylık dönemde kapanmasıyla çok büyük miktardaki kömür kapasitesinin yok olacağını tahmin diyor. Yine de 24 yeni santral yapımı planlandı ya da yapım aşamasında. Buna ek olarak kömür kaynaklı enerji istasyonu kurmak için yapılan izin başvurularını sayarsanız, Washigton DC’deki düşünce kuruluşu Dünya Kaynakları Enstitüsü’nün başvurusu gibi, Avrupa’daki planlanmış yeni kömür santrali sayısı çok daha fazla: 69, ki önerilen 60 gigavatın üzerinde kapasitesiyle Fransa’ya elektrik enerjisinin çoğunu sağlayan 58 nükleer reaktörün kapasitesine yaklaşık olarak eşdeğer.
Yüksek seviyelerde kömür kullanımı en azından bazı ülkelerde bir süre daha devam edebilir. Bloomberg, AB çevre standartlarından en çok etkilenen ülkeler, Britanya, Almanya ve Polonya’yı ayrıntılı bir şekilde incelemiş. Yeni kanunların tam olarak yürürlüğe girmesiyle İngiliz kömür kapasitesinin gerçekten 30 GW’tan 14 GW’a düşeceği tahmin ediliyor. Ancak Almanya’nın kömür kapasitesi çok az değişecek çünkü yeni standartları karşılayan yeni kömür santralleri inşa ediyorlar.
Bu kömür kullanımı artışı politikacıların dünyanın geri kalanı için bir model olarak öne sürdüğü AB çevre politikalarını komik duruma düşürüyor. Avrupa ülkeleri kömürün elektrik enerjisi üretiminden aşama aşama uzaklaştırılmasını ummuşlardı. Aksine kömürün pazar payı gittikçe artmakta.
AB, 2020 yılında karbon salımlarını 1990 seviyelerinin %80’ine düşürmeyi amaçlıyor. 2009’daki ekonomik durgunluğun sayesinde 1990 seviyesinin %17’den biraz daha fazla altına inildi. Fakat 2010’da salımlar artmaya başladı. Bloomberg’e göre 2012’de enerji santrallerinin karbon salımları %3 civarında artarak toplam salımlarını 2011 seviyesinin %1 üzerine çıkardı.
Teoride Avrupa’nın, salımların ticareti taslağı (ETS) olan salım üst sınır ve ticareti sistemi ile belirlenen, karbon bedelleri, bütün bunları daha gerçekleşmeden engellemeliydi. ETS karbon bedeli, daha fazla salım daha fazla karbon kredisi talebi anlamına geleceği için, prensipte salımların artmasıyla birlikte artmalı. Bu yüzden karbon bedellerinin 2012 yılında fırlayacağını bekleyebilirsiniz. Aslında bedel yılın büyük çoğunluğunda miktara göre değişmiyor ton başına 6-8€ arasında işlem yapılıyordu.
Bedelinin ötesindeki karbon
Problem, sistemi düzenleyenlerin, sistemi kurma esnasında, lobi çalışmaları ve ekonomik durgunluğu önceden görememeleri yüzünden şirketlere kirlilikle ilgili fazlasıyla cömert izinler vermesiydi. Bu fazla izinler kömür kaynaklı enerji santrallerinin salımlarının etkisini arttırdı. 12 Kasım’da AB’nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu fazla karbon kredilerinin bir kısmının geri alınmasını teklif etti. Ama Polonya’nın muhalefetiyle engellenen teklif o kadarını da sağlamayabilir.
Siyasi belirsizlikler artıyor. AB’nin çözülmeyi bekleyen bir çok başka problemi var ve bu yüzden şu an kimsenin ETS’nin nasıl kurtarılacağı gibi enerji ile ilgili zor kararlar almaya niyeti yok. 2014’te yeni bir Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu seçilecek, bu da demek oluyor ki enerji riskiyle ilgili tüm Avrupa’yı ilgilendiren kararlar en azından iki yıl daha savsaklanacak. Avrupa’nın enerji hedeflerinin (yenilenebilir kaynaklar ve verimlilik üzerine olan) 2020 yılına kadar karşılanması gerektiğinden bu zaman çizelgesi, son dakika kargaşalarıyla geçecek yıllar süren siyasi ertelemeleri akla getiriyor.
Böyle belirsizliklerle karşılaşan işletmeler onlardan beklenileni yapıyor: başka bir yere gitmek. Elektrik enerjisi üreticileri birliği EURELECTRIC’in çevre politikaları şefi Jesse Scott, aynı zamanda uluslararası portföyleri de olan Avrupalı enerji kuruluşlarına, önümüzdeki yıllarda nereye yatırım yapmayı düşündüklerini sorduğunda %85’i ‘Avrupa dışı’ cevabını verdi.
Eğer politikalar planlandığı şekilde yürürse yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen elektrik enerjisi zamanla tüm üretimde daha büyük pay sahibi olacak ve Avrupa enerjinin çok daha yeşil bir formuna kavuşacak. Ama şu anda AB enerji politikası en kirletici yakıtın kullanımını destekliyor, karbon salımlarını arttırıyor, kuruluşların kredi itibarlarını zedeliyor ve enerji projelerine olan yatırımları başka yerlere yönlendiriyor. AB’nin iklimden sorumlu üyesi Connie Hedegaard Avrupa’nın enerji ve salımlar konusunda ‘kararlarıyla örnek’ olduğunu iddia ediyor. Nasıl yani?
Yazının özgün haline (ingilizce) ulaşmak için tıklayınız.
İsviçre'nin Oscar adayı filmi Ursula Meier imzalı "Yukarıdaki Çocuk"da Modern Sienema'da gösterilecekler arasında
İstanbul Modern Sinema, Oscar Ödül Töreni heyecanı yaklaşırken,’Yabancı Dilde En İyi Film’ kategorisine aday olan filmleri İstanbul izleyicisine hatırlatmak istiyor.
“Oscar’ın Yabancıları” film gösterimi, 10 – 20 Ocak tarihleri arasında Modern Sinemada izlenebilir. Filmler Oscar yarışında adı öne çıkan dokuz filmden oluşuyor. Programdaki filmler Oscar adayı olmalarının dışında Hollywood kulvarının dışında, dünya festivallerinde hit olmuş, farklı diller ve kültürlerden filmlerin bir araya geldiği bir kategoriyi de temsil etmekteler.
İsviçre, 2012, 97’ Yönetmen: Ursula Meier Oyuncular: Léa Seydoux, Kacey Mottet Klein, Martin Compston Dil: Fransızca, İngilizce Gösterim: 17 Ocak Perşembe 17:30, 20 Ocak Pazar 17:00
İsviçre’de lüks bir kayak merkezinde geçen bu dram işsiz ablasıyla beraber Alp Dağları’nın eteklerindeki sanayi kasabasında yaşayan on iki yaşındaki Simon’ı izliyor. Simon, her gün teleferikle yukarıya çıkarak, kayak tatiline gelmiş zengin turistlerden çaldığı ekipmanları aşağıda satarak kendisine ve ablasına bakmaktadır. Simon’ın işleri tanıştığı düzenbaz bir adam yüzünden değişir. Yukarıdaki Çocuk epik bir kar fonunda iyi kurgulanmış öyküsü ve güçlü oyunculuklarıyla önemli bir aday.
Yasak Aşk (En Kongelig Affære)
Danimarka, 2012, 137’ Yönetmen: Nikolaj Arcel Oyuncular: Mads Mikkelsen, Alicia Vikander, Mikkel Boe Folsgaard Dil: Danca, İngilizce, Almanca Gösterim: 10 Ocak Perşembe 19:00, 13 Ocak Pazar 13:00, 19 Ocak Cumartesi 17:00
2012 yılında Berlin Film Festivali’nde ’En İyi Senaryo’ ve ’En İyi Erkek Oyuncu’ dallarında Gümüş Ayı kazanan Yasak Aşk, romantik bir masal üzerinden idealizmin trajik çöküşünü destansı bir dilde anlatıyor. Film, Alman amatör filozof ve hekim Johann Friedrich Struensee’nin, Danimarka Krallığı arkasındaki büyük güce dönüşmesini gözler önüne seriyor. VII. Christian’ın özel hekimi olarak atandıktan sonra Johann, akıl sağlığını neredeyse tamamen kaybetmiş olan kral ile kurduğu yakın arkadaşlığı toplumsal değişime yol açmak ve her şeyden de önemlisi monarşiyi yok etmek için kullanır. Kısa bir süre sonra kanunların altına imza atacak yetkiye de kavuşan Johann’ın artık krala da ihtiyacı kalmaz. Elbette halk başkaldırır.
Barbara
Almanya, 2012, 105’ Yönetmen: Christian Petzold Oyuncular: Nina Hoss, Ronald Zehrfeld, Rainer Bock Dil: Almanca Gösterim: 12 Ocak Cumartesi 13:00, 20 Ocak Pazar 13:00
Bu yılki Berlin Film Festivali’nden ’En İyi Yönetmen’ ödülüyle dönen Barbara, 80’li yıllarda Doğu Almanya’da geçiyor. Rejimle yaşadığı sorunlar nedeniyle önce tutuklanan, daha sonraysa taşraya sürgüne gönderilen doktor Barbara, her hareketi gözetlense de Batı’ya kaçmakta kararlıdır. Fakat bu küçük kasabada tanıştığı meslektaşı André, değer yargılarını tekrar gözden geçirmesine aracı olur. Ülkemizdeki ilk gösterimi bu yılki İstanbul Film Festivali’nde gerçekleşen Barbara, yakın dönem Alman sinemasının en önemli yönetmenlerinden Christian Petzold’un imzasını taşıyan soğukkanlı ve olgun bir drama.
Can Dostum (Les Intouchables)
Fransa, 2012, 112’ Yönetmen: Olivier Nakache, Eric Toledano Oyuncular: François Cluzet, Omar Sy, Anne Le Ny, Audrey Fleurot, Clotilde Mollet Dil:Fransızca Gösterim: 10 Ocak Perşembe 15:00, 13 Ocak Pazar 17:15, 19 Ocak Cumartesi 15:00
Bu yılki Cesar ödüllerinde ’En İyi Film’ ve ’En İyi Erkek Oyuncu’ (François Cluzet) dahil toplam 9 adaylık kazanan Can Dostum, Fransa’da gişe rekoru kırarak “tüm zamanların en fazla izlenen Fransız filmi” unvanını kazandı. Gerçek olaylardan uyarlanan filmde, geçirdiği kazadan sonra felç olan zengin aristokrat Philippe, cezaevinden çıkmış banliyö delikanlısı Driss’i bakıcı olarak işe alır. Herkes Driss’in bu iş için uygun olmayacağını düşünürken, Philippe ona inanır ve bir şans verir. Normal koşullarda yan yana gelmesi neredeyse imkansız bu iki zıt dünya görüşünün çarpışmasının ve zamanla çılgın bir dostluğa dönüşmesinin hikayesini izleyen, ucundan sosyal meselelere değinen, sınıf eleştirisi yapan komik, duygusal ve insancıl bir film.
Pamuk Prenses (Blancanieves)
İspanya, 2012, 112’ Yönetmen: Pablo Berger Oyuncular: Maribel Verdú, Ángela Molina, Daniel Giménez Cacho, Inma Cuesta Dil: Sessiz Gösterim: 13 Ocak Pazar 15:30, 17 Ocak Perşembe 19:00
Görselliği de dramı da güçlü olan bu Oscar aday adayı, son günlerde televizyon ve sinemada çok kez uyarlanan Pamuk Prenses hikayesine yeni bir yorum getiriyor. Pablo Berger imzalı bu siyah-beyaz, sessiz film, Grimm Kardeşler’in masalını 1920′ler İspanyası ve boğa güreşiyle buluşturarak yeni ve iddialı bir uyarlama sunuyor. San Sebastián Uluslararası Film Festivali’nde ’En İyi Kadın Oyuncu’ ve ’Jüri Özel Ödülü’ kazanan film bir arenada başlıyor. Danteller içindeki kötü kraliçe, asil bir matador, zehirli elmalar, kızgın boğalar ve Flamenko eşliğinde cesur bir Pamuk Prenses… Büyüdüğünde babası gibi boğa güreşçisi olmak isteyen Carmencita’nın masalı, aynı zamanda çekilen The Artist gibi ilhamını sessiz sinemadan alıyor.
Sezar Ölmeli (Cesare Deve Morire)
İtalya, 2012, 76’ Yönetmen: Paolo Taviani, Vittorio Taviani Oyuncular: Cosimo Rega, Giovanni Arcuri, Antonio Frasca, Juan Dario Bonetti, Dil: İtalyanca Gösterim: 10 Ocak Perşembe 13:00, 12 Ocak Cumartesi 15:00
Berlin’de Altın Ayı kazanan filmin tüm oyuncuları Yüksek Güvenlikli Rebibbia Hapishanesi’nin mahkûmlarından oluşuyor. Endişe, umut ve sanattan geçen bir yolu izleyen bu filmin kahramanları, hapishanede Shakespeare’in ’Julius Caesar’ oyununu sahneye koymaya karar verirler. İtalyan sinemasının usta yönetmenleri, Taviani Kardeşler oyunu gerçekleştirmek için bir araya gelen mahkumların günlük hapishane yaşamlarıyla performans sanatını, gerçekle kurmacayı birbirine geçiren bir kurguyla anlatıyorlar. Oyunun prodüksiyonu için hapishane mimarisini dramatize ederek yaratıcı bir dekora dönüştüren ve böylelikle mekan kavramını da araştıran, uğraştığı toplumsal meselesiyle de “eski kafalı”, nostaljik bir film Sezar Ölmeli.
Tepelerin Ardında (Dupa Dealuri)
Romanya, 2012, 150’ Yönetmen: Cristian Mungiu Oyuncular: Cosmina Stratan, Cristina Flutur, Valeriu Andriuta, Dana Tapalaga Dil: Rumence Gösterim: 12 Ocak Cumartesi 17:00, 17 Ocak Perşembe 15:00
2012’de Cannes Film Festivali’nden ’En İyi Senaryo’ ve ’En İyi Kadın Oyuncu’ (C. Stratan & C. Flutur) ödülleri ile dönen film Romanya kırsalında bir Ortodoks manastırında geçiyor. Almanya’dan dönen Alina, çocukluk arkadaşı Voichita’yı almak üzere manastıra gelir. Voichita dünyada onu seven ve sevdiği tek insandır. Ne var ki, o artık rahibe olmuştur. 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün ile beş yıl önce Altın Palmiye’yi kazanan Romen yönetmen Cristian Mungiu, Romanya’nın Oscar adayı olan son filminde kendi sözleriyle “sevginin iyi ve kötü kavramlarını nasıl göreceli bir hale dönüştürdüğünü ve dünyadaki en büyük hataların nasıl inanç adına yapıldığını” anlatıyor.
Ateşin Düştüğü Yer
Türkiye, 2012, 105’ Yönetmen: İsmail Güneş Oyuncular:Hakan Karahan, Elifcan Ongurlar, Yeşim Ceren Bozoğlu Dil: Türkçe Gösterim: 10 Ocak Perşembe 17:00, 19 Ocak Cumartesi 13:00
Kadına yönelik şiddet ve töre cinayetlerini gerçek bir hikayeye dayandırarak işleyen film, İsmail Güneş’in üçlemesinin sonuncusu.Montreal Film Festivali’nden büyük ödül olan ’En İyi Film’ ve Cannes’dan FIPRESCI ödülü ile dönen film şimdi Türkiye’nin Oscar adayı. Çiftçi bir ailenin 16 yaşındaki kızları Ayşe, beklenmeyen bir şekilde rahatsızlanır ve ameliyata alınır. Bu sırada küçük kızlarının hamile olduğunu öğrenen aile töreye boyun eğmek zorunda kalır. Kızlarını ’yaşatmak’ için büyük mücadele vermiş olan aile bu defa ’öldürmek’ için mücadeleye girişir. Öldürme işini üstlenen baba Osman, kızı Ayşe ile bir yolculuğa çıkar. Osman yol boyunca kızını zehirlemek için çaba gösterirken, kız öldürüleceğini bilmemektedir. Baba ve kızın bu yolculuğu ikisi için de birbirlerini yeniden tanıma, sevme şansını doğurur. Sevgi, töre ve pişmanlık duygusu üzerine dokunaklı bir film.
Savaşın Gölgesinde (Lore)
Avustralya, 2012, 108’ Yönetmen: Cate Shortland Oyuncular: Saskia Rosendahl, Nele Trebs, André Frid, Mika Seidel, Kai Malina Dil: Almanca Gösterim: 17 Ocak Perşembe 13:00, 20 Ocak Pazar 15:00
Avustralya’nın 2013 Oscar adayı olan filmde, Nazilere mensup annesiyle babası 1945 yılında müttefikler tarafından tutuklanınca ortada kalan genç Lore, dört kardeşini de alıp, 900 kilometre ötedeki Hamburg’daki büyükannesine doğru yola koyulur. Savaşın bitişiyle hüküm süren kargaşa, yokluk ve acının ortasında, Thomas adında gizemli bir Yahudi mülteciyle karşılaşması Lore’un dünyasını alt üst eder. Lore, tehlikeli yolculuklarında hayatta kalabilmek için düşman bildiği, hep nefret etmesi gerektiği öğretilen birine güvenmek zorunda kalacaktır. Savaş sonrası acıları ve değişen dünyaya karşı büyümenin zorluklarını ele alan bir dram.
14 Eylül-10 Kasım 2013 tarihleri arasında İKSV tarafından düzenlenecek 13. İstanbul Bienali, Koç Holding sponsorluğunda gerçekleştiriliyor. Koç Holding, 2007-2016 yılları arasındaki beş İstanbul Bienali’nin de “Bienal Sponsorluğu”nu üstlenmiş durumda.
13. İstanbul Bienali’nin başlığı ve kavramsal çerçevesi, küratörü Fulya Erdemci tarafından 8 Ocak Salı günü İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Maçka Kampüsü’nde düzenlenen bir basın toplantısıyla açıklandı.
Basın toplantısına konuşmacı olarak Fulya Erdemci’nin yanı sıra İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer de katıldı. 13. İstanbul Bienali’nin başlığını, şair Lale Müldür’ün aynı adlı kitabından alıntılayarak “Anne, ben barbar mıyım?” olarak belirleyen Fulya Erdemci, toplantıda kavramsal çerçeveyi anlattı
Küratör Fulya Erdemci, 13. İstanbul Bienali’nin odak noktasının siyasi bir forum olarak kamusal alan fikri olacağını açıkladı. Fulya Erdemci’ye göre tanımı ve içeriği üzerine çok tartışılan bu kavram, güncel demokrasi biçimlerini sorgulayan, günümüzün mekansal-ekonomik politikalarını tartışmaya açan, uygarlık ile barbarlık kavramlarını sorunsallaştıran, ve bu bağlamda, sanatın rolünü araştıran bir matris işlevi görecek.
Bugün toplumdaki “mutlak öteki”ye işaret eden “barbar” tanımlamasının tekrar gündeme getirilmesinin neyi ortaya koyduğunu sorgulayan Erdemci, baskın ve kemikleşmiş söylemleri sarsarak, toplumdaki en zayıf ve dışlanmışların da sesinin duyurulacağı bir alan açmak adına, sanatın yeni pozisyonlar yaratma ve yeni öznellikler inşa etme potansiyeline işaret etti.
Erdemci, İstanbul Bienali’nin, kamusal alan söyleminin toplumsal siyasi bir forum yaratma olanağını, mekansal-ekonomik adalet, kamusal alanda sanat ve sanat-pazar ilişkilerinin açımlanması üzerinden öne çıkarmayı amaçladığını da belirtti. “Kamusallık” kavramını yeniden düşünme imkanı yaratacak İstanbul Bienali, yeni düşünce ve hayalgücü kanalları açmayı hedefleyerek, kamusal bir buluşma ve tartışma zeminini harekete geçirecek.
PROJE BAŞVURULARI
13. İstanbul Bienali’ne başvurmak isteyen sanatçıların proje önerileri ile birlikte portfolyolarını 1 Mart 2013 tarihine kadar, [email protected] e-posta adresine ulaştırmaları gerekiyor. 13. İstanbul Bienali’ne davet edilecek sanatçılar ve projeleri Haziran ayında kesinleşecek.
Başvurular hakkında ayrıntılı bilgi için tıklayınız.
Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki; küresel ısınma durmadı, hatta ara da vermedi. Ülkemizde bazı şehirler kara teslim olmuşken, Avustralya dört gündür kıta ortalaması olarak 39 santigrat derece sıcaklığın altına düşmedi. Küresel iklim değişikliğinin bir sonucu olarak dünyanın ortalama sıcaklığı artarken, kar yağışları, seller ve şiddetli hava olayları da artarak devam ediyor.
Met Office bu yıl küresel sıcaklığın uzun dönem ortalamasının 0.57 santigrat derece üstünde olacağını, bu nedenle 2013 yılının 1850’ lerden bu yana kaydedilmiş en sıcak yıllardan biri olacağını açıkladı. Met Office’in hava tahminleri kendi araştırmalarına ek olarak Doğu Anglia Üniversitesi, Nasa Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü ve Birleşik Devletler Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’ne dayanıyor.
İlk olarak, dünyanın ortalama sıcaklığı doğal etkenlerden dolayı bazı yıllar daha sıcak, diğerleri daha soğuk yaşanabiliyor. Mesela, 2005 ve 2010 yılları ortalama gidişatın üzerinde sıcaklık değerleri gösterirken, 2008 ve 2011 yıllarında ortalamanın altında sıcaklık değerleri kaydedildi. Fakat bu değişimler 0.2 santigrat derece civarında yaşandı. Genel gidişata baktığımızda ise; Dünya Meteoroloji Organizasyonu’nun verdiği bilgiye göre 1800’lü yıllardan bu yana yaşanan en sıcak 12 yılın 11′i 2001′den bu yana kaydedildi, 0.45 santigrat derece sıcaklık artışıyla 2012 ise en sıcak 9. yıl oldu.
Küresel sıcaklıklara doğal olarak etki eden belirgin üç faktör vardır:
1) Volkanik patlamalar: 1991 yılında Pinatubo Dağı’nın patlaması ortalamaya göre daha soğuk yaşanan 3 yılı da beraberinde getirdi. Fakat yine de küresel sıcaklık artış göstermeye devam etti. Yani 2013 yılında büyük bir volkanik patlama olursa bunun az da olsa soğutucu bir etkisi olabilir.
2) Güneş aktiviteleri: Güneşten gelen enerjinin maksimuma ulaşması dünyayı 0.1 santigrat derece daha ısıtabilir. Son otuz yıllık gidişata baktığımızda güneş aktiviteleri sürekli azaldı fakat dünya ısınmaya devam etti. Güneşin periyodik döngüsüne baktığımızda bundan sonraki süreçte dünyaya ulaşan enerjinin artması bekleniyor.
3) Okyanus akıntıları: Güney Amerika’nın batı kıyısındaki okyanus sularının periyodik olarak ısınması olayına El Nino, soğumasına ise La Nina denir. Peru kıyılarında başlayan bu olay dünyanın sıcaklığını değiştirerek, iklim olaylarına etki eder. Mesela 2008-2011 yılları arasında La Nina etkisini gösterdi, bu da sıcaklıkları biraz düşürücü etki yaptı. Fakat 2011 yılı ortalama sıcaklık artışına bakılarak son on yılın sıcaklık değerlerinden düşük olmasına rağmen, La Nina olayının görüldüğü yıllara kıyasla en sıcak yıl olarak kayıtlara geçti. Yani La Nina olayı yaşanırken okyanuslar soğuk suyu yüzeye çıkardı ancak bu sadece atmosferdeki ekstra sıcak havayı emici etki yapabildi, küresel sıcaklığın artışına engel olamadı. Bu yıl ise El Nino etkisini göstermeye başladı, yani okyanus suları ısınıyor ve dünyanın ortalama sıcaklığının normalden daha fazla artması bekleniyor.
Yukarıda da bahsettiğim gibi tüm bu olaylar yaşandığında doğal süreçte küresel sıcaklığın azalmış olması gerekiyordu; ancak ortalama sıcaklık her on yılda yaklaşık 0.16 santigrat derece artarak devam etti. Bunun tek sebebi insan etkisiyle atmosfere salınanan sera gazı miktarındaki sürekli artıştır, bunun dışında hiçbir doğal etken bu gidişatı açıklayamıyor. Doğa bundan önceki yıllarda bizim atmosferi ısıtmamıza sadece soğutucu bir etkiyle karşılık verdi.
Buna rağmen Amerika’nın büyük çoğunluğu, Batı Avrupa ve Hindistan kuraklıktan sıkıntı çekti, aynı zamanda bazı bölgelerde seller ve fırtınalar yaşandı. 2012’nin Ekim ayında Amerika’nın doğu kıyılarını vuran Sandy kasırgası gibi aşırı hava olayları gerçekleşti. Ülkemizde de şu anda kar yağışları görülürken, dünyanın bazı bölgelerinde aşırı sıcak havalar yaşanıyor ve küresel sıcaklık artış gösteriyor.
Özetle, 2013 yılı için rekor sıcaklık değerleri tahminleri yapılmasının ilk sebebi artarak devam eden sera gazı salımı, diğeri ise bu yıl doğal etkenlerin de bu ısınma gidişatına katkı sağlayacak olmasıdır. Bundan önceki yıllarda yaşananlardan doğanın küresel ısınmaya çok fazla etki etmediğini gördük, bu nedenle sürecin yaşanmasından sorumlu olan sera gazı salımı azaltılmadığı takdirde bundan sonraki yıllarda da kar yağışları, seller ve fırtınalar görülmeye devam ederken, her yılın “küresel olarakkayıtlara geçmiş en sıcak yıl” olduğunu duymaya devam edeceğiz.
Belkıs Gökbulut
Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği Çalışma Grubu
RedHack, YÖK’ün Elektronik Paylaşım Sistemi ebys.yok.gov.tr sitesine girerek aralarında gizli ibaresi bulunan 60 binin üzerinde dokümanı ele geçirdiklerini duyurdu. RedHack, Twitter hesabında “YÖK sisteminden elimize tonla belge geçti. Daha sonra yayınlayacağız” dedikten kısa bir süre sonra belgeleri yayınlamaya başladı.
RedHack tarafından yayınlanan belgelere buradan erişim mümkün.
YÖK’ün Elektrrnik Paylaşım Sistemi’nin şifrelerini kırılması sonrasında ele geçirilen yolsuzluk belgeleri arasında ilk yayınlananlar Giresun, Gazi, Adnan Menderes ve İstanbul Üniversitesi’ne ait belgeler oldu.
RedHack ilk olarak Giresun Üniversitesi’ndeki yolsuzluğa ilişkin hazırlanan 294 sayfalık dosyayı yayımladı. Giresun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Aygün Attar imzalı üst yazı ile Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’na gönderilen “gizli” dosyada yolsuzluğun nasıl gerçekleştirildiğine geniş geniş yer veriliyor. Dosyada “BAP Koordinasyon Biriminin iddialarını içeren dosya, ön-inceleme raporu, soruşturma raporu ve soruşturmacı hakkında BİMER’den gelen şikayet yazısı” da ek olarak YÖK’e gönderildi. Ayrıca yolsuzluğa adı geçenlerin de geniş geniş ifadelerine ve banka dokümanlarına yer verildi.
Soruşturma Raporu’nda, kurulumu yapılmamış bir cihaz için 664 bin 34 TL ödendiği tespitine yer verildi. Raporda, “Birimlerimizdeki mekan darlığı ve yetersizliği bilindiği halde ve en önemlisi ise Merkezi Laboratuar inşaatı tamamlanmadan makine teçhizat alımının gerçekleştirilmesi; alınan cihazların herhangi bir olur yazısı olmadan Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’ne kurulması, 400 MHz NMR cihazının kurulumunun ve Mal Alımları Denetim ve Muayene Kabul işlemlerinin yapılmadan teslim alınması; en azından para alınmadan geçici kabul işleminin uygulanması gerekirken firmadan yasal bir sorumluluğu bulunmayan bir taahhütnameye istinaden bir rapor hazırlanarak kurulumu yapılmamış bir cihaz için 664 bin 34 TL ödenmesi; Kalkınma Bakanlığı tarafından 83 kalem makine teçhizat alımı için tahsis edilen 2 milyon 832 bin TL’lik ödeneğin tamamının sadece 9 kalem makine teçhizat alımı için kullanılarak, geri kalan 74 kalem makine teçhizatın alınmadığının” açığa çıktığı kaydedildi.
Dünyaca ünlü İngiliz müzik efsanesi David Bowie, 10 yıl aradan sonra, 66. doğum gününde hayranlarının karşısına yeni bir single ile çıktı. Bowie’nin dünya çapındaki hayranları, ünlü şarkıcının 66. doğum gününde, “Where Are We Now ” adlı şarkıyı ilk kez dinledi.
Parça, Bowie’nin resmi internet sitesi ve “iTunes”dan dinleyiciyle paylaşılırken, yeni albüm “The Next Day“in 11 Mart’ta İngiltere’de, 12 Mart’ta ABD’de piyasaya çıkacağı belirtildi. Dawid Bowie’nin son albümü “Reality”, 2003 yılında satışa sunulmuştu.
Müzik piyasasına 1960’larda giren Bowie, “Let’s Dance”, “China Girl”, “Fame” ve “Dancing in the Street” gibi parçalarıyla unutulmazlar arasına girdi, çıkardığı başarılı albümlerin yanı sıra, imajıyla da pek çok şarkıcıya ilham kaynağı oldu.
David Bowie’nin “Where Are We Now” singleını buradan dinleyebilirsiniz.
İspanya'da İş ve İşçi Bulma Kurumu Ofisi önünde bekleyenler Avrupa'daki durumun bir göstergesi
Euro bölgesindeki işsizlik oranının yüzde 11,8’le rekor seviyeye ulaştığı açıklandı. Avrupa Birliği’nin Salı günü açıkladığı işsizlik rakamları Ekim- Kasım ayları arasında yüzde 0,1 artış yaşandığını gösteriyor. Rapora göre Euro’yu para birimi olarak kullanan ülkelerde Kasım ayında toplam 19 milyon kişi işsiz. Ekim-Kasım arasında işsiz sayısında 113 bin kişilik artış olduğu belirlendi.
İşsizlik sorunu en fazla Yunanistan ve İspanya’da yaşanıyor.Her iki ülkede de işsizlik yüzde 26’nın üzerinde. Gençler arasında işsizlik ise her iki ülkede yüzde 57 civarında.
AB Komisyonu’nun sosyal işlerden sorumlu üyesi Laszlo Andor, AB‘nin sosyal durumuna ilişkin raporu kamuoyuna açıklarken şu uyarılarda bulunarak, “Hanelerin geliri azalırken yoksulluk riski sürekli artıyor. Bu durumdan bazı sosyal kesimler daha fazla etkileniyor. Özellikle de genç yetişkinler, işsiz kadınlar ve çocuğunu yalnız başına büyüten kadınlar, daimi yoksulluk tehdidinden en fazla muzdarip olanlar.“ diye konuştu.
AB Komisyonu, Avrupa ülkeleri arasındaki sosyal uçurumun derinleşmesini büyük endişe veren bir gelişme olarak değerlendiriyor. Komisyon, bu duruma çözüm olarak; istihdam piyasasında nitelikli işgücünün teşvik edilmesini sağlayacak reformlar yapılmasını ve sosyal sistemin de bununla uyumlu hale getirilmesini öneriyor.
Ancak Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) Genel Sekreter Yardımcısı Patrick Itschert, Komisyon’un bu önerilerini eleştiriyor ve şunları söylüyor:
“İstihdam piyasasındaki reformlar iş alanı yaratmıyor. Komisyonun desteklediği körü körüne tasarruf politikası da birçok ülkeye zarar veriyor. Bu şekilde durum iyileşmez. Bu sadece dibe doğru uzanan bir sarmal. Sadece ücretler üzerinden yapılacak rekabet Avrupa’ya Çin modelini getirir. Bizim istediğimiz bu değil.”
TTK Kozlu Müessesesi’nde 8 maden işçisinin ölümüne yol açan maden kazası ile ilgili açıklama yapan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Zonguldak örgütü, TTK’nın sorumluluğuna dikkat çekti.
Kazada yaşamını kaybeden işçilerin yakınlarına ve Zonguldaklılara başsağlığı dileyen Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Zonguldak örgütü sözcüsü Ali Topaloğlu tarafından yapılan açıklama şöyle:
“İş kazası değil, İşçi cinayeti!”
TTK Kozlu Müessesesi’nde taşeron Star AŞ tarafından yürütülen galeri açma çalışmaları sırasında meydana gelen degaj sonrasında 8 maden işçisinin yaşamını kaybettiğini üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayız. Evlerine ekmek getirmekten başka hiç bir kaygısı olmayan bu insanların, aldıkları üç kuruş maaşın bedelini yaşamları ile ödemesi son derece hazindir.
Kömürün bünyesinde bulunan metan gazının ani şekilde boşalması olarak açıklanabilecek olan degajın akla ilk gelen nedenlerinden biri, metan gazını drene etmek amacıyla yapılması gereken arın sondajlarının yapılmamış olmasıdır. Yazılı ve görsel basından okuduklarımıza göre, kurum yetkilileri, degajın meydana geldiği arında, geçtiğimiz cuma günü 20 metre boyunda, 4 adet sondaj yapıldığını söylemektedir. O halde sorumuz şudur: Yapılan sondajlar nizami midir? Yeteri kadar sayıda ve yeteri kadar uzunlukta mıdır? Raporlarda böyle görünmektedir ama acaba gerçek olan nedir?
Yetkililere sesleniyoruz. TTK’nin işçi açıkları nedeniyle iş güvenliği kurallarını denetleyecek, meydana gelmesi muhtemel aksakları giderecek yeteri kadar elemanı görevlendiremediği iddia edilmektedir. Bu iddia doğru mudur? Metan gazını izlemek üzere kurulan tüm elektronik izleme aygıtlarına, geliştirilen teknolojilere karşın işçilerin eğitimi ve kazalar konusunda bilinçlendirilmesi çabalarında eksikler mi mevcuttur? Bu eksiklerin giderilmesi için bugüne kadar neler yapılmıştır?
Bu sorularımızın peşini kamuoyu tatmin oluncaya kadar bırakmayacağımızı duyuruyor başta kazada yaşamını kaybedenlerin yakınları olmak üzere tüm Zonguldak halkına başsağlığı diliyoruz.”
NASA’ya ait Kepler uzay gözlemevinin ilk üç yılında yaptığı gözlemlerde binlerce gezegen bulundu. İyi haber ise güneş sistemimiz dışında da dünyadakine benzer yaşam koşullarının sürdürülebileceği gezegenlere ait bulgulara da rastlanmış olması.
Kepler’le çalışan bilim adamları ayrıca 461 yeni gezegen adayı bulduklarını açıkladı. Böylece Kepler uzay aracının keşfettiği gezegen adaylarının sayısı 2740’a çıktı. Kepler’in gözlemlerine dayanan keşifler Amerikan Astronomi Derneği’nin Kaliforniya’daki 221. toplantısında açıklandı. 2009’da uzaya fırlatılan Kepler aracı sadece belli bir bölgeyi hedefledi ve burada görüş alanına giren 150 bin yıldızı gözlemledi.
Gök bilimciler, yıldızların önünden başka gök cisimlerinin de geçebileceği ve bazı gezegenlerin de Kepler’in bulunduğu açıdan görülmeyebileceği gibi faktörleri göz önüne aldıktan sonra şu sonuca vardı: Galaksimizdeki yıldızların %17’sinin yörüngesinde Dünya’nın 1,25 katına varan büyüklükte gezegenler var. Ve bu gezegenler turlarını Merkür gezegeni gibi 85 günde ya da daha az sürede tamamlıyor.
Seti Enstitüsü’nden Christopher Burke de buldukları 461 yeni gezegen adayından önemli bir kısmının Dünya’ya yakın boyutta olduğunu açıkladı. Doktor Burke, “Bunlar arasında en ilginç olan, yıldızlarının yörüngesinde suyun ve yaşamın var olabileceği bölgede bulunan dört yeni gezegen bulunuyor” diye konuştu.
“Bunlardan KOI 172.02 adı verilen bir tanesi, Dünya’nın yalnızca 1,5 katı büyüklüğünde ve Güneş’e benzeyen bir yıldızın etrafında dönüyor. Şu anda elimizde olan verilere göre belki de ikinci bir Dünya’ya en yakın bulgu bu olabilir.”