Ana Sayfa Blog Sayfa 4270

Sanatçılardan ‘”Gezi Parkı’na müdahale tehdidi’ açıklaması

Gezi Parkı Eylemlerinin 17’ncı gününde aralarında Zafer Algöz, Meltem Cumbul, Rıza Kocaoğlu, Sermiyan Midyat, Barış Falay, Nail Kırmızıgül, Sarp Apak, Levent Sarpoğlu’nun da bulunduğu çok sayıda sinema ve tiyatro oyuncusu Gezi Parkı merdivenlerinde bir basın açıklaması yaptı.

Açıklamayı grup adına ünlü oyuncu Meltem Cumbul okudu. Açıklamada şu ifadeler yer verildi: ” Gezi Parkı eylemlerinin 17’nci günündeyiz. Görüşmeler Gezi Parkı eylemcilerinin meşru temsilcilerini de kapsayacak şekilde genişlemiştir. Bu gelişmeyi umut verici bir adım olarak değerlendiriyoruz. Diyaloğun sağlıklı bir şekilde giderilmesi için endişelerimizin giderilmesini bekliyoruz. Ülke genelinde polis şiddeti hala daha devam ediyor. Başından beri barışçıl eylemlerini büyük bir inanç, dirayet ve demokratik olgunlukla sergileyen Gezi eylemcileri halen müdahale tehditi altında kalıyor. Görüşmelerin devam edilebilmesi ve eylemciler tarafından sağlıklı bir şekilde tartışılabilmesi için Gezi Parkı’na herhangi bir müdahale yapılmamalıdır. Türkiye ‘nin dört bir yanında Gezi Parkı için sokağa çıkan binlerce insana karşı uygulanan polis şiddeti sona erdirilmelidir. Eylemlerin başından itibaren gözaltına alınan bütün eylemciler serbest bırakılmalıdır. Diyalogun sürmesini, polis şiddetinin sona ermesini ve müdahale tehditine son verilmesini talep ediyoruz. Bugünkü gelişmeler çok olumlu, umarım bu her zaman devam eder.”
Sanatçılardan oluşan grup ‘Her yer Taksim, her yer direniş’ şeklinde slogan atarak parka geri döndü.

Guardian, Başbakan Erdoğan’ı TOMA yaptı!

İngiltere’de yayımlanan Guardian gazetesinde yer alan karikatürde, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın file benzetilen yüzü Toplumsal Müdahale Aracı’nın (TOMA) önüne yerleştirildi.

Guardian gazetesi karikatüristi Steve Bell’in, Başbakan Tayyip Erdoğan ‘ı TOMA’ya benzettiği bir karikatür yayınladı.

Karikatürde, Gezi Parkı direnişi konu edilirken, polisin aşırı şiddet göstermesi eleştirildi. Arka planda bir gaz bulutunun içinde elleri coplu polislerin siluetinin görüldüğü karikatürde, Başbakan Erdoğan Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı, TOMA olarak resmedildi. Üzerinde bir Türk bayrağı asılı olan TOMA’nın önü ise başına bir hilâl yerleştirilmiş ve bir filin hortumuna benzetilmiş burnundan tazyikli su fışkırtan Erdoğan’ı gösteriyor.

Hayat TV kapatılıyor

21 Mart 2007’den beri yayın yapan Hayat TV, RTÜK’e yaptığı lisans başvurusu sonuçsuz kalınca kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Kanala göre lisans verilmemesinin nedeni Gezi Parkı olaylarında yaptığı yayın.

Hayat TV’den yapılan açıklamada şöyle denildi:

Kurulduğu günden bu yana işçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların, yoksul halkın, aydınların, sanatçıların, tüm halkın sesi olmuş Hayat Televizyonu’nun ekranı ağır bir tehdit altındadır. Halkın haber alma özgürlüğü ellerinden alınmak isteniyor.

Evet, halkın sesi, hayatın sesi susturulmak isteniyor.
Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun verdiği ve Türksat’a bildirilen karar uyarınca, Hayat Televizyonu’nun ekranı her an karartılabilir; her an gerçekler derin bir karanlığa gömülebilir.

AKP Hükümeti, halkın gerçeklere ulaşma hakkını bir kez daha baskı ve sansür yoluyla engelliyor. 21 Mart 2007’den bu yana Türksat uyduları üzerinden yayın yapan Hayat Televizyonu, hukuksuz biçimde susturulmak isteniyor. “Ekran karartma” kararına gerekçe olarak, 6 yıldan fazladır yayında olan kanalımızın “kaçak olduğu”, “lisansı bulunmadığı” iddiaları gündeme getiriliyor.

İddialar tümüyle asılsızdır, çarpıtmadır.

Hayat Televizyonu, 21 Mart 2007’den bu yana uluslararası yayıncılık lisanslarıyla Türksat uyduları üzerinden yayın yapmaktadır. Aynı zamanda, RTÜK lisansı için gerekli tüm başvuruları yapmış olup, lisans başvurusu Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun önündedir.

Geçtiğimiz aylarda yapılmış tüm görüşmelere, varılan mutabakatlara ve yasaların gerektirdiği tüm adımlar tarafımızca atılmış olmasına rağmen, şimdi RTÜK tarafından keyfi bir tutum içine girilmiştir.

Gezi Parkı’nda başlayan direniş ve halkın yükselen taleplerinin sesi olan Hayat Televizyonu, “bu konuda gelen şikayetler ve raporlar” gerekçe edilerek RTÜK tarafından incelemeye alınmış ve ekran karartma kararı verilmiştir.

İki haftadır süren Gezi Parkı eylemleri boyunca bütün medya üzerinde uygulanan ağır baskı, Hayat Televizyonu’na kapatma olarak yansımıştır. Radyo Televizyon Üst Kurulu, yayın yaptığımız Türksat uydusuna bir yazı yazarak yayınımızın durdurulmasını istemiştir.

Gün boyu yaptığımız tüm girişimlere, görüşmelere, makul çözüm bulma çabalarımıza rağmen, somut ve güvenilir bir yanıt alamadık.

Son olarak “en geç Cuma saat 12.00’de yayınımızın durdurulacağı” tarafımıza bildirilmiştir.

Bu keyfi ve hukuksuz karardan bir an önce vazgeçilmelidir.

Her zaman ekranımızda yer bulmuş bütün halk kesimlerini televizyonlarına sahip çıkmaya, Hayat Televizyonu ile dayanışmaya çağırıyoruz.”

Referandum şansını elinin tersiyle itmek

Taksim Gezi Parkı Direnişi, 18. gününde son aşamasına girdi. Son iki gündür süren yoğun müzakere süreci, giderek tırmanan direnişi farklı bir noktaya taşıdı. Bugün hem parktaki direnişçiler, hem de Taksim Dayanışması’nın bileşeni olan örgütler hareketin geleceğine yönelik bir karar verecek. Tabanda başlayan hareketin geleceği, tabanda belli olacak.

Son iki günde yaşanan en önemli değişiklik, mücadelenin başlangıç noktasına yavaş yavaş geri dönmesi oldu. Gezi Parkı’nın yok edilmesine ve ağaçların kesilmesine karşı mücadele etme kararlılığıyla başlayan olaylar, hükümetin yaşananları kavrayamaması, Başbakan’ın diyaloğa kapalı, direnişçileri aşağılayan, otoriter tavrı ve uygulamaya sokulan ağır polis şiddeti nedeniyle hızla hükümet karşıtı gösterilere dönüşmüştü. Daha da önemlisi direniş hızla kendi ruhunu ve anlamını yarattı. Yeni kuşağın yeni politikası doğdu. Taleplerden çok tarz, içerikten çok yöntem ön plana geçti. Direnişçilerin kim olduğu, neden direnişe geçtiği, nasıl mobilize olduğu, parkla değil hayatla ilgili ne istediği daha belirleyici hale geldi. Olay yaygın bir özgürlük mücadelesine ve Türkiye’nin en kitlesel demokrasi ayaklanmasına dönüştü. Gezi Parkı direnişi bir devrim niteliği kazanmaya başladı.

Hareketin bu özelliği nedeniyle Türkiye’yi tamamen değiştirdiği söylenebilir. Bir yorumcunun deyişiyle Gezi Parkı Direnişi’nin 12 Eylül rejimini bitirdiği ve halkın kendi elleriyle gerçek demokrasiyi kurmasında önemli bir adım anlamına geldiğini söylemek yanlış olmaz. Bu konuda yazılan çizilen çok şey oldu, bundan sonra daha da artacaktır. “Gezi devrimi”nin üzerinde yıllarca konuşulmayı hakedecek bir dönüşüm yaratacağı kuşkusuz.

Referandum kartı

Müzakere süreci başlayınca hareketin orjinal taleplerininin, yani parka kışla yapma dayatmasına karşı verilen mücadelenin tekrar ön plana çıkması da doğal. Bu geri dönüşü sağlayan şey hükümetin referandum kartını öne sürmesi oldu. Son kararı referandumla alalım önerisi çok önemli bir anlam taşıyordu: Başbakan’ın kararlı direniş karşısında “siz ne derseniz deyin, ben o Kışla’yı yaparım” tavrından geri adım atması, ilk kez karar sürecinin merkezi düzeyden yerele taşınmasının önerilmesi, dış komplo ve faiz lobisi manipülasyonlarının ardından direnişçilerin bir numaralı talebinin görülmesi. Referandum kartı sayesinde müzakereler Kışla eksenine geri dönünce, dün gece Taksim dayanışması temsilcilerinin Başbakan’la görüşmesi de mümkün oldu. Hareketin düz bir çizgide yürümemesi son derece doğal. Bu durum direnişin bir kent ve ekoloji mücadelesi olduğu kadar, bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi de olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Bu süreçte referandum tartışmasının 24 saat bile dayanamadığına ve alelacele itibarsızlaştırıldığına tanıklık ettik. Ben bu tavır nedeniyle çok önemli bir şansı kaçırdığımızı, hem çevre ve ekoloji hareketlerinin bu direnişten önemli bir kazanımla çıkması imkanını, hem de yerinden yönetime dair yaygın bir tartışma yapma şansını elimizin tersiyle ittiğimizi düşünüyorum. Başbakan’ın ilk grupla görüşmesinin ardından referandum seçeneği hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik tarafından dile getirildiğinde açıklamayı canlı olarak izliyordum. İlk tepkim bunun müthiş bir kazanım olduğunu düşünmek ve hemen “hodri meydan” diyen tweet’ler atmak oldu. Ancak referandum seçeneği, ortaya atılmasının üzerinden 24 saat bile geçmeden, aralarında parktaki genç direnişçiler, Taksim dayanışması içindeki meslek odası temsilcileri, sosyalist gruplar, çevre hukukçuları, Cengiz Aktar, Baskın Oran, Korhan Gümüş gibi değerli uzman ve akademisyenler de olan hareketin çoğunluğu ve nihayet referandum önermekten vazgeçip bir tür “kamuoyu yoklaması” yapalım diyerek yan çizen Başbakan’ın kendisi tarafından liğme liğme edildi. Dün geceki görüşmeyle birlikte direnişe cevap olarak önerilen referandum değil, çok önce açılan idari dava süreci çözüm aracı haline getirildi. Böylece bir devrim niteliği kazanacak kadar önemli bir direniş siyaset zemininde hukuk zeminine çekildi. Bu neticede payı olanlar kendileriyle övünüyorlardır.

Referanduma karşı çıkış argümanları birbiriyle benzerlik taşıyor. Baskın Oran gibi referandum deyince aklına Nazi Almanyası gelen aydınlar ön sırada geliyor. Baskın hoca, dün T24’te yayınlanan “Hülya Avşar’a sığınan Başbakan” başlıklı yazısında referandumun “demokratik yöntemlerin demokrasiyi aşağılamak amacıyla kullanılması” anlamına geldiğini söylüyor ve Türkiye gibi ülkelerde halk oylaması yapıldığında “lider, iktidarını meşrulaştırmak için, soruyu istediği gibi sorarak insanları “evet” vermeye güder. Yöntem, en başarılı olarak Hitler’in iktidarı almasında ve pekiştirmesinde kullanılmıştır” diyor.

Cengiz Aktar ise Taraf gazetesinde bugün yayınlanan yazısında “Referandum genel itibariyle gayrıdemokratik bir danışma mekanizmasıdır. Sorulan soru ve oy çoğunluğu vasıtasıyla seçmenden sözümona demokratik bir onay alarak bildiğini okumaktır” diyerek yöntemi külliyen reddediyor.

Radikal’in haberine göre Taksim Platformu’ndan Mimar Korhan Gümüş de “İhaleyle verilmiş projeye referandumla karar verilmesi mimarlık tarihine geçer. Şehircilik ve mimarlık muhakeme işidir, bunu referandum gibi bir süreçle çözmek mümkün değildir. Burada bir başka mimar da çıkıp ‘Burası Nişantaşı’na kadar yeşil vadi olsun, yaya bağlantılı olsun’ der, bizim önerimiz buydu, o zaman bu da referanduma sunulsun. Bu demokratik bir yöntem değildir” diyor.

Meslek odası temsilcileri ve benzer düşünen pek çok kişi genellikle referandumu “bilimsel gerçekleri halk oyuna sunmak” olarak algılıyorlar. Korhan Gümüş’le benzer bir şekilde parkın üzerine kışla yapmayı bilimsel şehircilik ilkelerine göre zaten yanlış olarak görüyorlar. Dolayısıyla bu konuda bir soruyu halka sormak, en temel bilimsel gerçeklerin doğru olup olmadığını halka sormaya benziyor. Bilimde demokrasi olamayacağına göre burada da olmaz, halkın değil bilimin dediği olmalı demeye getiriyorlar. Konu bir kent politikası ve yerel demokrasi meselesinden bir mimarlık ve şehir plancılığı tartışmasına dönüştürülüyor.

Gezi Parkı direnişçileri içinde yaygın olan bir başka görüş ise temel hak ve özgürlüklerin referanduma sunulamayacağı. Parkın park olarak kalması (tutkulu bir şekilde) temel bir hak olarak kabul ediliyor ve bu konu idam cezasının referanduma sunulmasıyla karşılaştırılıyor. Tabii referandum karşıtlığına AKP hükümetine yönelik yaygın güvensizliğin de büyük payı var.

Ekoloji bir demokrasi mücadelesi değil mi?

Ben bütün bu argümanları yıllardır verilen çevre ve ekoloji mücadelesinin “dışından” konuşmak olarak görüyorum. Bu nedenle de anlayabiliyorum. Çok geride kalmış bir örnek vereyim. Yıllar önce, Akkuyu’da nükleer karşıtı mücadelenin yaptığı önemli işlerden biri nükleer santralın yapılacağı Büyükeceli köyünde bir referandum düzenlemek olmuştu. Nükleer karşıtı hareketin öncülerinden Melda Keskin bu kampanyayı çıkıp tekrar anlatsa ne iyi olur. O zaman yapılan referandum hiçbir resmi nitelik taşımamasına rağmen büyük bir katılım olmuş, beldenin nükleerden yana belediye başkanı bile oy kullanmak zorunda kalmış, sonuçta köyden %86 hayır çıkmıştı. Bu sonuç 90’lı yıllarda hareketin başarıya ulaşmasına çok önemli bir katkı sağladı. Çünkü köyde nükleerle ilgili bir seçim sandığı koymak, sadece köylülerin nükleere karşı olduğunu göstermekle kalmıyor, meseleyi yerel halkın karar vermesi gereken bir demokrasi sorununa dönüştürüyordu.

Dünyada da çevre ve ekoloji hareketleriyle ilgili çok sayıda referandum örneği var. Bunların en iyi bilinenleri nükleer enerjiyle ilgili olanlar. Bugüne dek nükleerin referanduma götürüldüğü ve nükleere evet çıkan bir ülke olmadı. Yerel düzeyde halkın karşı olduğu bir projeyi referanduma götürmek de mücadelenin önemli bir yolu olarak görülür.

Yerel referandum sadece ekoloji hareketlerinin elindeki önemli bir koz değil, “soru”nun yereldeki insanlara sorulması anlamına da geliyor. Yani kararların merkezde değil yerelde, bürokratlar, politikacılar ve uzmanlar tarafından değil, halk tarafından alınmasını ima ediyor. Gezi Parkı konusundaki bir referandum da tartışmayı yerele taşımak ve soruyu sadece uzmanlara değil alınacak karardan etkilenen insanlara doğrudan sormak anlamında önemli bir kazanım olurdu.

Ancak Türkiye’de çevre ve ekoloji mücadelesi de, demokrasinin bizatihi kendisi de bir katılım meselesi olarak görülmüyor. Çevre konuları teknik bir meseleye indirgeniyor, uzmanların görüşü en önemli şey haline geliyor. Demokrasi sandıktan ibaret değil diye normatif bir hat (haklı olarak) korunmaya çalışılırken, (herhalde son üç genel seçimin yarattığı travmayla) sandığın kendisini neredeyse demokrasinin önünde bir engel olarak görmeye başlayan ve halkın doğrudan katılımını küçümseyen bir çizgi baskın hale gelmeye başlıyor.

Referandumu neden önemli bir araç olarak gördüğümü ikinci yazıda daha ayrıntılı ele almak üzere birkaç kısa değinmeyle “referandum karşıtlarını” eleştirmeyi şimdilik bitireyim:

Topçu Kışlası konusunda yerel ölçekte, bütün kurum ve kurallarıyla, bağlayıcı bir referandum yapmak, hareketimiz açısından çok önemli bir kazanım olurdu. Bu örnek sayesinde kente dair kararların alınmasında halkın tartışma sürecine katılması, konunun kamuoyunda enine boyuna tartışılması sağlanmış olurdu. Bu referandum daha küçük kentlerde, kasabalarda ve köylerde yaşanan benzer ihtilaflarda referandum kartını “bizim” öne sürmemizin önünü açardı. Çünkü gerçek bir yerel referandum yasa değişikliği gerektirecek, kazanımımız kalıcı olacaktı. HES’ler, termik santraller, madenler, otoyollar gibi konularda tartışma politikacılarla üniversite hocaları ve meslek odası uzmanlarının arasında sürmekten çıkacak, halk kendi fikrinin sorulmasına alışacak, sadece dinlemek ve talep etmekle yetinmeyecekti.

Referandum deyince halkın fikrinin alınmasını değil, diktatörün fikrini onaylatmasını hatırlamayı abartılı bir şüphecilik olarak görüyorum. Temsili demokrasiyi yetersiz bulurken, bir de bilimsel gerçeklerin “temsilcilerini” bu kadar belirleyici hale getirmek bana tehlikeli geliyor. Köylerde, vadilerde, mahallelerde mücadele veren ekoloji hareketlerinin katılımcı demokrasi talebini görmezden gelip meseleyi teknik bir etki analizi sürecine indirgemek de hareketin kalbinden kopmak anlamına geliyor.

Ama referandum sadece bu nedenle değil, mevcut durumda kazandıracağı birçok somut kazanım nedeniyle de bizim savunmamız gereken bir araçtı. Bir sonraki yazıda biraz daha ayrıntıya gireceğim.

Ankara’da her gece OHAL

Ankara’da Gezi Parkı’na destek için sokağa çıkan halka polis sert müdahalede bulundu.

Ankara ‘da Gezi Parkı protestoları sürüyor. TOMA ve akreplerle konuşlanan polis bu gece de aynı noktada Kennedy Caddesi’nde halka müdahale etti. Bestekar Sokak’taki eylemcileri çevik kuvvet polisleri gaz ve ses bombalarıyla Kuğulupark’a kadar püskürttü. Polisin çok sayıda biber gazı kullandığı ve grupları dağıtarak ara sokalarda göz altılara başladığı öğrenildi. 5 protestocunun göz altına alındığı bildirildi. Pasif direnişini Kuğulu Park’ta sürdüren grubun eylemi ise devam ediyor.(ajanslar)

 

Taksim Dayanışması’ndan ‘acil’ duyuru

Taksim Dayanışması Başbakan Erdoğan’la yapılan görüşmenin ardından ‘acil’ bir açıklama yaparak, Ankara’dan gelecek heyetle birlikte ayrıntılı bir değerlendirme yapılacağını duyurdu.

Başbakan Tayyip Erdoğan ‘la dün akşam 11.30’da başlayan sabah 3.30 sularında sona eren toplantının ardından gözler Taksim Dayanışması’na çevrildi. Direnişin kaderiyle ilgili yeni bir karar alınıp alınmayacağı merak edilirken Dayanışma saat 7.00’de aşağıdaki ‘acil’ açıklamayı yaptı:

Taksim Dayanışması’nın bugüne kadar bütün kararları tüm bileşenleri ve halk katılımıyla alındı. Bu akşam Başbakan’ın daveti üzerine, Türkiye ’nin her yerinde günlerdir sokaklarda, meydanlarda beraberce haykırdığımız taleplerimiz, arkadaşlarımız tarafından bir kez daha iletilmiştir. Her zaman olduğu gibi bundan sonra da sürece dair tüm kararlar hep birlikte alınacaktır. Arkadaşlarımız Taksim’e döndükten sonra görüşmeyle ilgili daha detaylı bilgiler paylaşılacaktır.

(21:45) Gezi’de anneler çocuklarına kalkan oldu

Gezi Parkı Direnişi 17. gününde. Başbakan Erdoğan ve İstanbul Valisi Mutlu son iki gündür demeçlerinde nedendir bilinmez ailelere, annelere sesleniyor.

Mesajlarının altında yatan vurgu ise çok ama çok tehlikeli, annelere hitaben konuşan iki mülki amir sözü neredeyse çocuklarınızı oradan alın yoksa karışmayız raddesine kadar getirmiş durumdalar.

Şu anda Gezi Parkı’nda olan arkadaşımız Gizem Hasırcıoğlu parkın önüne geçen annelerin olası bir polis müdahalesine karşı kalkan olduklarının bilgisini geçti.

Haberimizin görselini ise Diren Gezi Parkı facebook sayfasından aldık.

Bugün 13 Haziran 3013 Perşembe, saat 21:47, Gezi Parkı Direnişinin 17. günü. Çocuklarınızın başına istemediğiniz haller getiririz diyen başbakan ve il valisine annelerin yanıtı çocuklarına kalkan olarak geldi.

En başından, ilk günden beri söylediğimizi tekrar ediyoruz.

#direnedirenekazanacagiz

Haber: Alper Tolga Akkuş – Gizem Hasırcıoğlu

(Yeşil Gazete / Türkiye)

Gezi İçin Refeferandum Mümkün mü?

Gezi parkı direnişlerinin ardından, hükümetin  kamuoyuna sunduğu referandum seçeneğine ilişkin tartışmalar devem ediyor. Biz de Yeşil Gazete adına Anayasa Hukukcusu akademisyen Serkan Köybaşı’ndan görüş aldık.

Serkan Köybaşı, Türkiye’de referandumun ancak anayasa değişiklikleri için mümkün olduğunu bunun da ancak iki halde uygulanabileceğini söyledi.

Başbakan Nihayet Taksim Dayanışmasıyla Görüşüyor

Taksim Dayanışması, Başbakan Erdoğan ile görüşmek üzere Başbakanlık Konutu’na gidiyor.Başbakan Erdoğan’a daha önceden yaptıkları randevu talebi kabul edilmeyen Taksim Dayanışması, bu gece saat 23.00’de Başbakanlık Konutunda Başbakan Erdoğan ile görüşecek.

Cem Aydın ayrıldı mı?

Gezi Parkı eylemleriyle birlikte en çok eleştiri alan NTV’nin de bağlı olduğu Doğuş Yayın grubu CEO’su Cem Aydın’ın izne ayrıldığı bildirildi.

Doğuş Yayın Grubu CEO’su Cem Aydın’ın ani bir kararla izne ayrıldığı medya sitelerine yansıdı. Ancak bu iznin ardından ortaya çıkan bir iddiaya göre, NTV’de kuruluşundan itibaren görev yapan ve kanalın bilinen bir haber kanalı olmasında önemli rol oynayan gazeteci Cem Aydın son gelişmeler nedeniyle istifası verdi.  Aydın’ın bu kararını çalışma arkadaşlarından oluşan küçük bir gruba duyurduğu belirtiliyor.