Ana Sayfa Blog Sayfa 4261

Başbakan’ın ‘Akdeniz’ gafı

Başbakan Erdoğan, 17. Akdeniz Oyunları’nın açılış töreninde ‘Akdeniz’in İngilizcesini yanlış söyleyince sosyal medyada gecenin konusu oldu!

Başbakan Erdoğan, 17. Akdeniz Oyunları açılış töreninde ‘Akdeniz’in İngilizcesini yanlış söyleyince sosyal medyada gecenin konusu oldu!

http://www.youtube.com/watch?v=_X376zEsT7M

Akdeniz Oyunları’nın açılış töreninde ersin Stadyumu’nda konuşan Başbakan Erdoğan, İngilizcesi “Mediterranean” olarak çevrilen Akdeniz için ‘White Sea’ dedi. Gerçek White Sea ise bilindiği üzere, Rusya’da yer alıyordu. Çok kısa süre sonra Twitter ’da da “White Sea” esprileri yapılmaya başlandı. Görüntülerin sosyal paylaşım sitelerine düşmesinin ardından ise gece boyunca yapılan bu yanlış çeviriyle ilgili binlerce tweet atıldı. İşte yanlış çeviriyle ilgili Twitter’da paylaşılanlar;

Selçuk Erdem ‏@selcukerdem
Sabah 3’te kalktım çalışmak için, karşıma white sea çıktı. Yatıyorum tekrar.

Enver Karakaya ‏@enverkarakaya
#direningilizce “Akdeniz, Beyaz deniz, yani White sea olarak adlandırılır”

Elif Dogan ‏@BlogcuAnne
Başbakanın tez elden iyi bir çevirmene ihtiyacı var.Önce “Interest groups”u “faiz lobisi” olarak çevirdiler. Şimdi de “Akdeniz”i “White Sea”

sadi tekin ‏@saditekin
mediretta.. medatrayn.. medereteyn.. neyse, white sea işte!

iskender baydar ‏@iskenderbaydar
Yuzde 50 white sea yuzde 50 black sea.. Fifty fifty kusura bakmayin.. Win win yani.. One minute icabinda!!

delininbiri ‏@capulcudeli
ülkenin başbakanı akdenizi white sea diye çevirirken 1000 liralık maaşı olan iş için ana dil gibi ingilizce istensin. güzel valla.

oben budak ‏@obenBudak
“@onuryuksel: Akdeniz white sea olunca White House da AkSaray mı oluyor?” Ben noolcam asıl, Oben BudWhite?

T.C. Mehmet Aslan ‏@Aslnmhmt
Piskevit ile alay edersen White Sea ile rezil olursun!!

zeynep gabrali ‏@zeynepgabrali
White Sea diyen Basbakan’a biri Black Sea diye bagiraydi bari de Carsiya destek protestosu olaydi. Icten ice destekliyor bence #direnakdeniz

unes Duru ‏@gunesduru
bu günden itibaren “Mediterranean Sea” tüm haritalarda “white sea” yazılır. padişah hata yapmaz, buyurur.

Cüneyt Kaşeler ‏@CUNEYTKASELER
Başbakanım sizin danışman google çeviri sanırım white sea yok, valla yok.

Berfu Merve Bolulu ‏@berfumrvbolulu
Haberimiz yokken ülkeyi Rusya’ya mı taşıdı bunlar acaba, ondan mı White Sea?

Ahmet Mert ‏@MaviyesilAlgg
Ahaahha başbakan Akdenize White Sea dedi ya. E yok artık. Tavuk çevirme de Chicken Translate o zaman

Mahkemeden THY’ye red

Türk Havayolları, Hava İş Sendikası’nın bir süre önce başlattığı grevi mahkemeye taşıdı. İstanbul İş Mahkemesi, THY’nin bu başvurusunu reddetti.

Hava İş Sendikası çıkan karar için mahkeme kararına ilşkin yaptığı değerlendirmede ‘Hiçbir hukuki dayanağı olamayan bir davaydı. İş vereni masaya davet ediyoruz’ dedi.

THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu, 24. dönem Toplu İş Sözleşmesi’nin (TİS), uyuşmazlıkla sonuçlanmasının ardından başlatılan grevin grev olmaktan çıktığını, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunun ilgili maddesi gereğince de grev hakkının kötüye kullanıldığı gerekçesiyle mahkemeye başvurmuştu.

(Cumhuriyet)

‘Türkiye’ye biber gazı satışı yapmayın!’

Merkezi Paris’te bulunan Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH – İnternational Federasyon For Human Rights) yaptığı açıklama ile Türkiye’ye biber gazı satışı yapılmaması çağrısında bulundu.
Federasyon,Gezi Parkı olaylarının başladığı 28 Mayıs’tan beri Türkiye’de polisin göstericilere müdahalede bulunduğunu ve biber gazını orantısız bir şekilde kullandığını iddia ederek biber gazı imal eden ülkeve firmaların Türkiye’ye bu gazi satmamalarını istedi.

Merkezi Paris’te bulunan federasyon, çağrının önemsenmemesi ve biber gazı satışının devam etmesi durumunda, bu ülke ve firmaların da ‘orantısız biber gazı kullanım suçuna iştirak etmiş olacaklarını’ savundu.

DHA’nın haberine göre; Yazılı olarak yapılan ve biber gazının kimyasal silahlar arasında yer aldığına dikkat çekilen açıklamada, 15 Haziran’dan beri Türkiye’de yaşanan olaylarda 5 vatandaşın hayatını kaybettiği, yaklaşık 7 bin kişinin de yaralı olduğunu kaydedilerek, yaralılardan 68’inin durumunun ağır olduğunu ve ayrıcada çok sayıda tutuklu bulunduğu ifade edildi.

(Cumhuriyet)

Gezi Parkı (3) – Sosyal medyanın yükselişi, anaakımın çöküşü

27 Mayıs’tan önce eğer Gezi Parkı ve Taksim’e çok özel bir ilginiz yoksa, orada yapılmak istenenler hakkında ya da orada olanlar hakkında bilginiz de pek olamıyordu. Belki bir 10 saniyelik basın açıklaması görüntüsü, belki bir gazetenin 16. sayfasında yer alan siyah-beyaz fotoğraflı bir haber..

Halk TV’ye bir ceza daha!

Gezi Parkı olayları sırasında ‘Şiddeti özendirdiği’’ iddiasıyla, para cezası uygulanan Halk TV’ye, bu kez de ‘’Başbakan Erdoğan’ı küçük düşürdüğü’’ gerekçesiyle uyarı cezası verildi.
RTÜK toplantısında Halk TV’de 15- 16 ve 17 Mayıs 2013 günü yayınlanan Duman adlı müzik grubunun“Rezil” isimli şarkısına ait klip, ele alındı. Bu parça eşliğinde youtube’de oluşturulan klipte, Başbakan Erdoğan’ın görüntülerine yer verildi. RTÜK raporunda şöyle denildi: 

‘’Klipte, Rezil isimli parça çalarken üzerine fotoğrafların yerleştirildiği görülmüştür. ‘Ortada bir yanlış var’ sözü sırasında Başbakan Erdoğan’ın fotoğrafı kullanılmış, ‘Aldırma geldik oyuna’ sözü esnasında Erdoğan ve George Bush’un tokalaştığı bir fotoğraf yer almıştır. Klipte iki kez Erdoğan’ın resminin üzerine ‘Rezillll’ ifadesi yazılmış ve söylenmiştir. Başbakanın şahsına yönelik rezil ifadesi, kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşmakta, Erdoğan’ın şahsına yönelik bir hakaret niteliği taşımaktadır’’

Gazeteport’un edindiği bilgiye göre bu raporu değerlendiren RTÜK üyeleri de Halk TV’ye “İnsan onuruna saygılı olma ilkesine aykırılık’’ gerekçesiyle uyarı cezası verdi. Klibin tekrar yayınlanması durumunda ise para cezası verileceği bildirildi.

(Cumhuriyet)

Muhafazakârlığın ölmeyen babası – Rober Koptaş

Son üç haftada yaşananlar, muhafazakâr kesimin fikirsel darboğazını açık etmesi itibarıyla da çarpıcıydı. Gezi direnişi etrafında dönen tartışmalarda, hükümeti savunmayı görev edinen bir kısım yazar çizerin argümanlarının zayıflığı, iktidarı protesto edenleri ısrarla bir komplonun uzantısı olarak göstermek isteyen tavırları, bu grubun psiko-patolojisi hakkında çok şey söyledi.
Bu hali, babasının ölümünü kabullenmek istemeyen çocukların durumuna benzetebiliriz. Kemalizm, Türkiye’de hemen tüm siyasi eğilimlerin, kendilerini içinde, yanında veya karşısında tanımladıkları, sürekli referans gösterdikleri başat ideoloji ve bir anlamda bütün fikirlerin ‘baba’sı oldu… Muhafazakârlık da pek çok bakımdan bu ‘baba’nın eseri ve ‘baba’nın öldüğünü reddetme, dolayısıyla sorumluluktan, büyümekten kaçma hali, muhafazakârların kimliğini ve dünyayı algılayışını fazlasıyla şekillendiriyor. Açayım…
Geçen hafta, Sky Türk’te yayımlanan, Hilmi Hacaloğlu’nun sunduğu programın konuğu oldum. Yayın formatı gereği, Gezi direnişinin haklılığını savunan üç katılımcının karşısına,  iktidarın krizi doğru yönettiğini savunan ve muhafazakâr kesimi temsil eden üç tartışmacı yer alıyordu. O programda, benim de dahil olduğum direnişten yana duran üçlü, eylemlerdeki fikirsel çeşitliliği, farklı talepleri ve yaşananların darbecilikle ilgisi olmadığını anlatmaya çalıştıkça, karşı taraf, olan biteni 28 Şubat’la, Cumhuriyet mitingleriyle, başörtü karşıtlığıyla eşleştirmeye çalıştı.
Öğretici bir tartışmaydı. Zira oradaki haleti ruhiye, Müslümanların çoğunluğunun son olaylar karşısındaki tavrını yansıtıyordu. Bu tavır, her şeyden çok, muhafazakârların, kendilerini sürekli olarak karşıtları üzerinden tanımlama, dolayısıyla, bir kendiliğe sahip olamama zaafıyla malul olduklarını gösteriyordu.
Türkiye’de dindarlar, yıllar yılı, devlet yönetimini elinde tutan imtiyazlı Kemalist seçkinler sınıfının hegemonyası altında, kenarda tutuldular, ötekileştirildiler. Sağ partilerin oy deposu olarak siyasete renklerini kattılar belki; belirli dönemlerde özellikle sola ve başta Aleviler olmak üzere farklı inanç gruplarına karşı Kemalizm’in müttefiki de oldular, ancak sıra iktidarın paylaşımına geldiğinde, ya geri planda kalmak –misal başörtülü eşlerini gizlemek– zorundaydılar, yahut da, ciddi bir iktidar adayı haline geldiklerinde, darbe tehdidine maruz kaldılar. Nihayetinde, esas oğlan olmadıkları onlara daima hissettirildi.
Kemalizm ve onun temel ilkelerinden laiklik, Müslüman kesimin baş hasmı oldu yıllar yılı. Böylece, İslamcı, muhafazakâr kimliği tanımlayan, karşıtı olduğu, modernleşmeci, laik, batılılaşmacı Kemalizm oldu. Müslümanlar siyasi alanda kendilerini Kemalizm’in otoriterliğine, tektipçiliğine karşı mücadele eden haklı bir davanın temsilcileri olarak gördüler. Bu karşıtlık, bu karşıtlığın içinden Kemalizm, adeta İslamcılığın yaşam kaynağı –babası– oldu.
Son on yılda ise, değişen dünya koşulları altında Kemalizm ve onun gölgesinde beslenen darbecilik, başta AK Parti’nin muazzam seçim başarıları olmak üzere, türlü etkenler nedeniyle geriledi. Ordu kışlasına çekilirken, özellikle Ergenekon yargılamalarından sonra darbeci zihniyet toplumun geniş kesimleri tarafından mahkûm edildi, siyasi zeminini büyük ölçüde kaybetti.
Bu gelişmelerin ardından, muhafazakârların, ayaklarının bastığı zemini yeniden tanımlama çabasına girişeceği, tepkisellikten uzaklaşacağı, fikirsel olarak gelişip serpileceği beklenirdi, ancak öyle olmadı. AK Parti iktidarda yol aldıkça, kendine güveni artıp toplumun geri kalanıyla daha sağlıklı ilişki kuracağı yerde, bir tür rövanş ihtirasıyla, eğitimden sağlığa, diyanetten kadına, aileden eşcinselliğe bir dizi meselede değerlerini toplumun bütününe dayatmaya, karşı çıkışlara ise kibir ve nobranlıkla yaklaşmaya başladı. İktidarı eleştirenler için etiketler hemen hazırdı: Bölücü, Ergenekoncu, darbeci, komplocu…
Bu hal, Gezi Parkı protestoları sırasında iyice açığa çıktı. Ortada herhangi bir darbe çağrısı yokken, ordu zaten darbe yapacak halde değilken, hükümetin istifasını veya değişmesini istemek her halükarda demokrasi sınırları içindeyken, iktidar yanlısı muhafazakâr cenah, sefalet mertebesinde bir performansa imza attı. Protestolar, gayrımeşru ve uluslararası bağlantıları olan bir planın parçası kabul edildi; buna karşın Gezi’den yükselen eleştirilerin bam tellerine ilişkin kayda değer tek bir cümle sarf edilmedi.
Görünen o ki, muhafazakâr kesimin önemli bir kısmı, babalarının öldüğünü kabul etmeyen, yani büyümek istemeyen çocuklar gibi davranmaya bir süre daha devam edecek. Meşruiyetlerini babalarının kötülüğünden almaya o kadar alışmışlar ki, onun artık var olmadığını kabul ederek hayatla gerçek bir bağ kurmak istemiyorlar. Bu tüketici ilişkiden besleniyor, ayakları üzerinde durmaktan korkuyor, meselelere ilkeler çerçevesinde yaklaşmayı reddediyorlar. Çünkü babanın ölmesini kabul, tüm değerler sisteminin yeniden inşasını, zorlu bir kendine bakış sürecini, derinlemesine bir dönüşümü ima ediyor ve belli ki korkutuyor.
Muhafazakâr kesim, zor ama elzem olanı yapmak yerine, kendi siyasi çıkarına uygun bir şekilde, nereye baksa darbecilik, nereye baksa halkı hor görme, nereye baksa dine hakaret görüyor. Oysa, bu görüşler, artık laik kesimin büyük kısmı tarafından da benimsenmiyor. Darbeci, tektipçi, ayrımcı, ulusalcı zihniyet, bugün artık Gezi direnişçileri tarafından, ancak, Erdoğan’ın sonunun Menderes gibi olacağını söyleme gafletini siyaset sanan Levent Kırca gibi kendi kendinin parodisi halini almış bir figürün hiç de komik olmayan gülünçlükleri olarak görülüyor. Oysa muhafazakârlar, Kırcagillerle dalga geçen Gezi ruhunu darbeci olarak yaftalamaya dünden razı; çünkü meseleye, çok iyi bildikleri o eski ikiliğin sığ çerçevesi dışında yaklaşmak zorlarına gidiyor.
İşin garibi, babalarının öldüğüyle yüzleşmeyi reddederek onunla siyasi kavga vermeyi sürdürmek isteyen muhafazakârlara karşı, ulusalcılar da, ölmüş babalarını sağmış gibi mezarından çıkarmaya çalışıyor. Çocukluktan sıyrılmak istemeyen bu iki siyasi hasmın ortasında kendine alan açmaya çalışan Gezi gençliği ise, büyüklerinden çok daha olgun bir ruhla bakıyor yarına.
Rober Koptaş – AGOS

Diren gözyaşı! Diren kahkaha!- Sibel Yerdeniz

Tanrı, kendi kaldıramayacağı bir taş yaratabilir mi?

Sorunun yanıtı hayır ise her şeye kadir değildir.

Evet ise yine her şeye kadir değildir, çünkü o zaman da taş vardır ortada…

O, Tanrının yeryüzündeki tezahürü.

Karşımızda, hiçbir insan elinin uzanamayacağı, zamanın el süremeyeceği batık bir gemi enkazı gibi duruyor.

Bizi de içine çektiği bir kabusun içinde durmadan sayıklayarak. Aynı şeyleri tekrarlayıp durursa sanki gerçeğe dönüşecek.

Söylediklerinin hiçbir önemi yok… Söylediği hiçbir şey ‘bir şey’ değil.

Ağzını açıyor, zehirliyor, kurutuyor, eziyor, eğiyor, büküyor, yakıyor. Ama tatmin olamıyor.

Pösteki sayar gibi kullarını sayıyor, topluyor, çarpıyor, çıkarıyor bölüyor… Ölçüyor, biçiyor, kesiyor, parçalıyor… Yine de istediği sonuca ulaşamıyor.

Hesap bir türlü tutmuyor.

Gaddarlığı değil, bağnazlığı değil, katılığı değil, kibiri değil, iktidar hırsı değil, ama bu nefret onu öldürecek.

Bu nefret hepimizi öldürecek…

Eğer bir gün, yalan söylemenin bir ölüm kalım meselesi haline geldiği bir diktatörlüğün yalanlar ağı içinde yaşamak zorunda kalırsanız, bütün yalancı ekranlara, yüzlere, sırtınızı dönün ve sokağa çıkın.

Siz istemezseniz yalanlar size ulaşamaz.

Parklara gidin. Ağaçların altında oturun. Derin bir nefes alın. Gözlerinizi açın. Etrafınıza bakın.

Başkalarının bize anlattığı gerçekler ve gözlerimizle gördüğümüz gerçekler.

Hangisi daha inandırıcı?

“Benim bunları yapmaya yetkim var!” bir mazeret olabilir mi? “Her şey vatan için!” bir mazeret olabilir mi? “Ben sadece işimi yapmaya çalışıyordum, işimi yapmaya çalışırken çocuklarınızı öldürmüşüm!” bir mazeret olabilir mi?

Parkta, çadırında huzur ve neşeyle kitabını okumaya çalışan bir çocuğun canına kast etmenin bir mazereti olabilir mi?

Dün sabah Selin’den gelen mesajı okuyunca irkildim.

“Kötü adamların neye benzediğini bilmek istiyordum. Artık biliyorum… Nasıl bu kadar zalim olabildiklerini bilmek istiyordum. Artık biliyorum…”

Cumartesi akşam üstü parkta çadırda bırakmıştım Selin’i…

O dehşet gecesinden üç gün sonra gitmiştim Gezi’ye. Her şey bıraktığımız gibi duruyordu çadırda, hiçbir şeye dokunulmamıştı.

Beyoğlu’nda arkadaşlarımızla buluşmak için parktan ayrılmadan az önce karşılaştık Selin ve annesiyle. Birbirimize neşeyle sarıldık.

“Günlerdir gelmek istiyor ama ben korkumdan izin veremedim. Bu gece de arkadaşlarıyla burada kalmak istiyor. Hem kalsın istiyorum hem de korkuyorum. Ya başına bir şey gelirse?” diye soruyor annesi.

Selin yalvaran gözlerle bana bakıyor.

“Müdahale etmedikleri sürece, bu park memleketteki en güvenli yer. Onlar da bu gece dokunmazlar. Yarın üniversite sınavı var. Hem babalar günü. Gençler burada kutlamak için hazırlık yapıyor. Zaten pazar gününden sonra kalabalık dağılacak. Toparlanmaya başladı bile çadırlar. Bu saatten sonra müdahale etmezler. O kadar da değil…” diyorum. “Hem bizim çadırda kalabilirler. Biz de toplanmak için geldik zaten. Yarın toparlarız, sorun değil…” diye ekliyorum.

Annesi etrafa bakıyor, şarkı söyleyen, dans eden, zıplayan, ağız dolusu kahkahalarla gülen gençler, çocuklar, kadınlar, yaşlılar herkes burada. İkna oluyor.

Selin tekrar boynuma sarılıyor… Onu orada, çadırın içinde arkadaşları gelene kadar dinlenmesi için bırakıyorum. Uzandığı yerde, benim kütüphaneden aldığım kitabı karıştırırken…

Biz arkadaşlarımızla Pera’da otururken kopuyor kıyamet. Geleli yarım saat olmamış.

“Polis parka girdi, her şeyi yakıp yıkıyorlar!” diye geliyor haber. Birden panik başlıyor.

Ben kulaklarıma inanamıyorum.

Nasıl? Neden?

Sonrası yine tufan, yine karabasan, yine dehşet…

Ne kalır bir dehşet gecesinden insanın hafızasında?

Arkadaşlar hızlıca revirlere dağılıyor. Ben meydana doğru koşmaya çalışıyorum. Birileri beni durduruyor. “Boşuna gitmeye çalışma, ortalık cehennem gibi, çok yoğun gaz atıyor polisler,” diyor.

Gitmek zorundayım!

Gazdan ve sıkılan tazyikli sudan -artık içlerinde her ne varsa- yanan, boğulmamak için öksüren, kusmaya çalışan, çığlık atan, acıyla debelenen insanlar deliler gibi üzerime doğru koşuyorlar.

Bir an duruyorum, düşünmeye çalışıyorum ve geri dönüyorum. Bildiğim en yakın revire gidip, yanıma alabildiğim kadar solüsyon, maske, ventolin ve yanık merhemi v.s. alıyorum.

Yolda, panik halde koşturan insanlara maske veriyorum, yüzlerini ilaçlı suyla yıkıyorum.

Sırtı tamamen yanmış bir genç -üstündeki tişörtünü çıkartmış- acıyla kıvranıyor; ama nasıl böyle yanmış? Elimdeki yanık merhemini sırtına sürmeye çalışıyorum, merhem yetmiyor…

Bir köşeye sinmiş, anne çocuğu görüyorum. Elimdeki ilaçlardan veriyorum.

Bir karabasanın içinde ilerlemeye çalışıyorum. Bildiğim bütün yolları şaşırıyorum. Hiçbir sokak geçit vermiyor. Aşağılara, daha aşağılara iniyorum. Parka yaklaşmaya çalıştıkça uzağına düşüyorum.

Selin’in telefonunu bilmiyorum. Nasıl akıl edip almadım. Parkta tanıdığım, bildiğim bütün isimleri unutuyorum. Neden sonra telefonumun çaldığını fark ediyorum. Annesi arıyor, defalarca aramış. Ama bir türlü açamıyorum. Ellerim titriyor.

“Trafikteyiz,” diyor. “Oraya ulaşmaya çalışıyoruz. Kitlendik. Selin birileriyle Divan Otel’e sığınmış…” sesi titriyor.

“Ah çok iyi diyorum, orası güvenli!”

“Hayır, iyi değil…” diyor. Bana Selin’in ona yolladığı mesajı okuyor:

“Anne, sanırım sabaha çıkamayacağız. Bunlar bizi burada boğarak öldürecek…”

Selin on altı yaşında.

Gecenin ve dehşetin bütün karanlık, uzun ve arka sokaklarından geçerek ona ulaşmaya çalışıyorum.

Kulaklarımda sürekli çığlıklar, patlama sesleri.

Ne kalır bir dehşet gecesinden insanın hafızasında?

İlaçlı suyu yüzüne boca ettiğim genç kızın feryadı. Gecenin bir yarısı metroya sığınan yaralıların çaresizliği ve oradaki tek doktorun çırpınışı.

Divan Oteli dış revirinde kolu kesilmiş bir kızı tedavi etmeye çalışırken coplanan doktorun yüz ifadesi. Hasta masasında yarı baygın yatan kızın yüzünde patlayan biber gazı.

Kendisine tekme tokat girişen polise “Sen şehit olsan ben ağlardım!” diye bağıran kızın göz yaşları…

Hiç bitmeyeceğini sandığım gecenin sabahında eve dönerken, yol boyu askeri araç konvoylarına rastlıyorum.

Bereler mavi, gözler kırmızı, bakışlar kara.

Memlekette savaş çıkmış! Her şey vatan için…

Kelimeler, yaşadığımız hikâyelerin üzeriden kayıp gidiyor.

Evde olduğuma inanamıyorum. Selin’in evinde olduğuna inanamıyorum.

Çocuğun sırtına ilaç sürdüğüm elim yanıyor…

Bu nasıl yakıcı bir nefret? Bu nasıl bir zalim akıl?

Oturduğum koltukta uzunca bir süre halının üzerinde oynayan kedi yavrularını izliyorum.

Neden sonra bilgisayarımı açıyorum ve posta kutumda Can’ın yolladığı maili buluyorum:

“…

Santorini’de, dünyanın en güzel gün batımlarından birini izledim ama aklım orada. İstanbul’da, Gezi’de, sizlerleydi…

Önceki gün Atina’da, Exerchia Meydanı’na gitmek istediğimi söylediğimde ‘güvenli’ olmadığını söyleyenler oldu. 2008 yılında on beş yaşındaki Alex’in polis tarafından silahla vurularak öldürülmesinden sonra meydana hiçbir şekilde polisin giremediğini ekleyerek, uyardılar.

Tabii ki kalkıp gittim. Exerchia Meydanı, bizim Gezi Parkı’nı çok andırıyor, ağaçları, banklarıyla aslında bir park. 70’lerdeki cuntadan geriye kalan anarşistler buraya toplanmış.

Etrafta hiç polis yoktu ve kendimi hiç tehlikede hissetmedim. Yaş, sınıf, din, ırk ayrımı yapmadan herkes banklarda, yerde, toprakta bir arada oturuyor; yiyor, içiyor, muhabbet ediyor, müzik dinliyor… Kimse kimseye karışmıyor, herhangi bir gerilim olursa insanlar polise ihtiyaç duymadan kendi aralarında ortamı sakinleştiriyor.

Bunu yıllardır yapıyor olabilmeleri bana umut verdi. Belki bir gün, biz de onlar gibi yaşayabiliriz, diye geçirdim içimden.

Meydanda tanıştığım insanlar Türkiye’den geldiğimi öğrenince çok sevindiler, “Türkiye! Türkiye!” diye tezahürat yaptılar. Bizim polislerimizin Avrupa’daki en sert ve en acımasız polisler olduğunu düşünüyorlar. Merak edip araştırdım, Yunan isyanları sırasında üstüne molotof kokteyl atılan polisler bile, Türkiye’de polisin barışçıl eylem yapan insanlara uyguladığı şiddeti göstermemişler.

Meydanın arka sokağında Alex’in vurulduğu yerde ona bir anıt yapmışlar. İnsanlar ara sıra gelip oraya çiçek bırakıyormuş. Ben de bir çiçekçi bulup Gezi Parkı’ndaki bizim çapulcular adına bir çelenk yaptırdım, Atina’dan ayrılmadan önce Ceren’le gidip bıraktık. Sonra da bir yere oturup, gelen geçenlerin tepkilerini uzaktan izledik.

İnsanlar önünde durdu, inceledi, baktı. Grup halinde olanlar ‘Bravo!’ dediler, alkışladılar. Bir baba küçük oğlu ile önünde durdu, sonra yanına diz çöktü ve ona bizim hikâyemizi anlattı… Burada olup izlemeliydin, çok etkileyiciydi…”

Yolladığı fotoğrafa bakıyorum. Alex’e bakıyorum…

Abdullah’a, Mehmet’e, Ethem’e bakıyorum…

Ethem’in evinin önünde yüzlerce genç “Anne ağlama evlatların burada!” diye slogan atıyor…

Diren gözyaşı diyorum, kendi kendime. Diren, direnebildiğin kadar.

Aynı gün büyük bir azimle temizliyorlar Gezi Parkı’nı. Kahkahalarımızı, gözyaşlarımızı, her şeyi… İzlerimizi yok edebileceklerini sanıyorlar. Kazıyorlar, üstüne toprak atıyorlar ve çiçekler dikiyorlar.

Yeşiller Partisi’nden Claudia Roth “Otelimden meydana kırmızı, beyaz sardunyalar diktiklerini görüyorum, memleketin milli renkleri. Dün akşamdan sonra burası tam bir demokrasi mezarlığını andırıyor…” diye özetliyor durumu.

Oysa bundan sonra, dünyada hikâyemizi bilen, duyan, yaşayan her kim varsa o parka baktığında bizim gözyaşlarımızdan ve kahkahalarımızdan başka bir şey göremeyecek.

En çok da gözlerini kaçıranların, izlerimizi kazımaya çalışanların oraya, o meydana, o parka baktıklarında göreceği tek şey bizim hikâyemiz.

Gece, İstiklal Caddesi’nde toplanan gençler polis barikatının karşısında birdirbir oynuyor. Kahkahaları ruhumu yıkıyor. Her şeyi, tüm barikatları, tüm otoriteleri yıkıp geçiyor.

Diren kahkaha diyorum, kendi kendime. Direnebildiğin kadar, diren.

Ertesi gün, akşamüstü Abbasağa Parkı’nda forumdan önce yanıt yazıyorum Can’a:

“Artık biliyorum, diğer her şey bittiğinde bizi ayakta tutan şeyin ne olduğunu… Artık biliyorum, birlikte gülmenin ve birlikte ağlamanın ne demek olduğunu…

Şimdi bir elim kesik, diğer elimle yazıyorum sana. Bir başka günbatımında, bir başka parkta… Şimdi bir elim kesik, diğer elimle selam yolluyorum sana. Dünyanın bütün özgür parklarında, gündoğumlarından günbatımlarına kadar, dostlarla…”

Sibel Yerdeniz www.t24.com.tr

Twitter: @SibelYerdeniz

Piyasa alarmı: Borsa çöküyor

ABD Merkez Bankası ’nın (FED) bu yıl bitmeden tahvil alımlarını azaltabileceği açıklaması ardından gelişmekte olan piyasalardan çıkışların devam etmesiyle borsa güne yüzde 3,5’lik düşüşle 76.015 seviyesinden başladı. Borsada düşüş 2.800 puanı geçti.

Dün 1.8830 TL olan dolar 1.915 TL’ye çıkarken, dün akşam 2.20’li seviyelerde işlem gören sepet bazında TL ise 2.2235’e kadar yükseldi. Bu sabah ilk işlemlerde dünkü kapanışın 21 baz puan üzerinde açılan 8 Mart 2023 itfalı 10 yıllık tahvilin bileşik faizi yüzde 7.94’e yükseldikten sonra saat 1019’da yüzde 7.88 seviyesinde.

Gösterge tahvil ise dün yüzde 6.81 seviyesinde kapanışının ardından bu sabah yüzde 7.11’den açıldıktan sonra saat 1019’da yüzde 7.36 seviyesinde.

Diren Dans! Anne Teresa de Keersmaeker dayanışma için İstanbul’da

BiMERAS tarafından düzenlenen iDANS Uluslararası Çağdaş Dans ve Performans Festivali, bu hafta sonu İstanbul’da çok özel bir proje ağırlıyor.

paylaşmak için tklynz / click for to share

Çağdaş dansın öncü koreografı Anne Teresa De Keersmaeker’in Rosas danst Rosas eseri iDANS’ın en zor koşullarda “yorulmayan dansı”nı sürdürme kararlılığının bir ifadesi olarak 22 ve 23 Haziran’da 20:00da Beşiktaş Fulya Sanat Merkezi’nde sunulacak.

Türkiye’de sesi gittikçe yükselen çoğulcu ve katılımcı demokrasi hareketine bir destek sunabilmek amacıyla gösterinin ücretsiz olacağı açıklandı.

rosas-danst-rosas-Mobil-Spotlight18141-0

Rosas danst Rosas, 1983’teki sunumundan bütün dünyada yankılar uyandırmış ve Rosas topluluğunun doğmasına vesile olmuştu.

Dünyanın çeşitli yerlerinde sayısız defa icra edilen gösteri bir klasiğe dönüştü; yaratıldığından bu yana geçen 30 yıl içinde yeni dansçı grupları tarafından tekrar tekrar öğrenildi.

Bu güçlü koreografi sıklıkla kadınların gücü ve direnişinin simgelerinden biri olarak hafızalarda yer etti.

Ayrıntılı bilgi için: www.idans.info

(Yeşil Gazete / Türkiye)

İzmir’deki Gezi çadırlarına polis saldırısı

İzmir Kordon’da, İstanbul Taksim’deki Gezi Parkı eylemcilerine destek amacıyla kurulan çadırlara polis tarafından günün ilk saatlerinde hukuksuz olarak baskın yapıldı.

İnsan zinciri oluşturan halka polis müdahale etti, çok sayıda kişi gözaltına alındı. Sökülen çadırlar kamyonetlere yüklenirken geriye savaş alanını andıran görüntüler kaldı.

İzmir Valisi Mustafa Toprak, çadırların kaldırılmasına yönelik görüşme için dün protestocuların aralarında belirledikleri 8 kişilik heyeti, makamında kabul etti. Vali Toprak, heyetle yaptığı görüşme sırasında, protestolarını yasal zemin içerisinde her zaman yapabileceklerini ancak, çadırların turizm ve EXPO faaliyetlerine zarar verdiğini belirterek bunun sona erdirilmesini istedi. Kendi arasında yaptıkları görüşmede eylemciler, çadırları kaldırmama kararı aldı. Vali Toprak, karara uyulmaması halinde olası operasyonun da sinyalini verdi.

Taksim Gezi park olaylarına İzmir’de verilen desteğin 20’nci gününde eylemcilerin çadırları kaldırmama kararı alması üzerine Birinci Kordon Gündoğdu Meydanı’nın yanındaki çadırlara sabahın ilk saatlerinde operasyon yapıldı. İki TOMA aracı, yüzlerce çevik kuvvet ve sivil ekiplerle alana gelen polis ekipleri, göstericileri uyardı. Bazı göstericileri uyandıran ekipler megofonla da sık sık toplanmaları konusunda uyarıda bulundu. Güvenlik güçlerinin karşısında toplanmaya başlayan göstericiler de insan zinciri oluşturdu, çadırları kaldırmayacaklarını gerekirse gözaltına alınmayı kabul ettiklerini söyledi. Göstericiler arasındaki bazı kişilerle polis ekipleri yaklaşık 30 dakika boyunca görüştü.

ÇOK SAYIDA GÖZALTI

Eylemcilerin ikna olmaması üzerine polis harekete geçti. Kol kola giren protestocular polisi engellemeye çalışınca gözaltı işlemi uygulandı. Güvenlik güçlerinin bir bölümü kendilerini engellemeye çalışan eylemcileri gözaltına alırken, diğer polisler de kurulu çadırları söktü. Gözaltına alınan göstericiler polis otobüsüne bindirilip Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Çok sayıda eylemcinin gözaltına alındığı görüldü. Sökülüp yol kenarına atılan çadırlar gelen bir kamyonete yüklenerek Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Çadırlarda bilye ile havai fişekler de bulundu. Gösterilerin ilk günlerinde kıyafetleri ve taşıdıkları soparalarla eleştirilen sivil polislerin üzerinde polis yeleği bulunduğu ve ellerinde sadece cop tuttukları dikkat çekti.

(Ajanslar)