Her ne kadar çıplak gözle baktığımızda göremesek de Güneş’in yüzeyinde küçük lekeler var. Bu lekelerin sayısı düzenli bir biçimde artar ve azalır. En fazla sayıda güneş lekesi görülmesi, güneş lekelerinin azalması ve sonra tekrar en fazla sayıya ulaşması arasındaki döngü 11 senedir. Bu 11 senelik döngü 1700’lerin başından beri düzenli olarak devam etmektedir. İçinde bulunduğumuz dönem 6 Eylül 2001’de başladı ve bu dönemin önümüzdeki üç – dört ay içerisinde sona ererek yeni bir döneme girilmesi beklenmektedir.
Yeni bir döngüye girdiğimizi güneşin manyetik alanını gözleyerek ölçebiliyoruz. Tam yeni bir döngüye girildiği sırada güneşin manyetik kutupları da yer değiştirir, yani güneşi bir mıknatıs gibi düşünecek olursak, kuzey kutbu güney, güney kutbu da kuzey kutbunun yerini alır. Bu olayı yeryüzünden gözlemleyebiliriz, ancak bu olayın yeryüzüne direkt hiçbir etkisi bulunmamaktadır.
Manyetik kutupların yer değiştirmesi lekelerin en çok olduğu dönemde meydana gelmektedir. Ancak; dünyayı etkileyen önemli unsur, manyetik kutupların yer değiştirmesi değil güneş lekelerinin artıp azalmasıdır. Güneş lekeleri artınca Güneş’in Dünya’ya gönderdiği enerji miktarı da artmaktadır, bu da dünyanın ortalama sıcaklığını yaklaşık 0.1 oC değiştirebilmektedir. İklim değişikliğine yol açan sera gazlarının dünyanın ortalama sıcaklığını şimdiye kadar yaklaşık 1 oC değiştirdikleri bilindiğine göre güneş lekelerinin bu etkisi ölçülebilir seviyededir; ancak yüksek değildir.
Güneş lekelerinin en aktif olduğu döneme denk gelen manyetik kutupların yer değiştirmesi sırasında bizi uzaktan ilgilendiren iki olay daha meydana gelir. Bunlardan ilki güneşten bize doğru gelen güneş rüzgarındaki artıştır. Güneş rüzgarı temelde güneşten bize gelen protonlardır. Senenin her günü güneş tüm evrene bu protonları saçar, ancak güneş lekelerinin arttığı zamanlarda saçtığı proton miktarı da artar. Bu artış dünyanın yörüngesindeki uyduları etkileyebileceği için dikkatli olunması gerekmektedir. Bir de tabi bu güneş rüzgarı dünyadan görülen Kuzey Işıkları’nı oluşturur. Önümüzdeki aylarda Kuzey Işıkları’nın güzel bir gösterisine hazır olmalıyız.
Manyetik kutupların değişmesi sırasında Güneş bizi uzaydan gelen kozmik ışınlara karşı daha etkili bir biçimde korur. Doğruluğu kanıtlanmamış olmakla birlikte uzaydan gelen kozmik ışın miktarındaki artışın dünyadaki fırtınaları ve şimşek sayısını az da olsa arttırdığı düşünülmektedir. Manyetik alan değişimi sırasında güneşin bizi daha fazla korumasının dünyaya ulaşan kozmik ışın miktarını az da olsa değiştirerek fırtınaların sayısında ufak da olsa bir azalmaya sebep olacağı düşünülebilir.
Evrenin bize sunduğu sayısız döngüsel olay vardır. Dünya Güneş’in etrafında senede bir tur atar, Ay Dünya’nın etrafında 29.5 günde bir dolaşır, güneşin manyetik kutupları 11 yılda bir yer değiştirir, her sene 11-12-13 Ağustos’ta Dünya, Swift-Tuttle kuyruklu yıldızının bıraktığı kuyruğun içinden geçer ve biz bunu meteor yağmuru olarak izleriz. Bunların tümü eski zamanlardan beri beri süregelen olaylardır ve herhangi birine doğa üstü anlamlar yüklemeye çalışmak son derece yanlıştır. Hele Radikal gazetesinde yayınlanan habere göre güneşin manyetik kutuplarının değişmesinin dünyada bir altın çağın başlayacağına işaret etmek hem habercilikle bağdaşmaz hem de haber kaynağı açısından şarlatanlıktır. Bu şarlatanlığın benzerini geçtiğimiz sene Maya takviminin sözde 21 Aralık 2012’de sona ermesi karmaşasında da izlemiştik. Eğer gazeteciler sansasyonel haber yapmak istiyorlarsa bilim onlara yeteri kadar çarpıcı veri sunuyor, bunu daha da ileriye taşımaya çalışmanın bir gereği olmadığını düşünüyorum.
Prof. Dr. Levent Kurnaz
Boğaziçi Üniversitesi
İklim Değişikliği Çalışma Grubu
İklim değişikliği sebep olduğu felaketlerle yılda en az 400.000 kişinin ölümüne sebep olurken, küresel ekonomiyi de önemli ölçüde etkiliyor. Yapılan çalışmalarda, iklim değişikliği ile ilgili felaketlerin yıllık en az 1.2 trilyon dolar zarara mal olduğu, bu zararın küresel gayri safi milli hasılanın %1.6’sına denk geldiği ortaya çıkmıştır.
İklim değişikliğinden ekonomik olarak pek çok sektör etkilenirken, gelecekte bu durumun daha vahim sonuçlara ulaşması bekleniyor. Örneğin, özellikle kıyı şeridinde bulunan bölgelerde, deniz seviyesinin yükselmesi, kasırga ve fırtınaların artması, denizdeki dalgalanmaların ani yükselişi; hava limanı, yol, tünel, metro yolları gibi ulaşım sağlayan yerlerde ciddi hasara neden olacak, bu nedenle ulaşım sektörü için ayrılan bütçenin önemli ölçüde artması gerekecektir. Sıcaklığın artışı kuraklıkların daha çok artmasına neden olurken, tarım sektörünü sekteye uğratacak. Araştırmalar, sıcaklıktaki mevcut artış trendiyle 2080 yılında tarım ürünlerinin en az %15-20 oranında azalacağını öngörüyor. Sağlık sektöründe; yükselen sıcaklıklar, besin yetersizliği ve ekolojik döngünün bozulması sonucu artan salgın hastalıklarla mücadele edilmesi gerekecek. Sigorta endüstrisi; özellikle devlet destekli olanlar hava olaylarının artışı nedeniyle büyük risk altında olacak. Hükümetlerin, iklim felaketleri sonucu artan bireysel sigortaları karşılamak için ayırdıkları bütçeleri artırmaları gerekecek. Turizm endüstrisinin de iklim değişikliğinden nasibini alması bekleniyor. Bugün turistler için cazip olan, deniz kıyısında bulunan bölgelerde, sıcaklıkların ve nemin artmasıyla yaz turizmi canlılığını kaybedecek. Ayrıca, kar örtüsü kalınlığının azalması kayak merkezlerinin bulunduğu, kış turizminden gelir sağlayan bölgelerde ekonomiyi sekteye uğratacak. Turizm endüstrisi açısından dünya üzerinde bazı bölgeler sıcaklıkların artışından fayda sağlayacak olsa da, genel anlamda iklim değişikliğinin hem yurt içi hem de yurt dışı turizmini olumsuz etkilemesi bekleniyor.
Eklemek gerekir ki; bilim insanları, içinde bulunduğumuz yüz yılın ortaları veya sonunda iklim değişikliğinden dolayı küresel deniz seviyesinin 1 metre yükselebileceğini öne sürüyor. Dünya Bankası , deniz seviyesi 1 metre yükseldiğinde risk altında bulunan 76 ülke üzerindeki etkilerinin dünya ekonomisi üzerinde oluşturacağı zararı tespit etmek için bir çalışma yapmıştı. Çalışmada, Karayipler ve kıyı şeridinde bulunan, gelişmekte olan ülkelerin toprak alanlarının en az %60’ının yok olacağı tespit edildi. Bu Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki bölgelerindeki toprak alanlarının %99’unun, Sahra-altı Afrika’nın %77’sinin, Batı Asya’nın %66’sının, Latin Amerika ve Karayipler’in %39’unun yok olacağı anlamına geliyor. Dünya Bankası’nın yaptığı çalışmaya göre; tüm bunların dünya ekonomisi üzerinde yıllık en az 630 milyon dolar zarara neden olması bekleniyor.
Bilim insanlarının ve ekonomistlerin yaptıkları ortak çalışmalar sonucu; 2030 yılında iklim değişikliği ve fosil yakıtların kullanılması sonucu oluşan hava kirliliği zararlarının, gayri safi milli hasılanın %3.2’sine mal olacağını, az gelişmiş ülkelerde ise bunun %11’e kadar ulaşacağı ortaya koyuldu. Gelir düzeyi düşük ülkeler üzerine yapılan bir çalışmada, iklim değişikliğinin sebep olduğu diğer tüm çevre felaketlerinin yanı sıra, sadece sıcaklığın 1 °C artmasının ekonomik büyümeyi en az %1.1 azaltacağı ortaya çıkarılmıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyılın sonlarına doğru ise en iyimser senaryolara göre; küresel sıcaklığın 1.5-4 °C artması bekleniyor. Dünyada çoğunlukla en fakir ülkelerin en sıcak ülkeler olduğunu da hesaba kattığımızda, şüphesiz küresel sıcaklığın artışı ve beraberinde getirdiği çevre felaketlerinden en çok fakir ülkeler etkilenecek. İklim değişikliğinin etkileri dünyanın her yerinde farklı şekillerde kendini gösterse de, en büyük zararı her zaman iklim değişikliğine en az sebep olmuş üçüncü dünya ülkeleri görecek. Bu durumda ise gelecekte zengin ve fakir ülkeler arasındaki uçurumun daha fazla artması, fakir olan ülkelerin daha çok fakirleşmesini bekleyebiliriz.
Ekonomist Lord Nicholas Stern 2006’da küresel iklim değişikliğinin dünya ekonomisine etkisi üzerine yayımladığı raporda ; dünya ekonomisinin her yıl %1’ lik kısmının iklimle mücadeleye ayrıldığında, iklim değişikliğinin etkilerini azaltabileceğini dile getirmişti. Bu sene yaptığı açıklamada ise; durumun beklediğinden çok daha vahim olduğunu, artık iklimle mücadele için bu oranın yeterli olamayacağını dile getirdi.
Belkıs Gökbulut
Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği Çalışma Grubu
Bayram tatili sırasında 2 bisikletli trafik terörünün kurbanı oldu.
19 yaşındaki Ankara Üniversitesi öğrencisi Tolga Beyenir, 5 kişi beraber çıktıkları bisiklet turunda bir aracın gruba arkadan çarpması sonucu hayatını kaybetti
Ankara Üniversitesi öğrencisi 19 yaşındaki Tolga Beyenir, 4 arkadaşıyla birlikte çıktığı bisiklet turu sırasında emniyet şeridinde seyrederken kendsine çarparak kaçan araç nedeniyle hayatını kaybetti. Beyenir’in iki arkadaşı ise aynı aracın çarpması sonucu yaralandı.
Eskişehir’den Bursa’ya doğru pedallayan bisikletiler İnegöl-Ankara karayolunun 7’nci kilometresinde iken gece yarısı trafik teröristi sürücünün kurbanı oldular.
Kaza sonrası olay yerinde inceleme yapan polis ve jandarma, bir gencin ölümüne iki kişinin ise yaralanmasına neden olduktan sonra kaçan otomobilden düşen aynaya el koydu. Güvenlik birimleri, her yerde aracın plakasını ve sürücüsünü araştırıyor.
İkinci trafik terörü ise Maltepe Dragos’ta yaşandı. Bisikletforum.com sitesinden aktarılan habere göre Cuma günü 15.00 sıralarında meydana gelen kazada Maltepe’ye doğru sahil yolundan seyreden dolmuş bisiklet sürücüsüne çarptı. İddialara göre dolmuş şoförü yolun kenarından giden bisikletliye arkadan çarptı, bisikletlinin durumunun ağır olduğu belirtildi.
mtbtr.com sitesinin son 1 ayda bisikletlilere çarpan araçlarla ilgili yaptığı araştırma sonucu çıkan durum ise şu şekilde;
4 Ağustos’ta Eskişehir’de bir otomobil 51 yaşındaki bir bisikletliye çarpmış Bisikletli maalesef ağır yaralı ve hayatı tehlike altında hastaneye kaldırılmış.
Gene 4 Ağustos’ta otomobil (elektrikli) bisiklete çarpmış. Bisikletli ağır yaralı.
Konya’da bir sürücü sigara almak için yolun ortasında durup aracın kapısını açınca arkasından gelen bisikletli kapıya girmiş. Bisikletli de kırık vs. var.
Düzce’de maalesef gene bir ölüm haberi: 73 yaşındaki bisikletliye otobüs çarpmış, bisikletli hayatını olay yerinde kaybetmiş.
3. Köprü’ye hayır demek için köprünün yapılacağı bölgeye pedallayan bisikletlilerin otobüs içerisinden görüntülendiği video kaydında yolcuların bisikletliler hakkında sarfettikleri sözler sosyal medyada sert şekilde eleştirilmişti.
Geçen ayın başlarında (4 Temmuz 2013) Boğaziçi Üniversitesi’nin 146. mezuniyet töreninde benden istenen “misafir konuşması”nda, Paris’e gitmemeyi “seçip” 1968 dünya devrim hareketini “kaçırdıktan” yaklaşık yarım yüzyıl sonra Türkiye tarihinin gördüğü en büyük kitle başkaldırısı hareketine katılımcı/tanık olma fırsatını yakaladığımı dile getirmeye çalışmıştım.
# DirenGezi, sadece İstanbul’un merkezindeki küçük bir parka değil, doğanın bizatihi kendisine karşı şirketlerle hükümetin elele vererek yıllardan beri ülke çapında yürüttükleri haşin saldırıya karşı nihayet girişilen ve bir bozkır yangını gibi ülkenin her yanına yayılan önemli bir direnişi de simgelemekteydi. Bu açıdan, belki de dünyada, ekoloji kavgasını direnişinin merkezine alan ilk büyük kitle hareketi örneği sayılmalıdır.
Ayrıca, kaderin garip bir cilvesi sonucu, küresel iklim değişikliği tehdidine karşı yaşam alanlarını savunmak üzere dünyanın her yere en uzak köşelerinden kopup gelen aktivistlerin kendi topluluklarının, kabilelerinin ve bizzat kendilerinin anlatılarını öteki aktivistlerle paylaştıkları “yeryüzü atölyesi” (küresel eksen kayması/global powershift) de İstanbul’da Gezi direnişi ile aynı esnada yer aldı.
Mezuniyet konuşmasında İstanbul’un can evinde biri “yerel”, biri küresel bu iki hareketin adeta mucizevî buluşmasına şu cümlelerle dikkat çekmek isteniyordu:
“#DirenGezi ile #DirenGezegen böylece buluştu işte. 4 yıldır kömür termik santraline bedenlerini siper ederek azimle direnen Gerzeliler de dayanışma için Gezi’ye geldiler. Gezidekiler de Gerzelilerin yediği gazları daha yakından gördüler. 2 bin yıllık atolleri ebediyyen elden gidecek olanların direnişini de gördüler. Ve tersi tabii. İklim direnişçileri de Gezi direnişini, Gezi ruhunu, Gezi esprisini yakından görmüş oldular. Her biri ülkelerine döndüklerinde burada gördüklerini de kendi mücadelelerine katacaklar bundan sonra.” 1
Paylaşılan Rüyalar
68 Parisi’nden günümüze gelen bir duvar yazısı: “Gerçekçi ol, imkânsızı iste!” diyordu. Açık Radyo’da şimdi neredeyse 18 yıla varan yayın serüvenimizin ilk dönemlerinde bize dudak bükenlere “imkânsız olduğunu bilmiyorduk, onun için yaşatmayı başardık galiba” diyorduk. Yani, işin aslı şu galiba: Kim ne derse desin, kim hangi hesapla saldırırsa saldırsın, kim bizi ne kadar hayalcilikle suçlarsa suçlasın, esas olarak paylaşılan rüyalarla yürünebiliyor geleceğe. Yazar ve teoloji profesörü Ira Chernus, son yazılarından birinde rüya ve efsaneler üzerine fikir yürütüyor ve efsanelerin (mitosların) paylaşılan, kolektif rüyalar olduğunu bize hatırlatıyor:
“Efsanelerde de, rüyalarda olduğu gibi, herşey olabilir… 1968 [dünya devriminde] radikal demokrasi ve herkes için eşitlik rüyası milyonlarca [insanın] zihninde kök saldı. Hem de şaşırtıcı bir hızla oldu bu.” 1
50 yıllık bir rüyanın gerçeğe dönüşme sürecinin hikâyesini biraz kırık dökük, biraz da beceriksiz bir dille anlatmaya çalışan BÜ mezuniyet konuşmasından bir gün sonra, 5 Temmuz’da, dünyanın önde gelen düşünür ve aktivistlerinden Noam Chomsky, kendi rüyasına, yani sınırların olmadığı bir dünya rüyasına bir göz atma fırsatını bizden esirgemedi:
“…Ve tüm sınırlar erozyona uğramakta – genellikle korkunç biçimlerde olsa bile. […] Sınırların belirsizleşmesi ve devletlerin meşruiyetine karşı geliştirilen bu meydan okumalar, Dünya’nın kime ait olduğu hakkında ciddi soruları ön plana çıkarmakta. Isı tutan gazlarla durmadan kirletilen ve daha geçen Mayıs’ta hep birlikte öğrendiğimiz üzere, bu kirlenmenin özellikle tehlikeli bir eşiği aştığı küresel atmosfer kimin?
“Ya da, dünyanın büyük bir kesiminde yerli halkların kullandığı terimi benimseyecek olursak, Dünya’yı kim savunacak? Doğa’nın haklarını kim koruyup savunacak? Müştereklerin, ortaklaşa mülkümüzün bekçiliğini, emanetçiliğini kim üstlenecek?
“Dünyanın şu anda kapıya dayanmış çevre felaketine karşı can havliyle savunulması gerektiği, okur yazarlığı olan herhangi bir rasyonel kişi için apaçık olmalı. Bu kriz karşısında gösterilen farklı tepkiler, günümüz tarihinin en çarpıcı ve garip özelliklerinden birini oluşturuyor.
“Doğa’yı savunma hattının ön safında, Kanada’nın Birinci Ulusları (First Nations) ya da Avustralya’nın aborijinleri gibi, genellikle “ilkel” diye adlandırılan yerli ve kabile gruplarının mensupları var; bunlar, imparatorluk saldırılarının ardından ayakta kalabilmiş halkların kalıntıları. Doğa’ya topyekûn saldırı cephesinin ön safında ise kendilerini en ileri ve medenî ülkeler diye adlandıranlar yer alıyor: Yani, en zengin ve en kudretli ülkeler.
“Ortak varlıkları (müşterekleri) savunma mücadelesi birçok biçime bürünür. Mikrokozm olarak bakıldığında bu mücadele an itibariyle Türkiye’de Taksim Meydanında cereyan ediyor : Cesur erkeklerle cesur kadınlar İstanbul’un müştereklerinden arta kalan son kalıntıları, bu kadim hazineyi yerle bir etmekte olan ticarîleştirmenin, mûtenâlaştırmanın ve otokratik yönetimin ‘yıkı güllesi’nden kurtarmaktalar.
“Gezi direnişçileri, küresel müşterekleri tahrip eden aynı ‘yıkı güllesi’ne karşı dünya çapındaki bir mücadelenin ön cephesinde yer alıyor; sınırları olmayan bir dünyada insanlığın doğru dürüst bir şekilde ayakta kalması konusunda herhangi bir umut olacaksa, her birimizin bu mücadeleye canla başla katılması şart. Bu bizim müşterek mülkümüz çünkü – ya savunacağız ya da yok edeceğiz.” 3
Gelecek, Şimdidir
Gelecek şimdidir ey okur: dünyanın her yerinden direniş haberleri geliyor artık, farkında mısın? Bulgaristan’dan Brezilya’ya, Mısır’dan Meksika’ya, Hong Kong’dan Şili’ye … Buralarda da Yedikule’den Munzur’a, Uludağ’dan Bozcaada’ya, GDO’dan AKM’ye, 3. Köprü’den 3. Havalimanına, ormanlardan ovalara, göllerden derelere, onbin yıllık tarih üzerine inşa edilen barajlardan milyonlarca yıldır orada duran toprakların bağrını yararak kazılacak kanala… Yani, bütün müştereklerimize eşzamanlı olarak yöneltilmiş topyekûn bir talan tasallutu ve buna başkaldıran kitlelerin direnişi.
Başkaldırı ve direniş başladı işte. Aslında epeydir var: Gerze’de 4 yıldır inatla ve azimle sürüyor mesela. Bir müşterek (kolektif) çaba tarafından henüz geliştirilme aşamasında olan, ama öyle olduğu halde insanı şaşırtacak zenginlikte bir mücadele tablosunu içeren Çevresel Direniş Atlası, toplanabildiği kadarıyla halihazırda ülkede mevcudiyeti saptanan 88 direniş noktasını bir harita üstünde çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor. 4
Yeni gerçek bu işte: Her yerde halk kitleleri ile muktedirler arasındaki temel kavga, çevre üzerinde kopuyor tamamen. Yaşama alanı üzerinde: Halk, solunacak havasını, içilecek suyunu, yiyeceğini, ekecek toprağını, çocuklarını gezdireceği, sevgilisiyle ve konu komşusuyla, mahallelisiyle yaşayacağı, birlikte eğleneceği, dayanışma içinde yaşamını sürdüreceği kenti savunmak için ölüm kalım mücadelesi veriyor.
Gelecek şimdidir: “12 Ağustos 2002 tarihini unutamam!” 5diyen bir tabela var.11 sene önce Balıkesir’in Sarıfakılar ve civar köylerinde çıkarak evleri, hayvanları ve tarım arazilerini yok eden yangının bittiği yere çakılan bu tabela yazısı, 11 yıl sonra yine aynı bölgede çıkan yangınlar dolayısıyla şimdi bir kez daha hatırlanıyor. Çok acımasız bir şaka yapacak olursak, yeni tabela yazısı şöyle bir cümle olabilir ancak: “30 Temmuz 2013’ü de unutamam…”
Gelecek şimdidir: “İstanbul’un göbeğinde petrol çıktı!” 6 100 sene önce İstanbul’un tarihî semti Balat’ta petrol bulunduğuna dair bir Osmanlı belgesinin ortaya çıktığına dair haberleri yerleşik düzen gazeteleri ve televizyon kanalları ağızlarını şapırdata şapırdata veriyor. Ancak, bölge yerleşim alanı olduğu için petrol aramalarına izin verilmemiş. Enerji bir yayın organına verdiği demeçte, haritaların geçerliğini koruduğuna ilişkin gönül ferahlatıcı bilgi de vermiş kamuoyuna. 7 Hadi bir acımasız şaka daha yapalım: Taksim Gezisi’nin altını Topçu Kışlası için kazarken bir bakmışız, Atatürk anıtının oralardan petrol fışkırmıyor mı? Üstelik yerleşim merkezi de değil orası. Taksim Maksemi (tarihî su deposu)petrol kuyusuna dönüşse bir anda, fena mı olur? Hepimizin rüyaları gerçekleşir, cepleri para dolar. Ayrıca, bir kolaylık durumu daha var: zaten bir kısmı kazılmış olan dalma tünellerini de Londra’dan Çin-i mâçin’e bağlayacak bir petrol boru hattına tahvil etmekten daha pratik, kârlı ve cazip ne olabilir?
Yeni Radikalizmin Talepleri: Barış ve Huzur
Britanya’da kayagazı çıkarma (fracking) yolunda son zamanlarda Balcombe kasabası çevresinde girişilen çevre tahribatına karşı girişilen protestonun “buzdağının ucu” olduğunu belirterek, son zamanlarda ülkenin dört bir yanında kaynamaya başlayan hükümet karşıtı ve çevre koruma kaynaklı toplumsal isyan hareketleri üzerine bir makale yazan John Harris’ten bir alıntı yapalım:
“Endüstrisizleşmiş bir ülkede bakanlar daima devasa projeler ve yeni teknolojiler peşinde koşacaklardır deli gibi…ama hükümet korku, vurgun aşkı ve büyükşehir kibri karışımı bir ruh hali içinde olduğundan, bakanların düşünce tarzları da nevrotiklik (sinir bozukluğu) âlemine kaymak zorunda kalmıştır. Bütün bunlar enerji politikalarının ötesinde yeni karayolları yapma, inanılmaz derecede aptalca bir plan olan hızlı tren yapma, havalimanlarının genişletilmesi için manyakça israr etme gibi davalara kayar ve bir de rüzgâr çiftlikleri ya da terkedilmiş endüstri bölgeleri yerine yeşil alanlar üzerinde evler inşa etme gibi liberal-solcuların duyarlı olduğu davalara yönelir.” 8
Yazar Britanya’daki son durumu anlatıyor elbette, ama bunun evrensel bir boyut taşımadığını, genel olarak her yerde aynı şeylerin olup bittiğini, Türkiye’de son zamanlardaki gelişmelerle kuvvetli paralellikler taşımadığını söyleyebilir miyiz? Hatta, bir adım daha da ileri gidip Harris’in makalesinin sonundaki iki tespiti genele – ve tabii Türkiye’ye – “teşmil edemez” miyiz:
“Birincisi, şunu akılda tutmak herhalde yararlı olur: Betona, fabrika bacalarına ve sırf büyüme uğruna büyümeye tapınma, öteden beri, demokrasiden çok daha fazla, diktatörlüklere yakışan bir durumdur. İkincisi, Balcombe’daki protesto olaylarının kanıtladığı gibi, artık pek çok insan, şimdiye kadar görülmemiş derecede haris ve kokuşmuş bir ekonomik sistemin karşısına çıkıyor, ve şaşırtıcı derecede radikal bir şeyi talep ediyor: Barış ve huzur.”
Yeni gerçek bu işte. Yeni radikalizmin talepleri barış ve huzur. Hani, çok banal olmayı göze alarak “mutluluk” arayışı da diyebiliriz. Balcombe’da, Gezi’de ve gezegenin başka binbir yerinde bu mutluluk rüyası hiç de o kadar karmaşık değil: Yenilenebilir enerji, enerji tasarrufu, verimli teknoloji kullanımı sayesinde, 20. yüzyılın köhne ve çürümüş fosil yakıtlı enerji ekonomisini sonsuza dek geride bırakmak. Müştereklerin daha fazla paylaşımı, daha hakkaniyetli, daha şeffaf ve, yurttaşların kendi kaderleri ve yönetimleri ile ilgili kararlara daha fazla katılımı… Banal mi? Belki. Ama, böylesine basit bir şey işte mutluluk. Yapılan tüm ölçümlerde mutluluk katsayısını yükselten kriterler, üç aşağı beş yukarı bunlardan ibaret – ne yaparsınız? 9
Serbest Piyasaya Karşı Küresel Bahar Rüyası
Kendilerini kültür oyunbozanları (culturejammers)olarak adlandıran Adbusters dergisinin haşarı yazarları, derginin Ağustos başında yayımlanan son sayısındaki mesajlarında dünyadaki son durumu şöyle tahlil ediyorlar: “Birşey var: İnsanlar yığınlarla geliyor, kapitalizm ideolojisinin zırva olduğunu, bunun hiçbir vaadini tutamayan temelden bozuk ve onarılmaz bir sistem olduğu gerçeğini farkediyor…” 10
Söyledikleri, günümüzün önde gelen yazar, gazeteci ve aktivistlerinden Chris Hedges’in geçen ay yayımladığı ve “Ya Diren ya Öl” diye çevirebileceğimiz makalesinde vurguladığı meseleyle tamamen aynı: “Ekonominin 5 bin yıllık tarihinde insan toplumlarının kendi davranışlarını piyasanın talepleri etrafında yapılandırması gerektiği yolundaki inancı doğrulayacak tek bir şey bile yok. Bu absürd, ütopyacı bir teori. Piyasa ekonomisinin hava cıvadan ibaret vaadlerinin yalan olduğu şimdi artık tümüyle açığa çıkmış durumda.” 11
Adbuster’cılar da dünyaya gönderdikleri mesajda işbu yazının ana konusuna, düşgücü meselesine dönmekte de gecikmiyorlar:
“… Dünya çapında eşgüdümlü bir başkaldırı, kapitalist düsgücünün yeniden yüklenmesi – Küresel Bahar – rüyası gözlerimizin önünde gerçekliğe dönüşüyor […] Occupy hareketinin ikinci yıldönümü yaklaşırken, bir nokta son derece açık seçik hale gelmekte: Şirket kapitalizminin kıyamet günü makinesi hiçbir zaman bu kadar kırılgan, bu kadar zayıf, bu kadar koparılmaya hazır görünmemişti. Bir sonraki adımın hangisi olduğunu bilmeden dansa devam etmeyi göze al … ondan sonra da harekete başla, davulun ritmine ötekilerle birlikte ayak uydurarak.” 12
Doğru, mutluluk hareketi sorunlarımızın tümüne cevap olamaz. Ekonomist ve sosyal yorumcu Richard Heinberg’in dediği gibi iklim değişikliği, su kıtlığı, aşırı nüfus sorunlarına ya da bir araya toplanmış düzinelerce krize doğrudan bir cevap olamaz, ama tüm bu krizleri azdıran ekonomik paradigmayı pekala tersyüz edecek güce sahip. 13
Şaire de biraz gecikmiş bir cevap verebiliriz: Mutluluğun resmini çizemeyiz belki, ama formülünü fısıldayabiliriz en tıkalı kulaklara bile: Geziden gezegene, oradan da geriye gidersek, kurduğumuz denklem14 şöyle bir şey oluyor:
Demokratik, eşitlikçi, hakkaniyetli ve âdil bir dünya + tüm canlıların özgür ve haysiyetli yaşam sürdüreceği bir gezegen için kavga = Mutluluk.
Toronto TIFF Cinematheque, son yıllarda dikkat çeken Türkiyeli kadın yönetmenlerin kısa ve uzun metrajlarından oluşan bir seçkiye yer veriyor. ‘Rebel Yell: A New Generation of Turkish Women Filmmakers’ (İsyan Çığlığı: Yeni Bir Türkiyeli Kadın Yönetmenler Kuşağı) başlığıyla yapılacak gösterimler 22-29 Ağustos tarihlerinde gerçekleşecek.
Pelin Esmer'in Mersin Arslanköylü kadınların tiyatro gösterisini anlattığı "Oyun" belgeseli de programa dahil edildi
Gösterim programında yer alan filmler şöyle:
22 Ağustos Şimdiki Zaman
Yön. Belmin Söylemez
23 Ağustos Atlıkarınca
Yön. İlksen Başarır
24 Ağustos Yolun Başında
Yön. Somnur Vardar
25 Ağustos Köprüdekiler
Yön. Aslı Özge
27 Ağustos Bu Sahilde
Yön. Zeynep Dadak & Merve Kayan Bıyık
Yön. Belmin Söylemez Beton Park
Yön. Berke Baş
Milli Savunma Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışma ile askeri alanların şehir dışına taşınması ve boşalacak arazilerin imara açılması gündemde.
Tuzla'daki Piyade Okulu da betonlaşma tehlikesini yanıbaşında hisseden bölgeler arasında bulunuyor
Zaman Gazetesi’nde yayınlanan habere göre uygulama hayata geçerse büyük şehirlerde yeşil alanın korunduğu bölgeler durumunda bulunan askeri kışlaların da betonlaşması tehlikesi gündeme gelecek.
Milli Savunma Bakanlığı’nın şehir merkezindeki kışlaların kent dışına taşınmasıyla ilgili çalışma yürüttüğünü duyurmasının ardından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kışla arazilerine talip olması şehir merkezlerinde yeşil alanların korunaklı olduğu askeri alanların da yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu sonucunu ortaya çıkardı.
Türkiye’nin en yoğun yerleşim alanı olan İstanbul’da 537 bin 917 hektar alanın 21 bin 410 hektarlık kısmı Askeri Alan ve Askeri Güvenlik Bölgesi. Milli Savunma Bakanlığının yürüttüğü çalışma sonuçlanır ise tapuda hazineye kayıtlı olan fakat kullanım için askerlere tahsis edilmiş bu alanlar tekrar Hazine’ye dönecek. Bu aşamadan sonrada araziler, hazırlanacak protokollerle bakanlık ve belediyelere tahsis edilebilecek.
Zaman’ın kendisinden görüş aldığı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mücahit Demirtaş, “Askeri alanların topyekûn imara açılacağını söylemek de hiç imara açılmayacak demek de yanlış olur.” desede konunun uzmanları İstanbul Sarıyer’deki Zekeriyaköy örneğini hatırlatıyor. 2010 yılında hava füze üssü olarak kullanılan 500 dönümlük yeşil alan boşaldıktan sonra, daha öncesinde iki kattan fazla ev bulunmayan bölgede, 5 katlı bloklar kurularak yapılaşmaya açılmıştı.
İstanbul’daki askeri bölgeler; Kağıthane’deki Hasdal, Esenler’deki Metris, Esenler’deki Topkule, Başakşehir’deki Büyük Kartaltepe, Başakşehir’deki Fenertepe, Hadımköy’deki Dumlupınar ve Akpınar Kışlaları ile Şişli’deki 3. Kolordu Komutanlığı, Tuzla’daki Piyade Okulu, Çekmeköy’deki Askeriye ve Beylerbeyi’nde bulunan Deniz Eğitim Komutanlığı.
Ölen işçilerden Doğan Balcı’nın yakını Ekrem Yoldaş ‘Doğan, bayramın ikinci günü bize geldi. Bir gün önce kendisi ile birlikte üç arkadaşı zehirlenmiş. Bir hastaneye bile götürmeyip, ayran içirmişler’ dedi
İzmir’in Aliağa ilçesindeki gemi söküm tesislerine getirilen, ‘Aşk Gemisi’ isimli televizyon dizisine sahne olan “Quail Cruises’ adlı kruvaziyer gemisinin, makine dairesine dolan suyu boşaltmak için içine giren 11 işçiden, su pompasının egzozundan sızan gazdan zehirlenerek yaşamlarını yitiren 37 yaşındaki Doğan Balcı ve 40 yaşındaki Davut Özdemir’in cenazeleri, otopsi ardından ailelerine teslim edildi.
Yaşamını yitiren Doğan Balcı’nın yakını Ekrem Yoldaş ise, yaşananın bir iş cinayeti olduğunu belirterek, “Doğan, bayramın ikinci günü bize geldi. Bir gün önce kendisi ile birlikte üç arkadaşı zehirlenmiş. Bir hastaneye bile götürmeyip, ayran içirmişler. Hala ayaklarının güçsüz olduğunu, ayakta zor durduğunu söyledi” dedi.
Tedavileri biten diğer işçiler taburcu edilirken, olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü bildirildi.
Yaşamını yitiren Doğan Balcı’nın kayınbiladeri Ekrem Yoldaş gemideki çalışma koşullarının sağlıklı olmadığnı belirterek şu bilgileri verdi:
“Doğan, bayramın ikinci günü bize geldi. Bir gün önce kendisi ile birlikte üç arkadaşı zehirlenmiş. Bir hastaneye bile götürmeyip, ayran içirmişler. Hala ayaklarının güçsüz olduğunu, ayakta zor durduğunu söyledi. İki yıl çalıştığı şirketten tazminatsız çıkartıldı. Bayramda çalışması için çağırmışlar. Hangi şirkette çalıştığını kendi bile bilmiyordu. Bana “Hangi şirkete çalıştığımı ve hangisinden maaş alacağımı bilmiyorum’ dedi. Bu kaza değil, bir cinayettir. Gemi sökümünde ölümlere bir çare bulunsun. Daha kaç kişinin canı yanacak. Her olay parayla kapatılmaya çalışılıyor. Bu işin peşini sonuna kadar bırakmayacağız. Sorumlular hakkında şikayeçti olacağız.”
Davut Özdemir yakınları da bu tür ölümlerin yaşanmasına tepki gösterdi. Yaşamını yitiren Doğan Balcı’nın, Aliağa’nın Bozköy Köyü’nde, ikindide kılınacak cenaze namazının ardından toprağa verileceği belirtildi. Cezaesi karayolu ile Sivas’a götürülen Davut Özdemir ise, bugün Sarıkışla ilçesi Kayapınar köyünde toprağa verileceği bildirildi. Özdemir’in üç yıl önce memleketinden çalışmak için Aliağa geldiği ifade edildi.
Soruşturma sürüyor
Gemideki çalışma sırasında zehirlenip, Aliağa ve İzmir’deki hastanelere kaldırılan 9 işçi, yapılan tedavilerinin ardından taburcu edildi. Olayla ilgili olarak soruşturma başlatan Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığı, taburcu olan işçilerin ve gemi söküm tesisinin sorumlularının ifadelerini almaya başladı. Olayla ilgili soruşturma devam ederken gemide uzmanlar tarafından inceleme yapılacak.
İşçiler kurtarma çalışması yapmış
Ramazan Bayramı’ndan sonra söküm işlemlerinin başlanılması planlanan ‘Quail Cruises’ adlı kruvaziyer geminin, su alıp sağına doğru yatması üzerine su tahliye çalışmalarına erken başlandığı ortaya çıktı. Gemi Geri Dönüşüm Sanayiciler Derneği’nden alınan bilgiye göre, geminin İtalya’dan geldiği sırada yakalandığı fırtınada yara aldığı ve yolculuk sırasında da su tahliye çalışmalarının yapıldığı, olay günü de gemide bulunan iki su tahliye pompasıyla çalışma yapıldığı ifade edildi. Geminin hızlı bir şekilde su alıp, yan yatması üzerine, detaylı plan yapılmadan, bu konuda uzman olmayan gemi söküm işçilerinin kurtarma faaliyetinde kullanıldığı belirtildi. Gemi kurtarma çalışmalarının profesyonel dalgıçlar tarafından yine profesyonel ekipmanlar kullanılarak yapılması gerektiği, ancak oluşturulan ekibin gemi söküm işçilerinden oluştuğu kaydedildi. Dernek yetkilileri, benzinle çalışan su tahliye pompalarının egzozundan çıkan gazın, tabanda biriktiğini, işçilerin bunun kokusunu da almasına rağmen, makine dairesine inmesine ise anlam veremediklerini kaydetti.
Tibet’te bugün (12 Ağustos) 6,1 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Deprem nedeniyle şu ana kadar herhangi bir can kaybı bildirilmedi.
Çin Devlet Deprem Ağı tarafından yapılan açıklamaya göre, bugün saat 5:23’te Tibet Özerk Bölgesi’ne bağlı Changdu bölgesinde yer alan Zuogong ilçesi ve Mangkang ilçesinin sınırında 6,1 büyüklüğünde deprem meydana geldiği tespit edildi. Deprem derinliği 10 kilometre olarak belirlendi.
Çin Komünist Partisi Tibet Özerk Bölgesi Komitesi ve Tibet hükümeti acil müdahale planını uygulamaya koyarak, kurtarma çalışmalarını başlattı. Changdu hükümeti tarafından deprem bölgesine uzman ve yetkililer gönderildi.
AKP hükümeti ve Türkiye Futbol Fedarasyonunun tehditleri özrgürlükçü duruşları ile bilinen Adana DemirSpor taraftarlarına kar etmedi. Adana’daki sezon açılış maçında “Her yer Taksim, her yer direniş” tribünlerden sloganları yükseldi,
Galatasaray- Fenerbahçe arasında Kayseri’de Türkiye Süper Kupa final karşılaşmasıyla aynı saatlerde başlayan ve 5 Ocak Stadyumu’nda oynanan Adana Demirspor- Kayserispor maçında, tribünlerde siyasi slogan atanın “canını yakmakla” tehdit eden Bakan Suat Kılıç’ın canını sıkacak bir sloganlar atıldı.
Maç açılışında ve sonlarına doğru tribünlerden “Her yer Taksim, her yer direniş” ve “Sık bakalım” sloganları yükseldi.
Yasaklar Bizi Yıldıramaz!
Futbol sezonun başlamasına birkaç hafta kala Başta AKP Hükümeti temsilcileri ve Futbol Federasyonu yetkileri tribünlere müdahale etme konusundaki tavırlarına ilk cevap Adana Demirspor taraftarlarından geldi. Federasyonun tribünlerde siyasi pankart, davul ve siyasi slogana karşı olduklarını ve Spor Bakanlığının ise bu yasaklara uymayan takımlar hakkında yaptırım uygulayacağı belirtmişti.
New York’un rock’n roll ve punk gruplarının doğum yeri olan efsanevi barı konu alan ve barla aynı adı taşıyan film ‘CBGB’den ilk fragman da geldi. İçinde Patti Smith’ten, Blondie’ye, Iggy Pop’a, The Dead Boys’a pek çok müzisyen ve grubun olduğu film bu haliyle bile yeterince heyecan uyandırıyor. Yönetmenliğini Randa Miller’ın yaptığı, başrollerinde Donald Logue, Ryan Hurst, ‘Watchmen’den tanıdığımız Malin Akerman, Harry Potter’ın en yakın arkadaşı Ron olarak hafızalarımıza kazınan Rupert Grint, gibi isimlerin yer aldığı film şimdiden merak edilmeye başladı.