Ana Sayfa Blog Sayfa 4156

Yeşil Politika Okulu başvuruları başladı

Geçen sene ilki gerçekleşen Yeşil Politika Online Eğitim Programının 2013 hazırlıkları tamamlandı.

Avrupa Yeşil Vakfı (Green European Foundation-GEF) ve Yeşil Düşünce Derneği desteği ile organize edilen Yeşil Politika Online Eğitimi; yeşil politikanın teorik, tarihi ve pratik temellerini inceleyerek olanaklarını tartışmayı amaçlıyor.

Program İçeriği ve İşleyişi

Programda yerel ekoloji mücadelelerinden, barış hareketlerine; enerji ve gıda politikalarından feminist ve LGBTI mücadelelerine; ekonomiden hayvan özgürlüğüne kadar bir çok başlık ele alınacak. Toplumsal adaleti, şiddetsizlik ve doğrudan demokrasi de tartışılacak konular arasında olacak.

Uzman eğitmenlerin katılımıyla 8 hafta sürecek ve katılımcıları aktif kılacak, karşılıklı bir paylaşım alanı oluşturacak pek çok yöntemle okumalar, videolar, sunumlar ve tartışmalar üzerinden ilerleyecek olan program; yeşil politik teori ve pratikleri doğrultusunda bilgi, yeti ve tutumları yaygınlaştırmayı, tartışma alanlarını genişletmeyi ve olanakları beraber üretmeyi amaçlıyor.

Başvuru için Neler Gerekiyor?

Programa katılmak için bu linkten ulaşabilecek başvuru formunu 7 Ekim saat 23.59’a kadar doldurmak gerekiyor.

www.yesildusunce.org ve www.gef.eu adresinden ayrıntılı bilgi bulunuyor. Sorularınız için Proje Asistanı Asena H. Ulus ile [email protected] ve [email protected] adreslerinden iletişime geçebilirsiniz.

Almanya Seçimleri: Kim kazandı, kim kaybetti

Sadece Almanya’nın önümüzdeki yıllardaki yönetimini değil, Avrupa Birliği’nin ve Avro’nun da geleceğini belirleyecek seçimler geçtiğimiz haftasonu gerçekleşti. Aslına bakılırsa %71.5 katılımla gerçekleşen seçimler önemine göre çok daha sakin, çok daha sessiz bir şekilde başladı ve bitti.

Sonuç olarak il bakışta bir kaç şey söylemek mümkün. Öncelikle en net çıkarım Başbakan Angela Merkel’in Almanya için bile büyük sayılabilecek bir farkla seçimden galip çıkması olacaktır. Merkel sadece farkı %5 arttırdı. Fakat sonuçların diğer hanelerine de baktığımızda bu Merkel’i memnun edebilecek bir sonuç gibi görünmüyor. Çünkü tek başına iktidarı 630 sandalyeli parlamentoda sadece 5 sandalye ile kaçırmış durumda (311) CDU/CSU ve bu da demek oluyor ki iktidar için kendi solunda olan bir partiye muhtaç.

Almanya seçimlerinden çıkabilecek bir başka büyük sonuçta seçim barajı meselesinin artık Almanya’nın da sorunu olduğu. Bu seçim itibariyle Türkiye’nin de başına bela olan seçim barajı Almanya’da da kendini göstermiş durumda. Öncelikle şunu söylemek gerekli. Almanya’da seçim barajı %5. Türkiye’deki kadar korkunç bir baraj değil fakat barajın varlığı yine bir “demokrasiye/katılımcılığa baraj” işlevi görmüş durumda. Toplam meclis dışında kalan oy oranı Almanya’da % 15 civarında. İlginçtir son seçimde Türkiye’de bu oran çok daha düşüktü. Tabii ki bunda iki partinin barajı %0.2 ve %0.3 oranıyla kaçırmış olmasının da etkisi büyük.

Sonuçlara bakmaya çalışırsak Angela Merkel’in partisi seçimin birincisi olmakla kalmadı. Oylarını da en çok arttıran parti oldu. Merkel’in partisi dışında oylarını arttıran üç parti daha var. Bunlardan ikisi sosyal demokrat SPD (192) ve 6 ay önce kurulan ve sıfırdan %4.7’ye ulaşan Avro karşıtı AfD. Bir de Korsan Parti oylarını %0.2 arttırdı.  Bu dört parti dışında tüm partiler oy kaybetti.

Seçimlerin kaybedenlerine gelirsek CDU/CSU’nun, ortağı olan liberal FDP’yi yediğini görebiliyoruz. Hitler’den sonra yapılan tüm seçimlerde parlamentoya girmiş olan ve Merkel’in neredeyse doğal ortağı konumunda olan FDP %9.8’lik bir oy kaybıyla %4.8 oy alıp barajın altında kaldı. Merkel’i de sol ile ittifaka mecbur bıraktı.

Siyasi yelpazenin soluna baktığımızda ise Sol Parti %3.3 oy kaybı yaşadı. Yeşiller Partisi ise %2.3 oy kaybı yaşadı. Buna rağmen Sol Parti (64), Yeşiller’den (63) 1 fazla sandalye kazandı.

Kuru rakamların ötesine geçtiğimizde hükümet için aslına pek fazla alternatif görünmüyor Almanya’da. Ya Merkel yanına soldan bir parti alarak koalisyon kuracak. Ya da Kırmızı-Kızıl-Yeşil koalisyonu ile Merkel’in en büyük zaferi, onu muhalefete düşürecek.

Bir de işin siyasi moral kısmı var. Örneğin Türkiye’deki seçim değerlendirmelerine baktığımızda kazananlar tarafına CDU/SCU ve Sol Parti konuyor. Kaybedenler tarafında ise SPD, Yeşiller, FDP ve Korsanlar var. Oy oranı açısından aslında açıklanamaz bir ayrım bu. Öyle ki, %3.3 oy kaybetmiş partiyi zaferle seçimden çıkartıp, oylarını arttırmış partiyi “siyaset sahnesinden silinmeye doğru gidiyor” diye değerlendiren yorumlar mevcut.

Fakat sonuç olarak şu açık: Seçimin iki büyük kaybedeni var. Yeşiller ve FDP. Fukuşima sonrası oylarını %20’lerin üzerine çıkartan, SPD’nin önüne geçen bir partinin parlamentodaki en küçük parti konumuna gelmesi, oy oranındaki düşüş başka partilerden az olsa da, büyük bir kayıp. Zaten parti eş sözcüleri de görevi bıraktı. Yeşiller’in neden bu durumda olduğuna dair hızlı bir değerlendirmede bulunmak gerekirse: Yeşiller’in Almanya’da “alamet-i farika”larını kaybettiğini söylemek mümkün. Politik Yeşil Hareket’in lokomotiflerinden olan Almanya Yeşilleri’nin bu durumunun küresel olarak ne gibi sonuçlara yol açacağı ise açıkçası, belirsiz.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

https://twitter.com/Urbarli

 

Muhafazakârların sonbaharı – Dilek Zaptçıoğlu

Almanya’da muhafazakarların seçim zaferi, çelişkili görünse de, muhafazakar tezlerin zayıfladığı bir döneme denk geliyor. Bu gelişmenin Türkiye açısından da sonuçları olacak: Din ve etnik kökene dayalı söylemlerden, demokrasi, insan hakları ve şeffaflık, özgürlük gibi konuların daha çok rol oynayacağı bir döneme geçiyoruz.

Angela Merkel seçim kampanyasında öncelikle ekonomik başarıları ön plana çıkarttı: Hazineye vergi geliri akıyor, ihracat iyi, işsizlik oranları düşük. Ancak Merkel gelir adaleti, işçi hakları, temiz enerji gibi konuları da sahiplendi ve Sosyal Demokratlar’dan ve Yeşiller’den rol çaldı. Sonunda seçmenden yüzde 41,5 oranında oy aldı. Partisini gençleştirdi ve toplumsal muhalefete açtı. Kadın oyları, zaferinde önemli bir rol oynadı; aktif mücadele etmediği eşcinsel evliliği, onun zamanında yasallaştı. Hıristiyan kimliğine karşın Guido Westerwelle ile, Almanya’nın ilk eşcinsel dışişleri bakanıyla ortak mesai yaptı.

Seçimlerde Türkiye’nin AB üyeliği artık yüksek sesle tartışılmasa da önemli bir konuydu. Devletin 2002’den beri kararsız seçmen için hazırlattığı dijital “parti belirleme” sayfası “Wahl-O-Mat”taki 38 temel sorudan biri, “Türkiye AB üyesi olsun mu?” idi. Sonuç, ortada: Bu soruya “Hayır” yanıtını veren partiler kazandı. Muhafazakar-sağ zihniyet, Türkiye’deki kültürel çatışmaların ve kutuplaşmanın nedenlerinden biriydi oysa ki: Türkiye’nin AB üyeliğine baştan karşı olmak, dünyayı din ve etnik köken çevresinde bölen bir dünya görüşünde ısrar demekti. Avrupalı kamuoyu “İslam Dünyası” adı altında Batı-dışı, “bizden olmayan” ve başka kültüre sahip ebedi-ezeli bir varlık kurdu. Sosyal Demokratlar ve Yeşiller buna karşı tez üretemedi.

Merkel’in de temsil ettiği muhafazakar-sağ partiler on yıllardır “Müslümanlar” dedi ve en yakındaki “bizi” işaret etti. Bu ağır dışlanmaya Türkiye’nin “Pekâlâ, buradayız” diye yanıt vermesine şaşmamak gerekiyordu. Hıristiyan ve İslamî partiler, birbirinin aynadaki aksi, Orhan Pamuk’un Beyaz Kale’sindeki iki figür gibi karşı karşıya geldi. “Medeniyetler Buluşması”, yanyana akan ve karışmayan “farklı medeniyetler”i ima ediyordu.

Gerçek hayat ise, Alman toplumunda her 5 kişiden birinin göçmen kökenli oluşu ve tüm İslamofobi tartışmasına rağmen Almanya’da 3000 camii açılmış olması gibi, buluşma ve karışmalarla dolu. Paradoksal gözükse de: Muhafazakar partilerin zaferi ile aynı anda iklim değişiyor. Sosyal ve tüm insanlığa ortak sorunlar ön plana çıkıyor. Türkiye de din değil, daha çok “otoriter yönetim”, “polis şiddeti”, “demokraside kuvvetler ayrılığı” gibi başlıklarla medyada yer kaplamaya başlıyor. Müslümanlığa artık alışan Almanlar, Müslümanlardan “demokrasiye ve özgürlüklere uyum yeteneği” talep ediyor. Bunlara sırt çevirmek, dünyadan kopmayı beraberinde getirecek.

Fakat Almanya’nın bugün asıl meselesi Türkiye değil, Euro kuşağındaki “hasta adam”lara verilen yardımlar ve buna artan toplumsal direnç. Daha Şubat ayında kurulan”Almanya İçin Alternatif” (AfD) partisinin 4,7 oranında oy alıp neredeyse meclise girmesi, bunun kanıtı. Partinin eş başkanlarına bakalım: Konrad Adam, Bernd Lucke ve Frauke Petry. 61 yaşındaki Adam önemli bir gazeteci, uzun yıllar Frankfurter Allgemeine’nin kültür-sanat sayfalarını yönetti, Die Welt’in Berlin’deki baş muhabiriydi. Klasik diller, tarih ve hukuk okuyan Adam gibi diğer iki isim: 51 yaşındaki Bernd Lucke, Hamburg Üniversitesi’nde ekonomi profesörü, 38 yaşındaki Frauke Petry kadın haklarıyla uğraşan ödüllü bir kimyager ve iş kadını. Yani toplumun eğitimli, kentli kesiminden gelen bu girişim, eski aşırı sağ partilerle kıyaslanamaz. İş dünyasından küçümsenmeyecek bir destek alıyorlar. Almanya’nın ulusal çıkarlarını ön plana alan, AB’yi daha çok ekonomik çıkar birliği olarak gören, ABD-Nato bağını savunan Alternatif Parti, Euro’nun adım adım ortadan kaldırılmasını ve Almanya’da Deutsche Mark’a geri dönülmesini istiyor. Kararların ulusal meclislerde alınmasından, her ülkenin bağımsız bütçe hazırlamasından yanalar. Bu milliyetçi trendin de hemen kaybolmayacağına kesin gözle bakabiliriz.

Bir başka eğilim: 2013 seçimlerinde görülmemiş oranda göçmen meclise girdi. 630 vekilden 34’ü artık yabancı kökenli. Türkiye asıllı milletvekili sayısı iki katına çıktı. Hıristiyan Demokratlar’dan ilk Müslüman kökenli milletvekili, 34 yaşındaki Cemile Giousouf. Türklerin Yusuf soyadıyla andığı Cemile, Batı Trakya Türklerinden bir işçi çocuğu, Almanya doğumlu ve ilginç, İslam İlahiyatı okumuş. “CDU’daki ilk Türk” diye anılıyor ama Alman ve Yunan pasaportu var. Dine önem veren gerçek bir muhafazakar ve ileride CDU’nun İslami kesimlerle ilişkilerinde öne çıkabilir. SPD’den meclise giren Cansel Kızıltepe, Mahmut Özdemir, Aydan Özoğuz, Gülistan Yüksel ve Metin Hakverdi; Sol Parti milletvekilleri Sevim Dağdelen ve Azize Tank ile Yeşiller’den Ekin Deligöz, Cem Özdemir ve Özcan Mutlu  muhafazakar değil, seküler ve demokrat bir çizgideler.

Kısacası, fırtınalı denizde kaptan değiştirme korkusu Merkel’i yeniden iktidara taşıdı. Dünya hızla değişirken Almanlar, hem zenginliği, hem de sosyal adaleti gözden kaybetmeyecek bir koalisyona sıcak baktı. Türk-Alman ilişkilerinde yakın zamanda bir değişiklik olmayacak. Ama Türkiye’de insan hakları, demokrasi, radikalizm gibi konular – hem Türk göçmenler, hem meclisteki Türk kökenli milletvekilleri eliyle de – Alman gündeminde yer kaplamayı sürdürecek. Artık daha az din ve etnik köken, daha çok sosyal adalet ve eşitlik konuşacağız. Gerçekler, Almanya’da kitapları beş rakamlı hanelerle satan Orhan Pamuk’un romanındaki gibi, insanların birbirine dönüştüğü yeni bir dünyaya işaret ediyor. Ve, Duvarlar’ın kalıcı olmadığını, Berlinliler’den daha iyi kim bilebilir?

 

EN YAKICI SORUN: SOSYAL ADALET VE YOKSULLAŞMA

  • Almanya’nın makro ekonomik göstergeleri iyi olsa da, gelir dağılımındaki adaletsizlik tartışma konusu.
  • Nitekim Alman seçimlerinde temel konuları, sosyal adalet, yoksulluk ve emeklilik, asgari ücret ve fırsat eşitliği oluşturdu.
  • 41. 513 Dolar kişi başına milli gelirle yüksek standartlarda yaşayan Alman toplumunda yoksulluk sınırı bekarlarda ayda 860 Euro tutarında sayılıyor.
  • Almanya’da resmi olarak 16 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor; genel nüfusun yüzde 19,9’una tekabül eden ve giderek artan bir rakam.
  • Özellikle boşanmış anneler, 18-25 yaş dilimindeki gençler ve emekliler, yoksulların çoğunluğunu oluşturuyor.
  • Tatile çıkamayan, kirasını ödemekte zorlanan emekliler çoğaldı.
  • 300 bin kişi sokakta yaşıyor.
  • Her 10 Almandan biri, geçinebilmek için artık ek bir iş yapıyor.
  • Dilek Zaptçıoğlu -http://zete.com/2013/09/muhafazakarlarin-sonbahari/

Dünyanın hava kirliliğinden ölmeniz muhtemel yerleri nerelerdir?

NASA gezegenin ölümcül yüzünü gözler önüne seren cevabı veriyor. Cevap: Türkiye dahil birçok yerinde.

Sağlıklı bir ciğerdeki katran lekeleri gibi, görseldeki hastalıklı sarı ve kahverengi alanlar kirlilik nedenli ölümlerin yoğun olduğu bölgeleri temsil ediyor. Doğu Çin, Hindistan, Endonezya ve Avrupa gibi yüksek oranda kentleşmiş yerler en koyu renklerle boyanmış. En koyu alanlar; her yıl 1,000 kilometre karede 1,000 prematüre ölümün gerçekleşmesi gibi yüksek oranda tahribatın olduğu yerleri gösteriyor.

İyi haberler ise maviye boyanmış bölgeler. İnsanlığın boğucu kirli hava çıkışını 1850’ lerden bu yana azaltmayı becerebilmiş alanlar mavi ile gösteriliyor. Güney Amerika ve Güneybatı ABD’ deki bazı noktalar gibi bu güvenli limanlar; anız yakımını 19. yüzyılın ortalarından beri azaltan noktalar.

Bu kirli atmosferimizin temsili resmi, North Carolina Üniversitesi’ nden yer bilimci Jason West’ in çalışmalarına dayanıyor. West’ in çalışmaları kötü havanın insan sağlığına etkileri üzerine odaklanıyor. West’ in ve ekibinin yarattığı bilgisayar modellerine göre senelik 2.1 milyon ölüm tek bir çeşit kirliliğe bağlanabilir; ince parçacıklı madde veya PM 2.5. Yani arabaların egzozlarından, endüstri bacalarından ve diğer şeylerden uçan minik zerrecikler. (Bunlar aynı zamanda NASA haritasının da referans aldığı hava kirletenleridir.)

Tıp dünyası PM2.5 solumayı; astımdan ciğer hastalıklarına, kalp hastalıklarından kalp krizine kadar birçok hastalıkla ilişkilendiriyor. Elbette Singapurluların bu yaz Sumatra’daki komşularının yaktığı anızlar nedeniyle maruz kaldığı gibi insan kaynaklı yoğun toksik zerre bulutunun içinde kalmak kötüdür ancak NASA’ ya göre PM2.5’ un sizleri bulacağı tek yol bu değil.

Çoğu vakada en zehirli kirlilik birkaç gün ya da birkaç haftada havada kalıp hastanelerdeki solunum ve kardiyo hastalıkları arttırıyor. Zaman içerisinde mevsim değişse, hava temizlense ve anılardaki pis hava unutulmaya başlansa bile sağlık riskleri kaybolmuyor. Hava kirliliğinin birazcık bile yükselmesi insan sağlığına muazzam etkisi olabiliyor. Uzun sürelerde ve küresel ölçekte ise bu etkiler katlanıyor.

Hava kirliliğinden en bariz etkilenen Çin ve kuzey Hindistan’ da farklı kuşaklarda yüksek oranda prematüre ölümler ortaya çıkıyor. Hırıltılı solunum seslerini ise uzaydan bile duyabilirsiniz.

 

Çeviren Özgecan KaraOrijinal yazı:

http://www.theatlanticcities.com/technology/2013/09/heres-where-youre-most-likely-die-air-pollution/6946/


 

Tarih Vakfından Osmanlıca ve Yunanca dersleri

0

Tarih Vakfı Seminerleri, 2013 Güz döneminde yeniden başlıyor. Seminerlerden ilki Ekim ayının üçüncü haftasında başlayacak olan Yunanca, ikincisi de Kasım başında başlayacak olan Osmanlıca dersleri. Yeni başlayanlar için açılacak olan iki seminer de Tarih Vakfı’nın Eminönü binasında yapılacak.

Türkiye’de bilimsel tarihçilik bilincinin gelişmesinde ve yerleşmesinde önemli rol oynayan Tarih Vakfı, 2013 Güz döneminde Osmanlıca ve Yunanca öğrenmek isteyenler ile vakfın Eminönü binasında buluşuyor. Tarih Vakfı Seminerleri kapsamında yeni başlayanlar için düzenlenen Osmanlıca ve Yunanca dersleri, yaklaşık üçer ay sürecek.

Yeni başlayanlar için Yunanca

Yunanistan İstanbul Başkonsolosluğu’nun önerdiği müfredatın uygulanacağı seminerin yöneticisi Dr. Merih Erol olacak. Salı ve Perşembe akşamları 18:30 – 20:30 arasında haftada dört saat olarak gerçekleştirilecek derslerin toplam süresi 48 saat. 22 Ekim 2013 Salı akşamı başlayacak olan seminer, 16 Ocak 2014 tarihinde sona erecek.

Yeni başlayanlar için Osmanlıca

Osmanlıca’ya yeni başlayanlar için açılacak olan seminerin yöneticisi Yücel Demirel.  Cumartesi ve Pazar günleri, 11:00 – 13:00 arasında, haftada dört saat olarak gerçekleştirilecek derslerin toplam süresi 50 saat. Program, 2 Kasım 2013 tarihinde başlayacak ve 25 Ocak 2014 tarihinde sona erecek.

Detaylı bilgi ve kayıt için:

Telefon: 0212 522 02 02

E-mail: [email protected] / [email protected]

Başkan’ın bütün planları

ABD Başkanı Barack Obama, 25 Haziran’da Georgetown Üniversitesi’nde bir konuşma yaptı ve ülkesinin iklim değişikliği politikalarında yeni dönemin başladığını ilan etti. Hemen ardından “Başkan’ın İklim Eylem Planı”nın satır aralarında nelerin gizli olduğuyla ilgili iki noktada ciddi eleştiriler yöneltilmeye başlandı: Öngörülen politikaların iklim değişikliğini engelleyemeyecek kadar zayıf ve yetersiz olduğu. Ve bazı politikaların iddia edildiğinin aksine sera gazı salımlarını ve çevre kirliliğini artırabileceği.

Obama’nın iklim eylem planı, ABD’nin sera gazı salımlarının düşürülmesini, iklim felaketlerine hazır hale getirilmesini ve uluslararası iklim politikalarına liderlik etmesini amaçlıyor. Ama asıl önemli olan ABD gibi iklim değişikliğiyle mücadelede kilit öneme sahip bir ülkenin bu amaçlara uygun politikalar öngörüp öngörmediği. ABD, iklim değişikliğinde tarihsel sorumluluğu en fazla olan ülke. Hâlâ toplam sera gazlarının yüzde 20’den fazlasını salıyor. Yüksek tüketim düzeyi ve enerji, ulaşım, tarım gibi başlıca sektörlerdeki fosil yakıt yoğunluğu nedeniyle ekonomisi ve yaşam biçimi kömür, petrol ve doğalgaza bağımlı. Dolayısıyla ABD’nin ciddi sorumluluk alarak katılmadığı bir uluslararası çabanın sonuç vermesi (Kyoto’da olduğu gibi) ne mümkün ne de adil. Obama’nın yeni girişiminin vereceği sonuçlar bütün dünyayı ilgilendiriyor.

Üç temel beklenti

ABD’nin iklim değişikliği konusunda tatmin edici bir hamle yapması için üç temel beklentinin karşılanması gerekli: Hızlı ve işe yarar düzeyde bir sera gazı salımı azaltım hedefi, enerji ve diğer sektörlerde fosil yakıtlardan anlamlı biçimde uzaklaşacağına dair bir yol haritası ve altyapının hızla yenilenebilir enerjiye döndürülmesi. Ancak bu üç konudaki hedefler çok mütevazı: 2009’da Kopenhag’da açıklanan, salımlarda 2020’ye dek 2005 seviyelerinden yüzde 15 azaltım hedefine bağlı kalınıyor. Kömürlü santrallardaki karbon emisyonlarını düşürecek teknoloji standartlarının geliştirilmesi öngörülüyor. 2020’ye kadar yenilenebilir enerji kapasitesinin iki katına çıkarılması hedefleniyor.

Sera gazı azaltım hedefi o kadar yetersiz ki, bu hedefin başarılması halinde inilecek salım düzeyi, ABD Kyoto’yu imzalayıp 1990 seviyesine göre yüzde 7 indirim taahhüdünü yerine getirmiş olsaydı, 2012’de inmesi gereken düzeyin bile üzerinde. Üstelik ABD’de salımlar doğalgaza geçiş ve enerji verimliliği standartlarının iyileştirilmesi nedeniyle zaten düşüş eğiliminde. Bu eğilim sürerse bu çok mütevazı hedef, yeni iklim eylem planındaki ek önlemler olmasa da tutturulabilir. Bu da Obama’nın Amerikan ekonomisini ve şirketleri sıkıntıya sokmak istemediğinin bir göstergesi.

ABD’de elektriğin yüzde 37’si 589 kömürlü termik santal tarafından üretildiği ve sera gazı salımının üçte biri, karbonun yüzde 40’ı kömürlü termik santrallardan kaynaklandığı için kömürle elektrik üretiminden vazgeçmeye yönelmeden işe yarar bir adım atmak zor. Gerçi protestolar nedeniyle yeni yapılacak pek çok kömürlü santraldan vazgeçildi. 2007’de 151 olan yeni kömürlü santral projesi sayısı, 2012’de 15’e düşmüş. Kullanım ömrü dolmaya başlayan santralların yerine yenilerinin yapılamaması nedeniyle kömürlü santral sayısında kendiliğinden bir düşme başlıyor. Yani en azından termik santral sayısının arttığı bir süreç yaşamıyor ABD. Ancak bu eğilim, kendi haline bırakılırsa, iklim değişikliğini yavaşlatmak için yeterli değil.

Obama tarzı hokus pokus

Bunun bir nedeni de enerjide ağırlığın kömürden yeraltı kayaçlarının parçalanmasıyla (fracking) çıkarılan kayagazına kaydırılmak istenmesi. Geçiş yakıtı ilan edilen bu “yerli” doğalgaz, sanki hiç sera gazı salmıyormuş izlenimi veriliyor. Oysa doğalgazın yaygınlaşması halinde karbondioksit kadar, metan salımları da artacak. ABD’nin çevreyi tahrip eden ve yeraltı sularını kirleten fracking yöntemiyle doğalgaz üretiminde 2011’den 2040’a kadar yüzde 44 artış bekleniyor. Hatta Obama’nın planının neredeyse sırf kayagazının önünü açmak için yazılmış olabileceğini düşünenler var.

Planda nükleer enerjinin çözümmüş gibi gösterilmesi ve bir efsaneden ibaret olan temiz kömürden bahsedilmesi, Obama’nın fosil yakıttan uzaklaşıp yenilenebilir enerjiye geçme yönünde kararlı adımlar atmaktan uzak olduğunu gösteriyor. Şu an yüzde 10’un altında olan yenilenebilir enerjinin payını 2020’ye kadar iki katına çıkarma hedefi bir yazarın deyimiyle Obama tarzı hokuspokuslardan biri. Çünkü bu 2020’de enerjinin yüzde 80’ini hâlâ fosil kaynaklardan ve nükleerden elde edeceğini ilan etmek demek. Planda az enerji harcamak için az tüketmek gibi hedefler aramak ise hayal.

Türkiye’ye etkisi

Dolayısıyla iklim değişikliğinin bir numaralı sorumlusu, dünyanın hâlâ en büyük ikinci sera gazı üreticisi (Çin’den sonra), enerji devi ABD’nin iklim konusundaki belagatiyle meşhur başkanı Obama’nın, mevcut sistemi gerçek bir dönüşüme zorlamayan zayıf bir iklim eylem planıyla karşı karşıyayız.

İklim politikalarından giderek daha da uzaklaşan Türkiye’ye bu planın bir etkisi olacak mı? Normalde ABD’nin adım atmasının Türkiye’de de devletin yaklaşımına olumlu etki etmesi beklenir. Türkiye’de yapım halinde veya proje aşamasında olan 76 yeni kömürlü termik santral yolda. Kömürlü termik santralların artış hızında Çin, Rusya ve Hindistan’ın ardından dünya dördüncüsüyüz. Üstelik Rusya’nın doğal gazından kurtulma kaygısıyla çevreyi kirleten fracking teknolojisine de kapı aralanıyor. İklim politikaları alanında da gerileme var. Bakanlıkların yeniden yapılanması sürecinde İklim Değişikliği Dairesi’nin kapatıldığını ve tecrübeli kadroların farklı yerlere atandığını biliyoruz. Dolayısıyla Obama’nın planının, Türkiye’nin iklim değişikliği konusunda 2020’ye kadar pek bir şey yapmamaya karar verdiği bir dönemde ciddi bir politika değişikliği sağlayacak güçte olduğunu söylemek zor. Yine de olumlu taraftan bakmak ve kamu kurumlarını hiç olmazsa planın içerdiği detaylar yönünde teşvik etmek gerekiyor.

Bu plan ABD’yi gerçekten uluslararası iklim politikaları zeminine geri döndürseydi ya da gerçekten enerji altyapısını yenilenebilire doğru çevirmeyi hedefleseydi (oysa altyapıyı kayagazına ve nükleere doğru yönlendirerek, ABD ekonomisini daha uzun yıllar içinden çıkamayacağı yeni bir kapanın içine sokabilir) daha iyimser olabilirdik. Zaten iklim değişikliğini sınırlamak için yapılacak “yeşil yatırımların” iş yaratacağı söylemi de arada kaynıyor.

Obama iklim değişikliğini durdurma konusunda gerçekten samimi idiyse, maalesef büyük bir fırsatı kaçırmış demektir. Türkiye’den ise, tıpkı AB ve Çin gibi, ABD’den daha ileri politikalar belirleme cesaretini göstermesini talep etmek zorundayız.

Ümit Şahin
Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi

* Bu yazı ilk kez 22 Eylül 2013 tarihli Radikal İki’de yayımlanmıştır.

Yardım kuruluşlarından açlık ve salgın uyarısı

Chris Stevenson imzasıyla The Independent’ da yayınlanan yazıyı, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Zeliha Yıldırım‘ın çevirisiyle sunuyoruz.

***

Birleşmiş Milletler’ in açıklayacağı rapordan önce iki İngiliz yardım kuruluşu Oxfam ve Unicef İngiltere, iklim değişikliğinin gelecek nesiller üzerindeki yıkıcı etkileri ile ilgili raporlarını açıkladı.

Cuma günü Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) küresel ısınma ile ilgili son raporu açıklayacak.

Rapor, biliminsanlarının, insan faaliyetlerinin büyük ölçüde de fosil yakıt kullanımının iklim değişikliğinin ana nedeni olduğu yönünde artan güveni göstermesi bekleniyor.

 


Oxfam raporu

Oxfam’ ın gıda güvenliği üzerine 20 Eylül’ de yayınlanan son raporunda, iklim değişikliğine bağlı olarak 2050 yılında dünya çapında her beş kişiden birinin açlık tehdidi altında olacağı, çocuklardaki yetersiz beslenme oranının ise%20 oranında artacağı iddia ediliyor.

Kuruluş ayrıca, mısır ve buğday verimini iklim değişikliği olmaması durumu ile kıyaslandığında 2050 yılında mısırın %3,8 , buğdayın %5,5 oranında; tarım veriminin %10 ile 20 oranında düşeceğini belirtiyor.

Oxfam raporuna göre küresel ısınmaya bağlı olarak aşırı hava olaylarındaki artış, aynı zamanda mahsulün zararına neden olabileceği gibi temel gıdaların ortalama fiyatının da önümüzdeki yirmi yıl içinde iki katına yükselebileceği belirtiliyor.

Unicef ​​İngiltere raporu

Unicef ​​İngiltere’ nin 23 Eylül’ de yayınlanan raporu, 2013 yılında doğan bebeklerin 2030 yılında iklim değişikliğinin en kötü etkilerini hissedeceğini; Hindistan, Mozambik ve Filipinler dahil olmak üzere iklim değişikliğine karşı en savunmasız 10 ülkede 600 milyondan fazla çocuğun bu durumu yaşayacağını işaret ediyor.

İklim değişikliğinin sıtma ve ishal gibi hastalıklarla çocuk ölümlerini artıracağının beklendiğini belirten grup sel, fırtına ve toprak kayması ile de küresel ekonomik kayıpların 2030 yılında 122 milyar Avro’ ya ulaşacağını belirtiliyor.

IPCC raporunda sanayi devriminden bu yana yarım trilyon ton civarında karbon yandığını ve önümüzdeki birkaç on yıl içinde bu miktarın bir trilyon tona ulaşacağının tahmin edildiğini belirtiyor. Eğer insanlığın küresel ısınmayı etkilerin yıkıcı olacağı 2 derece altında tutma şansı %50 ise bu seviye kesinlikle aşılmamalıdır.

 

Kaynaklar:

http://www.independent.co.uk/environment/climate-change/aid-groups-warn-of-growing-hunger-anddisease-as-planet-warms-8833143.html

http://www.oxfam.org/en/grow/policy/growing-disruption-climate-change-food-hunger

http://www.unicef.org.uk/Latest/Publications/climate-change-report-jon-snow-2013/

 

Yeşil Gazete için çeviren: Zeliha Yıldırım

Yazının özgün hali

(independent.co.uk, Yeşil Gazete)

 

Dünyadan Kısa Kısa – 24 Eylül Salı

Guantanamo’daki açlık grevi büyük ölçüde sona erdi
Mart ayından beri kötü muamele sebebiyle açlık grevi başlatan ve 166 mahkumdan 106’sının katıldığı grev, dikkatleri yeniden Guantanamo’ya çekmişti.
Pakistan, Peşavar kilisesi’nde yaşamını yitirenlere ağlıyor
ABD insansız uçak saldırılarını sona erdirene kadar gayri Müslümleri öldürmeye ant içen Taliban mensubu iki intihar bombacısının pazar sabahı Anglikan Kilisesi’ne düzenlediği saldırıda 85 kişi yaşamını yitirdi, 100’den fazla kişi yaralandı. Saldırı, Müslümanların çoğunlukta olduğu Pakistan’da Hrıstiyan azınlığa karşı düzenlenen en büyük saldırı olarak kayıtlara geçerken ülke çapında protesto edildi.
Bangladeş’de eşcinsellik suç olmaya devam ediyor
Hükümetin, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Mahkemesi’nin önerdiği üzere ceza kanunun karşılıklı rızaya dayalı eşcinsel ilişkilerin cezalandırılmasını öngören maddesini kaldırmayı reddetmesi öfke yarattı.
Angela Merkel’in koalisyon arayışı
Geçtiğimiz pazar günü yapılan seçimlerde partisine son 20 yıldaki en büyük seçim başarısını kazandırarak tek başına iktidar olmayı kılpayı kaçıran Merkel’in, Sosyal Demokratlar ile koalisyon kurması bekleniyor.
Pussy Riot üyesi açlık grevinde
Rusya’da ‘toplumsal düzene zarar vermek’ suçundan mahkum edilen Pussy Riot grubu üyesi Nadezhda Tolokonnikava avukatı aracılığıyla 23 Eylül’de açlık grevine başlayacağını duyurdu. Tolokonnikava, mahkum olduğu çalışma kampında maruz kaldığı 16 saatlik çalışma, bozuk yiyecekler, ağır cezalar gibi insan hakları ihlallerine, yönetimin mahkumlar arasında şiddeti özendirmesine ve dışardan yardım alınmasına ya da sorunların iyileştirilmesine yönelik her türlü çabanın engellenmesine dikkat çekmek istiyor.
Mısır Müslüman Kardeşleri yasakladı
Kahire’deki mahkeme Müslüman Kardeşler’i, ona ait sivil toplum kuruluşlarını ve örgütün bütün etkinliklerini yasaklayarak yasal statülerini yok etti. Mahkeme ayrıca hükümetin örgütün mal varlığına el koymasına onay verdi.
Yunanistan’da Altın Şafak gündemde
Yunanistan’da neonazi Altın Şafak partisi ile bağlantısı bulunan 5 üst düzey emniyet müdürü görevden alındı. Altın Şafak üyeleri en son müzisyen Pavlos Fyssas’ı öldürmüştü. Altın Şafak partisinin Yunanistan polisi arasında fazla sayıda destekçisi olduğu düşünülüyor.

Çarşı’dan açıklama: Hepimiz tek bilek, tek yumruğuz

Geçtiğimiz haftasonu gerçekleşen Beşiktaş-Galatasaray maçı sonunda çıkan olayların, belli bir kesim tarafından, suçlusu ilan edilmeye çalışılan Beşiktaş’ın en büyük taraftar grubu Çarşı’dan olaylara dair açıklama geldi.

Açıklama şu şekilde:

Çöpten çıkan ısıyla domates üretilecek

23 Eylül 2013 Pazartesi 16:13Konya Büyükşehir Belediyesi’nin, çöpten elektrik üretilen tesisten açığa çıkan ısıyı değerlendirmek üzere kurduğu serada domates üretimine başlandı

KONYA – Konya Büyükşehir Belediyesi’nin, iki yıldır çöpten elektrik ürettiği tesisten açığa çıkan ısıyı değerlendirmek üzere oluşturulan serada domates üretimine başlandı.
Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Konya’nın çöplerinin döküldüğü Aslım Katı Atık Sahası’nda iki yıldır metan gazından elektrik üretimi yapıldığını söyledi. Çöpten üretilen elektriğin yıllık 5,6 megawat/saat gücünde ve yaklaşık 26 bin haneyi aydınlatacak kapasitede olduğunu dile getiren Akyürek, elektrik üretimi sırasında açığa çıkan ısıyı serada kullanmaya başladıklarını ifade etti.
Akyürek, kurdukları seranın bin 200 metrekarelik bölümünde domates üretimine başlandığını belirterek, şunları kaydetti:
“Katı atık sahamıza günlük bin 200 tona yakın katı atık gelmekte, bundan elektrik üretmekteyiz. Elektrik enerjisini üreten firmamız bu konuda Konya için bir ilki başarmıştır. Bu çalışmayla çevreye de katkı sağlamış oluyoruz. Elektrik üretiminde yanmadan dolayı açığa çıkan ısıdan faydalanabilmek için sera alanı test edildi. Isı ve debisine göre 30 ton domates üretim kapasitesi söz konusu. Elde edilen enerji, tesisin ısıtılması ve aydınlatılmasında da kullanılmaktadır.”
Büyükşehir Belediyesi’nden yapılan açıklamaya göre, seraya 2 bin 700 domates fidesi dikildi. Aslım Katı Atık Sahası’nda çöpler elektrik enerjisine dönüştürülerek ekonomiye ve çevreye katkı sağlanırken; açığa çıkan enerji serada değerlendirilerek, yıl boyunca domates üretimi gerçekleştirilecek.

*Dünya Gazetesi