Fatih Terim ile yollarını ayıran Galatasaray’ın,teknik direktörlük için görüşmek üzere davet ettiği Roberto Mancini, bugün İstanbul’a geldi.
Galatasaray yönetimi İtalyan teknik adamla yıllık 4.5 milyon euro karşılığında 2+1 yıllık anlaşma sağladı.
Özel uçakla geldi
Özel uçakla Sabiha Gökçen Havalimanı’na akşam saatlerinde gelen Mancini’yi kulüp direktörü Bülent Tulun ile idari menajer Cenk Ergün karşıladı. Mancini’nin, Başkan Ünal Aysal ile görüşmek üzere Les Ottomans Hotel’e hareket ettiği öğrenildi.
Türkiye’de “Meshnet” olsa, yani bir kişi uydudan internete çıkıp modemi ile internet erişimini mahalleye tıpkı ABD’nin mahalle radyoları gibi ücretsiz dağıtsa fena mı olurdu? Bireysel İnternet için merkezi telekom şebekesine ne gerek var?
Meshnet bilgisayar adresinizi gizleyerek devletlerin ve şirketlerin internette hangi siteye girdiğinizi görmesini engelliyor. İstihbarat örgütlerinin, Google veya Bing gibi web arama motorlarının e-postalarınızı ve sohbet mesajlarınızı okumasını önlüyor. Meshnet’e gerçek kimliğinizi cümle aleme ilan etmeden “anonim olarak” giriyor ve fişlenmekten kurtuluyorsunuz.
Amerika’dan Gana’ya ve iflas etmiş Yunanistan’a kadar birçok ülkede meshnet kullanıcıları internete böyle giriyorlar. Meshnet telekom şirketlerini ve internet şebekesini aradan çıkarıyor. İnternette verileriniz bilgisayardan bilgisayara aktarılıyor. Bilgisayarınız plajdaki milyarlarca kum tanesinden biri oluyor ve böylece internete girdiğinizde sizi takip etmek zorlaşıyor. Yine de tam güvenli meshet için VPN ve şifreleme kullanmak gerekiyor.
Ücretsiz özgür internetin adı “meshnet”
ABD’de Maryland ve Seattle’dan, iflas etmiş AB ülkesi Yunanistan’ın başkenti Atina’ya kadar dünyanın dört bir yanında insanlar hızla interneti terk ederek “meshnet”e geçiyor.
Meshnet ya da Türkçe adı ile “Ağ Örgüsü” sıradan kullanıcıların, bizzat biz bireylerin kurduğu kişisel kablosuz internet ağlarından oluşuyor. Pratikte, bir kişi uydu internet şirketine para ödeyerek uydudan internete çıkıyor. Daha sonra geniş bant internet erişimini mahalleye ücretsiz dağıtıyor. Siz de karşı komşunuzun modemi ile internete girmiş oluyorsunuz. Bunun için Türk Telekom, Superonline gibi bir şebeke kullanmıyorsunuz.
Meshnet merkezi telekom şebekesini, devletin ve şirketlerin tek noktadan denetlediği telefon santrallerini kullanmıyor. İnternette siteden siteye gezinirken bunu mahalledeki komşu bilgisayarlara bağlanarak yapıyorsunuz. Verileriniz kablolardan, telefon santralinden geçmiyor. Bilgisayardan bilgisayara aktarılarak internete geziyor.
Meshnet, kulaktan kulağa internet
Sistem Torrent siteleri gibi işliyor: İnternet bilgilerinizin bir kısmı uyduya bir bilgisayardan çıkarken, gezinme bilgilerinizin diğer kısmı ise başka bir bilgisayardan uyduya çıkıyor. İnternete biraz komşunuzdan, biraz köşedeki bakkal amcadan bağlanıyorsunuz. Böylece internette milyonlarca bilgisayar arasında gizlenerek bir nevi görünmez oluyorsunuz.
Bu şekilde beyin hücrelerimizin, nöronların kurduğu sinir ağlarını anımsatan meshnet, kullanıcıyı “dağıtık” yapısı ile interneti şirketler ve devletlerin tekelinden kurtarıyor. Meshnet özgür ve sansürsüz internet, bilgiye özgürce ücretsiz erişim anlamına geliyor. Meshnet klasik IP adresi kullanmadığı için, Torrent sitelerinde olduğu gibi sahte kullanıcı olarak sisteme girip film indiren insanları IP adreslerinden takip etmek pek mümkün olmuyor. Meshnet’in tek bir merkezi sunucusu, günlük (log) kaydı yok.
Bugün siz de meshnet kullanıyorsunuz
Dairenizdeki modemle sağladığınız internet erişimini apartmandaki komşularınızla paylaştığınız zaman ya da amcanız evinize gelip Android telefonunu odanızdaki Wi-Fi modem ile internete bağladığında, aslında siz de bir tür meshnet sistemi kurmuş oluyorsunuz.
TTNET gibi servis sağlayıcılar kullanıcı sözleşmesine “Benden aldığın internet erişimini hane dışında, örneğin karşı sokaktaki komşunla paylaşamazsın” gibi yasal içeriği tartışmalı maddeler koyuyor. Ancak, TC yasalarında interneti başkalarıyla ücretsiz paylaşmanızı engelleyen bir madde yok. Meshnete elinizdeki telefonu arkadaşınızın evindeki modeme bağlar gibi Wi-Fi bağlantısı ile giriyorsunuz
Süper Wi-Fi ve meshnet
Bugün, dünyanın yoksul bölgelerinde 100 km menzilli Süper Wi-Fi modemlerin kullanılması planlanıyor. Evimizdeki modemlerin menzili sokaklarda genellikle 1 kilometreyi aşmıyor, ama Süper Wi-Fi yüksek bir tepeden üç ayrı vadideki onlarca yoksul köye tek antenle internet erişimi sağlayabiliyor (IEEE 802.22 standardı köylere 100 kilometre uzaktan 22 Mbps bağlantı hızı sağlıyor. Sahi biz 16 Mbps ADSL veya 3G’ye kotalı ya da adil kullanım kotalı (!) olarak ne kadar ödüyoruz?).
Süper Wi-Fi bugün İstanbul’da olsaydı, cep telefonu baz istasyonlarının yaydığı manyetik alanların kanser yapma riskini de azaltmış olacaktık. Sadece tek bir geniş bant Süper Wi-Fi baz istasyonu ile, Bağdat Caddesi’ndeki Kızıltoprak-Bostancı hattına ses ve internet hizmeti vermek mümkün olacaktı. Çatılarımız da mimari yapıların, şehrin güzelliğini bozan baz istasyonu işgali altında olmayacaktı.
Meshnet’in en büyük avantajlarından biri bu: Evden eve, sokaktan sokağa yayın yapmak için baz istasyonuna gerek yok. Üniversite kampüslerinde kullanılan ve orta halli birkaç hayırsever vatandaşın satın alabileceği kadar hesaplı fiyatlarla sanayi tipi “uzak kablosuz erişim noktaları” kurabilir ve bir sunucudan yararlanarak interneti bütün mahalleye dağıtabilirsiniz. Bu sunucuya bağlanacak olan sıradan kullanıcının yapacağı tek harcama modem satın almak olacaktır. Pardon, siz zaten modem kullanıyorsunuz.
Meshnet artı güvenilir bir VPN hizmeti: En güvenli çözüm
“Seattle Meshnet” projesinin liderlerinden Dan Ryan, meshnet sisteminin merkezi telefon dinleme ve internet takip sistemlerini bir anlamda devre dışı bıraktığını söylüyor. Sonuçta devletlerin PRISM, Phorm, TrapWire, FinFisher gibi dinleme sistemleri kurduğu telekom şebekesini kullanmıyorsunuz. Bu yüzden sizi takip etmeleri büyük ölçüde zorlaşıyor. Buna bir de güvenli VPN hizmetini eklerseniz gerçekten görünmez oluyorsunuz.
Zaten internet gözetleme sistemleri genellikle “şifre kırarak” değil, telekom şirketlerine “gizlice kaynak yaparak” çalışıyor. Siz uydu modem kullanan arkadaşınıza anonim olarak bağlanınca, uydu hizmeti veren telekom şirketiyle anlaşarak sizi görmek ve gözetlemek de imkansız hale geliyor. Bu güçlüğü aşmak için özel dinleme araçlarının kapınıza park etmesi gerekiyor. Devletler bunu ancak birkaç önemli kişi için yapabilir. Sıradan vatandaş için değil.
Meshnet standart bir mahalle radyosu gibi kendi kanallarıyla yayın yapıyor. Meshnet’i kuran hackerlar, ticari internet bağlantıları ve telekom şebekesi yerine, kendi kontrol ettikleri sinyallerle internete giriyor. Meshnet üzerindeki her bir sinyal aktarma düğümü aslında basit bir anten (uzak erişim noktası, modem ve/veya router) ve bilgisayardan oluşuyor. Her bilgisayar internet sinyalini kulaktan kulağa konuşur gibi yakındaki bilgisayarlara aktarıyor.
Mahallenin internet radyosu
Maryland Üniversitesi’nde okuyan Alexander Bauer’ın hayali, yıl sonunda üniversitenin kampüsünü bir bütün halinde telekom şebekesinden çıkarıp meshnet ile internete bağlamak. Üniversite standart internet erişimini koruyacak, ama meshnet sayesinde öğrenciler telekom şirketlerinin “yardımı” olmadan kendi alternatif anonim internet ortamlarını yaratmış olacaklar. Bunun için bir de kendilerini gözetleyen şirketlere “abonelik ücreti” adı altında para vermeyecekler!
Meshnet’in bir diğer örneği İspanya’nın Katalonya özerk bölgesinde hayata geçirildi. “Guifi.net”in hikayesi de ilginç: Adı defalarca dinleme ve güvenlik açığı skandallarına karışan Oracle şirketinin eski çalışanı Ramon Roca, 2000’lerin başında çiftliğinde hem kendi elektriğini üretmek hem de kendi internetine girmek istedi ve meshnet sistemine geçti.
Şimdi Roca’nın meshnet ağı Guifi.net, 21 binden fazla kablosuz erişim noktası ile Katalonya’nın neredeyse tamamına hizmet veriyor. Guifi.net internette bağımsız web sitelerini barındırmak için sunucu ve video konferans hizmetleri sunuyor, internetten üzerinden radyo yayınları yapıyor.
Haydi interneti kestiniz, meshneti nasıl keseceksiniz?
Mısır’daki Arap Baharından Suriye’ye kadar çıkan bütün toplumsal olaylarda görüyoruz ki, halkın gösterilerle sıkıştırdığı politikacıların ilk işi interneti kesmek oluyor. Peki, Türkiye’de meshnet kurulursa nasıl kesecekler?
Meshnet Türkiye’nin yoksul bölgelerini şehirlerle birleştiren bağımsız bir iletişim ağı olmaya aday ve meshnetin potansiyeli çok büyük. Örneğin Guifi.net yakında hastaneleri ve belediye binalarını İspanya telekom şebekesinden tümüyle bağımsız olarak döşenen özel fiber optik hatlarla birbirine bağlayacak.
İspanya’da belediyeler bizdeki gibi iktidar partisinin büyükşehir belediyelerinin kontrolünde değil tabii. Avrupa Birliği’ndeki belediyeler genellikle son derece yerel ve özerk oluşumlar. Bu noktada meshnetin merkezi olmayan, dağıtık, özgür yapısının aynı zamanda temsili demokrasinin yerine geçecek olan “doğrudan internet demokrasisinin” önünü açtığına da görebiliyoruz. Bu yaz sonunda Katalonya’nın Gurb kasabasındaki Devlet Hastanesi’nin bile Guifi meshnetine bağlanmış olması bunun en somut kanıtı.
Ağ tarafsızlığı
Bugün internetin Türkiye’de ve dünyada pahalı olmasının en önemli nedenlerinden biri ağ tarafsızlığının olmamasıdır (network neutrality). Örneğin Türkiye’de internet ve telefon şebekesinin büyük kısmı Türk Telekom’un kontrolünde bulunuyor: Superonline gibi şirketler ve operatörler Türk Telekom şebekesini kullanmak için devlete büyük paralar ödüyor. Bunun parasını da yüksek internet ücret tarifesiyle biz abonelerden çıkarıyorlar.
Türk Telekom hem ülkemizin telekomünikasyon şebekesine sahip, hem de yine kendi internet şirketi olan TTNET’i işleterek internet sektöründeki Superonline gibi firmalarla haksız rekabet ediyor. Bu sakat yapı firmalar arasındaki rekabeti kızıştırıyor. Bir firmanın şebekesinden başka bir internet firmasının trafiği geçerse doğal olarak kendi trafiğine öncelik veriyor ve diğer firmanın trafiğini yavaşlatıyor. Türk Telekom ayrıca “arabağlantı ücreti” alarak internetin pahalı olmasına neden oluyor.
Meshnette ise “ağ tarafsızlığı” var. Altyapısı güçlü bir meshnetten internete girerseniz, kimse sizin internet hızınızı yavaşlatmaz. Akşam herkesin internete girdiği yoğun saatlerde YouTube videolarınız takılmaz veya online video oyunu oynarken senkron hatası, oyundan kopma (disconnect) veya gecikme (lag) yaşamazsınız. Tüm dünya meshnet kullanıyor olsaydı, herkesin internetten sabit yüksek hızlarda “Torrent film dosyaları” indirmesi bile sorun olmazdı (yeterli altyapı olduğu sürece).
Süper düşük maliyet
Bugün vatandaşın vergileriyle döşenen Türk Telekom şebekesinin, bütün ülkeyi kaplayan internet ağının maliyeti nedir? Kaç milyar dolar? Peki, bütün Türkiye’yi kaplayacak meshnetin kişi başı maliyeti nedir? Hemen herkes için bir modem ve router kadar; işte o kadar!
Çünkü meshnet, özellikle kablosuz meshnet tek tek modemlerden oluşuyor. Kablosuz meshnet için şehir trafiğini altüst ederek ya da doğayı tahrip ederek çukur kazıp yola kablo döşemiyorsunuz. Kullanıcılar evindeki modemi birkaç basit ayarla birbirine bağlıyor. İnternet kullanıcılarının evinde modem olduğuna göre pratikte meshnet neredeyse bedavaya geliyor.
Halkımıza, şehirlerimiz ve köylerimize yüksek hızlı istikrarlı internet erişimi sağlamak için birkaç gönüllü startup girişimci çıksa ve telekom şebekesinden bağımsız fiber optik kablo döşese bu iş biter ama bizde zor. Bizde Superonline’ın İstanbul’a kablo döşemesi için bile fahiş paralar istiyorlar. Hatta Superonline parayı ödemeyi kabul etse dahi bakanlık belediyelere baskı yapıyor ve kazı izni vermiyor. Oysa TTNET her yeri bedavaya kazıyor ve istediği hattı döşüyor. İşte Türkiye’deki durum bu.
Meshnet ile sadece kazı parasından ne kadar tasarruf edebileceğimizi bir düşünün. Sonra da diyoruz ki internet ucuz veya ücretsiz olsun. Bu şartlar altında nasıl olacak? Elbette meshnetle olacak.
ODTÜ’ye ve diğer üniversitelere meshnet kursak?
Meshnet bilginin, örneğin e-kitap, film, müzik albümü, çizgi roman gibi dijital içeriğin son kullanıcıya ücretsiz ya da uygun maliyetlerle ulaşmasında gelecek vaat ediyor. İnsanlar fakir Gana’da yaptılar, iflas eden Yunanlılar Atina’da yaptılar.9 Amerikalılar hem fiziksel hem sanal meshnet geliştirdi ve üniversiteleri ücretsiz olarak güvenle birbirine bağlıyorlar. Biz çok zenginiz ya, telefona ve internete illa para vereceğiz.
Açıklanan her rapor küresel ısınma kaynaklı olarak gezegenin geleceğine ilişkin daha vahim bir tablo ortaya koyuyor. IPCC’nin (Intergovernmental Panel on Climate Change– Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) bazı bölüm taslakları yıl içinde medyaya sızan 5. Değerlendirme Raporu açıklandı. Cuma günü açıklanan bölüm de aslında sadece, hükümetler için özet olarak adlandırılan bölüm, tamamı önümüzdeki günlerde yayımlanacak. Küresel iklim değişikliğinin bilimsel temellerinin ve iklim değişikliğine neden olan etkenlerin değerlendirildiği rapor, aslında bize bildiklerimizden farklı bir şey söylemiyor, sadece gerçeğin çok daha vahim olduğu sonucuna varıyor.
Rapor pek çok şey söylüyor ancak, hafızalarda tutmamız gereken en önemli verinin şu olduğunu düşünüyorum: 1951-2010 arasındaki küresel ısınmadaki artış yüzde 95-100 oranında insan kaynaklı etkilerden kaynaklandı. IPCC, özetle diyor ki, son 60 yılda gerçekleşen küresel ısınmanın tamamından insan sorumlu. Bu raporun en önemli mesajlarından biri şüphesiz, iklim değişikliğinin insan kaynaklı olmadığı yönündeki iddialara yanıt veriyor oluşu. Raporda başka neler var diyecek olursanız, dünyayı nasıl el birliğiyle yaktığımızın resmini rakamlarla aktarayım.
» 0.9 derece: 1901-2012 döneminde küresel olarak ortalama yüzey (kara ve okyanus) sıcaklığındaki artış.
» 3.7 derece: seragazı emisyonlarının şimdiki seviyelerde kalması hâlinde 2081-2100 arasında meydana gelecek sıcaklık artışı tahmini.
» 19 santimetre: 1901-2010 arasında dünyadaki okyanusların seviyesindeki yükselme miktarı.
» Yüzde 30: atmosfere salınan insan kaynaklı seragazlarının okyanuslar tarafından emilme oranı.
» Yüzde 40: 1750-2011 arasında atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun artış miktarı.
» 63santimetre: seragazı emisyonlarının şimdiki seviyelerde kalması hâlinde 2081-2100 arasındaki tahminî yükselme seviyesi.
» Yüzde 90: 1971-2010 döneminde iklim sistemi içinde okyanuslarda biriken enerji miktarı.
» 800.000 yıllık dönemde iklim değişikliğine sebep olan seragazlarının atmosferdeki seviyesi, bugün itibariyle hiç olmadığı kadar yüksek bir seviyede.
» 30.000.000.000ton: Güney Kutbu’ndaki buz tabakasından 1992-2001 arasında yılda ortalama eriyen buz miktarı.
» 34.000.000.000 ton: Grönland’daki buz tabakasından 1992-2011 arasında yılda ortalama eriyen buz miktarı.
» 147.000.000.000ton: Güney Kutbu’ndaki buz tabakasından 2002-2011 arasında yılda ortalama eriyen buz miktarı.
» 215.000.000.000ton: Grönland’daki buz tabakasından 2002-2011 arasında yılda ortalama eriyen buz miktarı.
» 275.000.000.000ton: tüm dünyadaki buzullardan 1993-2009 arasında yılda eriyen buz miktarı.
» 1.339.000.000.000ton: fosil yakıtlar ve çimento üretimi kaynaklı olarak 1750-2011 arasında atmosfere salınan karbondioksit miktarı.
» 2.000.000.000.000ton: fosil yakıtlar, çimento üretimi, ormanları tahrip etme ve arazi boşaltma kaynaklı olarak 1750-2011 arasında atmosfere salınan karbondioksit miktarı.
Türkiye’nin de dâhil olduğu IPCC’ye üye tüm ülkelerin üzerinde anlaştığı rapor, küresel iklim değişikliğindeki durumun olağandışı olduğunu, bir an önce harekete geçilmesi gerektiğinin altını tekrar tekrar çiziyor. Raporun, diğer bölümleri açıklandıkça değineceğiz ancak bu kapsamlı çalışmanın istatistiklerini de es geçmemek gerek. Sadece 36 sayfa raporun nasıl okunması gerektiğini anlatan bir özet var, 209 lider uzman eşliğinde 800’den fazla biliminsanı ve 1089 gönüllünün katkıda bulunduğu 2000 sayfalık raporda, 1250 adet grafik, tablo vs. kullanıldı, 9200 bilimsel yayına atıf gerçekleştirildi, 55.000’e yakın yorum yapıldı. Raporun tamamı 1.400.000 kelimeyle yazıldı, dünyadaki iklim sistemini bilgisayar ortamında modellemek için 2.000.000 gigabayttan fazla data kullanıldı.
Bugünlerde gezegenin ön planda olan kısaltmaları; IPCC ve AR5. Muhtemeldir ki önümüzdeki iki hafta boyunca da IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) ile ilgili epey şey duyacağız. Dünyanın en önde gelen otoritesi sayılan IPCC (ne ile ilgili olabilir? tabii ki iklim değişikliği konusunda) denilebilir ki dünyanın iklim uzmanları topluluğunun ağırsıklet şampiyonudur.
Peki, neyin nesidir bu IPCC?
Birleşmiş Milletlerin iki ayrı örgütü tarafından 1988’ de kurulan bilimsel çalışmalar yapan bir gruptur. Kuruluş amacı hükümetlere iklim değişikliği ile ilgili güvenilir, en son bilgileri sağlamaktır.
Dünya genelindeki binlerce iklim uzmanı gönüllü olarak zamanlarını en son yayınlanan en saygın bilimsel çıktıları özetlemek ve analiz etmek üzere ayırırlar. Sonuç: büyük, şişman raporlar.
Ve şimdi IPCC, iklim bilimi üzerine çalışan tüm parlak zihinlerin bilgi birikimi ile son altı yılın çalışmalarını kapsayan yeni bir bilimsel envanter olan ilk raporunu yayınlıyor. Tabii ki iklim şüphecileri de dünyanın gözleri önünde böyle sağlam bilimsel bir yapının ortaya çıkmasından memnun değiller.
Şovu yöneten kim?
Rajendra Pachauri
Yetmişlerinde, Hindistanlı, ekonomist ve mühendis olan Rajendra Pachauri, 2002 yılından bu yana IPCC’ ye başkanlık etmektedir. 10 kişilik küçük bir ekip ile birlikte görevi yürütmektedir. Bu ekip her biri 800’ e varan sayıda uzman içeren çalışma gruplarının koordine edilmesine yardım etmektedir. Kulağa çok meşakkatli geliyor değil mi? Muhtemelen öyle de.
Ancak, Pachauri’nin IPCC toplantılarını sadece iklim bilimini düşünerek geçirdiğinden emin değiliz. “Almora’ ya Dönüş” adlı şehvetli romanını 2010 yılında yayınlamıştı.
IPCC tam olarak ne yapıyor?
Öncelikle ne yapmadığından bahsedelim. Panelin kendisi bilimsel araştırma yapmaz. Lobicilik yapmaz. Politik tartışmalara bulaşmaz.
Tamam ama biz ne yaptığını sormuştuk?
IPCC; iklim bilimine dair yayınlanmış yayınları gözden geçirir, değerlendirir, en önemli noktalarını vurgular ve bulgularını değerlendirme raporları aracılığı ile okumak isteyen herkesle paylaşır. Bu “herkes” in içinde hükümet yetkilileri ve politikacıların da olduğunu umuyoruz. Tabii ki, bazı partilerin bilimden korktukları için bu grupta olmadığını biliyoruz.
Bu değerlendirme raporları ne kadar önemli?
Gerçekten önemli. Binlerce sayfayı didik didik inceliyorlar.
Ne kadar sıklıkta bu değerlendirme raporları yayınlanıyor?
Her beş altı yılda bir. Birincisi 1990’da, bu rapora ek rapor 1992’de, ikinci değerlendirme raporu 1995’de diğerleri 2001’de ve 2007’de yayınlandı. Şimdi de beşinci değerlendirme raporu yayınlanıyor. “Beşinci değerlendirme raporu” kısaltması olan AR5 buradan geliyor.
Peki geçen sene yayınlanan IPCC raporu neydi?
Hey, bu işi biliyorsun. Geçen sene yayınlanan, iklim değişikliğinin aşırı hava olaylarına etkisini açıklayan rapor gibi daha spesifik bir konu üzerine dikkat çekici kısa raporlarda yayınlayabiliyor.
O zaman yeni değerlendirme raporu ne zaman yayınlanacak?
İlki 27 Eylül Cuma günü yayınlandı.
İlki mi?
AR5 bir yıl süresince dört ayrı bölümde yayınlanacak.
Bu dört bölüm neye göre ayrılıyor?
Çalışma Grubu I adlı bir ekip tarafından yayınlanan birinci rapor; iklim nasıl değişiyor, gelecekte nasıl olacak sorularına cevap vererek büyük resmi gösteren, iklim değişikliğinin yapısına yönelik bir rapordur. Sıcaklık değişikliği, deniz seviyesinin yükselişi, okyanus asitlenmesi ve böyle durumlar için tahminleri içerir. Bazıları bu raporu WGI (Çalışma Grubu 1) AR5 olarak isimlendirir.
İkinci bölüm ise tahmin edebileceğin üzere Çalışma Grubu II tarafından hazırlanıyor. Bu rapor da iklim değişikliğinin gelecekteki etkilerini gösterir. Bu rapor Mart’ta yayınlanacak.
Nisan’ da Çalışma Grubu III tarafından hazırlanan, tehlikeyi azaltıcı fırsatları yani ısınmayı yavaşlatmak için ne yapabiliriz, gaz emisyonunu nasıl azaltabilirizi gösteren üçüncü rapor yayınlanacak.
Son olarak da 2014 Ekim’de hepsinin birleşiminden oluşan sonuç rapor yayınlanacak.
Yani, birinci bölüm 27 Eylül’ de yayınlandı?
Aslında, raporun sadece, resmi olarak “Hükümetler için Özet” olarak adlandırılan özeti Cuma günü yayınlandı. Bir hafta sonra da tamamı yayınlanacak.
Bu değerlendirme raporları nasıl hazırlanıyor?
800’den fazla iklim uzmanı yazar ve editör olarak üç ayrı grupta çalışıyor. 301’i gelişmiş ülkelerden olmak üzere 85 ülkeden gelen uzmanlar yüzlerce uzmanı da asistan olarak göreve çağırıyorlar. Hep birlikte, hakemli dergilerde yayınlanmış araştırmalar üzerinde sabırla, titizlikle kafa patlatıyorlar. Bu işbirliğinin sonucunda çıkan rapor tartışılmış, revize edilmiş ve arıtılmış oluyor.
Değerlendirmelerin ne kadar ayrıntılı olduğunu anlamak için şunu düşün; Çalışma Grubu I, 2010 yılından bu yana tüm dünyada 12 toplantı yapmış, ilk taslak üzerinde 659 uzmandan 21.400 yorum almış ve sonrasında ikinci taslak için 26 hükümetten ve bilim adamlarından 31.422 yorum daha almıştır.
Nobel ödülü ile ne alakası var?
Al Gore ve IPCC, “insan kaynaklı iklim değişikliği konusunda sarf ettikleri çaba ve mevcut değişikliğe karşı gerekli önlemlerin alınması temelini attıkları için 2007 Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldüler.
Ödül ile birlikte gelen 1.5 milyon Dolara ne mi oldu? Al Gore, kendi payını kendi iklim grubuna hibe etti. IPCC ise kendi payını gelişmekte olan ülkelerde iklim araştırmacıları için doktora burs fonu için kullandı. Bu araştırmalar, iklim alanındaki boşlukları dolduruyor örneğin Himalayalar’ daki kar ve buzların erimesinin araştırılması gibi. IPCC’nin kendisi bilimsel araştırma yapmasa da bu burs programı ile bilimsel araştırmalara fon sağlıyor.
Eğer IPCC kendi araştırmasını yapmıyorsa, neden değerlendirme raporlarını dikkate alayım ki?
En son yayınlanan iklim araştırmalarını takip etsen, araştırma kaynağına gidip bilimsel literatürü okusan bile sahip olduğun bilgi, yüzlerce iklim uzmanının bilgilerinin toplamı ile kıyaslanamaz. Bazı araştırmalar diğer araştırmalar ile çelişmektedir ve bu çelişkileri gidermek bilim adamlarının yapacağı bir işidir.
IPCC uzmanları iklim ile ilgili yayınlanmış hemen hemen bütün araştırmaları birlikte ele alıp deniz seviyesi yükselmesi, okyanus asitlenmesi ve küresel ısınma üzerine kısa ve öz bir değerlendirme yapar.
Bir dakika – neden yapılan araştırmaların “hemen hemen” tamamını dedin?
Yeni araştırmalar her zaman yapılıyor. IPCC bir çizgi çekiyor ve o tarihe kadar olan araştırmaları baz alıyor. Bu son rapor için bu tarih 31 Temmuz 2013’dü.
Bu taslaklar gizli tutuluyor mu?
Gizli olması gerekiyor ancak bazı taslaklar sızdırılıyor. Yanıltıcı bilgiler içeren bazı taslaklar kasten tartışma çıkarmak için karşı görüşlüler ve medya aracılığı ile ortaya çıkıyor. IPCC uzmanlarını deliye döndüren bu sızıntı sonucunda ortaya çıkan taslaklar değişecektir. Bu nedenle bunlara taslak deniyor. “Onaysız ve zamanından önce” yayınlanan bu raporun karışıklığa neden olabileceği konusunda IPCC tekrar tekrar uyarılarda bulunuyor.
Asıl üzerinde durulan haber nedir?
IPCC iklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğuna duyduğu güvenin derecesini yükseltti. 2007’ deki raporda bu güven %90 iken şimdiki raporda %95’e yükseltildi.
Bu arada, IPCC raporun büyük bir kısmını yüzey sıcaklığındaki artış oranındaki yavaşlamayı açıklamaya adıyor. Hükümet yetkililerinin çoğu bu durumu merak ediyor. Daha öncede açıkladığımız diğer şeylerin yanında okyanusların büyük miktarda “kayıp” ısı barındırdığı belirtiliyor.
Bazı iklim uzmanları bu raporla neden alay ediyor?
Gösterdiği projeksiyonlar ile ilgili korkular olsa da raporun gerçek değerlerin altında hesaplamalar yapacağı düşünülüyor. Her ne kadar iklim değişikliğini inkar edenler, IPCC’ nin iklim krizinin ölçeğini abarttığı konusunda çığırtkanlık yapsa da bazı iklim bilimciler raporun aslında olanı daha az göstereceğini öngörüyor.
Bir ay önce The New York Times; Çalışma Grubu I uzmanlarının, deniz seviyesinin aşırı yükseleceğini söyleyen projeksiyonları “uç değer” olarak kabul edip reddettiğini belirtti. Ancak en tutucu, düşük seviyeli sıcaklık yükselişi tahminleri güvenilir kabul edilir ve taslaklara dahil edilir.
Bazı biliminsanları da on yıl içinde sadece birkaç sefer yayınlanan ve hükümetlere sunulan bu raporların gerekli olup olmadığını sorguluyor. İklim biliminin temelleri iyi oluşturulmuş ve yeni araştırmalar sürekli yayınlanıyorken bu raporları derlemek için zaman harcamanın bir anlamı var mı? Bu soruyu IPCC’nin kendisi de soruyor. “IPCC ne tür ürünler üretmeli ve ne tarz bir zaman ölçeği kullanmalı?” IPCC sözcüsü Jonathan Lynn geçenlerde bunu yüksek sesle dile getirdi; “Her altı ya da yedi yılda bir yayınlanan bu büyük raporlara mı ihtiyacımız var yoksa düzenli raporlara mı?”
İklim inkarcıları bu raporu nasıl karşılıyor?
Fosil yakıt endüstrisi raporun güvenilirliğini baltalamaya çalışmaktadır. Neden? Çünkü “iyi” bilim rasyonel iklim ve enerji politikasına rehberlik eder ve bu ancak bilim, fosil yakıtları reddetmek için ikna edici nedenler sağlarsa olur. Bu yeni rapor, en iyi bilim ile dolu ve bu nedenle iklim inkarcılarını fena korkutuyor.
İnkarcıların ne çeşit saldırıları var?
İnkarcılardan duyduğumuz en yaygın eleştiri IPCC’ nin önceki değerlendirme raporlarının hatalı olduğunu “kabul” ya da “itiraf” etmesi. Diyorlar ki “Eee , IPCC geçmişte hatalar yaptığını kabul ediyorsa şimdi söyleyeceklerine nasıl güvenebiliriz?”
Tüm bunlar saçmalık. Bilim sürekli gelişmektedir. Bilimsel yöntemin özü, dünyanın nasıl çalıştığına yönelik anlayışımızı test etmek ve geliştirmektir. Bilim adamları dünkü bulgular üzerine çalışıp, yanlışlarını bularak, yarının hatadan arınmış bulgularını oluştururlar.
Evet, IPCC’ nin yeni değerlendirme raporundaki sonuçların çoğu bir öncekinden farklı olacak. Sürecin asıl noktası da budur.
IPCC’nin yeni değerlendirme raporunu incelemeye devam edeceğiz. Belki bazı inkarcıların dediklerine de göz atarız ve böylece iyi bir kahkahayı paylaşabiliriz.
Dana Nuccitelli ve John Abraham imzasıyla Guardian’da yayınlanan yazıyı, Yeşil Gazete ekibinden Bora Kabatepe‘nin çevirisiyle sunuyoruz.
***
IPCC’nin son raporuna göre, geçtiğimiz 60 yılda gerçekleşen küresel ısınmanın %100’ü insan faaliyetleri kaynaklı.
Uluslararası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) yayınladığı beşinci rapor, %95 güvenilirlikle insanın küresel ısınmanın en büyük sebebi olduğunu belirtiyor. Birçok medya kuruluşu bunu dördüncü rapordaki %90’lık güvenle karşılaştırarak bir artış olduğu haberini verdi ancak gerçekteki artış bundan çok daha belirgin. Aslında, eğer yakından bakarsanız, IPCC diyor ki insan büyük bir olasılıkla son 60 yılda gerçekleşen küresel ısınmanın tamamından sorumlu.
Farkı Bulun
Dördüncü IPCC raporundaki ilgili ifade 2007 senesinde şu şekilde verilmiş:
“20. Yüzyılın ortasından bu yana gözlemlenen küresel sıcaklık artışının çoğu, büyük olasılıkla (%90 kesinlikle) insan kaynaklı sera gazı salımlarına bağlı”
Bir de beşinci rapordaki ifadeye bakalım:
“1951-2010 yılları arasında gözlemlenmiş olan ortalama küresel yüzey sıcaklığı artışının yarısından fazlasının insanın iklim üzerine yaptığı etkiden kaynaklanması son derece olası (%95 kesinlikle)”
Farkları görebildiniz mi? 2007 IPCC raporu insane kaynaklı sera gazı salımlarına odaklanmışken, 2013 raporunda insanın iklim üzerine ekti yapmış olan tüm etkinliklerinden bahsediyor. Bu soğutucu etkiye sahip olan insan faaliyetleri kaynaklı aerosol gazlarının salımlarını da içeriyor.
İnsan kaynaklı soğutucu aerosol gazların etkisi, sera gazlarının ısıtıcı etkisinin üçte birini dengeliyor. Yeni IPCC ifadesi demek oluyor ki soğutucu gazların etkisini işin içine katsak bile insane faaliyetleri hala geçtiğimiz 60 yılda şahit olduğumuz küresel ısınmanın ana sebebi.
Küresel Isınmanın Sebebi Sera Gazları, Doğanın Kendisi Değil
IPCC detaylandırıyor.
Küresel ısınmanın sebebi nedir?: İnsan faaliyetleri kaynaklı sera gazı salımları
“1951’den bu yana gözlemlenen ısınma farklı doğal ve insan kaynaklı sebeplere dayandırılabilir ancak şimdi bu sebeplerin niceliğini belirleyebilir durumdayız. Sera gazları 1951-2010 yılları arasında ortalama küresel yüzey sıcaklıklarının artışına 0.5°C ile 1.3°C arasında bir katkıda bulunurken, aerosol salımları gibi diğer insan faaliyeti kaynaklı etkenlerin katkısı −0.6°C ile 0.1°C arasında kaldı.”
Küresel ısınmaya ne sebep olmuyor?: Güneş’teki hareketler gibi doğal dışsal etkenler ve okyanus döngüleri gibi doğal içsel etkenler
“Dışsal doğal etkenlerin bu ısınmadaki katkısının −0.1°C ile 0.1°C arasında olması muhtemel (Ç.N.: IPCC dilinde muhtemel %66’dan büyük olasılıkla anlamına geliyor) iken, içsel doğal etkenler kaynaklı değişimler de aynı şekilde 0.1°C ile 0.1°C arasında katkıda bulunmuş olmaları muhtemeldir.”
Geride bıraktığımız 60 sene içerisinde ortalama küresel yüzey sıcaklıklarında 0.6°C’lik bir artış gözlemledik. Bu dönem içerisinde IPCC’nin en iyimser tahmini bu artışın 0.9°C’lik kısmının sera gazları kaynaklı olduğu yönündeyken bunun 0.3°C’sinin de insan kaynaklı soğutucu gazlar tarafından dengelendiği şeklinde. Aynı dönemde doğal etkenler ise küresel sıcaklıklara her hangi bir etkide bulunamadı. Örnek olarak 1950’den bu yana aynı seviyede olan güneş etkinliği gösteriliyor.
Yıllık küresel sıcaklık (açık kırmızı) ve küresel sıcaklığın 11 yıllık hareketli ortalaması (Koyu kırmızı). Sıcaklık NASA GISS’ten alınmıştır. Yıllık Toplam Güneş Parlaklığı (TSI) (açık mavi) ve TSI’nin 11 yıllık hareketli ortalaması (Koyu mavi). 1880-1978 TIS’sı için Krikova et al (2007). 1979-2009 TSI’si için PMOD
Yerküre’nin içsel doğal döngülerine bakacak olduğumuzda ise kısa dönemli etkilerin uzun vadede etkisinin sıfırlandığını görüyoruz. Sıcak ve soğuk okyanus akımları birbirlerini dengelediğinden, içsel doğal etkenlerin uzun vadede küresel sıcaklıklar üzerinde bir etkisinin olmadığı sonucuna varıyoruz.
Hepsini bir araya getirdiğimizde IPCC’nin geçtiğimiz 60 yılda gözlemlenen ortalama küresel yüzey sıcaklığı artışının çoğunun insan faaliyetleri kaynaklı olduğu konusunda %95 kesinlikte konuşan sonucuna varıyoruz. En iyi tahminleri insanın küresel ısınmasnın %100’ünden sorumlu olduğu yönünde.
IPCC Bilimsel Çalışmaları Özetliyor
IPCC tek başına hiçbir bilimsel çalışma yapmıyor; bu bir özet raporu ve bütün bu bulgular bilimsel iklim araştırmalarının iyi bir yansıması. Örneğin geçtiğimiz sene Tom Wigley ve Ben Santer insanın iklim üzerindeki etkisinin 1950-2005 yılları arasında gözlemlenen ısınmanın %50’si ile %150’si arasında bir kısmından sorumlu olduğunu ortaya koymuştu.
Tıpkı IPCC’nin vurguladığı gibi, insanların 1950’den bu yana yaşanan küresel ısınmanın en az yarısından kesin olarak sorumlu olduğunu ve büyük ihtimalle tamamından da sorulu tutulması gerektiğini ortaya koymuştu bu araştırma. İnsanların %100’den fazla etkiye sahip olmış olması bile mümkün çünkü soğutucu doğal etkenlerin de rol almış olması olası. Wigley ve Santer’in araştırması küresel ısınma ile ilgili diğer bilimsel araştırmalarla da tutarlılık gösteriyor.
Geçtiğimiz 50-65 yıl içerisinde gözlemlenen küresel yüzey sıcaklığı artışına net insan ve net doğal etkenler katkısı. Tett et al. 2000, Meehl et al. 2004, Stone et al. 2007, Lean and Rind 2008, Huber and Knutti 2011, Gillett et al. 2012, Wigley and Santer 2012, Jones et al. 2013
İklim değişikliğinin parmakizleri de Ban Santer’in başka bir çalışmasında ortaya konduğu gibi, görmeyi beklediğimiz sonuçlarla, mesela atmosferde yarattığımız değişikliklerle, tam olarak uyumlu.
İnsan faaliyetleri kaynaklı sera gazı salımlarının küresel ısınmaya sebep olduğunu gösteren gözlemsel kanıtların özeti
Peki İtirazcılar?
Georgia Tech’ten Judith Curry gibi birkaç itirazcı IPCC’nin çalışmalarını sorguladılar; mesela sürekli olarak hatalar yapan David Rose ile yaptıkları bir söyleşide olduğu gibi.
Ancak, Curry bir iklimbilimci olmasına rağmen, kendisi küresel iklim değişikliği ile ilgili hiç bir araştırma yapmıyor. Kendisinin ayrıca iklimle ilgili belirsizlikleri abartma konusunda kabarık bir sicili var. Kendisinin yorumları iklim değişikliği konusunda üzerinde uzlaşılmış olan bilimsel sonuçlarla uyumsuz. Kısaca söylemek gerekirse, kendi bildiği alanın dışında görüş bildiriyor, bir ortopedi uzamanının açık kalp ameliyatı ile ilgili görüş bildirmesi gibi birşey.
“%97 Mutabakatı” Delillere Dayalıdır
İşte bu yüzden iklim uzmanlaru arasında ve iklim bilimi literatüründe %97’ye oran bir mutabakat var insan faaliyetlerinin küresel ısınmanın sorumlusu olduğu konusunda. Bu fikir üzerindeki kanıtların sayısı çok fazla.
Birçok yorumcu uzmanların aynı fikirde olmasının küresel ısınmanın insan kaynaklı oluşuna kanıt teşkil etmeyeceğini söylüyor. Bu doğru. Ancak uzmanların mutabakatı bilimsel kanıta dayalı. Bilim insanlarının %97’sinin aynı fikirde olması küresel ısınmanın insan kaynaklı oluşu yönündeki bilimsel kanıtların da gücünü gösteriyor. Ve bu kanıtların gücü IPCC’nin küresel ısınmanın insan kaynaklı oluşunu %95 kesinlikle söyleyebilmesinin de tek sebebi.
Yeşil Gazete için çeviren: Bora Kabatepe @BKabatepe
Düşündüm de böyle yüzlerce bilim insanının bir araya gelerek rapor yazması çok zor iş. Bir de, bu raporu etkileme derdinde olan devletlerin ve onların politikacılarının olduğunu da düşünürsek; Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tam bir deli kazanı.
Buna rağmen, 1988’den şu ana kadar beş rapor yazdılar. Hepsinde de iklim değişikliğinin Dünya’ya neler yaptığını, fosil yakıtların ne tür belalar getirdiğini anlatmaya çalıştılar.
Delilik, tam delilik.
İşte, bugün genel hatları ile açıkladıkları ve Pazartesi günü de bölgesel verileri açıklayacakları 5. Değerlendirme Raporu böyle bir çok sesli ortamda çıkarılan bir iş.
Raporda bilimsel kelimeler, yüzdesel ihtimaller ne ararsanız gırla var.
Anlamak zor yani raporu. Bu yüzden hatta “rapor nasıl okunmalı” diye yazılan metinler bile var. Raporun kılavuzu bile var yani. O kadar zor okuması. Bir de yazımını düşünün.
Ama yazmışlar ağa.. ellerine sağlık.
Peki ne der bu rapor?
Bence öncelikle artık iklim değişikliği vardır yoktur muallakını ortadan kaldırıyor bu rapor. Diğer raporlarda iklim değişikliği muhtemel denilirken, bu 5. Değerlendirme ile bilim insanları susmayıp daha gür bir sesle haykırmış: “İklim Değişikliği vardır!”
Şimdi bu iklim aktivistlerinin elini güçlendiren birşey ama bir taraftan da aslında “Yandı Gülüm Keten Dünya” ya da “Neron misali yakıyoruz lan dünyayı” da demek.
Artık iklim değişikliği hayatın parçası olduğunun bilim insanları tarafından ve IPCC’ye bilim insanı gönderen, yani İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini imzalayan ülkeler tarafından kabülü demek.
Ortaya konulan veriler gerçekten çarpıcı.
Mesela; 1983- 2012 yılları arasındaki 30 yıl; dünyanın son 1400 yıldaki en sıcak 30 yılı diyor rapor.
İklim değişikliğine sebep olan sera gazlarının (CO2, metan vs.) atmosferdeki seviyesi son 800.000 yılın en yüksek seviyesi. Sanayi öncesi döneme göre ise günümüzde bu gazların seviyesi %40 artmış.
Şüphecilerin kıvıracak yanı kalmadı.
Bu da bizi raporun ikinci önemli bulgusuna götürüyor. Öyle kıvırmanın anlamı yok; iklim değişikliğine, tankımız, tüfeğimizle, petrolümüz uçağımız ile biz sebep oluyoruz. Yok efendim ya kendiliğinden oluyorsa, yok efendim bulgular çok karmaşık diyen iklim değişikliği şüphecilerinin kıvıracak yeri kalmadı.
İnsan denen çiğ süt emmiş varlığın pek de yatacak yeri yok. Koskoca Dünya’yı son 50 yılda yok olmanın eşiğine getirmişiz: Gözlemlenen ısınmanın en önemli sebebi 20yy ortalarından beri salınan insan kaynaklı gazlardır diyor rapor. Daha ne desin.
IPCC’nin felaket çığırtkanlığı
Felaket çığırtkanlığı yapıyor IPCC. Harekete geçmesseniz yok olacağız diyor karar vericilere…
Koskoca bilim insanları bunu söylüyorsa ciddiye almak gerek değil mi?
Aldı mı Dünya şimdiye kadar. Nerdeee..
Alıcak mı? Umarım.
İşte size rapordan bazı bulgular:
Küresel ortalama yüzey (kara ve okyanus) sıcaklığı verileri, 1901-2012 döneminde yaklaşık 0.9°C’lik bir artış göstermiştir. Bu dönem boyunca yerkürenin hemen hemen tüm yüzeyi ısınmıştır.
Geçen 30 yıl, küresel ölçekte 1850’den beri kaydedilen en sıcak ardışık 30 yıl, 21’nci yüzyılın ilk 10 yılıysa en sıcak 10 yıldır.
Karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve diazotmonoksit (N2O) gazlarının atmosferik birikimleri (konsantrasyonları) bugün itibariyle en azından son 800,000 yıllık dönemde hiç olmadığı kadar yüksek bir düzeye yükselmiştir.
CO2 birikimleri, temel olarak fosil yakıt yanması ve ikincil olarak net arazi kullanımı değişikliğinden kaynaklanan salımlar nedeniyle, sanayi öncesi döneme göre % 40 oranında artmıştır.
Paleoklimatolojik dolaylı verilerin analizleri, Kuzey Yarımküre’de 1983-2012 döneminin büyük olasılıkla son 800 yılın en sıcak 30 yıllık dönemi olduğunu (yüksek güvenirlik) ve olasılıkla son 1400 yılın en sıcak 30 yıllık dönemi olduğunu (orta güvenirlik) göstermektedir.
Grönland ve Antarktik buz kalkanları geçen 20 yıllık dönemde kütle kaybetmekte, buzullar (dağ vadi ve takke buzulları, vb.) neredeyse küresel ölçekte küçülmeyi sürdürmekte ve Kuzey Kutup deniz buzu ve kuzey yarımküre ilkbahar kar örtüsü alansal olarak küçülmelerini sürdürmektedir (yüksek güvenirlik).
Ben bayağı tırstım bu rapordan. Tırsmayanınız var mı?
Not: IPCC nedir ne iş yapar ya da rapora nereden ulaşırım derseniz: www.climatechange2013.org sitesine girin: ya da “kim okuyacak binlerce sayfalık raporu” derseniz de yeşil gazeteyi takip edin, mesela Neyin Nesi bu IPCC?:
1980’lerin sonunda bilimin dünyamızın ortalama sıcaklığının arttığını kanıtlamasıyla uluslararası alanda iklim değişikliğinin varlığı kabul görmeye başladı. Ancak bu konuda neler yapılmasına karar verme sorumluluğuna sahip kişiler aynı zamanda tüm bilimsel verileri de inceleme imkanına sahip olmadıklarından karar verme mekanizmalarına, doğru ve gerekli bilimsel verileri sağlamak üzere 1988 yılında Birleşmiş Milletlerin iki alt kuruluşu olan Dünya Meteorolji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) birlikte Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ni (IPCC) kurdular.
IPCC’nin temel görevi, iklim değişikliği alanında var olan tüm bilimsel çalışmaları incelemek, bu çalışmaları koordine etmek için fikir üretmek ve sonunda da çıktıları toplayarak güvenilir ve anlaşılır bir biçimde insanlığın hizmetine sunmak olarak belirlendi.
IPCC kuruluşundan bu yana yaklaşık 6-7 senelik aralıklarla bilimsel alanda yayınlanan tüm rapor ve makaleleri inceleyerek iklim değişikliğinin geldiği durumu ve gelecekte beklenen değişiklikleri açıklayan raporlar hazırlayarak yayınladı. Bu raporlardan ilki 1990 (FAR), ikincisi 1996 (SAR), üçüncüsü 2001 (TAR) ve dördüncüsü de 2007 (AR4) yılında yayınlandı. Beşinci raporun (AR5) yayınlanmasına da 27 Eylül’de başlanacak.
RAPORLARIN SENTEZİ
Başlanacak dememizin de temel bir sebebi var. IPCC’nin ana raporu iklim değişikliğinin nedenlerini ve sonuçlarını her yönüyle inceliyor olsa da IPCC’nin içinde üç ayrı çalışma grubu bulunuyor. Birinci çalışma grubu (WG1) iklim değişikliğinin bilimsel temellerini ve gelecekle ilgili modelleri inceleyerek bunu raporuna yansıtıyor. İkinci çalışma grubu (WG2) sosyo-ekonomik ve doğal sistemlerin iklim değişikliğinden nasıl etkileneceklerini, bunun sonuçlarını ve bu sonuçların kötü etkilerinin giderilmesi için neler yapılması gerektiğini tartışıyor. Üçüncü çalışma grubu (WG3) ise sera gazı salımlarının azaltılması için mümkün olan yolları ve diğer yöntemleri görüşerek raporlar yazıyor.
Birinci çalışma grubu 24-26 Eylül arasında Stockholm’de planlı bir toplantı yapıyor. Yapılan bu toplantının sonunda 27 Eylül tarihinde açıklanacak rapor ilk çalışma grubunun iklim değişikliğinin sebepleri ve gelecekte bizi nelerin beklediğine dair raporu olacak. İkinci çalışma grubu raporunun 2014 Mart ayı ortasında, üçüncü çalışma grubu raporu da 2014 Nisn ayı başında yayınlanacak. Tüm bu raporların bir sentezi de IPCC’nin ana raporu olarak 2014 Ekim ayında açıklanacak.
Bu raporların tümü büyük önem taşısa da birinci çalışma grubunun raporu, iklim değişikliğinin nedenleri ve gelecekte bizi bekleyen değişiklikler üzerine en son bilimsel bulgulara dayanarak değerlendirmelerde bulunduğundan tüm raporların en önemlisi sayılıyor. Bu öneminden dolayı da raporlar içinde en fazla tartışma yaratanı da bu rapor. Çünkü bu rapordan çıkan sonuç diğer iki grubun raporuna kıyasla daha çok bilimi yansıttığından, eğer bu bilim kabul görecek olursa olası kötü sonuçları engelleyebilmek için harekete geçmek gerekiyor.
SIZDIRILAN RAPORLAR
Bu raporların hazırlanma aşamaları halen IPCC içerisinde bile bir tartışma konusu. Bilimcilerin tartıştığı ana problem iklim bilimi ve küresel iklim değişikliğinin varlığı veya sonuçları değil. Tartışma başlıklarının birini iki rapor arasındaki uzun süre oluşturuyor. Önemli bir grup iklim değişikliği gibi hızla gelişen bir konuda bu raporların daha kısa aralıklarla açıklanması gerektiğini düşünüyor.
Bu rapor taslaklarının tümüne hazırlık aşamasındayken dünyadaki tüm iklim bilimcilerin her an ulaşmaları mümkün. Bunun temel sebebi bu raporun iklim alanında bilimsel çalışma yapanların tümünün katkılarıyla oluşturulması; bu nedenle de gizli bir rapor değil. Ancak; raporun tamamı son halini alıp tüm IPCC WG1 üyeleri tarafından kabul edilmeden yayınlanması istenmiyor. Bazı bilimciler de bu raporların tüm gelişme aşamasının herkese açık olması yönünde görüş bildiriyorlar.
Bu raporların tamamen herkese açık olmasını düşünenler birinci çalışma grubu raporunu 12 Aralık 2012’de stopgreensuicide.com web sitesine sızdırdılar. Çok da gizli olmayan bu raporu elde edebilmek için IPCC web sitesine raporu yorumlayacaklardan biri olarak kaydolup raporu yayınlamamaya söz vermek yeterli.
Mesela, bizim iklim değişikliği ile ilgili bir çalışmamız da bu raporun yazımında kullanılan makalelerden biri olduğu için raporun bizimle ilgili olan kısmına uzun süredir erişimimiz vardı. Ancak; raporu basına sızdıran Alec Rawls, yayınlandığı siteden de anlaşılabileceği gibi, iklim değişikliği var olmadığını ve iklimi ya da çevreyi koruma yönünde bir önlem almanın intihar olduğunu düşünen bir yapıda olduğundan raporun sızdırılmasının arkasındaki sebeplerin sadece toplumu bilgilendirmek olmadığı da kolayca anlaşılabilir.
Bu rapor gelecek aylarda gündemimizi önemli ölçüde işgal edeceği için raporun kullandığı terminoloji konusunda küçük bir bilgi vermekte fayda var. Bilim insanlarının kendi aralarında kullandıkları dille bulgularını basına açıkladıkları dil arasında ciddi anlamda farklar olmak zorundadır.
IPCC raporunun ana işlevi de bu farkları gidererek bilim insanlarının kullandıkları terminolojinin karar verme mekanizmalarının da anlayacağı bir sisteme çevrilebilmesidir. Bu amaçla rapor vardığı sonuçların kesinliğini özel kelimeler kullanarak belirler ve bu özel kelimeleri de ayrıca tanımlar.
Mesela raporda
Neredeyse kesin: En az yüzde 99 ihtimalle doğru
Çok çok mümkün: En az yüzde 95 ihtimalle doğru
Çok mümkün: En az yüzde 90 ihtimalle doğru
Muhtemel: En az yüzde 66 ihtimalle doğru
Yanlıştansa doğrudur: En az yüzde 50 ihtimalle doğru anlamına gelir.
TANIMLARI İRDELEMEK
Ayrıca, bu raporların tümü IPCC’yi oluşturan hükümet yetkilileri ve bilim insanlarının mutabakatıyla yayınlandığı için tanımları dikkatli irdelemekte fayda vardır. Yani bu raporda herhangi bir olgu için “çok mümkün” tanımı kullanılmışsa, bu IPCC’yi oluşturanların yüzde 90’ı bu görüşte demek değildir. Bu, herkesin, o tanıma en inanmayan kişinin bile “çok mümkün” tanımlamasını kabul ettiği, aslında büyük çoğunluğun “çok çok mümkün” veya “neredeyse kesin” demeyi tercih edecekleri anlamına gelir.
Bu tanımlar çerçevesinde IPCC iklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğuna, yani bizim yaktığımız kömür, petrol ve doğal gazın atmosferin ısınmasına sebep olduğuna 1996 raporunda “Yanlıştansa doğrudur”, 2001 raporunda “Muhtemel”, 2007 raporunda “Çok mümkün” derken 27 Eylül’de yayınlanacak rapor bu konudaki yargıyı “Çok çok mümkün” şeklinde ilerletiyor.
Bunun anlamı da şu, 1996 yılındaki iklim bilimi, iklim değişikliğinin varlığı ve ilerlemekte olduğu konusunda hemfikir olsa da bu değişikliğin insan kaynaklı mı yoksa doğal kaynaklardan mı geldiği konusunda kararsız kalmışken; bugün bilim, iklim değişikliğinin neredeyse sadece insan kaynaklı olduğu görüşünde birleşiyor.
Ülkemizde de hâlâ inanmayanlar bulunabilir, onun için açıkça, tekrar yazmakta fayda görüyorum: Geçtiğimiz her yıl dünyanın iklimi biraz daha değişiyor ve dünya biraz daha ısınıyor. Bu ısınma ileride yaşamımızı ciddi anlamda zorlaştıracak boyuta gelecektir ve tüm bunların sebebi bizim yaktığımız kömür, petrol ve doğal gazdır.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC’nin 5. değerlendirme Raporu’nun açıklandığı toplantı Stockholm’de devam ederken, aynı anda İstanbul’da bir basın toplantısı düzenleyen Türkiye İklim Ağı bir açıklama yayınladı. Buğday Derneği, Doğa Derneği, Doğa Koruma Merkezi, EUROSOLAR Türkiye, Greenpeace Akdeniz, KADOS, TEMA, Yeryüzü Derneği, Yeşil Düşünce Derneği, Yeşilist, WWF-Türkiye ve 350 Ankara’dan oluşan İklim Ağı, açıklamasında hükümete de çağrıda bulunularak “Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele konusunda benimsediği “bekle ve gör” politikasını terk edip, iklim biliminin gösterdiği doğrultuda harekete geçmesi için IPCC raporu bir uyarı niteliği taşıyor.” dendi.
Açıklama şöyle:
“800’den fazla bilim insanının katkıda bulunduğu, Türkiye de dâhil olmak üzere IPCC’ye üye bütün ülkelerin üzerinde anlaştığı rapor net bir gerçekliğin altını çiziyor: Küresel iklimdeki ısınma olağandışı! Atmosfer ve okyanuslar ısındı, kar ve buz miktarları azaldı, ortalama deniz düzeyi yükseldi ve sera gazlarının atmosferdeki birikimleri arttı. Hem gezegenimiz hem de bizler büyük risk altındayız!
Küresel iklim değişikliğinin bilimsel temellerinin ve iklim değişikliğine neden olan etkenlerin değerlendirildiği rapor, gözlenen iklim değişikliğinin insan nedenli olduğunu önceki raporlardan daha net bir kesinlikle ortaya koyuyor. Rapora göre, “1951 – 2010 döneminde küresel sıcaklıklardaki artış, kesin olarak (%95 – % 100 ihtimalle) insan etkinliklerinden kaynaklandı.”
1901-2011 yılları arasında küresel sıcaklıklarda yaklaşık 0.9°C artış görüldüğünü ortaya koyan raporda, ortalama yüzey sıcaklıklarının sanayi devrimi öncesine göre 2°C yüksek olduğu son buzul arası dönemde, deniz seviyelerinin bugünkünden en az 5 ve en fazla 10 metre daha yüksek olduğu belirtiliyor. İklim değişikliği ile mücadele için kapsamlı önlemlerin alınmaması durumunda kasırgaların, kuraklıkların artacağı, deniz seviyelerinin yükseleceğinin belirtildiği rapordaki öngörüler gerçekleşirse, üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemiz de büyük risk altında kalacağının altı çiziliyor.
Hükümetler ve karar vericilerin bu tehdidi göz ardı etmeleri için geçerli hiçbir mazeretleri yok. Eğer derhal harekete geçersek gidişatı yavaşlatmamız, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden kendimizi korumamız mümkün.
Küresel iklim değişikliğine neden olan sera “IPCC ragazı seviyelerindeki artışın ana sorumlusu enerji sektörü. Ana çözümler de yine enerji sektöründe yatıyor. Bilim insanlarının yaptığı uyarılar dikkate alınmalı. Fosil yakıtlara dayalı enerji projeleri ve yatırımları yerine enerjinin verimli kullanımını sağlamak ve yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı, sürdürülebilir enerji altyapısını oluşturmak için harekete geçilmesi gerekiyor.
Türkiye, IPCC sürecinde yer alarak, küresel iklim değişikliği ve getirdiği riskler ile iklim değişikliğiyle mücadelenin önemi ve ivediliğini kabul etmiş oluyor. Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele konusunda benimsediği “bekle ve gör” politikasını terk edip, iklim biliminin gösterdiği doğrultuda harekete geçmesi için IPCC raporu bir uyarı niteliği taşıyor. İklim Ağı katılımcıları olarak bizler, bugün gelinen noktada Türkiye’nin mutlak sera gazı azaltım hedefi belirlemesinin yaşamsal bir zorunluluk olduğunun bir kez daha altını çiziyoruz. Küresel çözümün parçası olmak için ülkemizin kömüre dayalı enerji vizyonunu bir kenara bırakması, enerji verimliliği, yenilebilir enerji ve iklim değişikliğine uyum politikalarını etkin bir biçimde hayata geçirmesi gerekiyor.”
Bu hafta sonu başlayacak olan 12. Filmekimi film Festivallerinde yer alan bazı filmleri sizin için derledik.
Sen Aydınlatırsın Geceyi / THOU GILD’ST THE EVEN
Ülkemizdeki sinema dağıtım ve gösterim karteline tepkisini Sen Aydınlatırsın Geceyi adlı son filmini gösterime dahil etmeyerek bir duruş sergileyen aykırı Yönetmen Onur Ünlü bu projesiyle İstanbul Film Festivalinde Altın Lale ödülünü kazanmıştı. Anadolu’da bir kasabadaki aşk hikayesini konu alan filmin kahramanlarının ise işe yaramasa da farklı doğa üstü güçlere sahipler. Fakat işlerine yaramıyor. Gerçeklik ile hayatın absürd taraflarını bir araya getirmekte usta olan Onur Ünlü, anlattığı dram hikayesini ajite etmeden aksine absürd anlatımla birleştirdiği özgün senaryosu farklı bir filmin ortaya çıkmasındaki en önemli unsur. Yılın en başarılı yerli yapımı diye nitelendirebileceğimiz Sen Aydınlatırsın Geceyi Filmekiminde gösterilen tek yerli yapım film..
“Sana bir şiir okuyayım mı?” — Filmden
Geçmiş / The Past
http://www.youtube.com/watch?v=6pg1lyP_vcQ
Oscar’lı yönetmen AsgharFarhadi yeni filminde yine bir aile içi anlaşmazlıkların yol açtığı sorunların kendi sinemasal anlatımıyla izleyicileri sunuyor. İran dışında çektiği ilk film olan Geçmiş, Paris’e eşinden boşanmak için gelen Ahmet’in, eski eşinin çocukları ile karşılaştığı sorunlara tanıklık eder. İmgeler ve küçük ayrıntıların insan hayatını nasıl etkilediği anlatan film, “doğruluk” arayışının insanı içinden çıkılmaz yüzleşmelere, gerçekliklere taşıdığını film boyunca görebiliyoruz. Başarılı bir senaryonun, kaliteli oyunculukla beyazperdeye aktarıldığı, etkileyici bir film.
Ömer / Omar
http://www.youtube.com/watch?v=f_2mMxd0VWE
Filistinli yönetmen Hany Abu-Assad’ın yeni filminin merkezinde yine Filistin’de yaşayan insanların hikayesi yer alıyor. Batı Şeria’da yaşanılan insanlık dramını, ajitasyona başvurmadan bireylerin varoluş hikayelerini sinemaya aktarmayı tercih eden yönetmen, bu kez hikayesinin temelini “arkadaşlık” ve “aşk” üzerine kurguladığı Ömer adlı filmi başarılı senaryosu ile, temposu ile izleyicinin beğenisini kazanıyor.
“Maymunlar nasıl avlanır, bilir misin?” —- Filmden
Sefertası / LunchBox
Kalabalığın, yoksulluğun, farklılığın ülkesi Hindistan’dan yönetmen RiteshBatra imzalı Sefertası, Mumbai’de geçmiş ve günümüz yaşantısını hint sinemasına özgü anlayışa dem vurarak başarılı bir filme imza atmış. Birbirini tanımayan iki insanın Sefertası ile haberleştirdiği, iç dünyalarını, özlemlerini, hayal kırıklıklarını kağıda dökerek anlatan kahramanlarımız geçmişin özlemini, şuan yaşanılan yalnızlık üzerine kurulan hayatları görmemizi sağlıyor. Hindistan’ın yaşadığı şehirsel ve toplumsal değişikleri de anlatan film izlenmeye değer.
“Bazen Yanlış tren insanı doğru istasyona götürebilir” Filmden
Heli / Heli
Meksika sineması, şiddet, uyuşturucu, kan…. Sadece sinemaya yansıyan değil, meksika’da yaşamak zorunda olan insanların fazlaca yüzleşmek zorunda kaldığı gerçekler… Meksika’nın kırsalında eşi, babası ve küçük kız kardeşi ile yaşayan fabrika işçisi Heli’nin hayatı, evine polisler tarafından yapılan baskınla alt-üst olur. İzleyicileri rahatsız edecek boyutta şiddet ve işkence sahneleri barındıran film, senaryonun klişelerden uzak olması ve yönetmenin önceki filmlerinden tecrübesiyle, akılda kalıcılığı artıran bir yapım olduğu gözlerden kaçmıyor…
Sinema ve tiyatro oyuncusu, yönetmen, senarist Tuncel Kurtiz, 77 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Tuncel Kurtiz, 1936 yılında İzmit’te dünyaya geldi. Bir süre hukuk fakültesinde okuyan Tuncel Kurtiz, oyunculuğu tercih etti. 1959 yılında Dormen Tiyatrosu’nda oyunculuğa başlayan Kurtiz, birçok film ve tiyatro oyununda rol aldı.
“Sürü”, “Umut”, “Kanal”, “İstanbul Kanatlarımın Altında”, “Hoşçakal Yarın”, “Yaşamın Kıyısında” ve “Güz Sancısı” gibi birçok filmde oynadı. Tuncel Kurtiz, 1981 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Senaryo” ödülünü Nurettin Sezer ile birlikte kaleme aldığı “Gül Hasan”la kazandı.
Toplumsal konulardaki duyarlığıyla tanınan Tuncel Kurtiz üçüncü köprüye karşı 2 Milyon İstanbullu kampanyasına da aşağıdaki video mesajıyla destek olmuştu.