Ana Sayfa Blog Sayfa 4150

Çanakkale’de yeni bir termik santral tehdidi

Kömürle çalışan termik santrallerin tehdidi altındaki Çanakkale’de yeni bir termik santral için girişim başlatıldı. Alınan bilgiye göre Nurol Enerji adlı şirket başvuru dosyasını Çevre ve Şehircilik bakanlığına verdi.

Çanakkale’de Marmara denizi sahilinde yer alan Biga ve Karabiga termik santrallerinden sonra sıranın Ege sahillerine gelmesi çevre konusunda duyarlı insanlar arasında şimdiden büyük tepki çekti.

Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü sitesinden duyurulan termik santral Ayvacık ilçesinin Babadere bölgesinde planlanıyor. Proje kapsamında 634 mw kapasiteli Babadere elektrik santrali, derin deniz deşarjı, kül depolama sahası ve limanı yapılacak. ÇED başvurunda toplam yatırım maliyeti 1 500 000 000 $ olarak öngörülmüş.

Bölgede daha önce başka bir enerji şirketi tarafından yapılmak istenen termik santral projesi bölge köylülerinin ve yerel yöneticilerin karşı çıkması üzerine rafa kaldırılmıştı.

Harita Çanakkale Olay Gazetesinden

Termik santral projesi gerçekleştirildiği takdirde başta endemik bitki türleri ile bilinen Kazdağları olmak, gelişen turizm bölgesi Bozcaada ile Assos ve Aleksandria Troya antik kentleri tehdit altında kalacak. Santralin yapıldığı bölge aynı zamanda organik zeytinciliğin ve Çanakkale domatesi olarak bilinen domateslerin yetiştirildiği bölge.

 

Yeşil Gazete

Sivil Toplum ÇED sürecinde kapı dışarı

Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer santral için yapılan ÇED toplantısından nükleer karşıtı Sivil Toplum örgütü temsilcileri dışarı atıldı.

Ankara’da yapılan toplantıda üstlenici şirketin yaptığı sunumda nükleer tekonolojilerde en büyük belirsizlik taşıyan noktalardan atıklar meselesine hiç değinilmezken tesislerin nasıl söküleceği sorusunun cevabı 40 sene sonrasına bırakılmış.

Şirketin sunumundan sonra söz alan STK temsilcilerinin soruları üzerine atıkların Boğazlardan geçirilmesinin planlandığı öğrenildi.

 STK temsilcilerinin sorularının şirketin canını sıkacağı anlaşıldığı anda STK temsilciler salon dışına çıkarıldı. ÇED toplantısını takip eden Greenpeace, TEMA, Mersin NKP, Nükleere Karşı Hekimler ve Ekoloji Kolektifi temsilcileri sürecin dışına çıkarılmalarını protesto ettiler.

 Toplantıya katılan Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Kampanyası Sorumlusu Pınar Aksoğan, yakıt havuzları ve atık sorunu ile kullanılmış atıkların Boğazlar’dan transferiyle ilgili sorduğu sorulara yanıt alamadığını bildirdi.

Aksoğan, “Rosatom firmasının sunduğu ÇED raporu eksiklerle dolu. Herhangi bir kaza durumunda sorumluluğu kimin alacağı, atık sorunu, santralin dünyada hiç denenmemiş olması bu eksiklerden sadece birkaçı. Bugüne dek dünyada meydana gelen nükleer kazalarda, kaza sonrası insanların ve çevrenin karşı karşıya kaldığı zararın karşılanmasına ilişkin mekanizmaların eksikliği açıkça ortaya çıktı. Bunun son örneği de Fukuşima’da yaşananlar. Japonya’da Fukuşima’dan etkilenen 100 binlerce insan hala evlerinden uzakta, tazminatlarını alamıyor. Eğer Akkuyu santrali onaylanırsa, burada da benzer şeylerin yaşanması kaçınılmaz” dedi.

Boğazlar risk altında
Aksoğan sözlerine şöyle devam etti “Raporda atık sorunu da büyük bir eksiklik. Akkuyu Nükleer Santrali’nden çıkacak atıkların korunması ve özellikle deniz yolu ile nakliyesine ilişkin risklerle ilgili hiçbir açıklama yok. Kullanılmamış yakıtların boğazlardan transferi sırasında oluşacak bir kaza İstanbul ve çevresini büyük risk altına sokacak. İki yıldır bu raporun bu konulara açıklık getirememiş olması aslında nükleerin temelde ne kadar kirli, riskli ve pahalı bir teknoloji olduğunu bir kez daha gösteriyor. ÇED Şirketi, santralin devreden çıkartılması ve sökümüne dair henüz net bir karar verilmediğini, bu konunun ayrı bir ÇED ile değerlenirileceğini belirtti. Santalin sökümünde oluşacak etkiler nükleer santrallerin ayrılmaz bir parçası ve ayrı değerlendirelemez. Hükümet bir an önce bu gerçeği görüp nükleerle vakit kaybetmeyi bırakmalı, Türkiye’de büyük potansiyele sahip olduğumuz güneş ve rüzgara yönelmelidir.”

ÇED için Rosatom firmasının hazırladığı 3000 sayfanın üzerindeki raporu değerlendiren Greenpeace Akdeniz, rapordaki eksik noktaları tespit etti ve İnceleme Değerlendirme Komitesi’ne bir dosya haline sunmuşu.

Greenpeace’in sunduğu değerlendirmede başlıca şu noktalara değiniliyor:

Sorumluluk kime ait?: Türkiye Hükümeti, Proje şirketi ve yüklenici Rus firma olası bir nükleer kazanın sorumluğunu ancak sınırlı olarak alıyor. Sigorta ve kazazedelerin tazminatları, risk yönetimi ve mali kalemler içinde yer almıyor.

Atık sorunu: Akkuyu Nükleer Santrali’nden çıkacak atıkların korunması ve nakliyesine ilişkin risklerle ilgili hiçbir açıklama yok. Kullanılmamış yakıtların boğazlardan transferi sırasında oluşacak radyoaktiviteye dair parametreler belirtilse de, kullanılmış atık çubuklarını taşıyan gemilerin bekletilmesi gibi durumlarda Boğazlar’dan geçiş sırasında oluşabilecek risk faktörleri ve bu risklerin nasıl ortadan kaldırılacağına ilişkin bilgi verilmiyor. Bu durum tüm İstanbul ve bölgeyi risk altına sokuyor.

Denenmemiş bir santral: Akkuyu NGS için planlanan VVER1200 modeli dünyanın hiçbir yerinde daha önce işletmeye alınmadı. Bu durumda Akkuyu NGS, ÇED raporu ölçütlerinde yer alan ‘sınanmışlık’ maddesini ihlal etmiş oluyor.

Koruyucu önlem yetersiz: Mevcut ÇED raporunda acil koruyucu önlem alanının her bir Akkuyu NGS ünitesinin etrafında 5 km yarıçaplı bir alan olması öneriliyor.  

Ancak özellikle yüksek risk taşıyan alanlarda afet yönetimi, 10 km’lik bir yarıçap alanında olmalıdır. Terör saldırılarına karşı ise tesisten 15 km. uzaklığa kadar bir alanda yaşayan insanların tahliyesine ilişkin plan yapılmalıdır.

Akdeniz canlı yaşamı tehdit altında: Nükleer santralde soğutma suyu olarak saatte binlerce ton deniz suyu kullanılacak; bu su ısındıktan sonra tekrar denize boşaltılacak. Sıcaklıktaki oynamalar su ekosistemi için hayati önem taşıyor. Zira, en ufak bir değişim bile denizdeki canlı hayatını mahvediyor. Akdeniz’de yaşayan iki kaplumbağa türü caretta caretta ve chelonia mydas yumurtalarını bu deltada bırakıyor. Santralle birlikte, sadece Göksu Delta’sında yaşayan bitki ve havyan varlığı (özellikle su kuşları) tehlikeye girecek. Yine aynı bölgedeki Akdeniz foklarının yaşam alanı da tehlikede.

ÇED toplantısı sivil toplum temsilcilerinin gıyabında devam ediyor.

Yeşil Gazete

Türkiye’den kısa kısa –1 Ekim Salı

Pakette Olmayanlar

-Pakette, özel okullarda anadilde eğitimin önü açılırken, kamuda anadilde eğitim konusunda adım atılmadı.

-Ak Parti’nin 2023 kitapçığında yer alan, Kürtçe’nin kamuhizmetlerinde kullanılması düzenlemesinin pakette yer almadı.

-Ak Parti, BDP’nin özellikle üzerinde durduğu seçim barajının düşürülmesi konusunda somut adım atmadı.

-Pakette, Aleviler’e cemevlerinin statüsü başta olmak üzere birçok başlıkta yer verilmesi bekleniyordu. Ancak beklentiler boşa çıktı.

-Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması bekleniyordu ama açılması için adım atılmadı.-Pakette beklendiği gibi TCK’daki terör suçlarının ve TMK’nın bazı maddelerinin değiştirilmedi.-Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekinceler kaldırılmadı.

-Özel yetkili mahkemelerin bütünüyle kaldırılmasına yönelik beklenti pakette karşılanmadı.-Tutuklu gazetecilerin tahliye olmasına yönelik düzenleme yapılmadı.

-Hrant Dink’in ölümüne giden yolu açan TCK’nın 301. Maddesi ile Basın Kanunu gibi fikir özgürlüğü ile ilgili maddelerde de değişiklik yapılmadı.-Pakette jandarmanın sivilleşmesi yer almadı.

 

Roboski’de askeri yargı istemiyoruz
Bugün saat 13.00’de Galatasaray Lisesi önünde,Roboski’de Askeri yargı istemiyoruz başlıklı bir
imza kampanyası, yapılacak olan basın açıklaması ile başlatılacaktır.Kampanya 28 Aralık’a kadar sürecek.
Kuşadası Liman Davasında İmar planı İptal edildi
Kuşadası Liman davasının son aşamasında, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile (davalı yanında müdahil) Ege Liman işletmeleri AŞ’nin temyiz istemini görüşen DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU KARARINI VERDİ ve temyiz istemini oy birliğiyle RED EDEREK, LİMAN İMAR PLANININ İPTALİ KARARINI ONADI!
Kamyonet içinde yedi işci can verdi
Sakarya’nın Pamukova ilçesinde ayva hasadına giden işçileri taşıyan kamyonet ağaca çarptı. Kamyonetin alev alması onucu 7 işçi yaşamını yitirdi, 13 işçi de yaralandı.
Pamukova ilçesi Hayrettin köyü mevkisinde ayva hasadında çalışan işçileri taşıyan kamyonet, ceviz ağacına çarparak alev aldı. Çevredekilerin ihbarı üzerine olay yerine gelen itfaiye, alev alan aracı söndürdü. Kazada 4 kişi olay yerinde, 3 kişi de kaldırıldıkları hastanelerde yaşamını yitirdi. Kazanın ardından yaralanan 13 kişinin tedavisi ise sürüyor.

 

Demokrasi Fermanı açıklandı: Ne var, ne yok?

30 Eylül günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, demokratikleşme paketini açıkladı. Özünde 18 maddelik bir paket. Kimisi için parlamento onayı gerekiyor, kimisi için de hükümetin adım atması yeterli olacak.

Paketin içeriğinden önce biçimine bakmamız doğru olacaktır. Çünkü bazı durumlarda biçim, üslup, tarz içeriğin yaldızlı haliyle örtüşmeyebiliyor. Dün, demokratikleşme ile, demokrasi ile uymayan bir görüntü vardı ortada. Dendi ki saat 11.00’de Başbakan çıkacak ve demokratikleşme paketini açıklayacak. Açıklayacak tamam da; ne açıklayacak? Saat 11.40’a kadar bilen yoktu. Kimsenin bilmediği bir paket açıklamanın demokrasilerdeki yeri nedir? Barajın dayatması sonucu Türkiye’de kullanılan oyların %90’dan fazlası parlamentoya yansımış durumda. Yani temsil kabiliyeti şu an için, zorla da olsa, yüksek bir parlamento ile karşı karşıyayız. Bu demokratikleşme paketi bu yüksek temsilli parlamentodan müzakereler sonucu mu oluşmuş? Başbakan halka son şeklini mi açıklıyor? Hayır! Ne açıklanacağını bir kaç kişi dışında bilen yok.

Başbakan çıktı çok uzun bir konuşma yaptı. Neredeyse konuşmasının kırkıncı dakikasında esas konuya gelebildi ve bir fermanı açıklar gibi açıkladı maddeleri. Şu neden var, bu neden yok kimse sorgulayamadı, sorgulatmadı. Arka planını açıklatıcı bir soru bile soramadı. Çünkü bunun için önceden bir önlem alınmış. Aslında bu önlem demokratikleşmeden, demokrasiden ne anlaşıldığını da net bir şekilde ortaya koyuyor. Dün Başbakan’ın toplantısında bir çok gazete ve televizyon yoktu. Alınmamışlardı. Neden? Görünüşteki neden salondaki yer azlığıydı fakat bu yerlerin sadece hükümete muhalif basın kuruluşlarına denk gelmiş olması görünüşteki nedenin gerçek nedenden çok farklı olduğunu ortaya koyuyor. Demokratikleşme paketinden muhalif basına, basın toplantısı izleme özgürlüğü çıkmadı ne yazık ki. Belki bir sonraki pakete artık.

Paketin içeriğine geçersek;

* İlk madde seçim sistemi ile alakalı. Bu madde ile ilgili en başta şunu söylemek gerekli. Yoksa değerlendirmeler eksik olur. Bu paketi de, bu maddeyi de AKP tek başına yaptı. Tek bir partinin, oyları düşen bir partinin, yaptığı seçim düzenlemeleri mutlaka daha az oyla, daha çok söz sahibi olmak üzerine olacaktır. Ve “daha az oyla, daha çok söz sahibi olmanın” demokratikleşme ile bir alakası yok.

AKP bu tip paket önerilerini çok başarılı kurguluyor. Öyle bir yerden bölüyor ki muhalefeti, çoğu parti yıllardır karşı çıktığı konuları savunuyormuş gibi gösterebiliyor. Nasıl ki 12 Eylül Referandumu’nda otoriter eğilimlerini güçlendirmek için paketin içine bir 15. Madde şekeri attıysa, burada da ne olduğu muğlak bir “barajsız seçim” maddesi var. Bunu savunmazsanız argüman hazır: “Yıllardır baraj kalksın dediniz, kaldırmayı önerdik ama statükoculuğunuz buna destek vermenizi engelledi ve barajı savundunuz!”

Ortada üç seçenek var. A) Mevcut sistem. B) Barajın yüzde 5’e çekildiği 5’li gruplandırmayla daraltılmış bölge sistemi. C) Barajını tamamen kaldırarak yapılacak dar bölge sistemini. Mevcut sistemi günahlarıyla, sevaplarıyla biliyoruz. Fakat diğer iki sistem bize yeni. Özellikle daraltılmış bölge sistemini şu anda uygulayan bir ülke yok. Dar bölge sisteminin ise nasıl uygulanacağına dair bir ayrıntı yok ortada. Tek turla en çok oyu alanın kazanacağı bir sistem mi, yoksa iki turlu %50’yi geçenin kazanacağı bir sistem mi olacak henüz belli değil. Fakat bu sistemleri değerlendirirken düşülecek en büyük hata ne getirip, ne götürdüğüne bakmadan, biraz da AKP’nin mahalle baskısıyla sadece baraj rakamlarına bakarak hareket etmek olacaktır.

* Diğer bir madde hazine yardımı. Hazine yardımı %7’den, %3’e çekilmiş görünüyor. Son seçimlerde %3’ün üzerinde oy alıp da, %7’nin altında oy alan bir parti yok. Fakat  burada etkilenebilecek olan partinin BDP olduğu açık. Teklif de sanırım: “Bağımsızlarla girme, seçim sistemine göre seni belli bir bölgeye sıkıştıralım fakat hazine yardımını al” olmuş. Peki ne olmalı? Çok net bir şekilde, alınan her oya yönelik olarak yardım verilmeli. Hazine partilere, ikna edebildikleri seçmen kadar yardım etmeli. Her oyun bir karşılığı olmalı. Kısaca bu madde de kağıt üzerinde iyileştirme getirse de, hem Türkiye’nin şimdiye kadar yaşadığı pratikte işlevsel değil hem de ideal olmaktan uzak.

Eş Genel Başkanlıksiyasete katılım kısıtlarının kaldırılması yıllardır mücadelesi verilen konulardı ve kamuoyu önünde kendini göstermese de alttan alta süren bir hukuk mücadelesinin sonucu olarak ortaya çıktı. Aynı şekilde farklı dil ve lehçelerde siyasi propaganda yapma kısıtının kaldırılması da; Q, X, W harflerinin kullanılması da yıllardır süren bir mücadelenin sonucunda kazanılan haklar olarak görülebilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşleri konusunda yapılan değişikliğin ne olduğu açıkçası pek belli değil. Anayasa’nın 34. Maddesi orada dururken, polis istediği gibi toplantıları ve yürüyüşleri engelleyebilirken bu madde çok daha net ve açık olmalıydı ve “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” cümlesi tekrarlanmalıydı.

Nefret suçu ve yaşam tarzına saygı maddeleri bana kalırsa paketin en sıkıntılı maddeleri. Açıklanırken kullanılan kelimeler, seçilen örnekler ve AKP’nin geçmiş karnesi gösteriyor ki bu maddeler tamamen İslami bir kalkan olacak. Özellikle defalarca tekrarlanan “inancının gereğini yerine getirmek” cümlesi yavaş yavaş iş yaşamının namaz vakitlerine göre şekilleneceğini gösteriyor.

* Bu paketle parası olana farklı dil ve lehçelerde eğitim hakkı veriliyor. Ana dil ve kamu okullarının lafı geçmiyor.

* Bakanlık köy isimlerinde değişiklik konusunda yetkilendiriliyor, il ve ilçe konusunda ise talepler dikkate alınacak deniyor.

* Üçüncü Köprü’ye verilen isimden sonra ortaya çıkan tepkiler sonucunda Nevşehir Üniversitesi’nin ismi değiştiriliyor. Hacı Bektaş-ı Veli Üniversitesi oluyor. Koca pakette Aleviler ile ilgili tek madde bir tabela değişikliği. İnanılır gibi değil.

Kişisel verilen güvence altına alınıyor. Fakat burada anlaşılması güç bir konu var. Şu anda mevcut olan yasalarda “Herkesi dinleyebilirsiniz, koca kulaklarla yaşayabilirsiniz” gibi bir madde mi var? Yok. Demek ki esas problem uygulamada. Şu anda Türkiye’de herkes dinlendiğini, izlendiğini düşünüyorsa sorunun bir maddeden çok daha fazlası olduğu açık.

* Kurban Bayramı sırasında tarikatların yardım toplaması yasa dışı olmaktan çıkartılarak, yasal hale getiriliyor. Yardım toplama serbestisi getiriliyor. Yardım paralarının hangi partinin kasasına ya da hangi küresel cihat çetesinin cephaneliğine gittiği konusunda da ek bir düzenleme yapılır herhalde.

* Pakette yılların sömürüsü başörtüsüne dair de bir madde var. Madde net olarak başörtüsünün bir siyasal simge olduğunu kabul ediyor ve bağımsızlık gerektiren noktalar dışında başörtüsüne serbestlik veriyor.

Andımız kaldırılıyor. Bu paketin olumlu maddesi. Varlığın, bir başka varlığa armağan edilmesi gibi bir durum her sabah öğrencilere tekrarlatılmamalı. Tabii ki burada unutulmaması gereken bir nokta da dogmalar, “armağan etmeler”, “feda etmeler” sadece bir düşüncenin sonuçları değil. Bu yüzden de sadece bir düşüncenin andı değil, tüm düşüncelerin andı okullardan temizlenmeli.

Mor Gabriel Manastırı’nın iadesi uzun süredir istenilen bir durumdu ve gerçekleşti. Çok olumlu. Peki ya diğer iadeler? Yandaş gazetelerin işgal ettiği binalar, İstanbul’da ve Türkiye’deki diğer iade edilmesi gereken mülkler? Ya da Ruhban Okulu?

Roman Dil ve Kültür Enstitüsü kurulacak. Herhalde başına da geçen günlerde Romanlara “hırsız, yankesici, kapkaççı, gaspcı” diyen Bursa Valisi’ni geçirirler. O vali orada dururken, bu maddenin samimi olduğuna kim inanabilir? Tabii bir de unutmadan Roman Enstitüsü’nün Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde zaten var olduğunu da söylemek gerek.

Kısaca demokrasi paketinden toplumun geneline yönelik olarak bir demokratikleşme çıkmadı. Çıkması da zaten izlenen yöntem itibariyle pek mümkün değildi. Aleviler’in hassasiyetlerine, Kürtler’in hassasiyetlerine, LGBT’lerin hassasiyetlerine, etnik ya da dini görüşü ne olursa olsun toplumda kendini ifade etmek isteyen insanların karşılaştıkları zorluklara ve onların hassasiyetlerine yönelik olarak ortada bir iyileştirme yok. Her şeyi geçelim, Türkiye tabandan gelen demokrasi isteğiyle sarsıldı daha üç ay önce. O yönde herhangi bir düzenleme de söz konusu değil. Katılımcılık yok, yıllardır hak talep edenlere yönelik maddeler yok, sokaktaki insanın hayatını demokratikleştirecek herhangi bir şey yok. Muhalif basını susturma var. Yandaş basının “Devrim” manşetleri var. Seçim sisteminin eldeki oylara göre düzenlenmesi var. İşte 2013 model demokratikleşme paketimiz.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

https://twitter.com/Urbarli

 

Çin’den güneş enerjisi ürünlerine destek

0

Çin güneş enerjisi ürünleri üreticilerine vergi iadesi getiriyor.

Bu girişim, zorluklar içindeki sektörü desteklemeyi ve aynı zamanda kirlilik seviyelerini düşürmeyi hedefliyor.

Resmi haber ajansı Xinhua, 1 Ekim 2013 ile 31 Aralık 2015 arasında, üreticilere katma değer vergisinin yarısının iade edileceğini bildirdi.

Çinli firmalar son yıllarda güneş enerjisi sektöründe önemli oyuncular olarak ortaya çıkmıştı.

Ama zayıf talep ve ticari çekişmeler aşırı kapasiteye neden oldu ve lider firmalar büyük borç yüküyle karşı karşıya kaldı.

Xinhua’a göre, ülkenin en iyi 10 güneş paneli üreticisi 16,3 milyar dolar borç içinde.

Bu yılın başlarında, dünyanın en büyük güneş paneli üreticisi olan Çin’in Suntech Power Holdings şirketi borçlar nedeniyle temerrüde gitti.

Bunu yine dünyanın en büyük üreticilerinden biri olan LDK Solar Company izledi.

‘Karanlık görünüm’

Son yıllarda, dünya çapında ekonomiler ve özellikle de gelişmiş ülkeler, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını artırmak için girişimlerde bulunuyor.

Çinli firmalar bu pazara girmeye istekli oldu ve sektörün önde gelen oyuncuları olarak ortaya çıktı.

Ama yavaşlayan talep ile birlikte fiyatlarda keskin bir düşüşe neden oldu.

Bu da, küresel güneş paneli üreticilerine zarar verdi; Çin firmaları da bunun ceremesini çekenler arasında oldu.

ABD ve Avrupa panel üreticileri Çin firmalarını bu durumda büyük bir rol oynamakla suçladılar.

Bunlar Çinli şirketleri, piyasaya aşırı sürümde bulunmak ve panelleri makul fiyatın altında satmak yani “damping” yapmakla suçladılar.

Ayrıca Çin’i firmalara sübvansiyon sağlayarak, onların maliyetleri ve fiyatları düşürmelerine yardımcı olmakla da suçluyorlar.

Çin ise bu iddiaları yalanlıyor.

BBC Türkçe

Tarih Vakfı Gezi’yi tarih yapıyor

 

Türkiye’de tarih bilincinin gelişmesinde ve yerleşmesinde önemli rol oynayan Tarih Vakfı, Gezi Parkı sürecini “şimdi, tarih olurken…” başlıklı özel bir atölye ile 5 Ekim Cumartesi günü masaya yatırıyor.

Tarih Vakfı, kolektif ve kentsel bellekteki tahribatı onarmak ve bugünün tarihini demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir bakış açısıyla oluşturmak amacıyla, Gezi Parkı sürecinde yaşananları önemseyen kişi ve kuruluşları, 5 Ekim Cumartesi günü gerçekleşecek atölye çalışmasıyla bir araya getiriyor.

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi toplantı salonunda gerçekleştirilecek atölyenin 09.30-13:30 arasındaki sabah oturumu basına ve dışardan katılıma açık olacak.

Simültane çeviri hizmeti de verilecek olan oturumunun ilk bölümünde; Atina Üniversitesi’nden Antonis Liakos, Kahire Amerikan Üniversitesi’nden Sherene Seikaly ve Brezilya-Rio Grande Federal Üniversitesi’nden Claudia Wasserman, “Siyaset, İsyan ve Tarih Yazımı” konularını ülkelerindeki güncel olaylar üzerinden değerlendirecek. İkinci bölümde ise Gezi Parkı sürecinde aktif rol almış gruplar, kısa sunumlar ile deneyimlerini katılımcılara aktaracak ve yaşananları hatırlatacaklar.

Atölyenin öğleden sonraki kapalı oturumlarında Gezi Parkı deneyimleri ve bunlardan yola çıkan bir “Şimdinin Tarihi” yaklaşımı, Gezi’ye yönelik arşivleme çabaları ve bu arşivlerin değerlendirilme yolları gibi konular masaya yatırılacak.

Atölye için belirlenen program ise şöyle:

PROGRAM

09:00-09:30 Kayıt ve Açılış

09:30-11:00 Dünyada “siyaset, isyan ve tarih yazımı” deneyimleri

Antonis Liakos (Atina Üniversitesi)

Sherene Seikaly (Kahire Amerikan Üniversitesi)

Claudia Wasserman (Brezilya-Rio Grande Federal Üniversitesi)

11:15-13:30 Gezi Parkı Deneyimi Sunumları

14:00-17:30 “Gezi Parkı ve Tarih Yazımı” Atölyesi

17:30-18:00 Değerlendirme ve Kapanış

Tarih: 5 Ekim 2013, Cumartesi

Yer: Mimarlar Odası, İstanbul Büyükkent Şubesi

Kemankeş Mah., Kemankeş Cad. No: 31 Karaköy / Beyoğlu, İstanbul

Tarih Vakfından yapılan açıklamada atölyenin yalnızca sabah oturumunun basına ve halka açık gerçekleştirileceği,ayrca simültane çeviri hizmeti verileceği bildirildi.

 

Yeşil Gazete


Demokrasi Paketi ve müşteri memnuniyeti – Nazan Üstündağ

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) demokratikleşme paketi ve pakete verilen tepkiler Türkiye siyasi hayatının içinden geçtiğimiz dönemini çok iyi anlatıyor ve AKP’nin Türkiye’ye dayattığı yaşamı eşsiz bir biçimde dramatize ediyor.

En kısacasından söylemek gerekirse; Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Yardımcı Doçent Bülent Küçük’ün de çok çeşitli kereler söylediği gibi AKP, Türkiye’yi bir şirket mantığıyla yönetmeye devam ediyor.

Açıklanan demokrasi paketine, isminden içeriğine, hazırlanış biçiminden sunumuna kadar, multimilyoner ulusaşırı şirketleri aratmayacak bir pazarlama tekniği eşlik etti.

Uzun bir reklam kampanyasından sonra –kendisi başlı başına bir marka haline gelmiş- şirket CEO’su Recep Tayyip Erdoğan afilli bir konuşmayla ürünü kamuyla paylaştı.

Ürünün ayrıntıları daha evvelden yine büyük bir maharetle kamuya “sızdırılmış,” her sızdırmanın ardından “hayır hiç düşündüğünüz gibi değil, büyük süprizler var” denilerek beklenti ve heyecanın profesyonel bir denetimi ve kontrolü sağlanmıştı. Ürüne atfedilecek duygulara ayar çekilmiş, kıvam verilmişti.

Paketten hala “Lost” bekleyenler vardı; hayal kırıklığına uğradılar. Çıkan “Kolaturka” oldu.

Milleti tüketici memnuniyeti üzerinden değerlendiren ve tüketici profili çıkartmayı, seçilmiş kitlelerle ürün test etmeyi, görev verdiği pazar araştırma şirket yöneticileri ile ürüne son halini vermeyi katılımcılık sayan bir hükümet var karşımızda.

Millet diye seslendiği, seyircileştirdiği, şikayet-homurdanma ya da tatmin duygularının tamamını ev içine hapsetmeye mahkum ettiği kitlesinin hiçbir kırmızı çizgisine dokunmuyor, dokundurtmuyor. Aynı anda hem demokrat hem muhafazakar hissetiriyor.

Sadece kendi müşterisini değil, aklınca tüm tüketici kitlelerini son derece iyi tahlil ediyor, tanımlıyor, bölüyor, çarpıyor. Pakette dindarlara kıyafet özgürlüğü, Gezi parkı direnişinde yaşadıkları rahatsızlığa ve tedirginliğe karşı “ayrımcılık kurulu” üzerinden sürülecek yasallaştırılmış merhem var.

Azınlıklara Ruhban okulu yok ama Mor Gabriel arsaları var. Üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adı verilmişti. Şimdi Hacı Bektaş Veli ismi üniversiteye veriliyor. Skor eşitleniyor.

CEO değil sadece yani. Esnaf aa. Hesap kitap tutuyor. Biriktirdiklerinin çok azıcık bir kısmıyla devasa borçlarının daha da azıcık bir kısmını ödüyor, çoğunu yine kendine, kendi kitlesine yatırıyor; sermayeyi büyütüyor.

Üstelik her büyük şirket gibi ürününün, içinde dolaşıma gireceği pazarı (mekanı ve zamanı) da tanımlıyor. Muhaliflerin kimi demokrasi karşıtı olduğu için eleştirecek onu, kimiyse ”terörist” oldukları için, biliyor.

27 Mayıs’tan başlayan ve “milletin” (muhafazakarlığın) iradesinin hiçe sayılışının merkeze alındığı bir tarihin içine sürüyor ürününü. Diğer tüm tarih anlatıları parlak ışıkların gölgesine gizleniyor. Ya da ışığın parlaklığı karşısında eriyip yok oluyor.

Köküne kadar sermayeci o yüzden eşitlik de mezhebine uymuyor. Diğer şirketlerle girdiği rekabette üstünlüğü sağlamaya devam etmek için çeşit çeşit taklalar atıyor, barajı düşürmüyor. Toplantı yasası hala kısıtlamalarla dolu. Üstelik kendi tüketicisini de kayırıyor.

Dil, din ve kimlik, sanki rekabet edilen mallarmış gibi, sanki bir çeşidi çok olunca öbürü az kalırmış gibi hesaba kitaba tabi tutuluyor. Sanki fazlası Sunnilerden çalınıyormuş gibi, cemevleri, Ruhban Okulu konu bile edilmiyor.

Peki mesela AKP, anadilinde eğitimi paralı okullara hapsederek, Kürt kimliğini orta sınıflaştıracağını mı sanıyor? Yoksa cemaatlere yeni yatırım alanları, yeni etki alanları sağlamak peşinde mi? Yoksa bu paket I-Phone 4G mi? Bir sonraki sürüm 5 mi olacak, onda her türlüsü mevcut diye herkesi bekleterek, kendi ömrünü mü uzatıyor, gelecek zamanın içinde kendine bir yer mi yapıyor?

Andımız doğrudan gelir yardımı mı bu şartlar altında; yeşil kart mı?  “Adam” yerine koyup da verdiği, yere göğe sığdıramadığı engelli geliri mi? AKP yandaşlarının birçoğunun da imzaladığı “andımız kaldırılsın” metni şartlı nakit transferi yönetlmeliği mi mesela, yoksa kurban derisi mi?

AKP’nin “ürünü” de kapitalist pazarda dolaşıma giren bir çok şey gibi emeği, kapitalist el koyma biçimlerini, üretimin aslında sömürge ilişkileri içinde gerçekleştiğini unutuyor-unutturuyor. Ürün fetişleştikçe, üretici tarih gizleniyor.

Demokratikleşme için mesela emek vermişlerden 10 bin kişi hapiste hala, binlerce gerilla dağda, binlercesi toprakta. Binlerce demokrasi savaşçısı kayıp mesela. Ürettikleri özgürlük değerlerine, AKP mesela el koyuyor, paketliyor.

Mesela AKP ve diğer tüm egemenlerin ürünlerinin kırmızı çizgilerini üretmek için bu ülkede yüzlerce genç milliyetçi oluyor, avcı oluyor, linç peşinde koşuyor, sabah akşam nefretle besliyorlar kendilerini. Onlar işçilere saldırıyor. Ürettikleri nefrete el koyuyor AKP, paketliyor.

Öte yandan işler istediği gibi gitse de boş, gitmese de.

Çünkü her şirket gibi AKP de yeni bir ürünle çıkmak zorunda karşımıza çok yakında; müşteriler sıkılınca. İşçiler ayaklanınca.

Nazan Üstündağ – www.bianet.org

Tohum ve gıda özgürlüğü için Karaot’a!

“3. Karaot Tohum Takas Şenliği”, 5 Ekim Cumartesi günü İzmir – Torbalı’ya bağlı Karaot köyünde gerçekleştirilecek.

2-16 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek ve tüm dünyada eşzamanlı olarak çağrısı yapılan “Tohum ve Gıda Özgürlüğü İçin Eylem Günleri” kapsamında ülkemizde düzenlenecek etkinlikler eylemlerin anasayfasında yerlerini almaya başladı. Bugün sizlere çağrısı yapacağımız etkinlik Karaot Tohum Derneği tarafından düzenlenen ve 5 Ekim Cumartesi günü Karaot köyünde gerçekleşecek “3. Karaot Tohum Takas Şenliği”.

İlki 2011 yılında gerçekleşen ve katılımı giderek büyüyen şenlikte, her sene olduğu gibi sağlıklı gıdamızın teminatı olan, ancak yanlış tarım politikaları ve çevresel sorunlar yüzünden kaybolmaya yüz tutmuş atalık tohumların takas etkinliklerinin yanı sıra çeşitli atölyeler ve söyleşiler gerçekleşecek. Saat 11:00’de başlayıp 21:00’e kadar sürecek şenlikte bu sene öne çıkan etkinlikler arasında içerdiği bitkisel bazlı zararlı mücadelesi tarifleri ile gıdasını kendi yetiştirmek isteyenlere ve çiftçilere yol göstermiş olan “Börtü Böcek için Doğa Dostu Öneriler ve Ev Yapımı İlaçlar” kitabının yazarı Dr. Füsun Tezcan’ın katılımıyla gerçekleştirilecek “Tarımsal zararlılar için ev yapımı ilaç hazırlama” atölyesi ve Ege Üniversitesi Tohum Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezinin katkılarıyla “Tohum hasadı,tohum ayırma ve depolama yöntemleri” başlıklı panel bulunuyor.

Bu etkinliklerin yanı sıra tüm gün açık olacak üretici pazarı, yöresel lezzetleri ücretsiz olarak tadabileceğiniz yemek çadırları, fotoğraf sergileri, halk oyunları, tiyatro oyunları ve konserler güne renk katacak.

Dernek ulaşım için de İzmir ve İstanbul’dan ücretsiz seçenekler sunmuş durumda.

İzmir’den ulaşım için Balçova Agora önünden sabah 08:00 ve 10:00’da, Buca Hasanağa Parkı’nın köşesindeki Kırıklar minibüs durağından sabah 08:00 ve 10:00’da, Bornova meydandan sabah 08:00 ve 10:00 da araçlar kalkacaktır. Ayrıca Torbalı Belediyesi önünden her saat başı otobüsler kaldırılacaktır.

Şenliğe İstanbul’dan katılmak isteyenler için ise 4 Ekim akşamı Bakırköy deniz otobüsü iskelesi önünden otobüs kalkacaktır. İstanbul aracının güzergahı ve saati katılımcı sayısına göre belirleneceğinden, bu araçla Karaot’a ulaşmayı düşünenlerin 0507 783 59 77 numaralı telefondan Müfit Çıkrıkçıoğlu ile iletişime geçmeleri gerekmektedir.

Etkinlikle ilgili güncel detaylar için etkinliğin Facebook sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Yeşil Gazete olarak “Tohum ve Gıda Özgürlüğü İçin Eylem Günleri” kapsamında ülkemizde düzenlenecek olan etkinlikleri duyurmaya ve etkinlikler sırasında sizden gelenleri paylaşmaya devam edeceğiz. Eğer siz de bir eylem planlıyorsanız veya katıldığınız etkinlikten paylaşmak istedikleriniz varsa #TohumlaraÖzgürlük ve #SeedFreedom hashtagleri ile Twitter’da paylaşabilir ya da Yeşil Gazete’nin Facebook ya da Twitter hesaplarından bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Haber: Bora Kabatepe @BKabatepe

(Yeşil Gazete)

Yeşiller/Sol: “Demokrasi açığı kapanmıyor”

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi bugün Başbakan Erdoğan tarafından açıklanan demokrasi paketini “küçük, ama yetersiz adımlar” olarak yorumladı. Parti eşsözcüleri Arif Ali Cangı ve Sevil Turan imzasıyla yapılan açıklamada “paketin asıl sorunu içerdikleri değil, dışarda bıraktıklarıdır” denildi.

Olumlu maddelerin hepsinin demokrasi güçlerinin, barış, eşitlik, özgürlük ve adalet için mücadele edenlerin, Kürt siyasal hareketinin yıllardır bedeller ödeyerek yükselttiği talepler olduğu vurgulanan açıklamada, özellikle KCK tutuklularına yönelik hiçbir düzenleme olmaması, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan kısıt ve rezervlerin kaldırılmaması ve Alevilere yönelik hiçbir düzenleme olmaması eleştirildi.

Açıklamanın tam metni şöyle:

Başbakan Erdoğan uzun süredir dar bir ekip içinde hazırlanan demokratikleşme paketini açıkladı. Türkiye’deki demokrasi açığını veya eksik demokrasi sorununu ortadan kaldıracağı iddia edilen paket, beklentilere cevap vermiyor.

Pakette toplumsal mücadeleler ile fiilen uygulanan, kazanılmış ve toplum nezdinde meşruiyet sağlamış olan kimi olumlu maddeler var. Partilere devlet yardımı için % 3 düzenlemesi, kılık-kıyafet uygulaması, andın kaldırılması, nefret suçları yasası, eş başkanlık, Mor Gabriel’in haklarının iade edilmesi, farklı dillerde propaganda konusunda düzenleme ve kamu görevlilerin siyasi parti üyeliğinin önü açılması vb. gibi maddelerin neredeyse hepsi demokrasi güçlerinin, barış, eşitlik, özgürlük ve adalet için mücadele edenlerin, Kürt siyasal hareketinin yıllardır bedeller ödeyerek yükselttiği taleplerdir.

Ancak bugün Türkiye mevcut yapıya küçük rötuşlarla yetinilemeyecek bir dönemden geçiyor. Bu haliyle paketin asıl sorunu içerdikleri değil, dışarda bıraktıklarıdır.

– Paket, Kürt sorununda ‘çözüm ve barış süreci’nin bugünkü temel ihtiyaçlarına ne yazık ki açık ve doğrudan bir yanıt vermiyor, yaşanan tıkanıklığın aşılmasına hizmet etmiyor. KCK adlı davalarda tutuklanmış olan BDP üye ve yöneticilerinin, milletvekillerinin, demokratik siyaset alanında çalışanların tutukluluk ve yargılanma süreçlerine dair hiç bir düzenleme yer almıyor.

– Yerel yönetimlere dair uluslararası anlaşmalara, örneğin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan kısıt ve rezervlerin kaldırılması pakette bulunmuyor. Bu paket, Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nda demokratikleşme yönünde herhangi bir değişikliği içermiyor; Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda yer alan, siyasetin demokratikleşmesinin ve doğallaşmasının önündeki engelleri kaldırmaya dair öneriler de barındırmıyor.

– Dillere pelesenk oldu: Anadil evrensel bir insan hakkıdır. Bu hakkı sağlamak devletin görevidir. Bu gerçek pakette bir yana itiliyor ve sorunun çözümü parası olanın gidebileceği özel okullara yükleniyor. Peki, yoksul milyonlarca Kürt köylüsünün çocuklarının ana dillerinde eğitim ve öğretim görmesi kime havale ediliyor? Yoksa onlar da özel okula gönderilip, parası kamu kaynaklarından mı karşılanacak? Vergi veren, bu ülkenin insanı olan Kürt yurttaşların ve anadili Türkçe olmayan diğer yurttaşların anadilinde eğitimi bir kamu hizmeti olarak almaları tartışmasız haklarıdır ve bu haktan vazgeçilemez.

Toplantı ve gösteri hakkıyla ilgili bir takım olumlu düzenlemeler yapılacağı söylenirken, diğer yandan toplantı ve gösteri alanlarının valiliklerce önceden belirlenmesi yönündeki yasal düzenleme, demokratik protesto hakkının kullanılmasını engelleyen kötü uygulamalara yasal kılıf bulunması anlamına gelecektir.

Sunuş konuşmasında ‘Avrupa Birliği müktesebatı ve uluslararası anlaşmalar, standartlar referansımızdır’ diyen Başbakan Erdoğan, bu sözlerine uygun yeterli bir davranış göstermiyor.

– Hakları taksit taksit verme anlayışına sahip olan bu pakette Alevi toplumunun sorunlarına ve eşit yurttaş olma, Cemevi vb. taleplerine dair hiçbir düzenleme yer almıyor. Keza gayri müslim yurttaşlarımızın taleplerinden olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması gibi bir dizi sorun da pakette yer almıyor.

– Seçim sisteminden çok çektik. Barajın kaldırılması veya aşağı çekilmesini istedik. Bu zaten demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ama paketten dar bölge veya daraltılmış bölge çıkıyor. Temsilde adaletin, çoğulcu ve demokratik siyasetin önü yeterince açılmıyor.

Peki, şimdi ne yapılacak? İdari ve yönetmeliğe bağlı olanlar Bakanlar Kurulu eliyle, yasaya bağlı olanlar ise TBMM kanalıyla gerçekleşecekse ve iyi niyet varsa, bu eksikler Meclis’te giderilebilir. Yarın, Meclis’in açılmasından sonra AKP’nin bu konulardaki samimiyeti de ortaya çıkacaktır.

Bu AKP’nin ihtiyaçlarına cevap veren bir seçim hazırlığı paketi mi? Gerçekten bir demokratikleşme mi hedefleniyor, toplumun yakıcı ve acil talep ve ihtiyaçlarının karşılanması mı isteniyor; yoksa seçimlere kadar oyalamalarla bu dönem atlatılmak mı isteniyor? Bu soruların yanıtı Meclis çalışmasında, eksiklerin giderilip giderilmemesinde ve çok kısa bir zamanda bir kez daha görülecektir.

Bu paket bile göstermiştir ki, idari düzenlemelerle hal olacak sorunlar yıllarca ertelenmiş, yasa yoluyla çözülecek kimi sorunlar canlar pahasına yıllar yılı bekletilmiştir.

Bir kez daha görülüyor ki, Türkiye’de demokrasi ve barış güçleri, toplumsal muhalefet, Kürt siyasal hareketi, Alevi muhalefeti, emek ve kadın hareketi, çevre ve gençlik hareketi olarak ancak hep birlikte mücadele edildiğinde, taleplerimizin meşrulaşması, kamuoyunda benimsenmesi ve nihayetinde yasalaşması ve özgürlüklerin kazanılması mümkün olacaktır.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcüleri

Sevil Turan- Arif Ali Cangı

Murat Paker demokratikleşme paketini bütünlemeye bıraktı

İstanbul Bilgi üniversitesi öğretim üyesi ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi kurucularından psikolog ve psikoterapist Murat Paker kamuoyunda ve siyasi çevrelerde uzun süredir beklenen demokratikleşme paketine sosyal medya üzerinde not verdi . Paker hükümeti dersine iyi çalışmadığı için bütünlemeye bıraktı.

Murat Paker’in paket açıklandıktan kısa bir süre sonra sosyal medyada tweet şeklinde paylaştığı notlar:

 

Paket tercümesi: Kısmi bir şeyler yapacağız, umut kesmeyin, ama yoğun/kararlı bir mücadele ile karşılaşmadıkça daha fazlasına gönlümüz yok

Paket Notları 1: Paket hazırlığından itibaren demokratik üslup, diyalog, müzakere bilinci, muhatap alma ve saygı duyma

NOTU: 10 üzerinden 2.

Paket Notları 2: Seçim sistemine dair üçlü öneri – hiç bir adil iyileştirme vaad etmiyor.

NOTU: 10 üzerinden 1.

PaketNotları 3: Partilere devlet yardımının %3’e çekilmesi – olumlu ama yetersiz, en fazla %1 olmalı.

NOTU: 10 üzerinden 5.

PaketNotları 4: Siyasi partilerde eş genelbaşkanlık – olumlu ama eşsözcülük de olmalı (bakınız @YesillerSol)

NOTU: 10 üzerinden 8.

Paket Notları 5: Siyasi partilere üyelikte engellerin kalkması – gayet olumlu, tabii uygulamaya bakacağız.

NOTU: 10 üzerinden 10.

Paket Notlar ı 6: Farklı dil ve lehçelerde siyasi propaganda özgürlüğü – çok olumlu, çok gecikmiş bir değişiklik.

NOTU: 10 üzerinden 10.

Paket Notları 7: Nefret suçuna ağır ceza- tam istenilen tarzda bir değişiklik olmasa da olumlu bir adım.

NOTU: 10 üzerinden 7.

Paket Notları 9: Yaşam tarzına saygı TCK ile güvence altına alınacak: – sadece dini durumlar tanımlanmış; Dinsizliğe saygı??

NOTU:10 üzerinden 3

Paket Notları 10: Q W X serbestisi- cok gecikmiş, olumlu bir değişiklik.

NOTU:10 üzerinden 10.

Paket Notları 11: Gösteri yürüyüşleri kanununda değişiklik – özgürleşmeden çok kısıtlama eğiliminde.

NOTU:10 üzerinden 0.

Paket Notları 12: Özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitim hakkı – olumlu ama kamu okullarını kapsamadıkça ÇOK yetersiz.

NOTU:10 üzerinden 4

Paket Notları 13: Köy isimleri – bütün değiştirilmiş isimlerde yetki Bakanlık’ta değil, yerel yönetimde olmalı.

NOTU: 10 üzerinden 5

Paket Notları14: Nevşehir Üniversitesi’nin ismi değişiyor: Bu da Alevilerle alay etmek herhalde. “parmak / bal” girişimi.

NOTU: 10 üzerinden 1

Paket Notları 15: Kişilerin özel bilgilerine güvence – olumlu ama uygulamaya bağlı tabii.

NOTU: 10 üzerinden ?

Paket Notları 16: Yardım toplamadaki kısıtlama kalktı -olumlu ama idarenin yardım yönlendirmeleri gibi büyük bir sorun var.

NOTU: 10 üzerinden 5

Paket Notları 17: Kamuda kıyafet serbestliği -olumlu.

NOTU: 10 üzerinden 8.

Paket Notları 18: İlkokullardaki and kalkıyor- paketin en olumlu maddesi.

NOTU: 10 üzerinden 10.

Paket Notları 19: Mor Gabriel Manastırı’nın arazisi iade ediliyor- gayet olumlu, ama iadeler konusunda genel sıkıntılar var

NOTU:10üzerinden 8

Paket Notları 20: Kürt meselesi konusunda KCK, TMY, Yüzleşme konularında tek bir adım yok.

NOTU: 10 üzerinden 0.

Paket Notları 21: Alevilerle ilgili bir isim dışında bir şey yok.AKP’nin “eşitlik” açısından en çok zorlanacağı alan burası.

NOTU:10üzerinden 0.

Paket Notları 22: Roman Dil/Kültür Enstütüsü – gayet olumlu ama uygulamayı görelim.

NOTU: 10 üzerinden 10.

Paket Notları 23: Heybeliada Ruhban Okulu- son anda paketten çıkarılmış, olmalıydı tabii.

NOTU: 10 üzerinden 0.

Paket Notları 24 ve SON: Dersine iyi çalışmamış, oldukça yetersiz bir ödevi büyük bir marifetmiş gibi önümüze koymuş.

NOT: 10 üzerinden 3. İkmal