Ana Sayfa Blog Sayfa 4144

Dizi dünyasında yeni sezon

Az televizyon izleyen biri olarak Gezi’den sonra iyice Türkiye’deki kanallara daha da soğudum. Bu vesile ile kendimi; zaten takip ettiğim yabancı dizileri izlemeye verdim. (yani ABD dizi emperyalizminin kucağına attım da diyebiliriz.)

Bir yandan da yeni ne var ne yokları takip ediyorum. Zaten iyi bir dizi izleyicisiydim; şimdi artık ne çıkmışsa bir göz ucuyla bakıyorum izlermiyim diye.  Özellikle, fantastik kurgu, bilim kurgu, gerilim veya iyi dramalar üzerinde duruyorum.

Bu yüzden, bu güz sezonu ilk defa yayınlanmaya başlayan dizilerin bazıları hakkında düşündüklerimi paylaşmak istedim:

Hostages:

ABD Başkanı’na karşı bir komplo teorisini konu alıyor. Bu aralar, politik komplolar zaten moda olmuş durumda. Alengirli Beyaz Saray politikaları, ihtiraslı politikacılar, gizli servis tezgahları konulu diziler çok popüler (house of cards, political animals gibi.)

Hostages da onlardan biri. ABD başkanını ameliyat edecek olan doktoru ve ailesini rehin alarak, Doktora başkanı öldürtmeye çalışıyorlar. İlk bölümleri fena gibi görünmese de dizi yakında, bayatlayan klişelere döner. Konu çok uzatılabilecek gibi değil bir kere. İki bölüm izledim, üçüncü, dördüncü bölümden sonra iş bayatlar. Keza, bir yandan rehineler hayatlarına devam edecekler, bir yandan da aslında rehine olmaya devam edecekler. Doktor ilaçla başkanı öldürecek filan. Olmaz, zorlama çok.

Ama bir kaç bölüm can sıkıntısını giderir gibi de duruyor.

İmdb linki: http://www.imdb.com/title/tt2647258/?ref_=fn_al_tt_1

Agents of S.H.I.E.L.D.

Fantastik, bilim kurgu sevenlere, çizgi roman sevenlere hizmet eden bir dizi. Zaten Marvel Comic’s 1965 yapımı bir çizgi romanından uyarlama. Terörizm karşıtı bir ajan biriminin hikayesi. İlginç bir kurguya sahip. Ancak bir çizgi roman uyarlaması olarak beni çok tatmin etmedi. Son zamanlarda bilim kurgu / fantazi türünü biraz popüler kültür ile harmanlama gibi bir eğilim var televizyonda.  Bu da onun bir örneği olmak ile çizgi roman nerdlerine hitap etmek arasında kalmış bir dizi.

Bir True Blood kadar leş değil. Sanırım fantastik kurgu okuyucuları anlamıştır ne dediğimi ama biraz açayım; vampir hikayelerinin bütünlüğünü, hüzünlü yapısını ve karakterini bozup hip hop kültürü haline getiren dizidir benim gözümde True Blood. Daha çok insana hitap etsin diye magazinelleştirmiştir tarih ve efsanelerden temellenen vampir hikayelerini.

Neyse, aynı magazinelleştirme havasını Agents of S.H.I.E.L.D’de de görüyoruz. Ama yine de bir sezon izleyin derim. Buradan uzaklaşabilir de reyting için Marvel hikayesini magazinelleştirebilir de.

İmdb linki: http://www.imdb.com/title/tt2364582/episodes?season=1&ref_=tt_eps_sn_1

Blacklist:

Benim bu sene başlayanlar içinde en çok beğendiğim dizi. Dizi ilk bölümünde çok iyi bir giriş sahnesi ile başlıyor. Yıllardır aranan ve kimsenin bulamadığı bir uluslararası suçlu teslim oluyor. Tek bir ajanla konuşurum diyor ve elindeki kara listeyi F.B.I’ya veriyor. Dizi bu listeyi konu alıyor. Başta biraz klişe kokuyor evet. Biraz klişeliği de var. Ama dizideki karakterler ve özellikle James Spader çok iyi oyunculuk sergiliyor.

Dizi ilerleyen bölümlerde bu hikayenin klişeliğine de takılabilir çok ilginç akıl oyunlarının döndüğü bir kurguya doğru da gidebilir. Umutluyum, oyunculuk için bile en azından bir sezon izlenir.

İmdb link: http://www.imdb.com/title/tt2741602/?ref_=nv_sr_1

 

Sleepy Hollow

Yine bir fantastik kurgu hikayesi. Dökülen kanı ile mahşerin dört atlısından birine bağımlı olan bir tarihi karakterin, 200 yıl sonra mahşerin atlısı tekrar yeryüzüne dönünce ortaya çıkmasını ve Sleepy Hollow kasabasında kötüler ve şeytan ile mücadelesini, mahşerin dört atlısı ile mücadelesini anlatan bir dizi. Tarihsel öğeleri çok iyi, bol bol dini atıf üzerinden bir hikaye oluşturulmaya çalışılmış. Hikayeye emek harcanmış ama dizi; mahşerin dört atlısının getireceği kıyamet üzerinden ilerlerken bir iki bölüm sonra basit bulmacalar ile uğraşan; altı boşalmaya başlayan bir hikayeye dönmeye başladı.

Eğer senaryoyu büyük resme bağlayarak ilerlerlerse, oluşturdukları 18. Yy kasveti, dini ve tarihi altyapı çok başarılı bir dizeye dönüştürebilir hikayeyi. Ama biraz fazla zorluyor bu altyapısını.

İmdb link: http://www.imdb.com/title/tt2647544/?ref_=nv_sr_1

Witches of East End

1 bölümü yayınlandı. İlginç bir cadı hikayesi olabilir de yeni bir True Blood saçmalığı da olabilir. Birşeyler söylemek için zaman gerekiyor diye düşünüyorum.

İmdb link: http://www.imdb.com/title/tt2288064/?ref_=nv_sr_2

Atlantis

Bir ingiliz dizisi olması üzerine izlemek lazım dediğim ama hem görselleri hem kurgusu hem de hikayesi ile bayat olduğunu düşündüğüm yeni dizi. Canım Atlantis hikayesinin canına okumuşlar. Bir tek ingiliz aksanı ve arada ingiliz mizah anlayışı içeren akıllı diyalog kıvılcımları var. Ama bende büyük hayal kırıklığı yarattı.

İmdb linki: http://www.imdb.com/title/tt2705602/?ref_=fn_al_tt_1

Özetle, bu sene yeni başlayan diziler arasında bir Black Mirror, bir Hannibal, bir Fringe, bir Sanctuary, bir Breaking Bad yok.

Bir iki bölüm izleyip değerlendirmeye bile gerek görmediğim Low Winter Sun a size hiç bulaşmayın bence.

Daha başlamamış olan Mob City , Dracula, Black Sails ile herkesin Blade Runner’ın dizi versiyonu olacak dediği Almost Human ı ise merak ile bekliyoruz daha.

 

Sessiz kahraman Sini

Helsinki ve Pekin’de çalışan iklim ve enerji kampanyacısı Harri Lammi’nin Greenpeace.org’da yayımlanan yazısını, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Özlem Katısöz‘ün çevirisiyle sunuyoruz.

***

Arkadaşım Sini Saarela, Murmansk’ta hapiste, diğer birçok Greenpeace International eylemcisi gibi. İnandıklarının arkasından gidip iklim değişikliğine karşı eylem yaptıkları için, Kuzey Kutbu’ndaki petrol arama çalışmalarına karşı barışçıl bir şekilde eylem yaptıkları için dünyada bu kadar uzun hapis cezalarıyla karşı karşıya kalan ilk kişilerden. Sini ve Kuzey Kutbu eylemcileri, milyonlarca insanın acil müdahale gerektiğine inandığı bir şey yapıyorlar: fosil yakıtları atmosferimizden uzak tutmak.

Henry Thoreau, Mahatma Gandhi, Martin Luther King, hepsi bireylerin ahlaki görevlerini yerine getirmek için sivil itaatsizlik yolunu seçebilecekleri zamanlar olabileceğini iddia etmişti. Sanırım, iklim krizinin gittikçe kötüleşmesiyle, bahsedilen bu zamanlara ulaştık.

Olanları hatırlayalım: Rus petrol şirketi Gazprom, petrol çıkarmak için tam yol Kuzey Kutbu’na yola çıktı. Çalıştığı alan, okyanusun iklim değişikliği nedeniyle henüz ulaşılabilen ve petrol çıkarma faaliyetinin geri dönülmez sonuçlara neden olabileceği bir yer. Bütün bunlara rağmen, Gazprom’un yaptığı yasal sayılırken Sini Murmansk’ta bir hapishanede. Gezegenimizle ilgili yanlış olan her şeyi özetleyen bir kare.

1849’da ABD’de kölelikle ilgili tartışmayı başlatan Thoreau şunu savunur: Bireyler, devletin ya da yasanın, kendi vicdanlarının sesini susturmasına izin vermemelidir. Gandhi, adaletsizliğe karşı insanların barışçıl eylemlere katılmasını teşvik eder. Sivil itaatsizlik anarşi ya da kanunsuzluk değildir. Aksine bunu yapan insanlar eylemlerinin muhtemel sonuçlarını göze alıyor. Bu insanlar toplumumuzdaki kişilerin adalet duygusunu ve buna bağlı olarak yasaları değiştirmeye çabalıyor.

 

Sini Saarela, Leninski Bölgesi'ndeki Murmansk Mahkemesi'nde. Fotoğraf: Igor Podgorny

 

Bireylerin başlattığı protestolar, çoğu kez büyük değişimleri de başlatır. Alabama’nın ırkçı ayrımcılığını reddedip otobüste yer veren Rosa Parks olmasa, Barack Obama hiç ABD başkanı olmayabilirdi. Hatta seçme hakkı bile olmayabilirdi.

Yıllardır süren iklim kampanyası sonrası, belirleyici bir döneme geldik. İklim değişikliği tehdidi hükümetlerin çoğunluğu tarafından kabul ediliyor ama bu eyleme dönmüyor. Çok yakın bir zamanda BM iklim değişikliği ile ilgili, eğer mevcut eğilim değişmezse, dünyanın geleceğine dair kara bir tablo çizen yeni bir rapor yayınladı. Hiçbir ebeveyn çocuğu için böyle bir gelecek dilemez ya da hiçbir genç bunu iyimserlikle karşılayamaz. Hala bu geleceğe engel olabiliriz ama şimdi eyleme geçmeliyiz, daha sonra değil.

Daha rasyonel bir evrende, Rusya’nın Kuzey Kutbu’ndaki petrol arama çalışması meselesini iki kere düşünmesi gerektiğini savunan Sini ve arkadaşları değil, ABD’nin, AB’nin, Çin’in liderleri ve diğer siyasi liderler başkanı olurdu. Ama durum tamamen farklı. Kuzey Kutbu’ndaki mesele, Paskalya Adası’nın son günlerini (Easter Island) hatırlatıyor; kimin son ağacı da kesip son anıtı dikeceğine dair bir yarışı.

Sini’yi yıllardır tanıyorum. Tanıdığım gerçekten en ahlaklı insanlardan biri. Bilirsiniz, başkaları da böyle davrandığından ben vicdanımın iğnelemelerini yatıştırmak konusunda gittikçe daha da iyileşirken, adaletsizliği kabul etmek konusunda sıkıntısı olan biri. Sini ayrıca tanıdığım en cesur insanlardan. Hiç kimse bu gülünç cezaların verilmesini beklemezken o gittiği yerin risklerini biliyordu. Sini’nin yaptığı gibi Gazprom’un karşısına ikinci kez çıkmaya cesaret edemezdim. Buna gerçekten inanıyorum. Böyle bir insanı tanıyor olmaktan gururluyum.

Aktivizm birçok insanı rahatsız eder. Ahlak duygusu hafifçe körelmiş, iç sesi zayıflamış bizler için acılı bir uyanış çağrısıdır. Birçok insan bu sorgulamayı kabul etmek istemez. İklim değişikliği riskini inkar etmek ister. Finlandiya gibi ülkelerde insanlar hükümet ya da yasaların arkasına sığınıyor. Ama hiçbir politikacı bizi (ya da çocuklarımızı) kurtarmak adına doğru yolda değil. Bu görev, Sini ve onun gibi adalet duygusu ve cesaretini iklim mücadelesinde bulanlara kaldı.

Finlandiya’da, birçok insan Sini’yi sertçe eleştirdi, hatta kendisine bir Rus hapishanesinde bol bol zaman geçirmesini bile dilediler. İnsanların ilk kez köleliğe son verilmesi için ayağa kalktığında ya da ırkçı ayrılıkçılığın yasaklanmasını ya da kadınlar için seçme hakkını talep etmesini istediklerinde ne yorumlar yapıldığını hayal edebiliyorum. Bizi uyandırmaya çalışanlara çoğu zaman iyi muamele edilmedi. Mesajı almak istemedik. Sini ile ilgili kayıtsız ya da kızgın yorumları duyduğumda gene aynı şeyi hissettim, biz bu kahramanları hak etmiyoruz. Sini’nin iklim değişikliği uğruna kişisel olarak aldığı bu riski hak etmedik. Ama gene de Sini harekete geçiyor. Çünkü doğru olan bu.

 

(Greenpeace’in yürüttüğü çevrimiçi kampanyaya bu adresten ulaşabilirsiniz. )


Yeşil Gazete için çeviren: Özlem Katısöz

Yazının özgün hali (greenpeace.org)

(Yeşil Gazete, Greenpeace.org)

 


Kolombiyalı çiftçiler kazandı – Beste Bal

Çiftçilerin Ağustos ayında başlattıkları ayaklanma nihayete erdi ve tohumlarının kontrolünü geri kazandılar. Eylemliliğe geçmelerinin ardından hükümetin yerel ölçekte anlaşmalar yoluyla sorunu çözme talebine direnen çiftçiler ulusal ölçekte gerçekleştirdikleri ve Eylül ayında da sürdürdükleri grevleri sonucunda nihayet istediklerini elde ettiler.

Kolombiyalı çiftçilerin temel problemi Avrupa Birliği ve ABD ile yapılan serbest ticaret anlaşmaları sonucunda ülkeye giren ithal tohumla baş edemeyişleriydi. Serbest ticaret anlaşması, aslında neredeyse tek yönlü bir zorunluluğa yol açıyor ve Kolombiya’nın ABD’den ürün almasını kimi yanlarıyla şart koşuyor. Anlaşma gereği bu ithal ürünlerin güvenliğini ve pazardaki yerini korumakla yükümlü olan Kolombiya hükümeti yazık ki kendi çiftçisini aynı oranda korumuyor. Sorun da burada başlıyor. Yerli üreticilerin istediği pazarda kendilerinin de korunması.

İthal tohumlara karşı başlatılan mücadele, dünya GDO devi Monsanto’ya karşı da mücadele anlamına geliyordu. Küresel ölçekte tepkileri çeken Monsanto, ABD Başkanı Obama tarafından onaylanan ve çevreciler tarafından Monsanto’yu Koruma Yasası olarak bilinen yasaca korunan bir şirket. Yerel ve sağlıklı ürünlerin üretimini piyasa koşulları ile güçleştiren GDO’lu tarım ürünleri furyasının bir numaralı isimlerinden.

Kolombiyalı çiftçiler, özellikle patates, mısır ve süt üreticileri, pazarda var olma mücadelesinde yenik durumdaydı. Çiftçiler tarafından başlatılan eylemlilik kısa sürede serbest ticaret, özelleştirme ve yoksulluğa karşı bir başkaldırı halini aldı. Eylemlilikler sağlık çalışanlarından öğretmenlere, kahve üreticilerinden öğrencilere kadar geniş bir kesim tarafından sürdürüldü. Kolluk gücünün ciddi şiddeti ile karşılaşmalarına rağmen kararlılıkla seslerini daha fazla çıkardılar. Ve sonunda hükümetin geçirmek istediği yasa rafa kalkarken üreticilerin süreç boyunca uğradıkları zararın karşılanması da dahil olmak üzere pazarda istenilen korumanın sağlanması, çiftlik faturalarının ödenmesinin reddi ve protestocuların dikkat çektiği diğer alanlarda yenilikler yapılması gerektiği konusunda anlaşmaya varıldı.

Kaynak:
http://www.popularresistance.org

Beste Bal www.yesilist.com

Amerika “olağanüstü” fırtınalara teslim!

Kuzey ve Güney Amerika’nın farklı bölgeleri, mevsim normallerinin çok dışında gelişen olağanüstü fırtına ve hava olaylarına teslim olmuş durumda.

Kıtanın kuzey ve güneyinden iki bölgeden gelen haberler, iklim değişikliğine bağlı aşırı hava olaylarının son aylardaki en muazzam örneklerini oluşturuyor.

Uruguay’ın özellikle kuzey ve kuzeybatı bölgelerini birbirine katan aşırı hava olayları, Eylül ayının 3. haftasında gerçekleşmişti. 3 gün süren ve ülke çapında 30.000’in üzerinde koyunun telef olmasına neden olan çok ani sıcaklık düşüşleri, sert rüzgarlar ve yoğun yağışlar, görgü tanıklarının ifadelerine göre bilimkurgu filmlerinden çıkmışa benziyor. Uruguay’ın kuzeyinde hayvancılık yapan Walter Galliazzi adındaki çiftçi, yerel gazete El Pais’e verdiği demeçte “Doğduğumdan beri bu bölgede çiftçiyim, ömrümde böyle şey görmedim. Hatta ne babamdan, ne de dedemden böyle bir hikaye duydum” diyor.

Galliazzi’nin bahsettiği “olağaüstü olayları”, görgü tanıkları “Hava sıcaklığının birkaç dakika içinde 30 C’nin üzerinden 0 (sıfır) derecenin altına düşmesi, ardından çok sert rüzgarlar ve günde 250 mm’yi aşan yoğun yağışlar” olarak tanımlanıyor.

 

 

Uruguay'da fırtına sonrası ölen koyunlar. Foto: Louis Perez

 

Bu olağanüstü durumun, yaz aylarına girmekte olan Uruguay’da yünleri yeni kırpılmış koyunların hipotermi nedeniyle ölümüne neden olduğu belirtiliyor.

“Yarından Sonra” (Day After Tomorrow) gibi bilimkurgu filmlerini aratmayan olağanüstü hava şartlarına bir örnek de geçtiğimiz hafta ABD’nin Güney Dakota eyaletinden geldi. Normal şartlarda Ekim ayı boyunca meralarda otlamaya devam eden çoğu büyükbaş hayvanlar, Cuma gecesi bir anda bastıran kar fırtınası nedeniyle öldü.

Yarım metreyi aşkın kar örtüsü altında hayvanlarını aramaya devam eden çiftçilerin ölen hayvan sayısını henüz tam olarak belirleyemedikleri belirtilse de, eyalet sınırları içinde yaşayan 1.5 milyon büyükbaş hayvanın en az %5’inin fırtına nedeniyle öldüğü biliniyor.  Güney Dakota Hayvancılar Birliği’nden Silvia Chresten, “Konuştuğum çiftçiler, sürülerinin %20’siyle %50’si arasında kayıp bildiriyorlar” diyerek gerçekte ölüm miktarının çok daha artabileceğini söylüyor.

Güney Dakota’daki çiftçiler, tüm ülke çapındaki kovboylara “Gelin, yardım edin” çağrısında bulunmaya devam ediyor.

 

Güney Dakota'da fırtınada ölen hayvanların sayısı henüz bilinmiyor. Foto: Kristina Barker

 

Dahası, ABD’de Kongre’nin bütçeyi onaylamaması nedeniyle gerçekleşen “kepenk kapatma” nedeniyle, çiftçilerin maddi zararlarını karşılaması gereken devlet mekanizmaları da şu anda çalışmıyor. Çiftçilerin hasar tespit çalışmalarını yürütecek uzmanlar, federal bütçenin onaylanmaması nedeniyle ücretsiz tatildeler.

Fırtınalar Güney Dakota eyaleti için yeni ya da alışılmadık değil. “Tarihte görülmemiş” olarak nitelenen bu fırtınanın özelliği ise, çok erken bir zamanda, henüz Ekim ayının başında gerçekleşmiş olması. Aşırı soğuk ve saatte 130 kilometre hıza çıkan sert rüzgarların, henüz yazlık meralarda otlayan ve derilerini kış için kalınlaştırmamış sığırları hazırlıksız yakaladığı belirtiliyor.

Biliminsanları, insan kaynaklı seragazı salımlarına dayalı iklim değişikliği nedeniyle bu tür olağanüstü hava olaylarının artarak ve şiddetlenerek devam edeceği konusunda hemfikir.

 

(Yeşil Gazete, Reuters, El Pais, QZ.com)


Naidoo aktivistler için Putin’le görüşmek istiyor

Aralarında Gizem Akhan’ın da bulunduğu Greenpeace aktivistlerinin tutukluluk hali devam ederken bütün dünyadan destek mesajları ve gösteriler devam ediyor. Hafta sonunda başta İstanbul olmak üzere çok sayıda şehirde Rusya temsilciliklerinin önünde aktivistlerin bir an önce serbest bırakılmaları için barışçı gösteriler yapıldı.

Greenpeace Uluslararası Genel Direktörü Kumi Naidoo 28 barışçıl eylemcinin ve 2 serbest muhabirin tutuklu yargılanmasının sona ermesi için en yakın zamanda Moskova’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşmeyi talep etti.

Lahey’de bulunan Rusya elçiliğine teslim edilen mektupta Naidoo, Rusya’ya taşınmayı ve eylemcilerin iyi hali için kefil olmayı teklif ediyor. Devlet Başkanı Putin, Salekhard’da gerçekleşen Uluslararası Kuzey Kutbu Forum konferansında Greenpeace ile diyalog kurmaya açık olduğunu açıklamıştı. Toplantıda Devlet Başkanı Putin, “Bu organizasyonun temsilcilerinin bu odada bulunmaları ve tartıştığımız bu konular hakkındaki düşüncelerini, şikayetlerini veya taleplerini ifade etmeleri daha iyi olurdu. Bunu kimse göz ardı etmezdi” ifadelerini kullanmıştı.

Kumi Naidoo’nun mektubunun içeriği:

Sayın Devlet Başkanı Vladimir Putin,

Dün Greenpeace eylemcileri ve iki serbest muhabirin kefalet başvurusunun reddedilmesi üzerine ve Salekhard’da Kuzey Kutbu hakkında diyalog kurma teklifinizi değerlendirmiş bulunarak, sizinle acil bir toplantıda buluşmayı arz ediyorum.

Elbette, seçtiğiniz yer dünyanın neresinde olursa olsun görüşmeye açığım fakat eğer mümkünse toplantımızın Rusya’da olmasını talep ediyorum.

Görüşmeye alışkın olduğunuz dünya liderleri gibi elimde bir hükümetin gücü veya etkisi yok. Bunun yerine içinde Rusların da bulunduğu dünya çapında milyonlarca kişinin temsilcisi olarak geliyorum. Temsil ettiğim milyonlar Murmansk’ta tutuklu bulunan 30 cesur ve barışçıl ekibin devam eden tutukluluğunun sona ermesini istiyor.

Ekibin akıbeti küresel bir mesele haline geldi. Dolayısıyla, size bir teklif ile geliyorum. Süreç boyunca Rusya’ya taşınmaya razıyım. Greenpeace eylemcilerinin serbest bırakılırsa iyi halleri için kefil olurum. Biz, Greenpeace olarak, kendimizi hukukun üstünde görmüyoruz. Her zaman yaptıklarımızın sonuçlarını göze alarak hareket ederiz. Temennimiz, bu sonuçların gerçekleşeceği ülkenin ceza kanununa uygun olması ve bu kanunun makul şekilde değerlendirilmesi.

Açıklamalarınızda eylemcilerin korsan olmadığını siz de söylediniz ama onlar bununla suçlanıyorlar. Eylemciler şu anda yapmadıkları bir olay ile suçlanarak gerçekleşmeyen bir kabahat ile karşı karşıyalar. Siz, Greenpeace gibi gruplara hayranlık duyduğunuzu ve eylemlerimizin sizde sempati uyandırdığını söylemiştiniz. Eğer dostlarımız kefalet ile serbest bırakılırsa, 28 Greenpeace Uluslararası eylemcisi Rusya suç hukuku doğrultusunda barışçıl protestosu için hesap vereceklerinin garantisini ben veriyorum.

İkimizin de bildiği gibi, hukuk, barışçıl protestocuların eylemlerini korsanlık olarak yorumlamıyor. Sizden, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı olarak, soruşturmada ele alınan abartılmış korsanlık suçlamalarının düşürülmesi ve tutukluların uluslararası ile Rusya hukukuna uygun kanunlar ile soruşturmanın devam etmesini gerçekleştirmek için elinizde olan imkanları kullanmanızı talep ediyorum. Ayrıca, Greenpeace üyesi olmayan iki bağımsız serbest muhabirin de bir an önce serbest bırakılmasını saygıyla arz ediyorum.

Eylemciler tutuklanmadan bir gün sonra, Birleşmiş Milletler sizin milletinize, benimkine, hepimize ve bütün dünyaya tehdit teşkil eden ilkim değişikliği hakkında en son uyarısını verdi. Zamanımızın en başarılı bilim insanları tarafından hazırlanmış raporun bulguları artık fosil yakıtlar aramayı ve tüketmeyi göze alamayacağımızı belirtiyor. Bundan dolayı eylemciler bir duruş sergileme gereği hissetti; dünya insanlarına saygı duyan ve barışçıl bir duruş.

Afrika’da ırk ayrımı rejimine karşı duran genç bir eylemci olarak geçen gençliğim bana diyaloğun olağanüstü önemini öğretti. Ortak bir anlaşmaya varabilmek için diyalog kurmaya açık olmalıyız. Moskova’ya gelme, sizinle buluşma, orda kalma teklifimin bize bu şansı tanıdığına inanıyorum. Bu devam eden süreç kimsenin yararına işlemiyor, ne büyük Rusya milletine, ne de hapishanede bulunan eylemcilerin dostları ve ailesine.

Rusya’ya gelişimin gerçekleştireceği riski anlıyorum. Geçen sene, eylemcilerin gerçekleştirdiği protestonun aynısında ben de vardım. Rusya Sahil Güvenliği, geçen sene meydana gelen barışçıl protestoya şahit olmuştu fakat ne mülke ne de çalışanlara zarar teşkil etmediğimizi bildikleri için Gazprom’un müdahale taleplerine karşılık vermedi. Bir sene sonra aynı protestoda bulunan eylemcilerimiz şu anda korsanlıkla suçlanıyor ve yıllarca hapishanede kalmakla karşı karşıya. Rusya’ya gelmekle aynı kaderi paylaşmayı beklemiyorum ama sizinle ortak anlaşabileceğimiz bir nokta bulmak için bu riski göze alacağım.

Saygılarımla,

Kumi Naidoo

 

Yeşil Gazete

Kadıbükü köylülerinden Hes’e tepki

Karabük’ün Safranbolu ilçesine bağlı Kadıbükü köyünde yapılması planlanan HES projesine köylüler karşı çıkarak, bugün yapılan bilgilendirme toplantısına katılmayarak tepkilerini ortaya koydular.

Çevre yönetmeliğinin 9. Maddesi gereğince Çevre İl Müdürlüğü, Enerji Bakanlığı ve firma yetkililerinin katılımı ile Kadıbükü köyünde Kadıbükü Regülatörü ve Hidroleketrik Santrali bilgilendirme toplantısı yapıldı. Toplantının yapıldığı köy konağına gelen Kadıbükü Köyü Çevre Platformu üyesi köylüler toplantıyı yarıda keserek basın açıklaması yapıp HES’e karşı olduklarını söyledi.

Toplantıda Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü adına konuşan Müdür Yardımcısı Mustafa Aynacı, toplantıya halkın katılımının sağlanması için gerekli duyurunun yapıldığını, halkın katılımın olsun olmasın ilgili yazı gereği toplantının yapılacağını belirterek, proje hakkında bilgi verdi.

Aynacı’nın konuşmasının ardından proje ile ilgili firma yetkilileri bilgi vereceği sırada Çevre Platformu üyeleri içeri girerek basın açıklaması yaptılar. Çevre Platformu adına basın açıklamasını yapan Sosyoloji uzmanı Mehmet Gökmen, proje hazırlanırken bölgede tarım ve hayvancılık yapılmadığına dair yanıltıcı belgeler konulduğu belirterek, “Safranbolu İlçesi Araç Çayı üzerinde Batu Enerji Üretim A.Ş. tarafından yapılması planlanan Kadıbükü Regülatörü ve HES projesi ile ilgili olarak ÇED Yönetmeliğinin 9. maddesi gereğince ÇED sürecine halkın katılımını sağlamak halkı proje hakkında bilgilendirmek görüş ve önerilerini almak amacıyla Kadıbükü Köyü Konağında bugün yapılacağı ilan edilen toplantıya Kadıbükü Köyü halkı projeye aşağıda belirtilen nedenlerle karşı çıktığından katılmayacaktır. Buna göre; Her ne kadar iş bu proje hazırlanırken bu bölgede tarım ve hayvancılık yapılmadığına dair yanıltıcı belgeler konulmuşsa da bunlar gerçek dışıdır. Zira bu bölgede yoğun şekilde tarım ve hayvancılık yapılmaktadır. Bu Tarım Müdürlüğünün vermiş olduğu çiftçi ve müstahsil belgeleriyle vs belgelerle sabittir. Ekte bunlardan birkaç tanesi örnek olarak verilmektedir. Dolayısıyla bu proje baştan hile ve gerçek dışı olarak kanun ve tüzüğe aykırıdır.Bu bölgede gerek Çevre Müdürlüğünün bilgisi dahilinde gerekse İl Çevre Orman Müdürlüğünün Av ve Yaban Hayatı Şubesince verilen izinlerle gerek yerli gerekse yabancı turistlerle av turizmi yapılmaktadır. Bu kapsamda yabandomuzu ve karaca avı verilen resmi izinlerle yapılmaktadır. Bu suyun HES ile kullanılamayacak hale gelmesiyle hayvanlar bölgeden uzaklaşacak ve bu faaliyet bizar ur sona erecektir. Zira çekilecek su kanalları ve istinat duvarlarıyla hayvanların serbest dolaşımı ve suya erişimi engellenecektir. Bu alan aynı zamanda resmi olarak bölgemizin ismini aldığı Safran bitkisinin üretim alanıdır. Üretimi zor olan aynı zamanda hassa bir bitki olan safranın üretimini imkansız kılacaktır. Zira suyun tutulmasıyla çevrenin iklimi değişecektir, bu yaşanmış önceki örneklerle de sabittir.

Bu proje Araç çayında yaşayan 5 çeşit balığın yok olmasına sebep olacaktır. Araç çayı bilindiği üzere yazın kurumakta, Bu çayı Karasu’dan gelen su beslemektedir. Debinin düşük olması sebebiyle projede üretileceği iddia edilen enerji miktarı gerçeği yansıtmamaktadır. Suyun az olduğu mevsimlerde de ilgili firma, hedefini tutturmak amacı ile öngördüğü su salımını da büyük bir ihtimalle yapmayacaktır. Bunun örnekleri de geçmiş projelerde görülmüştür. Kısaca, sularımızı adeta ipotek altına alan bu uygulama ile yarın sulanabilir tarım alanlarımız ve hayvanlarımız susuz kalacaktır. HES uygulamalarından tüm dünya vaz geçerken ülkemizde bunların uygulanmaya çalışılması toprağa ihanettir” dedi.

www.haberler.com

 

 

[Özel Haber] Devletten HES şirketine ‘tavsiye’: “Özel güvenliğinizi kurun, gidin inşaatınızı yapın”. Sonuç: 3 köylü yaralı

HES yapılmak istenen Karpuz çayı

Antalya’nın Manavgat ve Akseki ilçeleri sınırlarında bulunan Ahmetler Kanyonu’nda Karpuz Çayı üzerinde yapılmak istenen HES’e karşı çıkan köylülere şirket yetkililerinin müdahalesi üzerine yaşanan gerginlik sürüyor.

Konuyla ilgili olarak bugün Açık Radyo‘da yayınlanan Açık Yeşil programında Antalya Burdur Isparta Denizli Kaş Platformu sözcüsü Hediye Gündüz ile konuştuk.

Hediye Gündüz’ün verdiği çok çarpıcı bilgilere göre dün yaşanan olaylarda şirketin özel güvenlik güçleri silah kullanmış ve önceden biriktirdikleri taşları protestocu köylülere atarak 3 kişinin yaralanmasına neden olmuş. Hediye Gündüz’ün verdiği en çarpıcı bilgi ise HES projesinin üstlenicisi olan Seçenek Enerji‘nin inşaat işini verdiği taşeron firma Tatoğlulları‘nın yetkilisinin devlete köylülerin protestoları yüzünden çalışamadıklarını söylediklerini ve devletin kendilerine “özel güvenlik tutun” tavsiyesinde bulunduğunu açıklaması. Bu tavsiye dün yaşanan müdahalenin devlet tavsiyesine uygun olduğunu düşündürüyor.

Dün Ahmetler kanyonundan

Hediye Gündüz‘ün konuyla ilgili verdiği bilgi şöyle:

“Firmanın yetkilisi kendiliğinden söyledi. Köylülerin istemediğini şirket de anladı. Devlet kurumlarına gidiyorlar, köylüler bize bunu yaptırmak istemiyor, biz ne yapacağız diyorlar. Devletin verdiği yanıt çok önemli. Diyorlar ki: ‘Özel güvenliğinizi kurun ve gidin inşaatınızı yapın.’ Firma yetkilisi herkesin içinde bunu anlattı.”

Hediye Gündüz’ün verdiği bilgiye göre HES’in yapılacağı akarsu 6000 kişinin tarım yaptığı bir alana su sağlayan ve sadece Ahmetler’i değil, birkaç köyün faydalandığı bir su. Karpuz çayı çevresinde kavak ağaları bulunuyor ve kanyon kızılçam ormanlarıyla kaplı.

Ahmetler'in protestocu köylüleri

Ahmetler kanyonundaki HES projesine karşı köylülerin 2 yıldır mücadele ettiğini söyleyen Gündüz, HES inşaatının dün dördüncü kez denediğini, hafta sonu köylülerin şirketle yaptığı görüşmelerde şirketin iş araçlarını çekme sözü verdiğini ancak Pazar günü iş makinelerinin çalışmaya başladığını, bunu haber alan köylülerin de tedirgin olarak inşaatı engellemek için oturma eylemi yapmaya gittiklerini, anak köylüler iş araçlarına daha yaklaşamadan şirket güvenlik görevlilerinin köylüleri taşa tuttuğunu, silahla ateş açtığını ve ormanın içinde köylülere karşı biber gazı kullandığını söylüyor.

Gündüz’ün verdiği bilgiye göre dün olayların ardından Jandarma iki silaha el koymuş durumda. Silahları kullananın da şirketin mühendisi olduğu iddialar arasında.

Su 3,4 kilometrelik tünele alınacak

Ahmetler kanyonu

Dün ajansların geçtiği haberlere göre taşeron firmanın yetkilisi Hakkı Tatoğlu HES projesinin halka zararı olmadığını anlatmaya çalıştıkları ama bunda başarılı olamadıklarını söylemiş. Ajans haberlerine göre köylülerin öne sürdüğü suyun taşınması şeklinde herhangi bir şey olmadığını ifade eden Tatoğlu, “Ahmetler Kanyonu’ndan yaklaşık bin 700 metre ileriye 3,5 metre yüksekliğinde kapaklı regülatör yapacağız. Bin 700 metre uzunluğunda 4,5 metreküp kapasiteli bir kanal yapılarak, tünele alınan su 3 bin 400 metre sonra Ahmetler köyü köprüsünden tekrar dere yatağına verilecek. Dolayısıyla dereden aldığımız suyu dereye bırakacağız. Sondaj yapılması ya da suyun taşınması gibi bir şey söz konusu değil. İsteyene projeleri gösterebiliriz.” açıklamasında bulundu.

Projesi tamamlandığında 6 ay çalışıp 6 ay çalışmayacağını kaydeden Tatoğlu, “Kışın 30 metreküp civarında su gelmektedir. Biz tünele sadece 4.5 metreküp su alacağız. Dolayısıyla burada bir sıkıntı yaşanmayacak” dedi.

Ahmetler Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği Sözcüsü Mustafa Koç ise, olayların firma tarafından daha önce verilen bir söze uyulmamasından kaynaklandığını savundu.

Koç, “Üç gün önce yapılan görüşmelerde makinelerin çekileceği vaadiyle köylüler buradan çekilmişti. Fakat sonunda çekilmediklerini ve dün gece iş makinelerinin çalışmalara başladığını, faaliyete geçtiğini öğrenmişler ve sabah burada toplandılar. Antalya’dan, Manavgat’tan, farklı köy ve beldelerden gelenler oldu. Bu ırmağın suyundan faydalanan köyülerin hepsi destek veriyor” dedi.

Firma güvenlik görevlilerin havaya ateş açtığını iddia eden Koç, “Hiçbir şey yokken havaya silahla ateş açılması ve greyderi üstlerine doğru sürmelerinden dolayı köylülerimiz endişeye kapıldı ve karşılıklı taş atmalar yaşandı. Bu atışmalardan dolayı 3 köylümüz yaralandı. Köylülerimiz mermileri toparlayıp jandarmaya teslim ettiler” diye konuştu.
Bu kanyonun sadece kendi köylerinin değil Akdeniz’e kadar giden bölgedeki en az 12 köyün yaşam kaynağı olduğunu dile getiren Koç, devletin daha duyarlı davranması, köylüleri de dinlemesi gerektiğini söyledi.

150 köylüye 30 özel güvenlik

Bianet’in haberine göre ise Antalya Burdur Isparta Denizli Kaş Platformu dün sabah köylülerle birlikte inşaat alanında oturma eylemi yapacağını ve çadır kuracaklarını duyurmuştu. Platformun verdiği bilgiye göre, önceki akşam saatlerinde HES’i yapacak şirket 30 kadar özel güvenlikle inşaat alanına gelmişti.

Ajans haberlerine göre protestocu köylüler ve çevreciler 150 kişi kadardı.

NOT: Haberi yapmak için HES’i yapan şirket olan Seçenek Enerji’yi arayarak olayla ilgili bilgi ve görüş almak istedik. İki kez yetkili bir kişinin bizi arayacaklarını söylediler. Ancak haberi yayınlayana kadar kendilerinden bir haber alamadık. Eğer şirketten bir açıklama yapılırsa bunu da ileteceğiz.

Haber: Ümit Şahin – Yeşil Gazete

Bir dakikada Türkiye – 9 Ekim

“Kimseye karıştığımız yok ama”

Nasıl gençler demokratikleşiyor muyuz? İfade özgürlüğü güzel bir his mi? AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik için öyle heralde, zira katıldığı bir televizyon programında televizyonda izlediği kadın sunucunun dekoltesini “Dün bir kanaldaki, yarışma programında sunucu öyle bir kıyafet gitmiş ki olmaz bu yani. Kimseye karıştığımız yok ama çok aşırı. Dünyada da kabul edilemez” dediği için sunucu işinden oldu. Çelik’in kendi içinde tutarsız ve tamamen kişisel ahlak ve moda anlayışıyle şekillenmiş demeci bir yana sunucu Gözde Kansu’nun Çelik’in sözleri üzerine işine son verilmesi büyük tepki uyandırdı.

 

Antalya HES inşaatının özel güvenliği köylülere saldırdı

Antalya’nın Manavgat ilçesindeki Ahmetler Kanyonu’na kurulmak istenen HES projesinin iptalini isteyen köylüler ve HES’i yapacak şirket Seçenek Enerji’nin Tatoğulları adlı taşeron inşaat şirketinin özel güvenlik elemanları arasında çıkan olaylarda üçü yöre halkı, biri güvenlik görevlisi, 4 kişi yaralandı.

Ahmetler Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği Sözcüsü Mustafa Koç: “Üç gün önce yapılan görüşmelerde makinelerin çekileceği vaadiyle köylüler buradan çekilmişti. Fakat sonunda çekilmediklerini ve dün gece iş makinelerinin çalışmalara başladığını, faaliyete geçtiğini öğrenmişler ve sabah burada toplandılar. Antalya’dan, Manavgat’tan, farklı köy ve beldelerden gelenler oldu. Bu ırmağın suyundan faydalanan köyülerin hepsi destek veriyor” dedi.

Güvenlik görevlilerin sebepsiz havaya ateş açarak olayları fitillediğini iddia eden Koç’un sözlerini Antalya Isparta Burdur Denizli Kaş Platformu da destekleyen açıklamalarda bulundu. Bianet’in haberine göre Platform üyeleri inşaat alanına doğru giderken özel güvenlik elemanlarının alana giden köylülere saldırdığı haberini aldılar. Platform üyeleri alana vardıklarında köylülerden aldıkları bilgilere göre, özel güvenliğin silah ve biber gazı kullanarak saldırdığını, iş makinesini köylülerin üzerine sürdüğünü belirtti.

 

Trafik cezalarını ödemeyin

Emniyet Genel Müdürlüğü ödenek yetersizliği nedeniyle tebliğ edemediği trafik cezalarını Ağustos ayı itibariyle göndermeye başladı. Geriye dönük cezaların ödenmemesi için ise mahkeme yolu açık. Cezalar 10 günlük süre içinde tebliğ edilmediği için mahkemeye başvurulması halinde iptal edilebilecekler.

 

 

Otonom enerji

Bugünkü dünyada enerji kullanımı aynı zamanda enerji bağımlılığı demek. Ülkeler arasında, kıtalar arasında ve bir ülke içinde enerji kaynakları ve elektik olarak bizzat enerji taşınıyor, alınıp satılıyor.

Enerji kaynaklarının kontrolü ve paylaşımı için diplomasi yapılıyor, savaşlar çıkıyor.

Enerji tekelleri muazzam ekonomik güçleriyle ülkelerin siyasetini belirliyor. Ülkelerin kalkınma politikaları gene enerji tekellerinin çıkarlarına bağımlı.

Fosil kaynaklara dayanması ve iklim değişikliğine yol açması nedeniyle bu enerji düzeni yanlış.

Tekelleri güçlendirdiği, ülkeler arasında sorunlar çıkardığı ve savaşlara yol açtığı için yanlış.

Bu enerji düzeni demokrasi ile bağdaşmıyor. Geniş tüketici ve üretici kitleler merkeze ve tekellere tümüyle bağımlı durumdalar.

Şöyle bir hayal edelim: Mahallemizde elektrik üretiyoruz, suyumuzu ısıtıyor, aynı zamanda elektrikli semt otobüsünü şarj ediyoruz. Geceleyin taşıtın aküsünden gündüz güneşten topladığımız elektriği geri alıp kulanıyoruz. Güneşten elektrik sağlayan fotovoltaik paneller, rüzgar santralleri, ısı pompaları, kalorifer dairesine kurulmuş mini kojenerasyon santralleri ve diğer teknolojiler. Çevreye dost, yenilenebilir enerjiyi yerinde üreten teknolojiler.

Enerjinin gerek duyulan yerde yerinde üretimi aynı zamanda enerji naklınde ortaya çıkan kayıpların ortadan kalkması demek. Fosil enerji kaynaklarının arama, üretim ve taşınmasında ortaya çıkan ve çevreye muazzam zarar veren kazaların olmaması demek.

Tüketicilerin enerji tekellerinin fiyat sultasından kurtulması demek.

Tüketicilerin enerji üretmesi demek, insanlar arasında işbirliği, kollektivite demek, daha fazla demokrasi demek.

Otonom enerji üreticisi olma zamanı geldi geçiyor. Kooperatifler, dernekler hatta apartman komşularının birlikler oluşturması zamanı.

Örneğin Almanya’da son yıllarda 600’ün üzerinde enerji kooperatifi kuruldu. Bunlar elektrik üretiyor. Birlikte düşünmenin, tartışmanın ve üretmenin tadını çıkartıyorlar. Sera gazı salınımdaki paylarını azalttıkları için vakti gelince sırat köprüsünden rahatlıkla geçeceklerini bilmenin gönül rahatlığı içindeler. Kendi evi, çatısı olmayan yahut maddi imkanları tek başına yeterli olmayan insanlar bir araya geliyor. Kooperatiflerin yanısıra evi olan bireyler çatılarına, işletmeler işyerlerinin çatılarına köylüler ahırların çatılarına fotovolkaik paneller takıyor, parası olanlar rüzgâr santrali ve güneş çiftliği kuran şirketlere ortak oluyor.

2013 yılı Ocak ayında bir gün öğle saatlerinde Almanyada o saatte üretilen yenilenebilir enerji miktarı nükleer santrallerde üretilen enerjiyi geçmişti, hem de kış günü.

 

Alper Öktem

Anlatılan, bizim hikâyemiz – Ömer Madra

Ömer Madra

Yeryüzünün gelmiş geçmiş en kapsamlı, en özenli ve dakik şekilde uzman denetiminden geçmiş bilimsel araştırma sürecinin sonuçları geçen ayın sonlarında yayınlandı. Muhtemelen, bilimler âleminin herhangi bir alanında ve insanlık tarihinin herhangi bir ânında yapılmış en sıkı meta-analizden söz ediyoruz. Şimdiye kadar üretilmiş en sağlam bilimsel belgeden.

BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Kurulu’nun (IPCC) çığır açan 2013 raporu bu. Mesajı, artık hiçbir tartışmaya meydan bırakmayacak kadar açık. Korktuğumuz başımıza geliyor maalesef: Gidişat, düşündüğümüz kadar kötü, ey okur.

Üstelik, rapor son derece muhafazakâr sayılır; kanıtlar, uzmanlardan bir tekinin bile itirazı durumunda metne dahil edilmiyor çünkü. Hatta, üzerinde araştırmacıların tam mutabakatı olan tespitler dahi, hükümet temsilcilerinin itirazı halinde, bir kez daha elden geçiriliyor.

Evet, tartışmaya mahal yok. Araştırmadaki tüm kanıtlar dünyada hararetin arttığını, buzların çözüldüğünü, buzulların ricat ettiğini, denizlerin hem yükselip hem asitlendiğini, havaların gittikçe acayipleştiğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Sürecin hızlanarak artacağını da. Korkunç yıkımın önünü almanın tek yolunun kendi elimizde olduğunu da. Yani, petrol, gaz ve kömürü toprak altında, yerli yerinde bırakmak zorunda olduğumuzu da…

Çatırtıyı duyuyor musunuz? Yeryüzünün en yetenekli uzmanlarından yüzlercesinin altı yıllık hummalı bir çalışma sonunda ortaya koyduğu bu çığır açıcı rapor, kılı kırk yaran, kuru ve nesnel diliyle müthiş çarpıcı bir hikâye anlatıyor aslında. İnsanlığın evrilip mamur ve müreffeh bir medeniyet kurduğu o mülayim, ılıman iklimin büyük bir gümbürtüyle çöktüğünü söylüyor bize. Binbir türlü başka yaşam biçiminin de buna bağlı olarak yokolup gitmesinin hikâyesini anlatıyor.

“Kalp Hastası, Şişman, Sigara Tiryakisi: Gezegen”

Artık burada bir soluklanmalı, dilimizi çıkarıp aynada kendimize bakmalıyız. Dilimizde bir sorun var. Yazar ve aktivist George Monbiot’nun deyişiyle, iklim değişikliği ve küresel ısınma terimleri, içinde bulunduğumuz durumu ifade etmede çok yetersiz kalır. De nobis fabula narratur. Anlatılan, bizim hikâyemiz çünkü! İklimin yerlebir oluşunun hikâyesi. “Pekâlâ öngörebildiğimiz, ama tahayyül etmekte âciz kaldığımız bir felaket bu,” diyor Monbiot. Ve devam ediyor: “Tuhaf biçimde, önünü almak için yeterli donanıma bir türlü sahip olamadığımız muazzam bir felaket.”1

Mecaz, her zaman değilse de bazen çok işe yarıyor. 30 yıldır acayip havaları kovalayan meteorolog Jeff Masters, IPCC raporunu yorumlarken, hastalık metaforuna başvurmayı seçmiş. Son 15 – 20 yıl içinde atmosferde, okyanuslar ve buz(ul)larda meydana gelen değişikliklerin sonu gelmez listesi, yatalak hastanın laboratuar sonuçlarını çağrıştırmış ona: “Gezegenimiz, pofur pofur sigara tüttüren aşırı kilolu bir kalp hastası gibi,” diyor. “Hasta, yaşam tarzında temel değişiklikler yapmazsa eğer, hastalık çok ilerleyecek, felç ya da ölüm belirgin olasılıklar haline gelecek. Kendimizi toparlamak için muazzam bir gayret gösterebiliriz, göstermeliyiz de zaten.”2

IPCC raporu dünya “karbon bütçesi”nin yarısı ile 2/3’ü arasında bir kısmının harcandığını ortaya koyuyor. Bu bütçenin âcilen masaya yatırılması gerekiyor. Sera gazı salımlarını radikal biçimde kısacak politikalar hemen yürürlüğe konmazsa, o zaman: “yandı gülüm keten helva”.

Önümüzde belki de sadece 15 yıl var!

Dünyanın önde gelen iklim ekonomisti Lord Stern’in önümüze koyduğu seçenek çok net: Radikal “bütçe kesintileri” olmazsa insanlık 15 – 25 yıl içinde limiti aşacak. Bunun anlamı şudur: Geri dönüşü olmayan noktaya varmak için önümüzde belki de sadece 15 yıl var!3

Söz limitlerden açılmışken, bunları bile zorlayan yeni bulgulardan bahsedebiliriz. Çok yeni tarihli oldukları için, IPCC’nin meta-analizinde yer alma imkânı bulamayan yeni birkaç araştırma daha yayınlandı son haftalarda. Yeni veriler, bunları destekleyen bilimsel kanıtlar ve bunlar doğrultusunda yapılan uyarıların dozu ise, istense de daha vahim olamazdı doğrusu…

Meselâ, yeryüzündeki tüm hayatın kaynağı olan okyanuslarda insan kaynaklı ısınmanın, asitlenmenin ve oksijensizleşmenin hızı da, oranı da, etkileri de, daha önceki tahminlerin çok çok üzerinde çıktı. Okyanusların durumu üzerinde çalışan en yetkili uluslararası kuruluş IPSO, deniz limitlerinin 300 milyon yıldan (hatta belki ezelden) beri görülmemiş boyutta zorlandığını açıkladı. Son büyük kitlesel yokoluş süreci başlamış olabilirdi.4

İkinci bir araştırma, saygın Potsdam Merkezi’nden geldi. Alman uzmanların iklim araştırması ürkütücü yeni veriler ortaya çıkardı. Veriler, Lord Stern’in IPCC raporuna bakarak koyduğu limitleri de zorluyordu. Araştırmaya göre, aşırı sıcakların sayısı sadece 7 yıl içinde iki kat, 2040’a kadar da dört kat artış gösterecekti! Müdahale edilmezse, aşırı sıcaklar 2100’e kadar dünyanın yüzde 85’ine yayılacak. Kara parçalarının yüzde 60’ında kuraklık, ziraî ürün kaybı ve orman yangınları gözlenecek.5 Meali şudur: Kuraklık, kıtlık, açlık, yangın, savaş…

Stanford Üniversitesi iklim bilimcilerinin son araştırması ise tam bir dehşet filmi senaryosu gibiydi: Gezegen, dinozorların soyunun tükendiği dönemden bu yana gördüğü en büyük iklim değişikliklerden birini geçirmekle kalmıyordu yalnızca. Aynı zamanda bu değişiklik, son 65 yılda tespit edilebilen değişim hızından da 10 kat hızlı olacaktı! Ve, müdahale edilmezse, bu aşırı tempo yüzyıl sonunda yıllık sıcaklık ortalamasında 6 dereceye kadar çıkabilecekti.6 Meali: Kuraklık, kıtlık, açlık, savaş, yangın, yıkım, yokoluş.

Suriye’de İç Savaş, Mısır’da Darbe ve Katliam

Savaş ve yıkım demişken, bu bağlamda iki önemli olgudan, Suriye ile Mısır felaketlerinden bahsetmeden olmaz. Suriye’de sadece 2,5 yıl içinde en az yüz bin ölüme, milyonlarca yaralıya mal olan, toplam nüfusun üçte birinin yerinden yurdundan olmasına yol açan bir iç savaş yaşanıyor. Bunu tetikleyen etkenlerden birincisi, iklim kriziydi! Deneyimli siyasî analist William Polk anlatıyor: 2006’da başlayan büyük kuraklık, ülkede kıtlığa ve gıda fiyatlarının yükselmesine yol açtı. Kitleler kırsaldan şehirlere göç etti ve varoşlarda seyyar satıcılık, çöpçülük yapmak, Filistinli ve Iraklı göçmenlerle rekabete girmek zorunda kaldı. Sonunda, Deraa’da küçük bir protestoyu Esad yönetimi hunharca bastırınca olanlar oldu.7 Dante’nin Cehennemi’nin iç halkasını andıran yıkım sürecini başlatan “şey”, işte bu kadar “basitti”.

Mısır’daki askerî darbe ve ardından gelen soğukkanlı katliama gelince. Yazar Chris Hedges, katliamın hemen ardından yazdığı makalede olayı sıcağı sıcağına şöyle analiz ediyordu: “Mısır’da olup bitenler, dünya elitleri ile dünya yoksulları arasındaki daha geniş kapsamlı küresel savaşın habercisi: Azalan kaynakların, müzmin işsizlik ve eksik istihdamın, nüfus fazlalığının, iklim değişikliği yüzünden mahsul verimindeki düşüşün ve yükselen gıda fiyatlarının yol açtığı bir savaş bu… İnsanlığın gezegen üzerindeki ikametinin son merhalesine mührünü vuracak olan şey, ölüm kalım savaşlarıdır. Bu savaşların neye benzeyeceğini merak edenler varsa, Kahire’deki şehir morglarından herhangi birini ziyaret etmeleri yeterli olacaktır.”8 (vurgular bizim – ÖM)

Gidişata Müdahale Edilmezse Ne Olur?

Peki, tüm saflığımızla soralım o zaman: Gidişata “müdahale edilmezse”, yani limitler aşılır, fosil yakıtlar yakılır ve dahi karbon bütçesinin tamamı kullanılırsa ne olur?

Dünyanın önde gelen iklim bilimcilerinden James Hansen, IPCC raporunun açıklanmasından hemen önce yayımladığı önemli makalede, bu naif soruya tüyler ürpertici netlikte bir cevap getiriyor: “Fosil yakıtların tümünü kazıp yeraltından çıkarmayı ve yakmayı ‘başarırsak’, uzak gelecekte gezegenin bazı bölgeleri insanlar açısından kelimenin tam anlamıyla yaşanmaz hale gelecektir … Buzlardan arınmış bir Antarktika ve insandan arınmış, ıssız bir gezegen. Himalayalar’daki hava sıcaklıkları insanlara hâlâ cazip görünebilir belki. Ama, sağ kalabilmiş çoğunluğun, bir avuç zenginin bu bölgenin üstüne oturmasına razı geleceği çok şüpheli. Gezegendeki diğer türlerin çoğunun imha edildiği bir ortamda insanların hayatta kalacağını düşünmek de bir o kadar zor.”9

Şimdi tekrar soralım: Masters’ın sözünü ettiği o “üstün gayret”i gösterebilecek miyiz? O gücümüz var mı? Bilinmez. Dünyanın efendileri, her yerde siyasi liderleri de yedeklerine alıp o sınır tanımaz kâr hırsları, gözü dönmüşlükleri ve kibirleriyle doğayı, insan hayatını ve tüm canlılar âlemini târumar ediyor. Kültür eleştirmeni Julien Benda’nın 1927 tarihli “Aydınların İhaneti” risalesini hatırlamadan edemiyor insan. Demokrasinin ve medeniyetin geleceği, entelektüellerin cesaretine bağlı. Okumuş yazmış takımı, kendi çıkar kaygılarını, pratik hayat hesaplarını bir yana bırakır, muktedirlerin çıkarlarına ve gücüne karşı direnme cesaretini gösterebilirlerse, ancak o zaman, toplumun vicdanı ve “ıslah edicisi” rolünü oynayabilirler.10

“Gezegen Elden Gidiyor…” Manifestosu (Mart 2013)

Hatırlayalım. 2013 Mart ayı sonunda, Türkiye’nin önde gelen kamu entelektüellerinden 22’sinin imzasıyla duyurulan bir manifesto, olanca alçakgönüllüğü içinde tam da böyle bir rolü üstlenmeyi amaçlıyordu. “Gezegen Elden Gidiyor, Buna Razı Gelemeyiz!”11 başlıklı metin, Türkiye’de belki de ilk kez görülen geniş bir yelpazeyi bağrında barındırmayı başardı: Çevre ve ekolojiden insan haklarına, inanç temsilcilerinden demokrasi kuruluşlarına, sanat kurumlarından sağlık örgütlerine, kadın hakları kuruluşlarından çocuk hakları temsilcilerine, gençlik hareketlerinden meslek örgütlerine uzanan 55 kuruluş imzacı olmuştu.

Metinde şöyle deniyordu: “ İklim değişiyor ve sosyal adaletsizliği kat be kat artırıp derinleştiriyor. Toprağın sağlığı ve suyun saflığı, yeryüzü toplumlarının ayakta kalıp kalamayacağını gösterecek olan son ölçüler artık… Gezegen sürekli uyarıyor. Ama gözler kör, kulaklar sağır kalmaya devam ederse, kibir denen şeyin ne büyük bir felaket olduğunu yakında hepimiz öğreneceğiz… İşte onun için, vicdanı olan tüm yurttaşlarımızı, elde hâlâ çözüm imkânı varken, gezegeni kurtarma seferberliğinde kendi payına düşeni yapmaya, bu büyük sorumluluğu paylaşmaya çağırıyoruz.”

Ardından, TBMM Başkanı’na hitaben bir imza kampanyası başlatıldı.12 Bugüne kadar 9 bini aşkın sayıda aktif ve bilinçli Türkiye yurttaşının katıldığı kampanyanın ana talebi şöyleydi: “Vakit çok geç olmadan, imzalarımızla hem toplumu, hem de karar alıcıları ekonomik, siyasi ve kültürel bakımdan güçlü bir değişikliğe doğru yönlendirmeliyiz. Meclisten ve siyasi karar alıcılardan yenilenebilir enerji kaynakları konusunda tutarlı ve istikrarlı politikalar belirlemesini, bu yönde toplumun önüne somut hedefler koymasını ve bunları süratle hayata geçirmesini talep ediyoruz. Ve ancak o zaman, hayattaki tek evimiz olan bu gezegeni kurtarmak için bir şansımız olabilir.”

Evet, talebe şu âna kadar yaklaşık 9 bin kişi katıldı. 75 milyonu aşkın bir nüfus için “devede kulak” denebilir. Ama, tarih bize böyle bakmamak gerektiğini gösteriyor. Bir kere, hiçbir doğrudan karar alınmasını gerektirmeyen “soyut” bir talebin toplumda 9 bin kişi tarafından sahiplenilerek dile getirilmesi, “sürpriz” denecek kadar yüksek bir katılımı işaret ediyor.

“Ekoloji Mücadelesi, Demokrasi Mücadelesinin Ta Kendisi”

İkincisi, “3 -5 ağaç” için “sekiz-on kişinin protestosuyla başlayan, 2’si hariç Türkiyenin tüm illerine bir bozkır yangını gibi yayılarak –resmi açıklamaya göre– 2 milyonu aşan katılımcı sayısıyla Türkiye tarihinin gördüğü en büyük kitle hareketine dönüşen Gezi direnişinin ilk sloganlarından biri “bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” idi, hatırlanacağı üzere. Uzun sürmüş Gezi yazının ardından ülkenin dört bir yanında ekolojik mücadele olanca hızıyla devam ediyor.

Gezi direnişi, hayli öncesinden başlamış kırsal merkezli sayısız yerel ekoloji direnişinin ve sivil itaatsizlik uygulamasının (Sinop-Gerze, Muğla-Yuvarlakçay, Büyük Anadolu Yürüyüşü, Kastamonu Loç vadisi, Erzurum Aksu Vadisi, Hopa, Artvin, Munzur, vb. eylem ve hareketlerinin) kesintisiz bir devamı niteliğindeydi.

Yazar ve aktivist Ümit Şahin’in dediği gibi, “ekoloji mücadelesi, demokrasi mücadelesinin ta kendisi” zaten. Ve böyle olmasının “bir nedeni de AKP hükümetinin sürdürdüğü gibi çevresel ve sosyal bedellerin gözardı edildiği, (Batı’da 1970’lere kadar uygulanabilmiş) hızlı ve agresif kalkınma anlayışının demokratik mezanizmaların işlediği yerlerde artık mümkün olmaması… AKP’nin demokrasiyi tahrip etmesi sadece kendi muhafazakâr, çoğunlukçu yönetim anlayışının ve iktidarını ilelebet sürdürme gayesinin göstergesi değil, aynı zamanda iktidarı sağlama almak için vazgeçilmez gördüğü, bedeli ne olursa olsun hızlı ekonomik büyüme politikalarının ancak demokrasinin yok edildiği bir ortamda mümkün olduğunu bilmesidir.”13

Çevre, ekoloji ve demokrasi mücadelesinin, yakında iklim mücadelesiyle bütünleşip, hepsinin tek ve büyük bir harekete dönüşmesi şart görünüyor. Bu, zorunlu olduğu gibi, pekâlâ mümkün ve muhtemel de. “Hasım” da tek ve büyük çünkü.

Aslında, yeryüzünün hemen her yanında olduğu gibi Türkiye’de de yönetime tek bir “dünya görüşü” egemen: Yazar ve aktivist Naomi Klein’ın deyişiyle, dünyadan durmadan almaya, asla geri vermeden almaya dayalı bir yönetim anlayışı bu. Kimi zaman “kazıp çıkarmacılık” (“extractivism”) diye adlandırılıyor. Kimi zaman neoliberalizm. Kimi zamansa, düpedüz kapitalizm. Klein tarifi şöyle açımlıyor: “Almaya sınır yokmuş gibi, işçi bedenlerinin bir dayanma haddi yokmuş gibi almaya devam etmek; işleyen bir toplumun ya da yaşayan bir gezegenin kaldırabileceği bir had hudud yokmuş gibi almaya, gene almaya, sadece almaya dayalı bir anlayış.”14

“Hafriyatçılık İdeolojisi”

İlaveten, biz de bir terim yaratmayı deneyebiliriz belki: Hafriyatçılık. Hani, bütün o sayısız termik santralleri, HES’leri, 3. Köprüyü, kesilen Kuzey Ormanları’nı, 3. Havalimanını, Kanal İstanbul’u, Ilısu’yu, Munzur’u, Aliağa’yı, Bozcaada’yı, Çanakkale’yi, taş ocaklarını, maden ocaklarını, kazılan bütün o maden ve inşaat çukurlarını, ve daha pek çoklarını düşünürsek… ‘hafriyatçılık’ diyemez miyiz buna? Pekâlâ diyebiliriz. Sonu gelmeyen bu ekonomik büyüme fetişizmi, bu hafriyatçılık insanlığı bir bütün olarak umutsuzluğa doğru sürüklerken, ortada yaşanabilir bir çevre bırakmıyor ve her yerde toplumun sadece küçücük bir kesimini zengin etmeye yarıyor.

Demokratikleşme paketleri açıklanırken doğa’nın bir hak öznesi olmak tanınması şöyle dursun, doğa’nın esamisi bile okunmuyor. Paketle eşzamanlı olarak yeni yollar, yeni köprüler, kömür yakıtlı termik santraller, “kayagazı”, “sıcak kayagazı”, “kayapetrolü”, “hidrolik çatlatma”, “çatlatmalı üretim operasyonları”, Shell ile dikey ve yatay kuyu açma operasyonları”nın haberleri şen şakrak veriliyor. Yeni ve konvansiyonel dışı fosil yakıt hafriyatına ilişkin yeni proje haberlerinden geçilmiyor hafriyatçı medyada. Kısa bir tarama sonucunda hepsinde ortak kelimenin MÜJDE! olduğunu görüp, insanda intiharı çağrıştıran bu absürdite konusunda ne düşüneceğinizi ve ne diyeceğinizi şaşırıyorsunuz.15

Ama, bunun böyle gitmeyeceği apaçık. Dünyanın nasıl yürütüldüğü ve ebediyen yürütüleceği konusundaki bu başat ve bayat hikâyenin sonunun geldiği apaçık.

Yepyeni Bir Ekonomik Modele Doğru

“Dünyanın nasıl yürümesi gerektiği konusunda bizim yeni bir hikâyeye, kendi hikâyemize ihtiyacımız var,” diyor Naomi Klein ve ekliyor: “İklim değişikliği, başımıza gelecek dertleri sayıp döktüğümüz bir liste değil. Medeniyete dönüş çağrısı…. Bu çağrı, adalet ve sürdürülebilirliğe dayalı yepyeni bir ekonomik modele ihtiyacımız olduğunu anlatır. Ve şunları söyler: Aldığın zaman vermen gerekir, aşamayacağımız limitler vardır … Geleceğimiz, durmadan daha derin çukurlar kazmak değil, kendi iç derinliklerimize dalmaya bağlıdır – ki, hepimizin kaderinin birbirine bağlı olduğunu anlayabilelim.” Klein’a göre iklim değişikliği –olası tüm ekonomik ve ahlakî sonuçları kavrandığı zaman– eşitlik ve sosyal adalet mücadelesi veren ilerici insanların elindeki en güçlü silahtır.16

“Muharebe hatları hiç bu kadar açık ve net olmamıştı,” diyor Klein ve ekliyor: “Şirketlerin serbest ticaret adı altında yürüttükleri düzene karşı giriştiğimiz savaşta iklim değişikliği argümanı, tüm öteki argümanları bastırır. Yani, kusura bakmayın ama dostlar, toplumlarımızın ve gezegenimizin sağlığı, sizin o tanrı vergisi müstehcen kârlarınızdan azıcık daha önemli. Ve bunlar, aslında bizim kazanacağımız ahlakî argümanlar… Amacımız da ekonomiyi eşitlik ve sosyal adalet ilkeleri üzerinden temelli değiştirmek, demokrasiyi onarıp güçlendirmek ve çevre açısından ayakta kalabilecek bir gelecek inşa etmek.”17

İklim yıkımına karşı dünya çapındaki mücadelenin en önemli isimlerinden ve 350.org kurucularından Bill McKibben da aynı fikrin izini sürüyor: İklim değişikliğinin gelecekteki en yıkıcı etkilerini defetmeyi uman herhangi bir hareketin, insan hakları ve sosyal adalet alanlarında mücadele eden doğal müttefikleriyle birleşmesinin zorunlu olduğunu söylüyor. Hareketin çok daha geniş bir alana yayılıp büyümesi gerektiği aşikâr. “Daha ikna edici bir dâvâ olamazdı,” diyor. Gezegenin ateşi, o gezegende ikamet edenlerin mini minnacık bir yüzdesinin kârı için, gene o bir avuç insan tarafından hızla yükseliyor. Bu böyleyse eğer, varlığımıza ya da bizatihi adalet kavramına yöneltilmiş daha açık ve net bir tehdit olamaz demektir.”18

Buna karşılık, bu felakete bizi sürükleyen o müthiş eşitsizlikleri ve güç konsantrasyonlarını hedef almayan bir hareketin, iklim yıkımının başımıza açtığı ve açacağı müthiş belalara karşı gerçek bir çare olamayacağı da açık.

Ülkemizde uzun sürmüş bir yazın deneyimlerinden tonla ders çıkartmak mümkün. Bunların en önemlilerinden biri de şudur: Gezi direnişi bize çok açık gösterdi ki, olup bitenler –üç – beş ağacın başının altından çıkmakla birlikte– son tahlilde, kat’iyen bir çevre kavgası falan değildi. Bu, haysiyet, demokrasi, güç, eşitlik, açlık ve gelecek (yeryüzündeki tüm canlıların geleceği) konusunda çok kapsamlı bir kavganın işaretiydi. Gezi’den hemen sonraki dönemde, şehrin çeşitli parklarında yapılan forumlarda da, şekillenmesi istenen yeni dünyanın temelleri üzerinde kapsamlı tartışmalara başlandı ve bunlar devam ediyor.

Yerel, Yatay, Yavaşça & Yerel, Ulusal, Küresel

Daha önce de yazmaya çalışmıştık. Dünyada da, Türkiye’de de yeni bir hareket gelişiyor. Yerel, yatay ve yavaşça.19 İklim gerginlik ve baskısının giderek artacağı önümüzdeki zamanlarda, McKibben’ın işaret ettiği gibi, yeni türden topluluklara (cemaatlere) ihtiyacın artacağı kesin: Dirençli, esnek ve gayet ademi merkeziyetçi topluluklar bunlar, ama aynı zamanda birbiriyle derinlemesine bağlantılı. Yanıbaşında ikinci bir eksen daha var: Bu hareket aynı zamanda yerel, ulusal ve küresel nitelikte olmak zorunda.

“Önümüzdeki yıllarda, gezegende şimdiye kadar görülmemiş miktarlarda paralara ve kârlara karşı duracak büyüklükte bir hareket yaratmak bizim görevimiz,” diyor McKibben.20 Böyle bir hareketin, termometresi bulunan her yere yayılması gerektiğini ilave ediyor. Bu hareketin petrol boru hatlarının döşenmesini, kömürlü termik santrallerin inşa edilmesini engellemesi gerek. Ve onların yerini rüzgâr güllerinin, güneş panellerinin almasını sağlaması: Bu hareketin az zamanda çok işler yapması, kısacası, dünyayı yeniden kurması bekleniyor.

Olamaz mı? “Tek bir şekilde olabilir ancak,” diyor McKibben, “İyice dört bir yana yayılmış ama derinlemesine iç bağlantıları olan ‘enterkonekte’ bir hareketle olur ancak,” diye de ekliyor. Bu yolu kendilerine dert edinmiş, yeni tür yurttaşların hareketiyle. Gezi Parkı’nda kurulan komünde ilk girişilen işlerden birinin bostan olması, bu bakımdan anlamlı bir göstergeydi.

Küresel ölçekte de öyle işliyor zaten. “Çatılardan çatılara uzanan yeni bir dünyayı hedefliyoruz,” diyor McKibben. “İnsanların kendi toplulukları içinde küçük ama önemli ölçekte üretim yaptıkları, yenilenebilir enerjiyle dönen bir dünyayı. Bizi bu yeni dünyaya taşıyacak hareket de bu tür bir enerjiyle çalışıyor olmalı.”21

İklim yıkımı gibi korkunçlukları ne zaman konuşmaya başlasam, sorulmasa da her zaman akıllarda olan bir soru oluyor: “Peki ama çok geç kalmadık mı?” sorusu. “Umut nerde?” Söyleyeyim: 2013 yazında Türkiye’nin genç kuşağı bu sorunun cevabını verdi. Umut, Kaf Dağı’nın ardında değil, buradaydı işte – gözümüzün önünde! Lideri filan olmayan, tabanda kendiliğinden, spontane örgütlenen, gençliğin omuzlarında yükselen, yerelden küresele uzanan bir ekoloji hareketi. Bundan daha umut verici ne olabilir ki.

Bir de “bonus”umuz var üstelik: Genç, yaşlı, kadın, erkek, lezbiyen ya da gey farketmez. Yeryüzü Versiyon 2013 teknesi22 herkese açık; güverteye atlayıp yelkenleri fora etmek için daha ne bekliyoruz?

Dedik ya, anlatılan bizim hikâyemiz.

İstanbul, 2013

[1] “Climate Change? Try Catastrophic Climate Breakdown,” http://www.theguardian.com/environment/georgemonbiot/2013/sep/27/ipcc-climate-change-report-global-warming

2 “Our Planet Is Like ‘Overweight Smoker with a Heart Condition’: An IPCC Report Q&A,” https://www.commondreams.org/view/2013/09/27-0

3 http://www.rtcc.org/2013/09/30/un-carbon-budget-talks-are-urgent-warns-lord-stern/

4 “Oceans Face ‘Deadly Trio’ of Threats, Study Says,”

http://www.reuters.com/article/2013/10/03/us-climate-oceans-idUSBRE99208K20131003;

ayrıca bkz.: “ ‘Inhospitable Oceans’ Acidifying at Rate Unseen in 250 Million Years (or Ever),” https://www.commondreams.org/headline/2013/08/26-0

5 “Aşırı Sıcaklar Geliyor,”

http://www.dw.de/a%C5%9F%C4%B1r%C4%B1-s%C4%B1caklar-geliyor/a-17022631

6 Climate Change on Pace to Occur 10 Times Faster Than any Change Recorded in Past 65 Million Years,” http://news.stanford.edu/news/2013/august/climate-change-speed-080113.html

7 Bkz.: http://www.theatlantic.com/international/archive/2013/09/william-polk-on-syria-what-now/279707/

ayrıca bkz.: Gwynne Dyer: 2013, İklim Savaşları (çev. Füsun Özlen), Paloma, passim.

8 “Dünyanın Lanetlilerini Katletmek,” http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=32019

9 “An Old Story, but Useful Lessons,” http://www.columbia.edu/~jeh1/mailings/2013/20130926_PTRSpaperDiscussion.pdf

10 http://www.answers.com/topic/julien-benda

[1]1 “Gezegen Elden Gidiyor, Buna Razı Gelemeyiz!”, http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=31150&cat=100

[1]2 http://www.change.org/tr/kampanyalar/gezegeneldengidiyor-buna-raz%C4%B1-gelemeyiz-iklim-i%C3%A7in-h%C3%A2l%C3%A2-%C3%A7%C3%B6z%C3%BCm-m%C3%BCmk%C3%BCnken-siz-de-imzalay%C4%B1n

[1]2 “Gezi Direnişi: Bir Demokrasi ve Ekoloji Mücadelesi,” Üç Ekoloji dergisi (Yaz 2013), s.20-21.

[1]4 “Overcoming ‘Overburden’: The Climate Crisis and a Unified Left Agenda,”

https://www.commondreams.org/view/2013/09/04

[1]5 Birkaç örnek için bkz.: http://yenisafak.com.tr/ekonomi-haber/sicak-kaya-gazi-mujdesi-20.6.2013-533931; http://finans.mynet.com/haber/detay/ekonomi/kaya-gazi-mujdesi/89337; http://ekonomi.bugun.com.tr/3-ilimize-kaya-gazi-mujdesi-haberi/223437

[1]6 Bkz.: yukarıda 15 no’lu dipnotu.

[1]7 Ibid.

[1]8 “Movements Without Leaders,” http://www.tomdispatch.com/blog/175737/

19 http://www.baskahaber.org/2013/07/lutfen-devam-bu-daha-baslangc.html

20 Bkz.: yukarıda 18 no’lu dipnotu.

21 Ibid.

22 Rebecca Solnit, “… A Movement for a New Planet,” http://www.tomdispatch.com/blog/175737/