Ana Sayfa Blog Sayfa 4141

Devlet Utku Kalı’yı tutuklayarak neyi gizliyor

Hatay’ın Reyhanlı İlçesi’nde 52 kişinin ölümü ile sonuçlanan bombalı saldırı ile ilgili gizli belgeleri dışarı sızdırmakla suçlanan tutuklu sanık 26 yaşındaki er Utku Kalı, Samsun’da hakkında açılan davanın ilk duruşmasına getirilmedi. Kalı’nın Gülhane Askeri Hastane’de tedavi gördüğünü belirtilirken, duruşmayı CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç, CHP milletvekilleri İlhan Cihaner ve Hüseyin Aygün de izledi. Utku Kalı’yı ablası Ceren Kalı, amcası İbrahim Kalı ve 2 avukat savundu.

8-18 yıl hapis istemiyle hakkında dava açılan Er Kalı, duruşmaya travma sonrası stres bozukluğu ve intihar eğilimi olduğu gerekçesiyle Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde tedavi gördüğü için katılmadı.

Yeşilller/Sol’dan AB İlerleme Raporu değerlendirmesi

Haftasonunda yayınlanan AB Komisyonu ilerleme raporuna ilişkin bir değerlendirme yapan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi eşsözcüleri sevil Turan ve Arif Ali Cangı “eksikliklerin ve müzakerelerin takipçisi” olacaklarını söylediler.

Yeşiler Ve Sol Gelecek Partisinin açıklaması şöyle:

 

AB Komisyonu 2013 Türkiye İlerleme Raporu’nu kabul etti. Raporda Türkiye’nin demokrasi açığı vurgulanırken, ekoloji politikaları konularında ciddi eleştiriler yapılıyor.

Aslında AB İlerleme Raporu’nda yer alan eleştirilerin tamamı daha önce hem partimiz hem de Türkiye’deki demokrasi güçleri tarafından defalarca yapıldı ve gereken uyarılarda bulunuldu. O nedenle yazılanlar bizim için yeni ve sürpriz değil.  

Raporda yer alan, Gezi Direnişi’ndeki demokratik protesto hakkını ortadan kaldıran polis şiddeti, diyalog ve uzlaşmadan uzak kutuplaşmış bir siyasi iklim yaratan AKP Hükümeti’nin söylem ve uygulamaları her seferinde partimiz ve demokrasi güçleri tarafından eleştirilmiş, toplumsal kutuplaşmadan uzaklaştıracak, demokratik hakları güvence altına alacak söz, tutum ve uygulamalar önerilmiştir.

Yeni anayasa çalışmalarında; etnik referanslar içermeyen yeni bir vatandaşlık tanımı yapılması; anadilinde eğitim hakkı; etnik köken, dinsel inanç, cinsiyet ve cinsel yönelim farklılıklarından dolayı ayrımcılığa uğramama hakkı; farklı kimliklerin, kültürlerin, dillerin ve inançların anayasal güvence altına alınması; yerinden yönetimi sağlayacak yerel demokrasinin güçlendirildiği düzenlemeler; “değiştirilemez” maddeleri olmayan yeni anayasa önerileri de raporda yer alıyor. Bu öneriler de Türkiye demokrasi güçlerinin taleplerinin başında geliyor.

İlerleme Raporu’ndaki çözüm süreci ve demokratikleşme paketine ilişkin eleştirilerden çok daha fazlası rapordan önce partimiz ve diğer demokrasi güçleri tarafından dile getirildi.

Rapordaki en sert eleştiriler ise “Çevresel Etki Değerlendirmesi’ne (ÇED) ilave muafiyetler getirilmesi” konusundadır. Bunun sonucunda “nükleer santraller, HES’ler, İstanbul’daki 3. Köprü ve yeni havaalanı da dâhil olmak üzere, büyük çaplı birçok altyapı projesinin ÇED kapsamı dışında tutulduğu” özellikle vurgulanıyor.

ÇED muafiyetleri konusunda partimiz ile çevre ve ekoloji hareketleri sürekli olarak Hükümeti uyarıyor. Çevresel etkisi olacak her türlü faaliyetin ÇED’e tabi olması ve halkın karar alma süreçlerine katılması gerektiği dile getiriliyor. Partimiz tarafından ÇED Muafiyeti Yasası’na karşı kampanyalar düzenleniyor. Ama AKP Hükümeti  bu çağrılara hep kulak tıkıyor.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi olarak, demokratikleşmenin ve ekolojik sistemi korumanın birbirinden ayrılamayacağını düşünüyoruz. Şimdiye kadar olduğu gibi eşitlik, özgürlük, adalet için, doğanın ve yaşam alanlarının korunması için eleştiri ve uyarı görevimizi yapmayı, mücadeleyi sürdüreceğiz. AB İlerleme Raporu’nu büyük ölçüde malumun ilanı olarak görüyoruz. Rapor’da söz edilen eksikliklerin giderilmesinin ve AB ile sürdürülecek müzakerelerin takipçisi olacağımızı bir kez daha vurguluyoruz.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcüleri

Sevil Turan – Arif Ali Cangı

21.10.2013

ODTÜ işgalinin görüntüleri ortaya çıktı

Ankara Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Daire Başkanlığı ODTÜ’de yaplan yol çalışmasında sökülen ağaçların görüntülerini basına dağıttı. Yapılan açıklamada “SİT ile ilgili Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’ndan bütün izinlerin alınması ve ODTÜ’nün Çevre Şehircilik Bakanlığı’na sunduğu Koruma Amaçlı İmar Planı’nın Bakanlık tarafından onaylanması ve Parselasyon planlarının onaylanmasının ardından yasal engellerin kalmaması üzerine Ankara Büyükşehir Belediyesi ekipleri dün akşam yol güzergahı üzerinde kalan ODTÜ arazisi içinde çalışmalarını sürdürdü. Çalışmalarda güzergah üzerinde kalan ağaçların büyük bir kısmı, ağaç nakil araçlarıyla alınarak başka bölgelere nakledilirken, işe yaramayacak çok az sayıdaki ağaç ve çalı grupları da kaldırıldı” denildi.

3 bin ağaç tahrip edildi

ODTÜ Mezunlar Derneği, ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği, ODTÜ Asistan Dayanışması, Eğitim-Sen 5 nolu şube ve ODTÜ Öğrenci Bileşenleri’nin ortak açıklamasında 18 Ekim Cuma gecesi yapılan baskında ODTÜ orman arazisine düşman arazisine girer gibi girildiği söylendi. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ağaçları taşıdıkları iddiasına karşılık “Gece boyu süren çalışmalar sonucunda bu bölgede bulunan 3 bin ağacın büyük bölümü tahrip edilmiş, az sayıda ağaç ise göstermelik bir biçimde taşınmıştır. Bu sırada Mezunlar Derneği arazisinde bu çalışmaları izleyen öğrencilerimiz, mezunlarımız, öğretim elemanlarımız ve bölge halkı Büyükşehir Belediyesi üniformaları giydirilmiş bazı şahısların ve polisin saldırılarına maruz kalmış; iki öğretim üyemiz gaz fişekleri ve plastik mermiler ile yaralanmıştır” denildi.

“Düşman arazisine girer gibi girildi”

Basına dağıtılan açıklamada “Bilindiği gibi ODTÜ arazisi bütününe yönelik bir Koruma Planı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanmış ve yasal düzenlemelerin öngördüğü gibi, kesinleştirilmeden önce ilgili tarafların itirazlarına olanak sağlamak üzere, yasal itiraz süresi 4 Kasım 2013 tarihinde dolacak olan 1 aylık bir süre için askıya çıkarılmıştır. Bu süreç ve görüşmeler devam ederken, bir kamu kurumu olan Büyükşehir Belediyesi’nin, bir başka kamu kurumunun sorumluluğundaki araziye bir gece yarısı baskını düzenlemesi, ne biçim ne de hedefleri açısından kabul edilebilir değildir. Daha önceki beyanlarında ‘ODTÜ arazisine dayandık’ diyen bu anlayışın, bir düşmanın topraklarına girer gibi, Ankara’nın en önemli değerlerinden biri olan ODTÜ ormanlık alanına girmesi, en hafif değerlendirmeyle, bu kararı alanların bulundukları makamın ağırlığı ve öneminin farkında olmadıklarını göstermektedir. Bir bayram günü ve gece yarısı, ‘düşmanı gafil avlama anlayışı’ ile Türkiye’ninolduğu kadar dünyanın saygın kurumlarından biri olan ODTÜ’nün arazisine girilmesi manidardır. ODTÜ tarihinin ve geleneğinin ayrılmaz bir parçası olan orman; öğrencilerin, çalışanların ve akademisyenlerin emeği ile yıllar içinde yaratılmış, Ankara halkına armağan edilmiştir. Dün yaşanan ağaç katliamı yalnızca ODTÜ’ye değil, tüm Ankara halkının değerlerine yapılan bir saldırıdır. Halkın görüşlerine değer vermeyen Büyükşehir Belediyesi, halkın değerlerini de umursamadığını bir kez daha göstermiştir. Tüm bu saldırılar karşısında, ODTÜ bileşenleri olarak, bozkırı yeşertmeyi bildiğimiz gibi, yok edilen bu alanları yeniden halka kazandırmak adına yılmadan çalışmayı da biliriz. Gerekirse bu zorbaca anlayışın söktüğü her fidanın yerine daha fazlasını dikeceğiz. Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.” denildi.

“Geceyarısı baskını yasadışı”

ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ODTÜ orman arazisine geceyarısı baskını için “Bu tamamen yasadışı bir tasarruftur. ODTÜ arazisine izinsiz olarak girildi. Konu ile ilgili yasal başvurumuzu yapacağız.” dedi.

 

(Yeşil Gazete)

İzmir zehir kusmaya devam ediyor

İzmir’in Gaziemir ilçesinde 70 yıl faaliyet gösterdikten sonra Torbalı’ya taşınan kurşun fabrikasının kurşun üretiminden çıkan radyoaktif atıkların gömdüğü toprak zehir kusmaya devam ediyor.

Fabrika Torbalı’ya taşındıktan iki sene sonra, 2007 yılında, bir zamanların fabrikanın olduğu topraklardan dumanlar çıkmaya başlaması üzerine Türkiye Atom Enerjisi Kurumu yaptığı araştırmada toprağa radyasyonlu atıkların gömüldüğünü tespit etmişti. Çevre ve İl Orman Müdürlüğü 2008 yılında fabrikaya “tehlikeli atık” bulundurmaktan 320 bin TL ceza kesmişti. Çevre ve İl Orman Müdürlüğü’nün araştırmasında toplamda 380 ton depolanmış atık bulunurken gömülü atık mikatı tam olarak bilinmemekle beraber 100 bin ton civarı olduğu tahmin ediliyor.

Aralık 2012’de Radikal Gazetesinin İzmir’in Çernobili haberiyle tekrar harekete geçen TAEK zehirli atığın olduğu bölgeye 10 bin ton toprak atarak zehiri gömmeye çalışmıştı. Doğal olarak bu çabalar hiçbir sonuç vermedi ve atılan toprağın da zehirlenerek siyaha döndüğü gözlemlendi.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi 2012 yılında konuyla iligli suç duyurusunda bulunmuştu. Parti Eş Sözcüsü avukat Arif Ali Cangı konuyla ilgili olarak: “Sorumlu kamu görevlileri ve şirket yetkilileri hakkında suç

Yeşiller ve Sol Gelecek eş sözcüsü Arif Ali Cangı

duyurularında bulunduk. Dosyaları ayrıldı. Çevre İl Müdürlüğü, İzmir Belediye Başkanlığı, İzmir Valiliği, TAEK yetkililerinin yargılanmasını istedik. Kamu görevlileri hakkında soruşturma izini verilmedi. İşleme konulmadı. Danıştay’a itiraz ettik. Kurşun fabrikasıyla ilgili yetkililer hakkında da henüz bir dava açılmış değil. Parti olarak bunun takipçisiyiz” dedi.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi açıklamasında: “Oraya ilk toprak atıldığında da söylemiştik. Toprak atarak tehlikeli atıklardan, radyasyonlu atıklardan kurtulamazsınız. Ne pahasına olursa olsun o atıklardan kurtulmak gerekiyor. Tehlikeli atıklar yeniden kusmaya başladı. Ciddi bir tehlike var. Ciddi bir halk sağlığı taraması yapılması gerekiyor. Havadan, sudan, topraktan numuneler alınıp takip edilmesi gerekiyor. Atıklar dururken, civarında yaşayan insanların sağlıklarının güvencede olduğunu kimse söyleyemez. Türkiye nükleer santralı olmadığı halde atığı olan bir ülke haline geldi. Bu olay nükleer santral macerasının da böylece ne gibi sonuçları olabileceğine dair ipucu verdi. Vakit varken bu maceradan da vazgeçilmesi gerekiyor.” dedi.

Bir dakikada Türkiye – 21 Ekim Pazartesi

Ölmek hala madencilerin kaderi mi?

Manisa’nın Soma ilçesinde bulunan Darkale Kömür Ocağı’nda 28 işçi göçük altında mahsur kaldı. Önce göçen sonra da yangın çıkan madendeki işçilerin kurtarılma çalışmalarına yangın söndürüldükten sonra başlanıldı. 27 işçi yaralı kurtarılırken Yunus Güçlü (49) kurtarılamadı. Bu Darkale’den gelen ilk ölüm haberi değil, gazetelerin haberlerine göre:

  • 4 Eylül 2012’deki göçükte, 26 yaşındaki maden mühendisi Hasan Cabaloğlu öldü.
  • 11 Kasım 2012’de kömür tozlarının yanmasıyla çıkan yangında işçiler Hasan Gököz (30) ile Murat Yılmaz (31) yaşamlarını yitirirken, yedi işçi de yaralandı.
  • 25 Şubat 2013’te de madendeki destek direklerinin sökümü sırasındaki göçük meydana geldi, işçilerden Harun Tufan (35) öldü.

Maalesef hala Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2010’da yaptığı değerlendirme geçerli “Ölmek madencilerin kaderinde var.”

Kaçırılan Türk Pilotlar 71 gün sonra eve döndü

09 Ağustos’ta Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta “İmam Rıza’nın ziyaretçileri” adlı grup tarafından kaçırılan pilotlar Murat Akpınar ve Murat Ağca 19 Ekim Cumartesi gecesi Türkiye’ye getirildi. İki Türk pilotun serbest bırakılması için öne sürülen koşul, Suriye’de tutulan 9 Lübnan’lı da serbest bırakılarak ülkelerine döndü. Suriyeli muhalifler dokuz Lübnanlı için İran’ın Devrim Muhafızları’na çalışan hacı kılığına girmiş Lübnanlı Hizbullah ajanları olduklarını iddia etmişti.

#Dirençevre atlası yayında

Türkiye çevre direnişleri atlası açıldı.

Bir grup akademisyen ve çevre aktivistinin birlikte çalışarak ve oluşturmaya başladıkları Türkiye Çevre İhtilafları Veritabanı artık hayata geçti ve Türkiye Çevre Direnişi Atlası adı altında direncevre.org adresinde yayına başladı.

Küresel ve yerel çevre gündemlerini takip etmek ve mesleki çalışmalarını kamusal alanda paylaşmak isteyen bir grup akademisyen tarafından kurulmuş olan politik ekoloji çalışma grubu nun bu çalışması, Türkiye’deki çevre ihtilaflarını, yerel hareketlerin ve çevre aktivistlerinin bilgi birikimlerinden ve deneyimlerinden yararlanarak bir araya getirmeyi hedefleyen kolektif bir çaba. Veritabanının ve haritanın, hem çevre hareketlerinin kendi arasında, hem de örgütler ile bilim insanları arasında iletişimi ve dayanışmayı sağlayan bir platform görevi görmesi ve çevre siyasetine ve aktivizmine katkıda bulunmasını amaçlanıyor.

Atlasın şimdilik başlangıç mahiyetinde olduğu ve gelecek yeni bilgilerle sürekli güncelleneceği belirtiliyor.

Yeşil Gazete

Cem Özdemir yeniden..

Almanya Yeşiller Partisinin genel seçimlerde yaşadığı hayalkırıklığının ardından yapılan genel kurulunda Cem Özdemir, delegelerin yüzde 71,4’ünün oyunu alarak eşbaşkanlık görevine seçildi. Özdemir geçen yıl delegelerin yüzde 83,3’ünün desteğine almıştı. Bu sonuç, gözlemciler tarafından “Özdemir’e parti tabanının uyarısı” olarak değerlendirildi. 2008 yılından beri eşbaşkanlık görevini yürüten Özdemir, oylamadan önce yaptığı konuşmada parti içi çatışmalara son verilmesini istedi ve birlik çağrısı yaptı.

Yeşiller Partisi Federal Meclis Grup Başkanı Katrin Göring-Eckardt 2017 genel seçimleri için “yüzde 16,8 projesi”ni başlatmaya çağırdı. Göring-Eckardt, delegeleri, 22 Eylül genel seçimlerinden çıkan yüzde 8,4’lük sonucu ikiye katlamaya davet etti.

Roth veda etti

Genel seçimlerden sonra görevinden ayrılma kararı alan diğer Eşbaşkan Claudia Roth’un yerine ise Saarland eyaletinin eski Çevre Bakanı Simone Peter getirildi. Simone Peter yüzde 75,9 oranında oy alarak ilk kez eşbaşkan oldu.
Almanya Yeşilleri 22 Eylül’de yapılan seçimlerde 2009 yılındaki seçimlere göre yüzde 2,3 oranında oy kaybına uğramıştı. Seçim sonuçlarının belli olması üzerine Yeşiller Partisi’nin üst yönetim kadrosu görevlerinden istifa etmişti. Genel seçimlerden yüzde 8,4 oranında oy alan Yeşiller Partisi, Federal Meclis’te 63 sandalye ile temsil ediliyor. Partinin Eşbaşkanı Roth yeniden aday olmayacağını açıklarken, Özdemir ise devam kararı vermişti.

Genel Kurulda 11,5 yıl yaptığı eşbaşkanlık görevinden ayrılan Roth, duygusal bir konuşma yaparak, partinin alternatif olma pozisyonundan vazgeçmemesi çağrısında bulundu. Roth, Alman Meclis Başkan Yardımcılığı görevine aday olacak.

Genel Kurulda muhtemel koalisyon ittifakları da gündeme geldi. Alınan kararda, „Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile birlikte hükümeti kurma hedefimiz 3 kez başarısızlığa uğradı. Sol Parti ve SPD’nin katıldığı bir 3’lü koalisyon ya da Hrıstiyan Birlik’le ittifak gibi yeni siyasi denklemlere prensipte açık olmalıyız“ ifadelerine yer verildi.

 

Deutsche Welle

Bayram trafik ve yalanlar

İstanbullular her özel günde olduğu gibi bu bayramda da trafik işkencesiyle birlikte yaşamaktan kaçamadılar.Aslına bakarsanız İstanbul’da her gün her saat trafik var.Ve trafikte kaybedilen zaman normal seyir suresinin en az %50 fazlası…Aynı sorunları yaşayan Şangay’dan sonra dünyanın ikinci büyük kenti olan İstanbul’da trafikte kaybedilen zaman Şangay dışındaki dünyanın diğer büyük kentlerinden yaklaşık iki kat fazla…

Bayram boyunca trafik ve trafik kazaları ülkenin en önemli gündemlerinden biriydi.Ancak 19 yıldır İstanbul’u yöneten AKP iktidarının her şeyi Başbakan Tayyip Erdoğan her zamanki gibi yaşanan trafik sorunundaki sorumluluğunu inkar etti. Yandaş medya ve medya şaklabanları ” bu kadar büyük şehrin sorununu kimse çözemez deyip en iyi AKP yönetiyor” demeyi ihmal etmediler. Şehri bu kadar büyüten kim, çarpık kentleşmenin sorumlusu kimdir sorusunu kimse sormadı?  Ne şiş yansın ne kebapçılar şehre girenlere vergi koyalım, bu vatandaşta da trafik kültürü yok deyip, tüm sorumluluğu vatandaşa yükledi. Ve Tayyib’in öfkesinden şimdilik yırttılar. Hatta twitter muhabbetlerinde aslında trafik sorunu olmadığı geziciler yüzünden bu sorunların ortaya çıktığını iddia eden yumurta kafalılara ve kendini gazeteci sananlara bile rastlandı.

Muhteşem medyamızda ”asrın lideri Başbakana” övgüler sıralanıp, karayı ak akı kara yapma gayreti artık akıl sağlığımızı da tehdit ediyorken trafik sorununun gerçek çözümünden söz edenlere sayfa ayrılması zaten beklemiyorduk.

Kent içi ulaşım sorununun eski usul çözümü, daha fazla yol kapasitesi yaratmaktır. Ancak bu çözüm, “Daha fazla yol, daha fazla araba ve daha fazla yayılma kısır döngüsüne neden olmaktadır.” İktisat biliminin temel yasalarından biri olan Say Yasası’na göre “Her arz, kendi talebini yaratır.” Benzer bir biçimde ulaşım ile ilgili veriler, “Yol inşa edersen, arabalar gelir” sonucuna yol açmaktadır. Örneğin ABD kentlerinin son 30 yılını inceleyen Texas Ulaşım Enstitüsü, yollara büyük yatırımlar yapan kentlerle, yapmayan kentler arasında tıkanıklık seviyeleri açısından hiçbir fark olmadığını ortaya koymuştur. Böylece yeni yol yapımının kent içi trafik tıkanıklığını azaltmada iyi bir çözüm olmadığı anlaşılmıştır.(uludağ üniversitesi yayınları)

Oysa Başbakan Tayyip Erdoğan kendi ağzıyla vatandaşın parasını nasıl çar çur ettiklerini bu trafik işlerinden hiç anlamadıklarını bi güzel anlattı. ”Erdoğan, şunları söyledi: “2004’ten bugüne İstanbul’da kara yolu ulaşımına yaklaşık 8 katrilyon (Milyar), demir yolu ulaşımına 12 katrilyon (Milyar), denizyolu ulaşımına 1 katrilyon (Milyar) yatırım yaptık. Trafik bakım onarım gibi yatırımları eklediğinizde on yılda yaptığımız ulaşım yatırım 24.5 katrilyon (Milyar) TL’yi buluyor. 274 kavşak tamamladık. 400 kilometre yeni kara yolu, 45 kilometre metro ağı kazandırdık. 3. hava limanı ihalesini gerçekleştirdik. Boğaza, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün temelini attık. 2015’de açacağız.”

Deneme yanılma yöntemiyle öğrenen Başbakanın basın toplantılarına sadece akredite olan gazeteciler girip sadece önceden belirlenen sorular sorduğundan biz de Yeşil Gazete olarak buradan soruyoruz.”Yol yapmakla trafik sorununun çözüldüğünü nereden öğrendiniz? Trafik sorununu çözemediğiniz halde  bu kadar parayı boşa harcadığınızı da bizzat itiraf ettiniz, ne zaman istifa etmeyi düşünüyorsunuz?

 

 

 

Hayvan öyküleri üzerine

<“Hayvanların edebiyatta var olmasının nedeni, D.H. Lawrence’daki gibi, insanlara evcil aynalar, ahlaki – estetik kriterler sunmak değildir artık, insan varoluşunun ve dilinin kaybolduğu, hayvan duygulanışlarıyla donatıldığımız bir vahşet türüdür. Bu vahşet, Kafka’da olduğu gibi, başka, akıl edilmemiş bir vahşetin – aile ilişkilerinin, her türden evcilliklerin, bürokrasinin ve Devlet vahşetinin karşısında bulacaktır kendini. Hayvanlaşmış insan edebiyatta ne bir fantezi ne de “realizm efektinin denenmesi” dir – zaten olduğumuz, olabileceğimiz, olmayı asla bırakamayacağımız bir durumdur. … Hayvanlarla bir ilişkimiz olacaksa, bunun hayvanlardan insanları öğrenmek türünden bir metaforla işlenmesi zorunlu değildir – orada, hayvanlardan hayvanları öğreniriz.”*

1. Hikaye: YUVA

Toprağın altındayım. Ama hangi hayvan olduğumla ilgili hiçbir fikrim yok. Yalnızım. Yalnız mıyım gerçekten? Sürekli birilerine (belki de sadece kendime) yuvamı nasıl yaptığımı, neden böyle yaptığımı ve nelerden, kimlerden korktuğumu anlatıyorum.

Nasıl mı yaptım, kendi ellerimle kazıdım yuvamı. Bu yüzden böyle oldu, olabildiği gibi.

Çünkü rahatlığı güvenliğe tercih etmiştim. Ne zaman tam anlamıyla güvende hissedebilirsin ki kendini? Yuvanda bile, hiçbir zaman.

Dürüst konuşmak gerekirse düşmanlarımdan korkuyorum. Düşmanlarımı tanımıyorum ve bu beni daha da tedirgin ediyor.

Yine de dayanamayıp dışarı çıkıyorum, dolaşıyorum. Dışarıda görebildiklerim ve bildiklerim içerideki hayatımı da etkiliyor. “…sanki tüm yaşam bir dönüşüme uğramış gibi oluyor, bir kaynak yerden bitivermiş de bu kaynaktan yuvamın sessizliği akıyor sanki.”

Bitmesini istemediğimden, son on sayfasına geldiğimde başa dönüp tekrar başlıyorum Yuva’ya. Bu sefer de İstanbul trafiğinde okuduğumdan gerçekten giremedim sanki toprağın altına. “Ne yazık ki, gerçek her istenen anda görülemiyor, hele tehlikeli anlarda gerçeği görebilmek daha da güçleşiyor, böyle gerçek anlarında yuvam bana oldukça güvenlik sağlıyor ama tam bir güvenlik değil bu, çünkü kaygılarım yuvada son buluyor mu?” Biraz daha ilerliyorum. Son beş sayfa kala artık bilinmeyen bir düşmanın seslerini duymaya başlıyorum. Başlarda uzaktan gelen, aralıksız ve güçlü sesler giderek yaklaşıyor. Kalemim yanımda değil ve düşmana yaklaşmak istemiyorum. Eve geliyorum, başa dönüp tekrar okumaya başlıyorum Yuva’yı. “Şu kısa sessizlikler hayvanın dinlenme süreleri olabilir ama büyük bir ara vermedi hiç gece gündüz kazıyor toprağı, gücünü ve zindeliğini hep koruyarak, gerçekleşmesi için sabırsızlandığı ve gerçekleştirmek için her gücü elinde bulundurduğu tasarısını gözden yitirmeden. Böyle bir düşmanın karşıma çıkacağını nasıl öngörebilirdim!” Üçüncü kez başlıyorum Yuva’ya. Kaleme de gerek yokmuş. Altını çizip yaptığınız birkaç satır karalamayla tamamlanabilecek bir öykü değil bu. Kafka zaten bunu yapmış her satırında. Kitabın sonunda bütün hikayeleri değerlendiren Kamil Utku, Yuva’nın Kafka’nın en dikkat çekici öykülerinden biri olduğunu söylüyor. 1923 – 1924 yıllarında Kafka’nın tüberküloz ile uğraştığı bir dönemde yazılan bu öykünün bir yorumuna göre anlatılan yuvanın bölümleri Kafka’nın ağzı, kalbi ve damarlarını oluşturuyor. Doğrusu ben bu kadar insanlaştıran bir yerden değil de Ulus Baker’in bahsettiği hayvanı hayvanlardan öğrenmeye çalışarak yapmıştım okumamı.

“Bu yıllar boyunca mutlu yaşadım, hatta mutluluktan şımardım; aslında içimde bir tedirginlik vardı ama mutluluk içindeki tedirginlik insanı rahatsız etmiyor.” Sadece bu cümlede insan kelimesini kullanıyor Kafka. Daha çok “tür” ya da “türdeş” kelimelerini kullanmıştı kendisinden ya da düşmanından bahsederken. Bir yandan Kamil Utku’nun yazısındaki değerlendirmeyi doğrularken diğer yandan çocukluğumda gittiğim ormanlarda gördüğüm hayvanların yaşamaları gerektiği gibi yaşadıklarını görmenin verdiği heyecanı da hatırlattı bana. Onları öyle olması gerektiği gibi, göreceli olarak huzuru güvenliğe tercih etmiş – bize kendilerini gösteriyorlardı sonuçta – görmek mutlu ederdi. Ama evimize dönerken tedirgin dönerdik yine de. Biz gelmiş, görmüş ve yaklaşmıştık. Bizim tasarımız bundan ibaretti. Peki ya türdeşlerimin ya da diğer türlerin?

“Öte yandan yabancı hayvanın tasarısının ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bir yolculuk üzerine mi, yoksa kendi yuvasını mı inşa ediyor? ”

Bu soruya kadar geldiğimde, artık bitirmek zorundaydım Yuva’yı.

2. Hikaye: BİR KÖPEĞİN ARAŞTIRMALARI

Kitaptaki Yuva, Bir Köy Öğretmeni ve Bir Köpeğin Araştırmaları öyküleri Kafka’nın son dönem eserlerinden. Yuva 1923 – 1924 yıllarında Berlin’de yazılmış. Bir Köpeğin Araştırmaları da Max Brod’un iddiasına göre Kafka’nın son eseri. Öykü’de bir köpeğin “Toprak besini nerden sağlıyor?” bilimsel araştırmasına başlama sürecini ve araştırmayı yapış aşamalarını anlatıyor.

Hangi kitabı okuyacağınıza nasıl karar verirsiniz, bilmiyorum. Bütün bu kitap yorumlarını yazdıktan sonra düşündüm. Bir değerlendirme okuyup da bir kitaba başladığımı ben de hatırlamıyorum. Bence en iyi okuma nedeni, arkadaş tavsiyesidir. Aslında bu her şey için geçerli. Mesela evde çalan müzik için, “Nerden biliyorsun bu grubu?” diye sorsalar ve “Bir arkadaşım tavsiye etmişti.” desem, en net ve en güzel cevap olur. Tavsiyenin bir muhabbeti vardır çünkü. O muhabbet kazandırır şarkıya en azından bir anlamını da. İşte, bu yazılar da o muhabbetlere bir öykünme oldu benim için. İstanbul’un Kuzey Ormanlarını kaybettiğimiz, IPCC raporu yorumlarını başımız iki elimizin arasında okuduğumuz şu günlerde böyle anlamlar olmasa eriyip gitme tehlikesiyle daha kolay karşı karşıya kalırdık. Hayvan Öyküleri, o öykülerde de Bir Köpeğin Araştırmaları tam da bunun hikayesi:

“Bana şunların söylenmesi mümkündü: ‘Köpek soydaşlarından şikayet edip duruyorsun, çok önemli sorular karşısında sessiz kalmalarından yakınıyorsun, itiraf ettiklerinden ve gündelik yaşamda kullandıklarından daha çok bilgi sahibi olduklarını iddia ediyorsun, nedenlerini elbette açığa vurdukları bu suskunluk sana yaşamı zehir ediyor, yaşamı katlanılmaz hale getiriyor, bu yaşamı ya değiştirmek ya da terk etmek zorundaymış gibi hissediyordun, haklı olabilirsin ama sen de bir köpek değil misin, onların köpek bilgisi sende de var olduğuna göre bu bilgiyi açığa çıkarsana, soracağına yanıt ver. Bu yanıtları açığa çıkardığında, kim sana engel olabilir?… o zaman istemediğin kadar çok itiraf ve yanıt elde edeceksin, şikayet ettiğin yaşam daraltısı birden ferahlığa erecek ve biz bütün köpekler, bir arada yüce bir özgürlüğün kapısından geçeceğiz. Bunda başarısız olduk diyelim, şimdiye kadarki durumumuzdan daha kötü olmayacağız ya! Gerçekliğin tam anlaşılması yarı gerçeklikten daha kötü sonuç verdi diyelim, susanların yaşam yolunda daha haklı oldukları ortaya çıktı, içimizde şimdiden beliren umutsuzluk geri dönüşsüz biçimde kesinleşti, çok mu kötüdür bu? Eğer yaşaman gerektiği gibi yaşamak istemiyorsan, kendi istediğin gibi yaşamayı bir kez olsun denemeye değmez mi?”

Yanlış söyledim belki de. Sanırım bitmedi henüz bu hikayeler…

Muhabbetiniz bol olsun…

* Ulus Baker,“Bir Kü-çü-cük Aslan-cık VarmışVirgül Dergisi, Ocak 1998

Hayvan Öyküleri / Franz Kafka
Çeviren: M. Kamil Utku
Altı Kırkbeş Yayınları 2013

Bahar Topçu

El Clasico’ya çocuk ayarı!

0

Barcelona kulübü 26 Ekim tarihinde Real Madrid ile oynayacakları El Clasico maçında 7 yaşın altındaki çocukların stada bedava girmesini engelleyeceklerini duyurdu.

Karar İspanya’da büyük tepki topladı. Eleştirilerin yoğunlaşması üzerine resmi bir açıklama yapmak zorunda kalan başkan Sandro Rosell,”Bana çocuk katili diyeceklerine çocukları stada bırakmayan başkan desinler daha iyi” açıklamasını yaptı. Başkan Rosell, bu kararı alırken zorlandıklarını da sözlerine ekleyerek, güvenlik yetkilileri ile yapılan toplantılar sonucunda böyle bir uygulamayı yürürlüğe koyduklarını söyledi.

Çocuk Taraftarlara Yer Yok!

Kulüp yetkilileri ise Barcelona – Real Madrid maçında 100 bin biletin tamamının satıldığını ve bu karşılaşma için yaklaşık 40 bin çocuğun da aileleri ile birlikte stada giriş yapabileceklerini tespit ettiklerini belirttiler. Çocuklarla birlikte Nou Camp stadında 140 bin kişinin olabileceğini hatırlatan yetkililer olası bir kazada bundan en fazla zarar görecek kesimin ise miniklerin olabileceği uyarısı yaptılar. Karşılaşmanın yerel saat ile 18.00’da oynanması üzerine de açıklama yapan Barselona kulübü bu saatin çocukların bu karşılaşmaya büyük ilgi göstermesindeki en önemli faktör olduğunu söylediler.

İspanyol medyası, Barcelona kulübünün asıl amacının 7 yaş altı bedava olan girişleri paralı yaparak önemli bir gelir etmek olduğuna dikkat çektiler. Barselona’da ailelerin çocukları ile maçları seyretmenin bir gelenek olduğuna işaret eden gazeteler, başkan Rosell’in bu geleneği para için yok etmekle asıl kendi sonunu hazırladığını yazdılar.

 

Yeşil Gazete