Ana Sayfa Blog Sayfa 3269

Akıldışının popülizmine karşı – Zülfü Dicleli

Zülfü Dicleli’nin yazısı kuyerel.org sitesinden alındı

Politik tartışmada hakikat ve sağduyu etkisini yitirdi. Duygu ve inançlar ve kimlik, belli bir politik grupla özdeşleşmek olguları değerlendirmekten daha önemli. Hakikat ve yalan arasındaki ayrım önemini yitirdi, yalan söyledikleri kanıtlanan politikacılar bundan dolayı bir kayba uğramıyorlar. “Hakikat tahrif ediliyor ya da sorgulanıyor değil, önem taşımıyor!”  Yalanlar yalan oldukları kanıtlandıktan sonra da etkili olmaya devam ediyor. Dezenformasyon mevcut önyargılarımızı daha da kemikleştiriyor. Buna “hakikat-sonrası toplum!” diyorlar.

Geleneksel medyanın ve geleneksel gazeteciliğin dağılması ve dijital dönüşüm ile sosyal medyanın ortaya çıkması haberlerin doğruluğunu test edebileceğimiz medya otoritelerini ortadan kaldırdığı gibi, insanların daha çok kendileri gibi düşünenlerle bağlantıya geçmesini getirdi, sosyal medya giderek bir “yankı odasına” dönüştü.

“İnternetin büyük vaadi daha çok enformasyonun otomatik olarak daha iyi kararlar almamızı sağlayacağıydı” diyor Brian Eno. “Yaşadığımız büyük hayal kırıklığı ise daha çok enformasyonun gerçekte zaten inandığımız şeyleri doğrulamamız için bize daha çok fırsat vermesi oldu.”

Olgulardan çok yorumlar belirleyici oluyor ve yorumun etkisi politik güce çok bağlı. Doğru enformasyonun yanlış enformasyon karşısında üstün geleceğinin artık hiçbir garantisi yok. Sosyal medya politikayı da bütünüyle dönüştürüyor.

Bütün bunlar “her şey görelidir”, “herkesin hakikati değişiktir”, “alternatif gerçeklikler” yaklaşımlarıyla birleştiğinde yalanlar da artık bir “görüş”, bir “bakış açısı” kabul edilebiliyor.

Sanatlar ve medyada zaten son dönemde her şeyin yüzeysel ve vasat hale geldiğine tanık oluyorduk. Hiçbir şeyle derinlemesine ilgilenmeme gibi bir eğilim ağırlık kazanıyordu. Bugün her alanda vasatlığın insanlığın “yeni normali” haline geldiğini görüyoruz.

Öfke dolu bir dünya

Bu koşullarda politik tartışma daha çok kutuplaşmaya yol açıyor, insanlarda yurttaşlık bilinci zayıflıyor, önemli olan artık sadece kendileri ve yakınları oluyor. Ortak amaçlardan vb. bahsedemez oluyoruz. Düşünmekten, dünyayı anlamaya çalışmaktan vazgeçiyor, ait olma, bağlanma duygusunun verdiği hazla bize söylenenleri tekrarlıyoruz.
Öfke dolu bir dünya beliriyor. Neoliberal kapitalizmin ve küreselleşmenin yıkıcı sonuçları, ekonomik ve sosyal belirsizlik, insanlarda kendilerini “daha güvende” hissettikleri bir geçmiş duygusu yaratıyor. Yakıcı bir “korunma” ihtiyacı duyuyorlar. 21. yüzyıl insanlarda yenilik arayışlarına yol açmak bir yana, nostaljilerin güçlenmesini getiriyor. Nostaljik milliyetçiler, nostaljik dinciler öne çıkıyor.

Mevcut kapitalizm sadece refah değil artık anlam da üretemez hale gelmiş durumda. Prekarya konumuna itilen insanlara teselli için sunulan artık ya uyuşturucuların ve bilgisayarlar oyunlarının hayal âlemleri ya da akıldışı politikacıların yalan dünya vaatleri.

Eğer sizi bekleyen, umutla bakabileceğiniz bir ekonomik ve sosyal gelecek yoksa, kendinizin gereksizleştiğini düşünmeye başladıysanız olguların ve hakikatin ne önemi olabilir? Bu duruma düşmenize seyirci olmaktan öte bir şey yapamayan hükümetlere, siyasi partilere, akademiye, medyaya ve iş dünyasına artık nasıl güvenebilirsiniz?

Yalanların bir arada tuttuğu toplum

Bugün yeni popülizmin politikacıları küreselleşme ve neoliberalizmden zarar görenleri, sosyal statülerini yitirmiş ya da geçmişte ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmüş olan kesimleri bir arada tutmaya çalışıyorlar. Güvenlik, kimlik, kesinlik arayışındaki insanları kendilerine çekecek şekilde modernizmin yarattığı değer çoğulculaşmasına, toplumsal parçalanmalara, yaşam tarzı çeşitlenmesine son vermeyi vaat ediyorlar. Bunları ahlaki düzene bir tehdit olarak göstererek bu hedeflere ters düşen herkesin her yolla dışlanmasına yöneliyorlar.

Akıldışı popülizm etkinliği artırdığı tüm ülkelerde; hayali bir geçmişin ihyası, modernizmin yarattığı elitlerin ve orta sınıfların kurumlarının ve yaşam tarzlarının tasfiye edilmesiyle insanlarda yitirdiklerini geri kazanacakları ve erkek egemenliğinin (ailede, işyerinde, cinsel tercihlerde) yeniden ihya olacağı yanılsamasını yaratmayı amaçlıyor. Böylece toplumun dini, pederşahi ve milliyetçi bir toplum olarak homojenleştirilmesiyle, insanlara her şeyin kontrol altında olduğu izlenimi verilmek isteniyor.

Peki, ama yalanların bir arada tuttuğu bir toplum hiç var olabilir mi?

Ya biz?

Ancak “hakikat-sonrası toplum“ olgusundan en başta yeni sağ popülist güçlerin yararlanmaya çalışması, merkez sağ, liberal, sosyal-demokrat ve sol kesimlerin, bizim topluluklarımızın bu olgunun etkisinden ari olduğu anlamına gelmiyor. Toplum çapında bir etki bu.

Tersi olsa, sayılan bütün politik güçlerinin hepsi de son yıllarda yeni otoriter popülizmin yükselişi karşısında bu kadar etkisiz kalır mıydı?

Sadece akıl-dışı popülizmin yalanlarına kanan “bilinçsiz, cahil kitleler“ değil, bizler de epeyce bir zamandır düşünmek yerine inanmayı, fikirler yerine duyguların peşinden gitmeyi tercih ediyoruz. Yaptıklarımızdan çok kimliğimizle övünüyoruz. Kapitalizmin kötülüklerine karşı olmanın bizim iyi olduğumuz anlamına geldiği sanıyoruz.

Evet, tam da öyle yapıyoruz! Öyle olmasa fikirlerimizi, öneri ve iddialarımızı, projelerimizi yanlış çıkaran yeni olgulara yıllardır gözümüzü kapar mıydık? Görüşlerimizi tekrar tekrar gözden geçirmeye, küresel ve yerel gelişmelerin getirdiği yeni gerçekliklerle uyumlu kılmaya çaba göstermekten geri durur muyduk?

Giderek popülizmin etkisi altına giren kesimlerin büyük ölçüde meşru sorunları, sıkıntı ve dertleri olduğunu görmez miydik? Onları anlamak için çaba göstermez miydik? Sosyal saygınlık ihtiyaçlarının yaşamsal önemini fark etmez miydik? Kendimizi hep haklı ve doğru ötekileri hep haksız ve yanlış görmekten uzak durmaz mıydık?

Kendi doğrularımıza âşık olmasaydık onlar karşısında üstünlük taslamak yerine onların da bizi anlamasını istemez miydik? Propagandadan, kendi doğrularımızı tebliğ etmekten vaz geçip eşit haklı diyaloglara yönelmez, karşılıklı etkileşimin yollarını açmaya, birlikte yeni hakikatler aramaya başlamaz mıydık? O zaman insanlar işitildiklerini görmez miydi?

Zülfü Dicleli – kuyerel.org

 

Mithat Sancar’dan AKP’li akademisyen milletvekillerine: Neden susuyorsunuz?

HDP Mardin milletvekili Prof. Dr. Mithat Sancar TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada dün gece yayınlanan yeni Kanun Hükmünde Kararname ile üniversiteden ihraç edilen 330 akademisyeni gündeme getirdi.

28 Şubat’ta mağdur olduğunu söyleyen AKP’li akademisyen milletvekillerinin isimlerini sayan Sancar, son KHK ile haksız yere ihraç edilen akademisyenler için söyleyecek sözleri olup olmadığını sordu.

Mithat Sancar konuşmasında “sadece kendi hakkına sahip çıkmak ikiyüzlülüktür” dedi.

Mithat Sancar’ın konuşmasının ilgili bölümü şöyle:

(Yeşil Gazete)

Ne gelir elimizden insan olmaktan başka

Ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
Kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan olmalarımla

Yine arkadaşlarımızı, onca değerli akademisyeni, bilim insanını bir gece yarısı işlerinden, üniversitelerinden kopardılar. Üniversiteler insandan ve doğadan yana, barış isteyen, bilimsel düşünceye sahip çıkan insanlardan arındırılıyor. Oysa üniversite bunlardan başka nedir ki?

Ben akademisyen değilim, ama hayatımın her aşamasında bilimle politikanın ve aktivizmin kesiştiği yerde oldum. Akademinin de hep yarı yarıya da olsa içinde yer aldım. Üniversiteden ve arkadaşlarımdan öğrendiğim şey, bilimin ve akademinin muhalif olduğudur. Şüphe bilimin ön adıdır. Eleştirel düşünce olmadan bilim yapılamaz. Eleştirmeden, itaat ederek üniversite kadrolarına doldurulanlar yüzünden Türkiye’deki üniversitelerde öğretim kalitesinin, bilimsel araştırmanın, yaratıcılığın geldiği yer ortada. Şimdi ideolojik bir tasfiye kampanyasıyla kalan son gerçek bilim insanları da üniversitelerden atılıyor. 12 Eylül’ün 1402’liklerini misliyle aşan bir cadı avı bu.

Bu duruma karşı ne dememiz, ne yapmamız gerektiğini bulmaya çalışıyoruz. Ama kimsenin büyük ve daha önce akla gelmeyen bir fikirle çıkıp her şeyi bir hamlede düzeltmesini beklememeliyiz. Asıl bu tür sihirli değnek beklentileri bizi pasifize ediyor. Yapmamız gereken şey yapılanları kabul etmemekten, hayır demekten, doğru bildiğimiz yolda devam etmekten ibaret. Tabii bu duruşu göstermek ve her zamankinden daha yüksek sesle duyurmak gerekiyor. Bunun az şey olduğunu, bir kıymetiharbiyesi olmadığını sanmayın sakın.

Barış istediği için, özgür düşünmeyi öğrettiği için, muhalif olduğu, solcu olduğu için üniversitelerden atılan arkadaşlarımız bugüne dek onurlu duruşun ne olduğunu gösterdiler. Hayatları ciddi biçimde etkilendi, işsiz kaldılar, idealleri ellerinden alındı, bazıları ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı. Üstelik haklarında bir suçlama, bir yargılama olmadığı için kendilerini savunamadılar bile. Ama hiçbiri duruşunu bozmadı. Öğrencileriyle buluşmaya, yazmaya, konuşmaya devam ettiler. Bu tavırları, haksız yere hayatları alt üst edilen arkadaşlarımıza nasıl destek olabiliriz diye düşünen bizlere yol göstermeli.

Yapacağımız şey ne yapıyorsak daha iyi yapmak, ne üzerine çalışıyorsak daha çok çalışmak, ne üretiyorsak daha çok üretmek. Araştırma yapmak, rapor hazırlamak, yazı yazmak, medyada, sivil toplumda daha fazla yer almak. Medyamız karartıldıysa yenisini kurmak, kalanlara destek olmak. Yeni dernekler kurmak, eskilerini canlandırmak. Projeler üretmek, yeni fonlar sağlamak. Planladığımızdan daha fazla konferans, atölye çalışması, panel düzenlemek. Ve bütün bu çalışmaları mağdur edilen arkadaşlarımızla birlikte yapmak.

Susup oturmamak ve arkadaşlarımızla dayanışmak budur.

Gece yarısı kararnamelerinin üzerimizde yarattığı etkiyi çalışarak, birlikte üreterek dağıtabiliriz. Zaten amaç atılandan daha fazlasını sindirmek. Bunun sandıkları kadar kolay olmadığını gösterebiliriz.

Edip Cansever’in unutulmaz şiirini dün geceden beri yeni bir şekilde anladım. İnsan olmanın ve direnmenin kaçınılmazlığı üzerine bir şiire dönüştü benim için bu dizeler. İnsan olmak her şey aslında. Korkusuyla, umuduyla. Ve en ağır şartlarda, bir savaşta bile mesela, insan olmaktan başka elimizden bir şey gelmez.

Ve bu da az şey değildir.

… biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
Ne güzel ağzımızla.. Yok canım, ben var ya, istiyorum sırada
Olmayı istiyorum – Sahi mi – ama isterseniz siz olun
Siz olun, biz olalım, kim olacak? – Hep böyle oyalansanıza
Yani “Şu sinek onlusu, susalım baylar, koz kupa.”
Gibi oyalansanıza
Biraz oyalansanıza.

Bir oyun başka olamaz oyundan gibi
Bir söz başka olamaz sözden gibi
Bir şey başka olamaz bir şeyden gibi
Tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka

Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

 

* Edip Cansever’in “Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka” şiiri 1961’de yayımlanan Nerede Antigone kitabında yer alıyor.

Ümit Şahin – Yeşil Gazete

Gözaltına alınan Leyla Zana mahkemeye sevk edildi

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ağrı Milletvekili Leyla Zana, Diyarbakır’da gözaltına alındı. Mahkemeye sevk edilen Zana’nın Diyarbakır Adliyesi’nde ifadesi alınıyor.

Leyla Zana gözaltına alınırken yanında olan damadı Fidel Balta yaptığı açıklamada, Zana’nın Diyarbakır’ın Silvan ilçesindeki bir köyden gelirken rutin bir araç çevirme sırasında gözaltına alındığını söyledi.

Fidel Balta, “Seçim döneminde yaptığı konuşmalar nedeniyle hakkında yakalama kararı olduğu söylendi” dedi.

Balta, Zana’nın adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasının beklendiğini belirtti.

12 HDP milletvekili tutuklu
Halen eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da aralarında olduğu 12 HDP milletvekili tutuklu bulunuyor.

Leyla Zana, 1994 yılında “yasadışı örgüt üyeliği” suçundan yargılandığı davada 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak daha sonra 2004 yılında serbest bırakıldı ve 2011 genel seçimlerinde Diyarbakır’dan bağımsız milletvekili olarak yeniden meclise girdi.

Zana, siyasi yasağının sona ermesinin ardından 2015 yılında HDP’ye katıldı.

 

(BBC Türkçe)

Karaburun’da RES’lerin kapasite artışına izin çıkmadı

İzmir 6. İdare Mahkemesi, Lodos A.Ş.’ne ait Karaburun RES’in 47 ilave türbinlik kapasite artışı projesinin ‘ÇED Olumlu Kararı’nı iptal etti.

Evrensel’den Özer Akdemir’in haberine göre Lodos A.Ş.’ne ait Karaburun RES’in 47 ilave türbinlik kapasite artışı projesine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilen ‘ÇED Olumlu Kararı’ İzmir 6. İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi.

ÇED kararına karşı 78 Karaburunlu yurttaşın açtığı davada mahkeme ÇED iptal kararını “projeye ait üretim lisansının tadil edildiği ve kapasite artışına konu 47 türbinin tamamının projede belirtilen koordinatlarının dışında konumlandırıldığı, bu suretle de ÇED Olumlu Kararı verilen RES sahası etki alanının değiştiği” gerekçesine dayandırdı. Oybirliği ile alınan kararda mahkeme gerçekleştirilmesi planlanan kapasite artışına ilişkin projenin son halinin esas alınarak yeniden proje tanıtım dosyası hazırlanarak ÇED sürecinin başlatılması gerektiği sonucuna vardı.

Son mahkeme kararıyla ilgili Karaburun Kent Konseyi bir açıklama yaparak EPDK’nın RES’lerin yerlerinin değiştirilmiş olmasına rağmen şirkete onay verdiği hatırlatıldı. Kent Konseyi; “Şunun iyi bilinmesini isteriz ki, bu hukuk mücadelesi, yüzölçümünün %71’i RES proje sahası olarak, zeytinlikleri, meraları da dahil olmak üzere, 6 firmaya tahsis edilen, evlerin 150 metre yakınına kadar türbin kurulumuna izin verilebilen, Türkiye’nin Önemli Doğa Alanlarından biri olan, Özel Çevre Koruma Alanı İlanı için Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünce Teklif Raporu hazırlanan bu çok özel ve hassas Yarımada’nın yaşam hakkı ve yaşam alanlarını koruma mücadelesidir” denildi.

 

(Evrensel)

İşe bisikletle gidip gelen personele özel odada kıyafet değiştirme ve duş imkanı

Bursa’da 142 kilometrelik bisiklet yolu da yapan Nilüfer Belediyesi,belediye çalışanlarının da bisiklet kullanmasını teşvik etmek için belediyedeki mesailerine bisikletle gelip giden 20 personel için özel odada kıyafetlerini değiştirip duş yaptıktan sonra mesaiye başlama imkanı tanıdı.

Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, belediyedeki işlerine bisikletle gidip gelen personel için Halk Evi’nde özel oda tahsis etti. İşe bisiklet ile gelip giden Nilüfer Belediyesi çalışanları kendilerine tahsis edilen özel odada bisikletlerini park edip, giysilerini değiştirebiliyorlar. Duş da yapılabilen özel odada bulunan çay ve kahve makinesi ile mikrodalga fırın da çalışanların ihtiyaçlarına cevap veriyor. Sadece bisikletçilerin kullanabildiği bisiklet odasında isteyenler duş alıp üzerini değiştirip makyaj tazeleyip mesailerine öyle başlıyor.

https://www.youtube.com/watch?v=-iHZjDKHefE

Kaskının üzerine taktığı kamera ile her gün işe bisikletiyle gelip giderken görüntü de kaydeden belediye personeli Zafer Turan, “En büyük problemimiz işe geldikten sonra başlıyordu. Terli bir şekilde işe başlamak zorunda kalıyorduk, sağolsun belediye başkanımız bu işe çözüm bulup bizim için bir oda yaptırdı. Burada rahatlıkla üzerimizi değiştirip duşumuzu alabiliyoruz. Başkanımızın sayesinde hiçbir şekilde doğaya zarar vermeden karbon salınımı yapmadan işime gidip gelebiliyorum” dedi.

Ali Cenk Algun ise işe gidip gelirken günde 12 kilometre bisiklet kullandığını ve böylelikle günlük spor ihtiyacını giderdiğini ve bu sayede işe geldiğinde daha dinç olduğunu belirterek, “Bisiklet dostu bir belediyeyiz. Bunu başkanımız yaptığı bisiklet yollarıyla ve personele sağladığı bu ayrıcalıkla gösterdi. Zamanlama olarak tamamen bana bağlı. Çok acelem olduğu zaman 15 dakikada, vaktim olduğu zaman ise 25 dakikada gelebiliyorum. Tamamen benim elimde. Trafik sıkışıklığı, otobüsün geç kalması gibi sorunlarla hiçbir zaman karşılaşmıyorum” dedi.

Deniz Boran ise,”Hergün işe bisiklet ile gelmeye çalışıyorum. Hem ekolojik dengeye elimden geldiğince destek vermeye çalışıyorum. Hem de spor yapıyorum. Trafikte hiçbir zaman yola takılmıyoruz. İşe yetiştim, yetişemedim gibi endişelerim hiçbir zaman olmuyor. Günde 10 kilometre bisiklet kullanmış oluyorum. Bu sayede günlük sporumu da yapmış oluyorum” diye konuştu.

 

(Bursada BugünDHA, Milliyet, Linetv Bursa)

Trump’ın seyahat yasağı ABD Temyiz Mahkemesi’nde

ABD’de, Temyiz Mahkemesi Başkan Donald Trump’ın yedi ülke vatandaşlarına koyduğu seyahat yasağının, Müslümanlara karşı ayrımcı olup olmadığını ele aldı.

Yasak karşıtları, San Fransisco’daki mahkeme binasının önünde gösteri yaptı.

Trump’ın başkanlık kararı, askıya alınana dek tüm mültecilerin ve çoğunluğu Müslüman yedi ülkeden gelen ziyaretçilerin ülkeye girmesini engelledi.

San Fransisco’daki 9. Temyiz Mahkemesi’nde görülen davada Yargıç Richard Clifton, dünyadaki Müslümanlar’ın sadece yüzde 15’inin etkilendiği kararın, Müslümanlara karşı ayrımcılık olup olamayacağını sorguladı.

Clifton, bu hafta konuyla ilgili karar verecek olan üç yargıçtan biri.

Temyiz Mahkemesi ne karar verirse versin, konunun büyük ihtimalle Yüksek Mahkeme’ye taşınacağı belirtiliyor.

İlk olarak savunma yapan ABD Adalet Bakanlığı, yargıçlara yasağın geri konulması çağrısı yaptı.

Avukat August Flentje, Kongre’nin Başkana ülkeye kimin girebileceği üzerinde denetim verdiğini söyledi.

Flentje, yasağa tabi yedi ülke, İran, Irak, Libya, Somali, Sudan, Suriye ve Yemen’in ABD’ye risk oluşturduğuna dair kanıt sunması istendiinde de, ABD’deki bazı Somali vatandaşlarının El Şebab grubuyla bağlantılı olduklarını savundu.

Daha sonra Washington eyaletini temsil eden avukat Noah Purcell, başkanlık kararını durdurmanın ABD hükümetine zarar vermediğine dikkat çekti.

Müslümanlara ayrımcılık tartışması

Purcell, yasağın eyaletin binlerce sakinini etkilediğini, Washington’a girmeye çalışan öğrencilerin geciktiğini ve diğerlerinin ülke dışındaki ailelerini ziyaret edemediğini vurguladı.

Duruşmanın sonunda, yasağın tam anlamıyla ülkenin kapısının Müslümanlara ülkenin kapısını kapatıp kapatmadığı tartışması yapıldı.

ABD Adalet Bakanlığı’nın daha önce sunduğu 15 sayfalık yazılı savunmada yasağın “din konusunda nötr olduğu” savunulmuştu.

Ancak Avukat Purcell, Trump’ın seçim kampanyasındaki sözlerine dikkat çekti.

Yargıç Clifton ise seyahat yasağının Obama yönetimi ve Kongre’nin vize kısıtlamaları koyduğu yedi ülkeyi kapsadığını belirtti.

 

(BBC Türkçe)

Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu da KHK ile ihraç edildi

Son yayımlanan KHK ile 330 akademisyen görevlerinden ihraç edildi.İhraç edilenlerin arasından Marmara Üniversitesi’nde görevli Profesör İbrahim Kaboğlu da var.

Olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında 686 numaralı Kanun Hükmünde Kararname  (KHK) ile Marmara Üniversitesi’nde görevli Profesör İbrahim Kaboğlu da ihraç edildi.

Prof. Kaboğlu, Marmara Üniversitesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürütüyordu.Yeni çıkan KHK ile ihraç edilen 4 bin 464 kişinin, 330’u Yüksek Öğretim Kurumu’nda görev yapıyordu.

 

(Cumhuriyet)

 

Son KHK ile ihraç edilen akademisyenlerin tam listesi

Olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında 686 numaralı Kanun Hükmünde Kararname  (KHK) yayımlandı. KHK ile Yüksek Öğretim Kurumu’nda 330 akademisyen ihraç edildi.

Bir öncek KHK ile Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden (İLEF) 4 akademisyen ihraç edilirken son KHK ile İLEF’ten 11 akademisyen daha ihraç edildi. İhraç edilen akademisyenler arasında Nur Betül Çelik, Mine Gencel Bek, Funda Başaran Özdemir, Funda Şenol Cantek, Ülkü Doğanay da yer alıyor.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden (Mülkiye) Ahmet Haşim Köse, Murat Sevinç, Pınar Ecevitoğlu, Gökçen Alpkaya, İlhan Uzgel, Murat Sevinç ihraç edildi.

Güneydoğu’da yaşanan çatışmalara karşı “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalayan Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu da ihraç edildi.   Listede bildiriyi imzaladığı için bir süre tutuklu kalan Yard. Doç. Meral Camcı da var.

Son KHK ile ihraç edilen akademisyenlere bu link üzerinden erişebileceğiniz Resmi Gazete’de yayınlanan listenin 101 ila 112. sayfalarından ulaşabilirsiniz.

 

(T24, BBC Türkçe)

 

 

Yeni KHK yayımlandı; 4 bin 464 kişi ihraç edildi

Olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında 686 numaralı Kanun Hükmünde Kararname  (KHK) yayımlandı. KHK kapsamında 4 bin 464 kişi memuriyetten atıldı, 16 kişi görevine iade edildi. 2 kişinin de öğrencilik statüsü geri verildi.

330 akademisyen de ihraç edilenler arasında

İhraçların kurumlara göre dağılımı şöyle:

Jandarma Genel Komutanlığı’ndan 893 kişi,

Emniyet Genel Müdürlüğü’nden 417 kişi,

Milli Eğitim Bakanlığı’nda (MEB) 2 bin 585 kişi,

Yargıtay Başkanlığı’nda 10 kişi,

Yüksek Seçim Kurulu’unda 10 kişi,

Sermaye Piyasası Kurulu’unda 1 kişi,

Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nda (TOKİ) 2 kişi,

Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu’nda 88 kişi,

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde 2 kişi,

Avrupa Birliği Bakanlığı’nda 3 kişi,

Dışişleri Bakanlığı’nda 48 kişi,

Ekonomi Bakanlığı’nda 15 kişi,

İçişleri Bakanlığı’nda 49 kişi,

Sahil Güvenlik Komutanlığı’nda 3 kişi,

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda 16 kişi,

Yüksek Öğretim Kurumu’nda 330 kişi.

(T24)