Ana Sayfa Blog Sayfa 3268

Anayasa Değişikliği Referandumu 16 Nisan’da

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişi öngören, ancak içeriğinde ‘Başkan’ yerine ‘Cumhurbaşkanı’ ifadesi kullanılan 18 maddelik anayasa değişikliği teklifini onayladı.

AKP ve MHP‘nin mutabakatıyla 21 Ocak’ta TBMM Genel Kurulu’nda 339 oyla kabul edilerek yasalaşan değişiklik teklifi tam 12 gün Meclis’te bekletildikten sonra 2 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın onayına sunulmak üzere Beştepe’ye gönderilmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 gün aradan sonra bugün teklifi onaylayarak referandum sürecinin startını verdi.

Cumhurbaşkanının onayının ardından, kanun halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazete’de yayımlanacak. 1987 yılında düzenlenen Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanun doğrultusunca referandum, anayasa değişikliği Kanununun Resmi Gazete’de yayımını takip eden 60. günden sonraki ilk pazar günü yapılacak. Buna göre, referandum 16 Nisan 2017‘de gerçekleşecek.

Referandumda beyaz renk üzerinde ‘Evet’, kahverengi üzerinde ‘Hayır’ ibareleri bulunan iki ayrı renkten oluşan birleşik oy pusulası kullanılacak.

Seçmenler, üzerinde ‘tercih’ yazan mührü birleşik oy pusulasında tercih ettiği kısmın üzerine basarak oyunu kullanacak. Kullanılan geçerli oyların yarıdan bir fazlasının, ‘evet’ çıkması halinde anayasa değişikliği kabul edilmiş olacak. Aksi durumda anayasa değişikliği reddedilmiş sayılacak.

 

(T24)

Rus jetleri kazayla Türk askerini vurdu

Suriye’de Rus savaş uçakları IŞİD hedefleri yerine yanlışlıkla Türk askerlerinin olduğu bir binayı vurdu. Saldırıda 3 Türk askeri hayatını kaybetti, 11 asker yaralandı.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin internet sayfasından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesinde, 09 Şubat 2017 tarihinde saat 08:40 sularında, Rusya Federasyonuna ait bir savaş uçağı tarafından DEAŞ hedeflerine icra edilen hava harekatı esnasında, kazaen TSK unsurlarının olduğu bir binaya isabet eden bomba ile üç kahraman silah arkadaşımız şehit olmuş, biri ağır olmak üzere 11 kahraman silah arkadaşımız ise yaralanmıştır. Yaralı personelimiz tedavilerinin yapılması maksadıyla süratle hastaneye ulaştırılmıştır.”

Açıklamada Rusya Federasyonu yetkililerinin olayın bir kaza olduğunu ifade ederek, üzüntülerini ve taziye dileklerini ilettiği belirtildi. Olayla ilgili inceleme ve çalışmaların iki tarafça sürdürüldüğü kaydedildi.

Putin Erdoğan ile görüştü

TSK açıklamasında ayrıca Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir telefon görüşmesi yaptığı belirtildi. Görüşmede Putin’in Erdoğan’a üzüntülerini belirttiği ve başsağlığı dileğinde bulunduğu ifade edildi.

Kremlin Rus savaş uçaklarının yanlışlıkla Türk askerlerini vurduğunu doğruladı. Olayla ilgili ayrıntı verilmezken Putin’in Erdoğan’ı arayarak üzüntü ve taziye dileklerini ifade ettiği belirtildi. Kremlin açıklamasında iki liderin Suriye’de IŞİD’e karşı askeri koordinasyonu artırma konusunda mutabık kaldıkları kaydedildi.

Açıklamada ayrıca Putin ve Erdoğan’ın Suriye konusundaki Astana ve Cenevre görüşmelerini aktif olarak geliştirmek için çaba gösterme konusunda mutabık kaldıkları ve iki ülkenin Mart ayında Rusya’da bir araya gelmesi için hazırlıkları tartıştıkları belirtildi.

Rusya Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Aleksandr Botsan-Harçenko dün yaptığı açıklamada Rusya’nın PKK ve YPG’yi terör örgütü olarak görmediğini söylemişti.

 

(Deutsche Welle Türkçe)

Trump’a bir veto da Temyiz Mahkemesi’nden

ABD Federal Temyiz Mahkemesi, Başkan Donald Trump’ın seyahat yasağının askıya alınmasını yasalara uygun buldu.

San Fransisco’daki 9. Temyiz Mahkemesi, üç yargıcın oy birliğiyle aldığı kararda, Trump’ın 7 Müslüman ülke vatandaşlarına giriş yasağı getiren kararnamesini iptal eden mahkeme kararını oy birliğiyle onayladı.

San Fransisco’daki Temyiz Mahkemesi’nin önünde gösteriler düzenlenmişti.

Temyiz Mahkemesi, ,Trump yönetiminin 7 ülke vatandaşlarına “acil olarak giriş yasağı uygulanmasının” nedenine ilişkin hiçbir delil sunmadığını vurguladı.

Trump, mülteci girişini tamamen yasaklamış ve nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman yedi ülkenin vatandaşlarına karşı, “terör tehditlerinin ulusal güvenliği riske atması” gerekçesiyle seyahat yasağı koymuştu.

Yasak protestolarla karşılanmış ve ülkeye girişte kaosa neden olmuştu.

Mahkeme, hükümetin Temyiz Mahkemesi’nin başkanlık emirlerini gözden geçirme yetkisi olmadığı tezini reddetti.

“Anayasal demokrasimizin temel yapısına aykırı olan kararın gözden geçirilemeyeceği tezinin bir emsali yok” denildi.

Yargıçlar ayrıca, karara karşı çıkan Washington ve Minnesota eyaletlerinin, dini ayrımcılık konusunda ciddi iddilar dile getirdiğini belitti.

Kararın ardından Başkan Trump paylaştığı Twitter mesajında “Mahkemede görüşürüz, ulusumuzun güvenliği tehlikede” dedi.

Trump Twitter mesajında “Mahkemede görüşürüz, söz konusu olan ülkenin güvenliği!” dedi.

Adalet Bakanlığı da kararın gözden geçirildiğini ve seçeneklerin değerlendirildiğini açıkladı.

Konunun şimdi, ABD Yüksek Mahkemesi’nin önüne gelmesi bekleniyor.

9 yargıçlı Yüksek Mahkeme halihazırda 4’ü liberal, 4’ü muhafazakar 8 üyeden oluşuyor.

Trump’ın Yargıç Antonin Scalia’nın yerine atadığı Yargıç Neil Gorsuch senato onayını bekliyor.

Gorsuch da ataması Trump tarafından önerildikten sonra yeni başkanın bazı kararlarını eleştirmişti.

 

(BBC Türkçe)

Brezilya’da emeklilik tasarısını protesto eden polisler meclisi bastı

Brezilya’nın başkenti Brasilia’da emeklilik yaşı ve yardımları ile ilgili yasa tasarısını protesto eden polis memurları, Temsilciler Meclisi’ni işgal etti.

Temsilciler Meclisi binasının önünde Brezilya Polis Memurları Birliği (UPB) tarafından organize edilen gösteride, 3 bin polis memuru 1988 Anayasası’ndan bu yana sosyal güvenlik sistemindeki en büyük değişiklik olacak yasa tasarısını protesto etti.

Eyleme katılan polis memurları, Meclis Genel Kurulu’na açılan yeşil odaya ulaşmak istedi. Yeşil odaya giden tüneldeki bariyerleri kıran polis memurlarına, meclis güvenliği tünelde biber gazı ile müdahalede bulundu.

“Meclis güvenliğine silah çekildi”

Genel kurula girmesine izin verilmeyen polis memurlarından birinin meclis güvenliğine silah çektiğini aktaran Temsilciler Meclisi Başkanı Rodrigo Maia, “Orada bu meclisin resmi görevlisine karşı bir silah vardı” dedi.

Meclis güvenliğinin biber gazı kullanması üzerine bazı protestocu polis memurları kapılara şişeler attı. Meclis girişlerini bariyerler ile kapatan meclis güvenliği, yeşil odayı ve genel kurul salonunu boşalttı.

Yeni tasarı emeklilik yaşı ve emeklilik yardımı hesaplamalarında değişiklik yapılmasını ve kamu güvenlik uzmanlarının iş riskini tanıyan maddenin anayasadan çıkarılmasını öngörüyor. Yeni tasarı şu anda ayrıcalıklı emeklilikleri bulunan kamu polisleri, öğretmenler ve tarım işçilerini de kapsıyor. Sadece farklı bir kanuni düzenlemeye tabi olan silahlı kuvvetler mensupları, askeri polisler ve askeri itfaiyeciler yeni tasarının dışında tutuluyor.

 

(Sputnik News)

260 bin Somalili mültecinin kaldığı kamp mahkeme kararıyla açık kalacak

Kenya’da Yüksek Mahkeme, hükümetin 260 bin Somalili mültecinin kaldığı Dadaab kampının kapatılmasına yönelik kararını iptal etti. Kenya hükümeti, Eş Şebab örgütünün saldırılarını bu kampta planladığını iddia etmişti.

Yüksek Mahkeme ise hükümetin “ölçüsüz ve zalim” kararının anayasaya ve mültecileri koruyan uluslararası anlaşmalara aykırı olduğuna hükmetti.

1991 yılında kurulan Dadaab mülteci kampı neredeyse başlı başına bir şehri andırıyor.

Yargıç John Mativo, “Hükümetin özellikle Somalili mültecileri hedef alması yasa dışı ve ayrımcı” dedi.

Somali’den kaçanların kaldığı Dadaab mülteci kampı, 1991’de kurulmuştu.

Kenya hükümeti geçen yıl güvenlik nedeniyle kampın kapatılacağını açıklamıştı.

Karar, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin talebi üzerine altı ay uygulanmamıştı.

BBC Kenya muhabiri Nancy Kacungira, hükümetin kararı temyize götürebileceğini aktardı.

Ancak Kacungira, hükümetin mahkeme kararı sonrası kampın işleyişinin normale dönmesine yönelik bazı düzenlemeler yapması gerektiğini söylüyor.

Londra merkezli insan hakları kuruluşu Amnesty International (Uluslararası Af Örgütü) ise mahkemenin kararını sevinçle karşıladı.

Örgütün Kenya’daki yetkilisi Muthoni Wanyeki, “Bugün çeyrek milyon mülteci için tarihi bir gün. Bu insanlar Somali’ye geri dönmeye zorlandıkları takdirde insan hakları ciddi ölçüde risk altında olacaktı” dedi.

 

(BBC Türkçe)

SBF’de lisansüstü öğrenciler Rektör İbiş’i istifaya davet etti

Önceki gece yayınlanan KHK’yla çok sayıda öğretim üyesinin üniversiteden atıldığı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (Mülkiye) akademisyenlerin ihracına lisansüstü öğrencileri de tepki gösterdi.

Öğrencileri yaptıkları açıklamada tezlerin yazılamaz, derslerin yapılamaz hale geldiğini ve mağdur olduklarını belirterek Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’i istifaya davet ettiler.

Açıklama şöyle:

 

Prof. Dr. Erkan İbiş’i İstifaya Davet Ediyoruz

Biz, Ankara Üniversitesi SBF lisansüstü öğrencileri; bu fakülteyi, köklü geleneğine olan inancımız doğrultusunda bu geleneğin taşıyıcısı olan hocalarımızdan dersler almak ve onlarla çeşitli akademik çalışmalar yapmak maksadıyla tercih ettik. Fakat OHAL dönemi fırsat bilinerek çıkarılan KHK’lar, bu geleneğin sürdürülmesini ve eğitim sürecimizi hocalarımızın çoğunu ihraç ederek imkansız kılmıştır. Bu adaletsiz ihraçlar sadece hocalarımızı değil, lisans ve biz lisansüstü öğrencilerini de mağdur etmektedir. Bu mevcut durumda tezler yazılamaz, dersler yapılamaz hale gelmiştir.

YÖK’ten yapılan açıklamaya göre ihraç edilen akademisyenler bizzat üniversite yönetimleri tarafından belirlenmektedir. Bu yüzden sınavda hak kazanarak elde ettiğimiz lisansüstü öğrenciliğimiz boyunca bize taahhüt edilen akademik koşulların imkansız hale getirilmesinin sorumlusu olarak gördüğümüz başta Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş olmak üzere bu kararların alınmasında dahli bulunan herkesi istifaya davet ediyoruz.

Üniversiteler binalardan ibaret değildir. Haksız yere ihraç edilen hocalarımız görevlerine iade edilmelidir. Bu taleplerimizi hep beraber dile getirmek ve tartışmak için Cebeci’deki tüm lisansüstü öğrencilerini 10 Şubat Cuma günü saat 12’de arka bahçeye çağırıyoruz.

AÜ SBF Lisansüstü Öğrencileri

 

(Yeşil Gazete)

Weimar şehrinin iyi insanları, çok geç olmadan…

Stefan Zweig Alman dilinin önde gelen yazarlarından biri. Avusturyalı. Savaş karşıtı, pasifist. Avrupa’da faşizm yükselirken onun hayali farklı şehirlerde kampüsleri olan ulus ötesi bir üniversite kurmak, öğrencileri rotasyonla başka kültürlere, dinlere, düşüncelere maruz bırakmaktı. Ancak Avusturya faşizme savrulunca 1934’te ülkesinden kaçmak zorunda kaldı. Gittiği yerlerde (Amerika-Brezilya) mutlu olamadı; aklı-fikri yanan, yıkılan, paramparça olan Avrupa’daydı. Anılarını yazdıktan sonra 1942’de Brezilya’da eşi Lotte ile beraber intihar etti. İntihar mektubunda vatansızlıktan, savrulmaktan yorulduğunu yazıyordu:

“Bütün arkadaşlarıma selam olsun. Bu uzun gecenin ardından umarım güneşin doğduğunu görürler. Benim sabrım yetmedi, önden gidiyorum.”

Zweig faşizmin adım adım kelimeleri, anlamları nasıl değiştirdiğine tanıklık etti. O dönemki adı propaganda, bugün halkla ilişkiler, siyasî iletişim ya da halka verilen mesaj… Hitler’in yalanları karşısında eli kalem tutan hiç kimsenin, hiçbir beyanın ehemmiyetinin kalmadığını yazdı: “Hiçbir kitap, broşür, makale, şiir insanları Hitler’e direnmeye sevk edemiyor artık…” Delice silahlanan bir ülkede “barış” kelimesi bile Hitler’in tekeline geçmişti. Toplama kampları kurulduğu ve insanların yargılanmadan cezalandırıldığı haberleri dolaşırken dahi toplumun geniş kesimleri olanlara inanmak istemedi. Bunun geçici bir dönem olduğu düşünüldü. Başta Yahudiler olmak üzere belli grupların evlerine, işyerlerine el konuyor; damgalı bir hayat sürmeye zorlanıyorlardı. Zweig, en akıl almaz olayların adım adım gerçekleştiğine tanıklık etti. Şöyle yazdı anılarında: “Her defasında tek bir hap yutturuyorlar, sonra biraz bekleyip etkisine bakıyorlar, vicdanın bunu hazmedip hazmetmeyeceğini ölçüyorlar. (…) Verilen dozlar sürekli artıyor, Avrupa yok olana kadar.”

Hitler’in başa geçmesinden bir ay sonra, 1933 Şubatında Alman Parlamentosunun toplandığı Reichstag binası kundaklandı. Hitler komünistleri suçladı, hattâ bir komünist suçunu itiraf etti; ama bu olay Alman tarihinde şaibeli olarak kalmaya devam etti. Bugün bazı tarihçiler yangını çıkaranın aslında Naziler olduğunu iddia ediyor. Gerçeği bilmiyoruz; ama her durumda yangın Hitler için Allah’ın bir lütfu gibi oldu. Bir ay sonra, Cumhurbaşkanı Hindenburg’un onayıyla tüm yönetimi tekelinde topladı, o dönemin kabul gören tabiriyle diktatör oldu. Stefan Zweig bu olaya, “tek bir hamlede Alman adalet sistemi yerle bir oldu” diyerek kayıt düştü. Muhalif gördüğü herkesi terörize eden bir makine işlemeye başladı.

Kaybeden milyonlarca insan oldu.

Aşağıdaki görüntüler savaşın sonundan. Nisan 1945. Amerikan askerleri, Buchenwald Toplama Kampı’ndaki dehşet manzarayı civarda yaşayan sivil vatandaşlara göstermek için kapıları açıyor. Görüntüdekiler Weimar şehrinin iyi insanları…

Bu yazı ozanoyunbozan.blogspot.com.tr/ den alınmıştır

 

Sezai Ozan Zeybek

Varlık Fonu ile “mega” çevre suçları artacak – Pelin Cengiz

Pelin Cengiz’in yazısı artigercek.com sitesinden alındı

Artı Gerçek’e Merhaba. Artı Gerçek ile birlikte benim için yeni bir sayfa başlıyor. Gazetecilerin soluk alabildiği, mesleğini icra edebildiği mecraların giderek daraldığı bu günlerde Artı Gerçek gibi internet gazeteleri, gerçekleri hatta artı gerçekleri anlatabilmemiz için çok değerli… Bugünden itibaren haftada iki gün ağırlıklı olarak, ekonomi, ekoloji, iklim değişikliği, tarım, enerji konularında yazacağım. İlk yazıda da bu konuların bir bölümünü içeren bir gündemle başlıyoruz.

Pazar ve pazartesi günleri pek çok kamu kuruluşunun Varlık Fonu’na devredilmesi büyük bir tartışmanın da fitilini ateşlemiş oldu. Bu fonun ekonomik işleyişe ve mevcut sisteme pek çok olumsuz etkisinin olacağını görmek şimdiden mümkün.

İşin elbette bir de çevre boyutu var. Yatırımların arttırılması yönündeki bu düzenlemelerin zaten sorunlu şekilde işleyen ÇED süreçlerini tamamen devreden çıkararak, doğal, kültürel ve tarihi varlıklara vereceği zarar, yasanın OHAL ilanının hemen ardından Meclis’ten geçtiği günlerde çok tartışıldı, ekoloji örgütleri her fırsatta uyardı ancak etkisi sınırlı kaldı.

Aslında Varlık Fonu’nun, OHAL kararnameleri kapsamında Meclis’ten aceleyle geçirilerek yürürlüğe sokulan, kamuoyunda Madde 80 olarak bilinen 6745 Sayılı Kanun ile doğrudan ilgisi var. OHAL dönemi uygulamaları arasında Madde 80, doğa ve yaşam alanları açısından en büyük tahribatı yaratacak olanıydı. Bu madde, hükümetin stratejik proje bazlı yatırımları hızlandırarak, tabiat varlıkları ve SİT alanlarına yapılacak bu yatırımların tüm denetim mekanizmalarının dışında tutulmasını içeriyor. Nükleer santraller, HES’ler, altyapı yatırımları, termik santraller, mega projeler, bu yasayla tek bir Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası Danıştay’ın defalarca verdiği iptal kararlarına rağmen onaylanabiliyor. Yine aynı yasayla bu yatırımlara; Kurumlar Vergisi ve Gümrük Vergisi muafiyeti, Gelir Vergisi stopajı teşviki tanınıyor. Hazine arazilerinin 49 yıllığına bedelsiz tahsisi sağlanıyor.

Yani, Varlık Fonu, teknik olarak Madde 80 ile uygulamaya geçirilmek istenen tüm bu yatırım projelerinin finansman ayağını oluşturuyor. Varlık Fonu kapsamında kurulan Türkiye Varlık Fonu Yönetimi A.Ş. hükümetin ve yandaş sermayenin radarındaki irili ufaklı tüm talan projelerine fon sağlayacak. Görünüşe bakılırsa, Varlık Fonu kapsamına alınan kamu kurumlarının gelirleri yine talan projelerine aktarılacak.

Varlık Fonu kurulmasının gerekçeleri sayılırken, şu iki madde özellikle dikkat çekici olmuştu:

  • Otoyollar, Kanal İstanbul, Üçüncü Köprü ve Üçüncü Havalimanı, nükleer santral gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu arttırılmadan finansman sağlanması,
  • Arz güvenliğini sağlamak üzere, Türkiye için önem taşıyan doğalgaz ve petrol gibi yurtdışındaki stratejik sektörlere yasal ve bürokratik kısıtlamalara bağlı olmadan doğrudan yatırım yapılabilmesi.

Temelde mega projelere kamu kesiminin borcu arttırılmadan sermaye yaratılması, yaratılan kaynağın da Varlık Fonu çatısı altında toplanarak yine mega projelere aktarılması planlanıyor. Ancak, bunu gerçekleştirmek o kadar kolay olmadığı için kamunun elindeki en değerli kurumlar Fon’a aktarıldı. Dolayısıyla, şirketlerin mega projelerle yarattığı çevre suçlarına finansman sağlanırken, devlet tüm yurttaşlarını şirketlerin borçlarına ortak etmiş oldu.

Varlık Fonu’nun bundan sonraki işleyişinde çevre açısından olası sonuçlar neler olacak, çevre ve yaşam alanları mücadelesi sürdürenler bundan sonra nelerle karşı karşıya kalacak bakalım:

  • Türkiye’de ekonomi son yıllarda inşaat, enerji ve altyapı yatırımları üzerinden yürüdüğü için Varlık Fonu’nun genel kapsamında bu yatırımlar yer alıyor. Ülkeye daha fazla yatırımcı çekmek için ya da özellikle inşaat sektöründe üstlenici olan firmalara HES ve maden ocağı açmaları için kredi verilecek,
  • Büyük ya da küçük ölçekli tüm talan projeleri, “stratejik yatırım” sayılarak, Varlık Fonu’ndan faydalanabilecek,
  • Daha fazla projeyi Varlık Fonu’ndan yararlandırmak için ÇED süreçleri, imar izinleri, ruhsat, tescil ve tahsis kararı gibi birçok idari karar ve hukuki prosedür tamamen ortadan kaldıracak,
  • Doğa alanlarında HES, RES, JES, termik ve nükleer santral, madenler, altyapı yatırımı adı altında pek çok projeyi üstlenen firmalar, bedelsiz olarak Hazine arazilerine sahip olabilecek,
  • Üstlenici ve taşeron firmalar vergiden muaf tutulacak,
  • Genişletilen teşviklerle üstlenici ve taşeron firmaların işçi ücretleri, sigorta primleri gibi birçok masrafları devlet tarafından karşılanacak,
  • Hukuki süreci devam eden Cerattepe’de altın madeni, Karadeniz’de Yeşil Yol, Akkuyu’da nükleer santral gibi tartışmalı pek çok proje için açılan davalar sonuçsuz kalabilecek, bu alanlarda geri dönüşü olmayan ekolojik kırımlar meydana gelecek. Doğaya olumsuz etki edecek projeler karşısında artık dava açılamayacak,
  • Doğa koruma tamamen hukukun dışına çıkarılırken, tüm bu doğa düşmanı uygulamalar, Türkiye’nin altında imzası bulunan uluslararası doğa koruma sözleşmelerine de aykırı bir durum oluşturacak.

Fon’a devredilen Çaykur ile ilgili de bir parantez açmak gerek. OHAL sürecinde Çaykur, 113 kuruluşla birlikte Özelleştirme İdaresi’ne devredilmişti. Listede Et ve Süt Kurumu, Toprak Mahsülleri Ofisi, Tarım İşletmeleri, Türkiye Şeker Fabrikaları gibi 17 adet tarım ve gıdada piyasa düzenini sağlayan kuruluş vardı. Bu kuruluşlar hem ülkenin tarım politikalarının oluşturulup uygulanmasında hem de piyasada oluşabilecek spekülatif hareketlerinin önüne geçilmesinde kritik önemde. Şimdi bunlardan Çaykur’un fona devriyle çay üreticisini destekleyen bir kamu kuruluşu olmaktan çıkması, artık kar amacıyla işletilen özel hukuka bağlı bir kurum haline gelmesi, çaycılığın bitirilmesine kadar gidebilir. Olan hem doğaya hem de geçimini buradan sağlayan Karadenizli bölge insanına olur…

Pelin Cengiz – artigercek.com

Fransa’da nükleer santralde patlama

Fransa’daki Flamamanville nükleer santralinde patlama meydana geldi.

Bölgeye kurtarma ekipleri sevk edildi, patlamada yaralıların olduğu bildiriliyor.

Fransız basını, patlamanın ardından nükleer risk olmadığını belirtti.

Ayrıntılar geliyor …

 

(DHA)

Başkanlık, belediyeler ve Tayyip Erdoğan

Varlık fonu Türkiye’nin en büyük 10 şirketinden biri haline geldi. Neredeyse tüm kamu kaynakları, bir anda, henüz yeni kurulmuş Varlık Fonu Anonim Şirketine devredildi.

Bu yöntem, Tayyip Erdoğan’ın yıllarca önce keşfettiği bir yöntem. Belediye Başkanı olarak edindiği deneyimler ile ilk geldiğinde, 2004 yılında belediyelere sermaye şirketleri kurma yetkisi vermişti. Şu anda İBB’nin 28 şirketi var. Hemen hemen birçok hizmeti bu şirketler üzerinden yürütüyor.

Belediye Şirketlerinde kamunun tabii olduğu kanunlara, denetim mekanizmalarına tabii olmuyorsunuz. Örneğin çalışanlar belediyenin yani kamunun değil özel bir şirketin çalışanları.

Tayyip Erdoğan’nın hayalini kurduğu ise, şirket gibi yönetilen bir ülke. Türkiye Varlık Fonu AŞ’de bu yolda önemli bir mihenk taşı.

Ziraat Bankası, Türk Hava Yolları ve daha nice şirketler ve onların varlıkları artık tek elden yönetilecek. Tek bir patronları olacak.

Türkiye Varlık Fonu AŞ ve onun yönetimi şu anda birçok bankacının, pilotun, temizlikçinin, güvenlikçinin patronu.

Şu anda tartıştığımız başkanlık sistemi de mevcut belediye başkanlığı sistemine benziyor. Hatta, yargı kısmını çıkarırsak, referandum konusu olacak başkanlık sistemi, şu andaki belediye başkanlığına çok benziyor.

Yani, yeni sistemde meclisin esamesi okunmayacak. Belediye Başkanı’nın ismini bilmeyen yurttaş yoktur, peki ya belediye meclisi üyelerinin isimlerini bilen biri var mı? Bırakın onu, belediye meclisinin varlığını bile fark etmeyen, bilmeyen yurttaşlarımız vardır.

Belediye Başkanı’nın kontrolünde olmayan belediye meclisimiz var mı mesela?

Belediye Başkanı’nın partisinin çoğunluk olmadığı bir belediye meclisimiz var mı?

Yeni sistemde belediye sistemimize benzer biçimde tamamen karar alma mekanizmalarındaki bileşenleri tekleştirmek ve hızlandırmak üzerine kurgulanmış durumda.

Ancak, unutmayın ki belediyelerimizin siyasi rolleri kısıtlı, sadece hizmet odaklı bir belediyeciliğimiz var. Belediyelerimiz yargı, yürütme, yasama unsurlarının sadece yürütmesinden sorumlu.

Belediyelerimiz kent yönetiminde tek karar mercii değil, valilik ve kaymakamlık var, ayrıca yargı temsilcileri var. Hatta, benim gibi doğuda yetişenler için, il jandarma komutanlığı bile var.

Son olarak, AKP belediyesinden ihale alabilen CHPli gördünüz mü siz hiç?

Ya da CHPlilerin işini kolaylaştırmayan CHPli belediye?

Çok enderdir. Bu yüzden kuvvetler ayrılığı ilkesine, ecnebilerin check and balance dediği süreçlere ihtiyaç var.

Kamuya hizmet ederken hız önemlidir, yolunuz bozuksa yolunuzun talep etmenize rağmen 10 yıl sonra yapılmasını istemezsiniz.

Ancak, sistemi sadece karar alma mekanizmalarını kolaylaştırmak ve hızlandırmak üzerinden kurgularsanız gücü tek elde toplamış olursunuz.

En tepedeki denetim mekanizmalarını, hizmetleri hızlandıralım diye ortadan kaldırırsanız, tüm devlet kademelerinde denetimsizliği teşvik etmiş olursunuz. Başkanı tanıyorum diye kamu görevlerini kötüye kullanan insanların türemesine sebep olursunuz.

Devleti şirket gibi yönetmeye kalkarsanız, şirket çalışanlarının patronlarından korktuğu gibi kamu görevlilerinin hatta kamunun başkanı putlaştırmasına neden olursunuz.

Yurttaşlar korkudan başkanı ve devleti temsil eden her hangi bir kamu görevlisini şikayet etmeye korkarlar.

Şirket sahiplerinin tek derdinin kamu ile iyi geçinmek olduğu bir ortam yaratırsınız. Kimse, üretmeye, kaliteli işler yapmaya, inovasyon yapmaya odaklanmaz; kötü yönetilen bir ekonominiz olur.

Ülkemizi korumak için hızlı hareket etmemiz lazım diyerek tek adamdan başlayan bir hiyerarşik düzen kurarsanız, ülkeyi askeriyedeki kadar sıkı bir hiyerarşiye tabi tutarsınız, astın üste hiçbir hükmü kalmaz.

 

Devin Bahçeci