BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) denizlerdeki balık türlerinin %30’undan fazlasının aşırı avlanma yüzünden tamamen tükenmekte olduğunu söylüyor. Deniz balıklarının hızla azaldığı dünyamızda yoğun (entansif) balık yetiştiriciliği, artan dünya nüfusuna bağlı olarak büyüyen gıda krizine derman olacağı öne sürülerek 1980’lerde yükselişe geçmiş bir sektör.
Bu iddiayla uygulamaya sokulan devlet politikaları, teşvikleri ve primleriyle sektör son otuz yılda muazzam bir büyüme gösterdi. Ancak bunca zaman içinde ne gıda krizi çözülebildi, ne de bu sektör iddia edildiği gibi ek protein kaynağı yaratabildi. Hatta bu balık çiftlikleri çoğu durumda etobur türleri (hamsi gibi pelajik balıklar) yetiştirdikleri için aşırı avlanmaya maruz kalan balık stokları üzerinde ek baskılar yaratıyor.
Nitekim çiftlik balığı üretimi artarken, denizlerde avlanan balık sayısı azalıyor. Yani çiftlikte yetiştirilen balıklar ek protein kaynağı yaratmaktan çok var olan stokları kendine akıtıyor. İşin daha da kötüsü bu sektör gıda krizini büyüttüğü gibi, ekolojik ve sosyal maliyetler de yaratıyor. Denizlerimiz kirleniyor, geleneksel balıkçılık ve ona bağlı yaşam biçimleri ortadan kalkıyor.
İşte bu hafta yoğun (entansif) balıkçılığı konuşmak üzere konunun uzmanı Dr. Irmak Ertör’le bir araya gelip uzun bir söyleşi yaptık.
Irmak Ertör, Boğaziçi Üniversitesi’nde ekonomi lisans eğitimi alırken ekolojik ekonomi ve sosyal ekonomi alanlarına ilgi duymaya başlamış. Aynı zamanda üniversitede dalış eğitmenliği yaptığı ve biyolojik çeşitlilik araştırmalarına katıldığı süre boyunca deniz ekosistemlerindeki değişiklikler ve problemler dikkatini çekmeye başlamış.
Boğaziçi Üniversitesi’nde lisans ve yüksek lisans yaparken sürdürülebilirlik, deniz koruma yöntemleri ve farklı paydaşların yaklaşımları, küçük ölçekli balıkçılarla endüstriyel balıkçılar arası ihtilaflar, aşırı avlanma gibi konularla ilgili araştırmalara dâhil olmaya başlamış. Yüksek lisansını bitirirken balık yetiştiriciliğinin tüm dünyada gitgide artan önemi dikkatini çekti ve doktorasını İspanya’da Barselona Otonom Üniversitesi’nde Avrupa’daki balık yetiştiriciliğinin politik ekolojisi üzerine yapmış.
Şimdi gelin denizlerimizi ve dolayısıyla hepimizin hayatını ilgilendiren meselelere ilişkin Dr. Irmak Ertör neler diyor kulak verelim.
1)Yediğimiz balığın neredeyse yarısı yoğun (entansif) balık çiftliklerinden geliyor. Hatta pek çok balıkçı “deniz balığı” diye satılanların önemli bir kısmını denizde kurulmuş balık çiftliklerine gönderme yaparak böyle adlandırıyor. Çiftlik balığı ile doğal ortamda serbest yetişen balık arasında ne gibi farklılıklar var?
Denizde doğal ortamında yaşayan ve büyüyen balığın avcılığı küçük ölçekli veya endüstriyel balıkçı tekneleriyle, farklı ağ ve yakalama yöntemleriyle yapılıyor. Bunun dışında zıpkıncılık, kıyıdan oltayla yakalama gibi yöntemlerle de ticari amaçlı olmayan sportif balık avcılığı yapılabiliyor. Çiftlik balığı ise satılacak boya ve ağırlığa gelene kadar hayatını denize yerleştirilen yüzen ağ kafeslerde sürdürüyor. Bu kafesler genellikle yüzeyden görülebilen ancak tonozlarla dibe tutturulmuş bir yapıdalar ve büyük bir ağ şeklinde oldukları için kafesle deniz arasında su giriş çıkışına izin vermekteler. Aynı türdeki balık yavruları kuluçkahanelerde belli boyuta getirildikten sonra bunların içine konuyor. Bu balıklar yaşadıkları kapalı ortam sebebiyle hayatta kalabilmeleri için dışarıdan girdilere, özellikle de yeme muhtaçlar. Genelde çiftlik balığı ve doğal ortamında serbest yetişen balık arasında hastalıklara direnç konusunda ve genetik olarak farklılıklar oluşmaya başlıyor.
2) GDO’lu yemle beslenen hayvanları ve hayvan yetiştirmede GDO’lu yem kullanımının etkilerini uzun zamandır tartışıyoruz. Balık yetiştirmek için GDO’lu yem kullanımı ne kadar yaygın? Bir de geçtiğimiz günlerde genetiği değiştirilmiş AquAdvantage Somonu haberleri çıktı. Doğal somona göre daha iri olan ve daha çabuk büyüyen bu balıkların yetiştirilmesinin yoğun (entansif) balık çiftliği sektörü için ekonomik avantajı belli ama halk sağlığı ve deniz ekosistemi üzerinde ne gibi etkileri oluyor?
Yakın zamana kadar sadece GDO’lu yemle beslenmiş hayvanlardan ve GDO’lu yem kullanımındaki risk ve problemlerden bahsediyorduk. Bu konu tabii ki önemini ve güncelliğini koruyor. Balık üretiminde de tavuk ve diğer küçükbaş veya büyükbaş hayvan üretimlerinde serbest olan tüm GDO’lu yemler kullanılabiliyor.
Ancak geçtiğimiz yıllarda Amerika’da bunun bir aşama ilerisine geçilmiş oldu ve AquaBounty Technologies firmasının patentini aldığı genetiği değiştirilmiş AquAdvantage somonun üretimi gerçekleştirildi. Uzun süren tartışmalar sonunda 19 Kasım 2015’te Amerika’daki Gıda ve İlaç Kurumu FDA (Food and Drug Administration) doğrudan insan tüketimine yönelik genetiği değiştirilmiş somonun üretimine izin verdi (FDA 2015). Böylece ilk defa genetiğiyle oynanmış bir hayvan doğrudan insan tüketimine sunulmuş oldu (NYT 2015).
Bu tabii balığın büyümesini çok hızlandırarak bir an önce piyasaya sürülebilecek balıklar yetiştirilmesini sağlıyor ve üretici şirketlerin kârlılığını çok önemli biçimde arttırıyor. Genetiği değiştirilmiş somon hem daha fazla büyüyebiliyor, hem de amaçlanan ağırlığa ulaşması yaklaşık üç kat daha hızlı gerçekleşiyor. Halk sağlığı ve deniz ekosistemi üzerine olası etkilerini bilmek ise henüz tam olarak mümkün değil. Geri döndürülemez çok ciddi etkilere sebep olabilir.
Tam da bu sebeple çok sayıda toplumsal grup buna karşı çıkmaktaydı ve ilk başta FDA bu izni bir süreliğine durdurdu. Daha sonra tüketici grupları, balıkçılar ve çevre örgütlerinden oluşan bir koalisyon FDA’nın verdiği izni tekrar mahkemeye taşıdı. Ayrıca Amerikalı şirket üretiminin bir kısmını Kanada’da gerçekleştirmeyi planladığı için Kanada’daki Ekoloji Eylem Merkezi ve Yaşayan Okyanuslar Topluluğu gibi çeşitli gruplar şu an Kanada hükümetini Kanada Çevre Koruma Yasası’nı çiğnemesi ve bu türlerin istilacı olma riskinin belirsiz olması sebebiyle dava etmiş durumda. Ancak yine de Ağustos ayı içinde ilk parti AquAdvantage somonu firma tarafından Kanadalı tüketicilere 4 Ağustos tarihinde satıldı. Bu konunun diğer önemli bir tarafı ise Kanada ve Amerika arasındaki (hatta Avrupa’yı da dahil etmek istedikleri) ticari anlaşmalardan ötürü tüketicilerin hangi somonun genetiğinin değiştirilmiş olduğunu bilemeyecek olması. Dolayısıyla tüketici bu konuda bilinçli bir tercihte bile bulunamayacak.
3) Genel olarak bakıldığında bu yoğun (entansif) balık çiftliklerinin denize etkileri nelerdir?
Öncelikle bu balıkların yetiştirilmesi yemlemeye dayalı olduğu için, çiftliğin büyüklüğüne ve çiftlik içindeki balık sayısına bağlı olarak bu üretim biçimi kafesin altında ve çevresinde dışkı, besin kalıntısı ve bazen de ölü balık birikimine sebep olmakta. Bu birikim özellikle de su sirkülasyonunun daha az olduğu bölgelerde (örneğin kapalı koy ve körfezlerde) deniz suyunun fiziksel ve kimyasal özelliklerinde önemli değişikliklere, kirlenmeye ve oksijen seviyesinin azalmasına yol açar (Perdikaris vd. 2016). Hatta bu sebeple balık çiftliklerinin denizlerin akciğeri diye de adlandırılan Posedonya çayırlarının üzerinde ve yakınında kurulmaması önerilmektedir.
Ayrıca kafeste yoğun bir ortamda bir arada bulunan balıklar arasında parazit ve bulaşıcı hastalıkların yayılması; balıklar hastalanmasın ve parazit kapmasın diye kullanılan kimyasalların ve antibiyotiklerin denize yayılması ve tüm deniz ekosistemini etkilemesi; eğer yetiştirilen tür o yöreye ait olmayan veya istilacı bir tür ise kafesteki balıklardan kaçanların doğaya yayılma ve diğer türlerle genetik ilişkiye girme riski; çiftlikteki üretimin yabani balığın da besini olan küçük balık türlerinin avcılığı üzerine daha da yoğun bir baskı oluşturması gibi çeşitli olumsuz etkiler ve riskler görülebiliyor (Bkz. Deniz Atlası).
4) Karaburun’dan Bodrum’a Ege kıyılarında denizin üstüne kurulmuş askeri alanları andıran yoğun balık çiftlikleri devlet teşvikleriyle her yeri pıtrak gibi sarmış durumda. Devlet bunları vatandaşına ek gıda kaynağı olsun diye mi teşvik veriyor? Yoksa devletin başka ajandaları mı var?
Devlet tarafından (Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı) belirtildiğine göre bu teşviklerin esas amacı hali hazırda var olan çiftliklerin kayıtlı hale getirilmesiydi. 2007 öncesinde kıyıya çok yakın mesafelerde çok sayıda küçük kare kafesler bulunmaktaydı. 2007’den itibaren bu kafeslerin 0,6 deniz milinden daha açığa taşınması zorunluluğu getirildi ve küçük çiftliklerin çoğu kapanarak daha açıkta daha büyük çiftlikler kurulmaya başlandı. Teşvikler de bu süreçte daha büyük üreticilerin bu dönüşümü gerçekleştirmesine kolaylık sağladı.
Bu çiftliklerin vatandaşa ek gıda kaynağı sağlaması ancak kısmi olarak söz konusu olabilir çünkü bu balıkların büyük çoğunluğu ihraç ediliyor. Zaten Türkiye’de balık tüketimi ortalama yıllık kişi başına 6,2 kilogram, yani yıllık kişi başı 20-25 kilo civarındaki dünya ve Avrupa ortalamasının oldukça altında. Dolayısıyla aslında böyle bir talep tam olarak yok. Aynı zamanda da balık çiftliklerindeki yoğun yetiştiricilik, avcılıktan elde edilen küçük balığın balık ununa ve balık yağına dönüştürülüp çiftliklere yem olarak sunulmasına dayalı olduğundan aslında kitlesel olarak daha fazla (ve daha ucuz olabilecek) hamsi, çaça gibi balıkların yeme dönüştürülerek sonuçta çiftliklerde daha az miktarda çipura ve levrek gibi balıkların üretilmesinden bahsediyoruz. Yani balık çiftliklerinin aşırı avcılıkla karşı karşıya kalan balık stoğuna bir çözüm sunması ve gıda güvenliğini doğal sınırların ötesine geçerek sağlaması söz konusu değil, devlet teşvikleri de bu amaca hizmet etmiyor.
Genel olarak ise hem dünyada hem Türkiye’de avcılıktan elde edilen balığın miktarının dalgalanarak da olsa bir düşüş gösterdiğini ve yetiştiriciliğin özellikle de bu teşvikler sayesinde büyüme trendinde olduğunu söyleyebiliyoruz.
5) Yoğun balık çiftliklerinin dünyadaki gidişatı ne yönde? Mesela geleneksel balıkçılar, denizcilikle geçinen halklar, turizmciler ve vatandaşlar yoğun balık çiftliklerine karşı mücadele ediyor mu? Bu mücadeleler yoğun (entansif) balık çiftliği sektörüne geri adım attırabiliyor mu?
En ses getiren ve çekişmeli vakalardan biri özellikle İskoçyalı Don Staniford’ın başını çektiği endüstriyel somon ve karides çiftliklerine karşı yapılan kampanya. Endüstriyel su ürünleri yetiştiriciliğine karşı küresel ittifak (GAAIA), özellikle de somon yetiştiriciliğindeki kimyasal kullanımı ve kimyasal atık düzeyi, çiftlik balıklarında salgın hastalık ve parazit artışı ve bunların yabani türlere de yayılması, kafes çevresinde gezen kuşların, fok gibi memelilerin balık çiftliği çalışanları tarafından öldürülmesi ve halka sağlıksız gıda sunulması gibi etkilere dikkat çekerek çok güçlü kampanyalar yürütüyor. Özellikle de “Somon Çiftlikleri Öldürür” (Salmon Farming Kills) sloganıyla yürüttükleri ve sigara paketi görselleri kullandıkları kampanya hem İskoçya’da, hem de Norveç ve Kanada’da toplumda ve medyada oldukça ses getirdi. GAAIA aynı zamanda Kanadalı ve Norveçli birçok şirketi somon üretimi konusundaki gerçekleri saklamak ve sansürlemek konusunda da oldukça ağır biçimde eleştiriyor. Şirketler GAAIA ve Don Staniford’ın kampanyasındaki çeşitli bildirileri dava ederek yüksek miktarlarda tazminat istediler. Ancak davalar hala sürüyor ve Don Staniford Avrupa Parlamentosu’nda da yaptığı görüşmeler ve sunumlarla çiftliklerin zararlarının Avrupa ölçeğinde tartışılmasını sağlıyor.
Bunun dışında İrlanda’da çeşitli koyları korumaya çalışan ve yöre sakinleri, yabani somon avcıları, balıkçılar, tüketici grupları, yelkenciler, çevreciler, turizm sektörü temsilcileri gibi oldukça farklı paydaşların bir araya geldiği platformlar (SaveBantry Bay, SaveGalway Bay) da hem gitgide daha da büyüyen ve yayılan somon çiftliklerinin sosyal ve çevresel zararlarına, hem de nereye ne büyüklükte çiftlik kurulacağına dair karar alma süreçlerinin şeffaf ve katılımcı biçimde gerçekleştirilmediğine, üretim süreçleriyle ilgili önemli bilgilere kamu erişiminin olmadığına ve bazı tepkilerin sansürlenmeye çalışıldığına dikkat çekiyor. Norveç’te de “Somon Kamerası” (Salmon Camera) ve “Norveç’in Yeşil Savaşçıları” (Green Warriors of Norway) gibi STK’lar ve yürüttükleri kampanyalar da bu çiftliklerin giderek yoğunlaşmasının ciddi boyutlardaki zararlı etkilerine dikkat çekiyor ve daha sürdürülebilir ve adil bir üretim yapılması için çağrıda bulunuyor.
6)Türkiye’nin denizlerini ve geleceğini düşünen vatandaşlar olarak bizler yoğun balık yetiştiriciliği konusunda nasıl bir yerde durmalıyız?
Tüm dünyada çiftliklerin zararlı etkilerini ve atıklarını en aza indirmek için kapalı sistemler kullanılması, entegre çoklu-trofik yetiştiricilik sistemi (IMTA), somon, levrek ve çipura gibi etobur balıkların değil otobur türlerin yetiştirilmesi ve tüketilmesi gibi öneriler sunuluyor. Bunun ötesinde de denizlerde de sonsuz bir büyümenin mümkün olmadığı, bunun yerine üretim, paylaşım ve tüketim miktarlarımızın ve biçimlerimizin sorgulanması ve değiştirilmesi çok büyük önem taşımakta.
Ayrıca vatandaşlar olarak satın aldığımız balığın üretim koşullarına dair bilgiye erişme hakkımızın takipçisi olmak, bu süreçlerin ve karar alma mekanizmalarının şeffaflaştırılması ve katılımcı bir hal alması için ısrarcı olmak çok önemli. Soframıza gelen, balıkçıda, pazarda veya süpermarkette karşılaştığımız balığın hem sosyal hem ekolojik olarak daha iyi, sürdürülebilir ve adil üretim süreçlerine sahip olması için ısrar etmek bunun çok önemli bir parçası.
Röportaj: Akgün İlhan
(Yeşil Gazete)