Ana Sayfa Blog Sayfa 3014

Şubadap’ın son albümü “Dersler Uzun Teneffüsler Çok Kısa” çocuklarla buluştu

Şubadap Çocuk‘un dördüncü albümü, ‘’Dersler Uzun Teneffüsler Çok Kısa’’ her Şubadap albümünde olduğu gibi internet üzerineden herkesin erişimine açık şekilde yayınlandı. Albümü bu bağlantı üzerinden dinleyebilirsiniz. Yok ben parçaları indirmek isterim der iseniz Şubadap onun da herkes için en rahat formülünü bu link üzerinden paylaşmış.

Şubadap Çocuk aynı zamanda, dördüncü albüm müjdesinin hemen ertesinde, bu haftasonu,  7 Ekim Cumartesi başlayacak şekilde ‘Çocuklarla Çocuk Şarkılarını Buluşturuyoruz‘ şiarıyla 42 günlük bir Türkiye turnesine de çıkıyor.

Şubadap’tan Türkiye turu: Çocuklarla Çocuk Şarkılarını Buluşturuyoruz!

42 günlük ‘Çocuklarla Çocuk Şarkılarını Buluşturuyoruz’ turu boyunca gruba Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu, Merhaba Sanat Tiyatrosu, Yenikapı Tiyatrosu ve mim sanatçısı İlker Kılıçer eşlik ederekdönüşümlü olarak çocuklarla buluşacak.

Konserlerin tarih ve yerlerini Şubadap Çocuk’un facebook sayfasından öğrenebilirsiniz.

Şubadap Çocuk’un dördüncü albümlerinin yayını dolayısı ile dinleyenlerine yaptığı açıklamayı da aynen paylaşıyoruz:

Dersler Uzun Teneffüsler Çok Kısa!

’Bizler de bu satırları okuyan herkes gibi mevcut eğitim biçiminin ve içeriğinin çocuklara verebileceği bir şey olduğunu düşünmüyoruz, hatta ‘köreltmese bari’ temennisiyle çocukları okullarına gönderiyoruz. Ama bunun (u)mutsuzluğunda kalmak istemediğimizden, en iyi bildiğimiz şeyi yapıyoruz; çocuklarla sorgulama, barış, ekoloji, emek, birlik olmak, toplumsal cinsiyet rolleri, eşitlik, evrim gibi temaları buluşturan şarkılar bestelemeye devam ediyoruz.

‘Bilmiş Çocuğun Şarkıları’, ‘Dino’nun Şarkıları’ ve ‘Gökyüzü Kimin?’ albümlerinden sonra nihayet 4.albüm! Albümde farklı temalarda şarkılar var:

‘Özgürlük‘, hep aradığımız, bir türlü yakalayamadığımız,

‘Elmer’, “hepimiz farklıyız ve de birarada güzeliz” şarkısı,

‘Karıncalar’, birlik olmaya övgü,

‘Zorba’, okulda, işte, sarayda, sokakta, evde, her yerde, ee napcaz?

‘Uçurtma’, hem düş hem de gerçek, dergiye de küçük bir selam,

‘Ne Olsam’, uykudan bir kaç dakika öncesi,

‘Dersler uzun, teneffüsler kısa’, çok açık, besbelli :)

Her albüm gibi “Dersler Uzun, Teneffüsler Çok Kısa” da copy left

Yine #copyleft, yani tüm hakları hiç kimsenin, çok ısrar ederseniz ‘tüm hakları çocukların’

Yine #halksponsorluğu, yani albümün tüm masrafları çalışmalarımızı onaylayanların katkılarıyla karşılandı.

Emeği geçen çok kişi var, isim yazmaya başlarsak mutlaka unuttuklarımız olacak, çok teşekkürler emek veren, ilgi gösteren, moral aşılayan herkese.’

Şubadap Çocuk

 

(Yeşil Gazete)

İklim Almanya’yı da vurdu: Şiddetli fırtına ve yağış sonucu en az 7 kişi öldü

Almanya’nın özellikle kuzey bölgelerinde etkili olan şiddetli fırtına ve yağış sonucu en az 7 kişi hayatını kaybetti. Meydana gelen kazalarda çok sayıda kişi yaralandı.

Almanya iklim değişikliği kaynaklı olumsuz hava koşullarının etkisi altında. Özellikle kuzey eyaletlerini vuran Xavier fırtınası en az 7 kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu.  Mecklenburg-Vorpommern eyaletinde bir kamyon şoförü, bir ağacın aracının üstüne devrilmesiyle hayatını kaybetti. Hamburg’da da bir kadın yine bir ağacın altında kalarak yaşamını yitirdi. Ayrıca Brandenburg’da dört kişi, Berlin’de bir kişi daha hayatını kaybetti.

Büyük kentlerde şiddetli fırtına ve yağışlar sonucu toplu taşıma seferlerinin iptal olması nedeniyle çok sayıda kişi okul ve işyerlerinden evlerine ulaşamadı. Alman meteoroloji kurumu, Xavier fırtınasının saatteki hızının zaman zaman 180 km’yi bulduğunu duyurdu.

Tren ve uçak seferleri bazı eyaletlerde yapılamadı. Alman demiryolları işletmesi, güvenlik nedeniyle kuzey ve doğu eyaletlerindeki seferleri tamamen durdurdu. Berlin ve Hamburg’da da banliyölere tren seferleri iptal edildi. Berlin havalimanında da uçaklar gecikmeli olarak kalkış ve iniş yapıyor. Berlin itfaiyesi kent genelini afet acil durum bölgesi ilan etti.

Hamburg itfaiyesi de halka fırtına nedeniyle evlerinden çıkmama çağrısı yaptı.

 

(DW Türkçe)

TODAP’tan ‘Psikologlar İçin LGBTİ’lerle Çalışma Kılavuzu’

Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği (TODAP) “Psikologlar İçin LGBTİ’lerle Çalışma Kılavuzu” hazırladı.

TODAP tarafından yapılan açıklamada kılavuzun psikologların ‘LGBTİ’lerle mesleki çalışma yaparken bilgi yanlışlığı veya eksikliğinden kaynaklanan zarar verici müdahalelerden kaçınabilmelerine ve LGBTİ’lerin homofobik/transfobik olmayan bir ruh sağlığı hizmeti alabilmelerine imkan sağlamak üzere’ hazırlandığı belirtildi.

Hedef kitlesi psikologlar ve psikoloji öğrencileri olan ama ruh sağlığı ile ilişkili tüm meslek çalışanlarına hitap eden kılavuzla psikologların LGBTİ’lerle mesleki çalışma yaparken bilgi yanlışlığı veya eksikliğinden kaynaklanan zarar verici müdahalelerden kaçınabilmelerine ve LGBTİ’lerin homofobik/transfobik olmayan bir ruh sağlığı hizmeti alabilmelerine imkan sağlanması amaçlanıyor.

Kılavuza buradan ulaşabilirsiniz.

TODAP kılavuza ilişkin hazırladığı tanıtım metninde şu ifadeler yer aldı:

“Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği (TODAP) olarak en başından itibaren gerek psikoloji alanındaki gerekse genel olarak toplumdaki homofobi ve transfobiye karşı çeşitli çalışmalar ve faaliyetler içerisinde olduk/oluyoruz. LGBTİ’lere yönelik homofobi, transfobi, ayrımcılık ve nefretin birçok farklı (ideolojik, toplumsal, politik, dini, vb.) kaynağı olmakla birlikte, psikologlar ve diğer ruh sağlığı uzmanları arasında karşılaşabildiğimiz homofobi ve transfobinin, kısmen bu konuda yanlış, eksik ya da yetersiz bilgi birikiminden  kaynaklandığını söylemek mümkün.

Bu durum, örneğin, “iyi niyetli” veya “bilimsel” olduğu varsayılan ama esasında zarar verici ve homofobik/transfobik olan müdahaleler şeklinde karşımıza çıkabiliyor.

Umuyoruz ki bu kılavuz, alandaki homofobi ve transfobiyle mücadelede ve LGBTİ’lere homofobik/transfobik olmayan bir ruh sağlığı hizmeti sunulmasında meslektaşlarımıza az da olsa rehberlik eder.”

 

(Gazete Karınca)

AB içinde bir bağımsızlık süreci: Katalonya – Aris Nalcı

Bu yazı agos.com.tr/ den alınmıştır

Bir süredir bağımsızlık sancısı içerisindeki Katalonya geçtiğimiz haftasonu “sözde” referandumunu gerçekleştirdi. İspanyol hükümeti (ben Madrid diyeceğim) referandumun illegal olduğunu savunsa da referandum referandumdur. Bugüne kadar hiçbir ülke kendi içerisinden kopacak bir diğer parçaya legal referandum yapma iznini bu kadar kolay vermez zaten.

Aynı dönemde referanduma giden bir diğer ülke Irak Kürdistanı’na bakınız…

Katalonya ile Kürdistan arasında empati yapanlar, benzerlik kuranlar olabilir. Durum her ne kadar birbirinden farklı olsa da Katalanlar da Kürtlerle bu süreçte bir empati kurdular. İki taraf da sistematik olarak kendisine yapılan ayrımcılığın kurbanı.

Son 5 yılımın yaz aylarını bir Katalan kasabasında geçiren bendeniz de bizim gazeteci cemaatinden herkes Mersin’e giderken (Erbil) ben tersine gittim ve referandum vesilesi ile Barcelona’nın yolunu tuttum.

Artı TV için görüştüğüm Katalan Milletvekili Jordi Solé, 1975 öncesinde Franco rejimi süresince Katalanca anadilinin resmi eğitiminin yasak olduğu İspanya’da, Katalanların 47 yıldır sessiz bir demokrasi arayışı içerisinde olduklarını ancak artık bunun yeterli gelmediğini hatırlattı bana.

75’te bir nevi otonomilerini kazansalar da Katalanlar İspanya için tarihte hep sorun olarak görülmüştü. Hikayeyi 13. yüzyıla dayandıranlar var. Ama biz o kadar eskilere gitmeyelim.

2003’te yükselen süreç

Katalanların taleplerinin yükselişi 2003’te başladı. Bu yıl İspanya seçimlerinde kazandıkları başarının ardından Katalan Parlamentosu’nda bağımsızlık konusunda ilk oylama 2005’te yapıldı. 120 evet’e karşılık 15 oy hayır oyu ile Özerk yönetimin daha geniş bir hakimiyet gücüne ulaşmasına, İspanyolca’dan önce Katalanca’nın öğretilmesine, bölgesel yönetimin doğrudan vergileri toplayacak bir bürokratik kurum oluşturmasına karar verildi.

2006’da ise İspanyol muhafazakarlar 4 milyon imza toplayarak Anayasa Mahkemesi’ne Katalanların taleplerinin “ülkenin birlik ve bütünlüğünü bozacağı” gerekçesiyle ilk başvuruyu yaptılar. Ki bu başvuru bugün halen İspanyolların referandumu engellemesine temel oluşturan ideolojik yolu açmış oldu.

Süreç ilerledikçe Katalanların kızgınlığı ve aynı oranda Madrid hükümetinin baskısı da arttı.

Anayasa Mahkemesi’ne dayandırılan her karar sonucunda Katalanların talepleri kapıdan geri döndü. Bu taleplerin en önemlilerinden biri de vergilerdi.

Vergiler nereye gidiyor?

İspanya ekonomik krize girdiğinden bu yana Barcelona ülkenin gelirinin %20’lik payını oluşturuyor. Ama devlet bütçesinden aldığı pay %10’a yakın.

Hal böyle olunca Katalanlar da yatırım bekliyor. Hani siz belediyenize oy verdiğinizde yol yapmasını kaldırımları düzeltmesini falan beklersiniz ya. Onun gibi İşte. Ancak gel gör ki her İspanyol Başbakanının verdiği yatırım sözünün ardından oylar toplandıktan sonra “hükümet bütçeyi oylarken reddetti” cevabı alan Katalonya’da işsizlik de 2013’te %24’ü buldu.

Tüm bunlar olurken 2010’da Anayasa Mahkemesi de Katalanların kazanılmış hakkı olan “İspanya içinde bir ulus” tanımını da geri çekince işler çığırından çıktı.

2010’dan bugüne Katalonya’da ayrılıkçılar (ya da biz onlara özgürlükçüler diyelim) oylarını %15’ten %41’e çıkardı.

Son seçimlerde de sağlı sollu bir koalisyon yapıp ülkeyi %80’lik bir blokla yönetmeye başladılar.

Basklılar ise tüm bu süreçte Madrid hükümeti ile ekonomik olarak ilişkileri iyi tuttu ve istediklerini aldı. Kendi vergilerini topluyor, kendi adalet sistemlerini İspanyol hukuk düzenine uydurarak bir statü sağlamış durumdalar. O yüzden de son ana kadar Katalonya referandumunda seslerini çıkarmadılar

Neyse efendim bu kadar arka plandan sonra Cumartesi ve Pazar Barcelona’da tam bir birlik yaşandı.

Direnişçi Mossos ve direnişi kıramayan Madrid Polisi

Sizin gördüğünüz saldırılar bir yana dursun aslında Barcelona’ya merkezi hükümet tarafından gönderilen 10 bin polis 2230 sandıktan sadece ve sadece 92’sini kapatabildi.

Cuma günü kapısını kilitleyip çıkan Katalan polis müdürünün (Mossos) polislerine son emri (ya da öğüdü diyelim) “Biz anayasaya bağlı olabiliriz ama anayasadan önce vatandaşlarımız gelir. Vatandaşınıza karşı kuvvet kullanmayın” oldu.

İş böyle olunca haftasonu sokaklarda Katalan polisini pasif eylemde görmüş olduk. Merkezden gelen emir ne olursa olsun yeri geldi Madrid polisi ile vatandaşı arasında etten duvarı polis ördü, yeri geldi Franco dönemini yaşamış yaşlı Katalanlar oy kullanmaya geldiğinde sandalye tuttu, onlarla kahve içti.

Buna karşın kendi müdüriyet binasının dışında kurulan barikatın önünde beklemek zorunda kaldı… Ama olsundu. Ben hayatımda ilk kez onurlu bir şekilde görevini yapmaktan gurur duyan polis gördüm Barcelona’da.

Pazar akşamı Plaça Katalunya’da devriye gezen Mossosların yüzü gülüyordu. 10 bin Madrid polisi onların onurlu direnişini kıramamıştı.

Üstelik itfaiyeciler ve ambulans şoförleri de katılmıştı halkla birlikte direnişe. 800 kişi yaralanmıştı ama Tanrı’ya şükür ölüm haberi gelmemişti.

Öte yandan sık sık İspanyol milliyetçileri Barcelona sokaklarında yürüyüş yaparak Katalanları kışkırtmaya, olay çıkartmaya çalıştılar. Ara sıra Nazi selamı yapmaktan bile çekinmediler ya da geleneksel Katalan yemekleri yapan restoranların camlarını yumurtaladılar. Ama gaza gelen olmadı. Birkaç ufak olay dışında Katalanlar kendilerinden emin bağımsızlıklarını kazandılar.

Bağımsızlık geldi de ne oldu?

Bağımsızlık kazanıldı kazanılmasına da şimdi bunu bir de tanıtmak var. Karabağ gibi 20 yıl boyunca pasaportsuz kalacak değil ya Katalanlar da. Ama Avrupa Komisyonu ve AB ülkeleri referanduma İspanya’nın iç meselesi olarak bakıyor ve Katalanlara destek vermekten çekiniyor.

Politico’dan Paul Taylor son yazısında “Katalonya’da olanlar tüm Avrupa için önemlidir. Sadece İspanya AB’nin 5. büyük ülkesi olduğu için değil, AB içindeki ülkelerde birlik halinde bulunan diğer tartışmalı bölgeler ve AB’nin imajı için tehlikelidir” diyordu.

AB kendi içinde bir Kıbrıs daha yaratmak istemiyor. Bu konuda yeterince başarısız olduğunun farkında.

Bundan sonra?

Herkesin aklında bu soru var. Ama bence Katalanlar zaten bu olanlara ve sonuçlara hazırlıklı idi. Katalan Başkan (artık Cumhurbaşkanı belki de) Carles Puigdemont zaten bu oylama sonrasında birçok sorun çıkacağını farkında idi. Ama bunca yıl bürokratik olarak bulamadığı çözümlerin yolunu belki de elini bu denli güçlendirerek artık Madrid’den talep edebilecek.

Rajoy açıklamasında “Kapıları hala kapatmıyoruz. Görüşmeye ve anayasal çerçevede çözüm bulmaya açığız” dedikçe Puigdemont “Bağımsızlık” diye cevaplıyordu.

Kazanılmış bir bağımsızlığın ardından Madrid hükümetinin Katalanlara önerebileceği ne kaldı ki?

Şimdi İspanya Başbakanı Rajoy ve hükümetinin Katalonya’ya “Bakın kimse tanımıyor sizi, gelin size resmi bir referandum yapalım bu iş öyle kapansın. Hem de tanınırsınız” deyip işi anayasal çerçeveye çekip, kendine de zaman kazanabileceği konuşuluyor kulislerde. Katalonya’yı bir daha referanduma sürüklerken, halkın taleplerinin bir kısmının daha karşılanması ve İspanya içerisinde Katalonya’yı özerk bir bölge olarak tutma planları da var tabii.

Bu plana Katalanlar ne kadar olur verir o tartışılır. Çünkü Katalanların, iş Anayasa Mahkemesi’nde mücadeleye dönerse asla çoğunluğu kazanamayacakları tecrübeyle tasdikli. Dile kolay 42 yıllık mahkeme sürecinden sonra referanduma gitmeye karar verdiler.

Ben bu satırları yazarken Avrupa Parlamentosu Katalonya özel oturumu düzenliyordu. iki gün sürecek olan görüşmelerden ne çıkar bilinmez ama Katalonya AB’ye de dünyaya da güzel bir ders verecek gibi.

Kimse gözünü işlemediği toprağın vergisine dikmesin!

Viva Katalonya!

Bu yazı agos.com.tr/ den alınmıştır

 

 

Aris Nalcı

Suriyeli eşcinsel mülteci Wisam Sankari’nin katiline ‘haksız tahrik’ indirimi

Geçtiğimiz yıl İstanbul’da öldürülen Suriyeli eşcinsel mülteci Wisam Sankari davasında mahkeme kararını verdi.

Kaos GL’den Yıldız Tar’ın haberine göre davanın son duruşması 28 Eylül’de 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. KaosGL.org’un haberleştirerek açığa çıkardığı cinayetin geçtiğimiz yıl yakalanan sanığı B.A. hakkında mahkeme ‘haksız tahrik’ ve ‘iyi hal indirimi’ uygulanmasına karar verdi.

 

Mahkeme, B.A. her ne kadar ‘canavarca hisle ve eziyet ederek öldürme’ suçundan yargılansa da kararını ‘kasten öldürme’ suçundan verdi. B.A.’nın müebbet hapis cezası almasına hükmetti.

Müebbet hapisle yargılanan katil B.A.’nın cezası öldürülen Sankari ile B.A. arasında ‘kavga sırasında suçun gerçekleştiği, ilk haksız hareketin dosya kapsamında kim tarafından geldiği belirlenemediği’ savıyla 18 yıla düşürüldü.

Haksız tahrik indirimin yanı sıra mahkeme heyeti ‘sanığın duruşmadaki iyi hali ve tavrı lehine’ takdir indirimi de yaptı. Böylece katil B.A.’nın cezası 15 yıla düştü.

Mahkemenin gerekçeli kararı ise henüz açıklanmadı.

Ne olmuştu?

Suriyeli eşcinsel mülteci Muhammed Wisam Sankari, 23 Temmuz 2016 gecesi Aksaray’daki evinden çıkmış, 25 Temmuz’da İstanbul Yenikapı’da ölü bulunmuştu. Kafası kesilen ve bedeni tanınmaz hale gelen Wisam daha önce de tehdit edilmiş, kalabalık bir erkek grubu tarafından kaçırılmış ve tecavüze uğramıştı.

 

(Kaos GL)

Erkekler Eylül ayında 28, 2017’nin ilk 9 ayında ise 211 kadını öldürdü

Erkekler Eylül’de en az 28 kadın öldürdü, yedi kadına tecavüz etti, 29 kadını taciz etti, 22 kız çocuğuna cinsel istismarda bulundu, 28 kadını yaraladı. Öldürülen kadınların yüzde 21’i göçmen ve mülteci kadınlardı.

bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre, erkekler Eylül’de en az 28 kadın öldürdü, yedi kadına tecavüz etti, 29 kadını taciz etti, 22 kız çocuğuna cinsel istismarda bulundu, 28 kadını yaraladı.

2017’nin ilk dokuz ayında ise erkekler 211 kadın ve kız çocuğunu öldürdü, 64 kadına tecavüz etti, 190 kadını taciz etti, 258 kız çocuğuna cinsel istismarda bulundu, 306 kadına şiddet uyguladı.

Eylül’de erkeklerin katlettiği kadınların yüzde 21’i göçmen ve mülteci kadınlardı.

Kadınların yüzde 21’i ise boşanmak/ayrılmak istedikleri ya da barışma/evlilik tekliflerini reddettikleri için öldürüldü; kadınların yüzde 7’sini ise arkadaş ya da kız kardeşlerinin boşanmak istediği kocaları öldürdü.

Cinayetlerin yüzde 53,5’i ateşli silahlarla işlendi. 15 kadın ateşli silahlarla, dokuzu bıçakla, biri boğularak, ikisi boğazı kesilerek, biri sopayla darp edilerek öldürüldü.

Kadınların yüzde 50’sini partnerleri veya eski partnerleri öldürdü.

Kadın cinayetlerinin yaşandığı iller Antalya (2), Antep (1), Aydın (1), Bolu (1), Bursa (1), Denizli (1), İstanbul (5), İzmir (3), Konya (3), Muş (4), Samsun (1), Tokat (1), Urfa (3) ve Uşak (1).

Bianet’den Çiçek Tahaoğlu’nun derlediği kadına yönelik erkek şiddeti haber taraması Eylül 2017 raporunun detay bilgisine bianet.org üzerinden erişebilirsiniz.

 

(Bianet)

İspanya Anayasa Mahkemesi’nden Katalan vekillere “tutuklanırsınız” uyarısı

İspanya Anayasa Mahkemesi, Katalonya parlamentosunun bağımsızlık ilan etmesi beklenen oturumuna katılacak Katalan vekillerin cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalacağını açıkladı.

Katalonya Özerk Bölgesi Parlamentosu’nun pazartesi günü bağımsızlık ilan etmesi beklenen oturumunun İspanya Anayasa Mahkemesi tarafından askıya alınmasının ardından gerginlik tırmanıyor. Oturumu yasaklayan mahkemenin sözcüsü, bu kararı dikkate almayanların cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalacağını söyledi.

İspanya hükümeti Anayasa’nın 155’inci maddesi uyarınca Katalonya Özerk Bölgesi’nin yetkilerini alma ve bölgenin özerklik statüsünü iptal etme hakkına sahip.

“Türkiye’de olsa, öfke çok büyük olurdu”

Katalonya Başbakanı Carles Puigdemont daha önce yaptığı açıklamada, İspanyol yetkililerin kendisini tutuklamasından korkmadığını söylemişti.

Katalonya Başbakanı Carles Puigdemont (ortada)

Bild gazetesine konuşan Puigdemont, Avrupa Birliği’ni de eleştirerek, “AB içinde İspanyol polisinin tutumu neden sert biçimde eleştirilmiyor? Katalonya’da referandum günü yaşananlar Türkiye, Polonya ya da Macaristan’da olsaydı, öfke çok büyük olurdu” dedi.

Katalonya Emniyet Müdürü hakim karşısında

Halkı ayaklanmaya teşvik etmekle suçlanan bazı Katalan yetkililer ise bugün ulusal mahkemede hakim önüne çıkacak.

Madrid Ulusal Mahkemesi, Katalonya Emniyet Müdürü Josep Luis Trapero ve üst düzey emniyet yetkililerinden Teresa Laplana ile bağımsızlık yanlısı iki sivil toplum örgütünün liderlerini şüpheli sıfatıyla ifade vermeye çağırmıştı. Söz konusu dört kişi, 21 ve 22 Eylül tarihlerinde İspanyol polisinin Katalonya’da yerel makamlara yönelik düzenlediği operasyonlarla ilgili olarak mahkemeye çağrıldığı belirtildi. Anayasa Mahkemesi, Katalan emniyet yetkililerini ve sivil toplum örgütü liderlerini, İspanyol polisinin gerçekleştirdiği operasyonlara tepki olarak düzenlenen protestolara müdahale etmemekle suçluyor.

“İç savaş” uyarısı

AB içinde Katalonya’daki gelişmeler endişe ile izleniyor. Avrupa Parlamentosu’nun Hristiyan Demokrat Birlik Partili milletvekili Elmar Brok, Deutschlandfunk Radyosu’na verdiği demeçte, Katalonya’nın bağımsızlık ilanında bulunması ve Madrid’in bölgenin özerklik statüsünü çekmesi halinde, ülkedeki gerginliğin “iç savaş benzeri bir karaktere” bürüneceği uyarısında bulundu.

Bankalar Katalonya’dan çekiliyor

Katalonya’daki gelişmeler nedeniyle ekonomi dünyası da tedirgin. İspanya’nın en büyük beşinci bankası Banco Sabadell Katalonya’dan çekilerek merkezini Alicante’ye taşıyacağını duyurdu.

Medyada yer alan haberlere göre, bir başka büyük banka olan La Caixa da aynı şekilde Katalonya’dan çekilerek Mallorca’nın başkenti Palma’ya taşınmayı planlıyor.

 

(DW Türkçe)

İklim değişikliği peşpeşe kasırgalarla Amerika kıtasını vurmaya devam ediyor

Tropikal Nate fırtınası, Kosta Rika, Nikaragua ve Honduras’ta en az 22 kişinin ölümüne yol açtıktan sonra kuzeye, ABD’ye doğru ilerlemeye başladı.20 kişinin de kayıp olduğu Orta Amerika ülkelerinde acil durum ilan edildi.

Fırtına Kosta Rika’da akarsuların taşmasına yol açtı.

Fırtına yoğun yağışa ve yolları tıkayıp, köprüleri ve evleri yok eden toprak kaymaları ve sele neden oldu. Kosta Rika’da yaklaşık 400 bin kişinin suyu kesilirken, binlerce kişi geceyi sığınaklarda geçirdi.

Kosta Rika’da 8 kişinin ölümüne yola açan fırtına, kuzeye ilerleyip geçtiği Nikarakagua’da da 11 kişinin yaşanmına mal oldu. Honduras’ta da üç kişi ölürken, bazı kişilerden de haber alınamadığı bildirildi. El Salvador’da da bir kişi toprak kayması nedeniyle hayatını kaybetti.

Kosta Rika’da beş bin kadar kişi geçici sığınaklarda kalıyor

Kosta Rika’da tren seferleri ve onlarca uçuş iptal edildi. 10’dan fazla milli park da ziyarete kapatıldı. Fırtına, Nikaragua’da da altyapıya büyük zarar verdi.

Uzmanlar Nate kasırgasının güçlenip kategori 1 kasırgaya dönüştükten sonra Pazar günü ABD’nin güney kıyılarına ullaşması bekleniyor.

Nikaragua’daki zararın büyük kısmı Karayip kıyılarında görüldü

Florida’dan Teksas’a dek bölgede yaşayanlar fırtınaya hazırlıklı olmaları için uyarıldı. Nate, ABD’ye ulaşırsa bu yıl ülkeyi vuran üçüncü bu tür felaket olacak. Hem Teksas hem de Florida hala Harvey ve İrma Kasırgasıları’nın yaralarını sarmaya çalışıyor.

 

(BBC Türkçe)

Kulak temizlemenin doğal yaşamdaki önemi nedir? – Can Kazaz

“Akşamleyin, ormanın ötesinden gelen bir inek böğürtüsü çok melodik ve tatlı geldi kulağıma. Önce tepe ve vadilerde dolanan ozanlardan birinin zaman zaman duyduğum serenatlarından biri sandım ama ses uzayarak ineğin doğal ve adi sesi şeklinde ayırt edilince, keyifli bir hayal kırıklığı yaşadım. O gençleri eleştirmek için değil, aksine şarkı söylemelerini takdir ettiğimi ifade etmek için söylüyorum. Şarkıları inek sesine benziyor, ikisi de doğanın dile getirilmesi.” diyor Thoreau, Walden kitabının sıklıkla romantikleşen “Sesler” kısmında.

Doğal yaşam ya da kimisi için doğaya uyumlu yaşam, doğaya bakışın derinleşmesini gerektirir. Ortak kanı o ki, doğa karmaşık örüntülerden oluşuyor ve neyin, nasıl, neden ve ne zaman olabileceğini algılayabilmenin yolu da bu örüntüleri okuyabilmekten geçiyor. Bu beceriye ister yeni-köylü olun, ister bir elinde baltayla odun yarıp diğer eliyle kılıç bileyen badass çiftçi olun, bir şeyler yapmak istiyorsanız ihtiyacınız var. Kendim de dahil doğaya mümkün olduğunca uyumlu yaşama çabasında olan insanların, sesle ve müzikle farkında veya olmadan kurduğu ciddi bir ilişki gözlemliyorum. Bu ilişkiyi “yahu müzik işte, aç ordan bir şey dinleyelim” gibi yüzeysel bırakan da, dinleme pratiklerini irdeleyerek daha derin bir noktaya götüren de vardır muhakkak. Şahit olduğum kadarıyla bu iki ucun arası da var.

Doğaya uyumlu yaşayanların bu beceriyi geliştirmesi gerekir. Çünkü örüntü okuma dediğimiz becerinin çok önemli bir parçasını kulaklarımızdan dalgalar halinde girip beynimizde elektrik sinyalleri oluşturan şeyler; yani sesler oluşturuyor. Kulağımıza; havada, suyun içinde ya da katı bir cisme kulağımızı dayadığımızda titreşen moleküller çok karmaşık bir halde ama belli bir örüntüye sahip olarak giriş yapıyorlar. Bedenimizin süper kabiliyetli filtreleri sayesinde, o sesi tanımlayabiliyoruz. Filtre dediğim şey işte kulak mesela. Laf kalabalıksız bir özetle; kaynağından ayrılan ses dalgaları, hava gibi bir iletici bir ortamdan kulağa girer ve beyinde elektriksel sinyal halinde algılanır. Tabii tüm bu geçişler arasında bir çok mekanik ve biyolojik aktarım oluyor ki bu aktarımların detayları yazımın konusu değil ama devamı için bu temel bilgi önemli.

Kulak, günümüzde bir diğer filtremizin önem sırasına göre arkasında kalıyor. O filtre de gözlerimiz. O kadar çok gördüğümüz şeylere dayalı hareket ediyor ve iletişim kuruyoruz ki sesleri tanımlamak, algılamak ve hatta duymak konusunda doğuştan gelen becerilerimizi kaybediyoruz. Bir nevi sağırlaşıyoruz. Bu durum tıpkı çok gürültülü ortamların, ses çıkaran makinelerin, yakında bir yerde uçan bir kuşun kanat sesini duyamamamıza yol açması gibi. Gürültü eşiğimiz çok yüksek ve bu gürültü, sadece fiziksel değil aynı zamanda iç sesimizin gürültüsünün yol açtığı algısal bir bariyer de olabiliyor. Bunun gibi sebeplerden ötürü detayları duymak ve tarif etmek konusunda vasatız. Tanımlayıp aktaracak ortak bir dile sahip değiliz. Tam da bu yüzden Thoreau’nun bu alıntısıyla yazıya başlamayı uygun gördüm. Kitabın aynı bölümünde sesleri ifade ederken geliştirdiği dil, içinde bulunduğu ses manzarasını bize oldukça başarılı bir şekilde aktarmasını sağlıyor. Ses manzarası demişken aslında İngilizcesi soundscape olan kavramı kastediyorum. Ses manzaralarına yalnızca kayıt cihazlarıyla erişmek durumunda değiliz, her zaman o lükse de sahip olamayabiliriz. Bu dili geliştirmek için sesle olan ilişkimizi geliştirmeliyiz. Bunun yolu kulağa kolay gelecek ama; dinlemek.

Akustik Ekoloji topluluğu Sonospheria’nın Adalar kayıt çalışmalarından sağanak yağmurlu bir fotoğraf.

Toplum olarak dinleme eylemi konusunda çok başarısız bir haldeyiz. Bunu müzik dinlemekten, karşımızdakini dinlemeye kadar, çevreyi dinlemekten, kafamızı dinlemeye kadar genişletebilirim. İç sesini dinleyemediği için müzik açanlar, karşısındakini dinlemediği için ve dinlenmeyeceğini bildiği için bağırarak derdini anlatanlar, yanlış anlayanlar, yanlış aktaranlar, bağıranlar, yüksek sesle yürüyenler, temizlik yapanlar, günün her saati tadilat ve inşaat yapanlar, hep bağırarak nutuk atanlar, bulundukları mekanın akustik problemlerini yok sayanlar bu iddiamın ispatı gibidir. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sesi sesle bastıran yüksek sesli topluluklar ve fertleri, derinde bir yerde ya da bariz şekilde saldırgandırlar. Fakat tüm bunların temelinde yine karşımıza ses ve onunla olan ilişkimiz çıkıyor. Onunla olan en doğrudan ilişkimizin, eylemimizin adı da; dinlemek.

Seslerin oluşturduğu ekosisteme müzik diyebiliriz aslında. Bu sayede doğadaki tüm seslerin bir ekolojisinden bahsetmek mümkün. Grammy ve Pulitzer gibi ödülleri olan besteci John Luther Adams, “Müziğin Ekolojisinin Arayışında” isimli makalede “Bir besteci olarak benim inancım, müziğin ekolojik anlayışımıza katkı sağlayabileceği yönünde. Dünya’yla olan bağlantılarımızın farkındalığını derinleştirerek müzik, insan bilinci ve kültürünün yenilenmesinin sesli bir modelini sağlayabilir.” diyor.

Bu müzik örüntüsünü okumanın yolu, sesin nasıl bir fenomen olduğunu temel düzeyde de olsa kavramak. “Titreşim” derken, “frekans” derken neyden bahsettiğimizi iyi bilmek önem kazanıyor. Seslerden oluşan örüntülerin alıcısı kulaklarımızı önce temizlemeli, sonra da eğitmeliyiz. Ve yine sadece fiziksel bir temizleme ve fiziksel bir eğitimden bahsetmiyorum yoksa Dünya’yı tüm bu sorunlardan kulak-burun-boğaz uzmanları kurtarabilirdi. Bahsettiğim, Murray Schafer’in “Kulak Temizleme” kitabındaki gibi bir yöntemler bütünü.

Sessizlik, gürültü, doku, form, melodi, armoni, ritm, ses manzarası gibi kavramları doğada karşımıza çıkabilecek ve çıkamayacak halleriyle öğrenmek bu kulak temizliğini gerçekleştirmenin güzel bir yolu. Bunları sanatsal bir çerçevede ele almalı ve sürekli o gözle yorumlamalıyız demek istemiyorum. Akustik Ekoloji konusunun önde gelen isimlerinden Hildegard Westerkamp, “Ses Manzarası’nın İçinden Konuşmak” isimli sunumunda “Bir ses manzarasının müzikal ve sanatsal yanları hakkında konuşmamı isteyenler olmuştur. Üzerinde ne kadar fazla düşünürsem, ses manzarasında bulunan şeylerden o kadar fazla bahsedemez hale geldiğimi farkettim, tabi eğer kendini ses manzarasının dışında, gözlemci ya da yorumcu olarak değil, içindeki bir parçası ve katılımcısı olarak konumlandıran ekolojik bilinçliliğe karşı dürüst kalmak istiyorsam.” diyor. Aynı sunumun devamında da benim de bu yazıda dikkat çekmeye çalıştığım dinleme konusunda şunları belirtmiş:

“Bebekken dinlemek aktif bir öğrenme süreciydi, etrafımızla ve bize en yakın insanlarla ilgili yaşamsal bilgiyi edinmenin bir yolu. Ne duyarsak ve dinlersek, sesle taklit etme ve ilk kez ifade etme girişimlerimizin, ses çıkarmamızın bir malzemesi haline geldi.”

Yani belki topraktan ürün almaktan ya da sert koşullarda doğada barınmaktan daha zoru olan insanla ilişki kurmak bile, dinleme ve dinleyerek öğrenme becerilerimizi bebeklikten bu yana köreltmeyerek kolaylaşacaktır. Daha önce de referans verdiğim besteci J. L. Adams “Antroposen’de Müzik Yapmak” makalesinde, “etrafımızdaki tüm seslerin çeşitliliğini daima dinlemek, onların yarattığı muazzam armoniyi duymayı öğretir. Bu armoniyi duyarak, insani seslerimizin onun içerisindeki yerini anlama noktasına geliriz.” diyor. Yine kendisi ilk alıntıladığım makalesinde “Ne zaman dikkatle dinlersek, müziğin her zaman etrafımızda olduğunu duyabiliriz. Gürültü, artık istenmeyen ses değildir. Dünya’nın nefesidir.

Eğer tonal tabanlı müzik Dünya’ya mesaj göndermenin bir yoluysa, gürültü tabanlı müzik de Dünya’dan mesaj almanın bir yoludur. Gürültü bizi kendi benliğimizin dışına çıkarır. Bizi görüş birliğine davet eder, bizi çevremizdeki her şeyle bağlayan örüntüleri kucaklamaya yönlendirir. Gürültüyü dikkatle dinlediğimizde, tüm dünya müzik halini alır. Bir kendini ifade aracı olmaktan ziyade, müzik bir farkındalık modu olur.” diyor ki burada bahsettiği gürültü doğada insan yapımı olmayan gürültüler. Şelalenin çağlaması, okyanusun dalgaları, ormandaki rüzgar ya da sağanak yağmur gibi… Yani insan yapımı gürültülerle, doğadaki gürültüyü bastırma halimiz ve bunun farkında bile olmayışımızın üstesinden gelmemizi sağlayacak farkındalığın yolu dinleme becerimizi geliştirmekten geçiyor. Pauline Oliveros’un derin dinleme deneyimlerindeki gibi bir kez odaklı bir dinleme kapısını açtığımızda ve alışkanlık edecek kadar düzenli hale getirdiğinizde mesela, sessizlik diye bir şeyin hiç bir zaman var olmadığını, en sessiz olmasını bekleyeceğiniz yerlerde bile mutlaka gürültü olduğunu farkedeceksiniz. Kendi sunumlarım ya da derslerimde üzerinde durup, deneyimletmeye çalıştığım da bu oluyor genelde.

Çamtepe Ekolojik Yaşam Merkezi’nde gerçekleşen “Müzik Okulu”nda iki sene üstüste şimdilik adını “sessiz kahvaltı” koyalım, bir oyun kararlaştırmıştık. Önceki günden kararlaştırılan bir sabah uyanan herkes, konuşmadan anlaştığı bir düzen içerisinde kahvaltıya oturup, yemeğe başladıktan bir süre sonra çaldığımız çan sesinden itibaren konuşmakta serbest. Dolayısıyla çan sesine kadar, 10-15 kişilik bir grup, sabah uyanınca hiç konuşmuyor. Sonuçları bence eğlenceli ama bir yandan da bazı durumlara dikkat çekmek gerekir. Konuşmamayı, küsmüş gibi davranmak zannedenler bile var. Surat asık, bedenle veya bakışla iletişimden imtina edenler var. Ya da şaka yollu öksürerek ortamdaki konuşmazlığı bozmak isteyenler var. Durumu anlamaya çalışıp, güler yüzle kahvaltılarını edenler ve gözlem yapanlar, ya da gerçekten çevresini aktif olarak dinleyenler ebeveynleriyle gelmiş olan ortamdaki çocuklardı. Gerek sosyokültürel gerekse bireysel sebeplerden dolayı geliştirmemiz gereken bu özelliğimizi kaybediyoruz.

Son olarak; daha fazla ve daha doğru dinlemek, sessizliği sıfır noktası kabul ederek gürültüyü dinlemek ve ayrıştırabilmek, var olan seslerin bir parçası olduğumuz halin farkındalığı üzerinden doğadaki armoniyi kavrama alışkanlığı, temiz kulaklara sahip olduğumuzun emareleridir.

In Search of an Ecology of MusicJohn Luther Adams

Making Music in the AnthropoceneJohn Luther Adams

Speaking from Inside the SoundscapeHildegard Westerkamp

Ear Cleaning R. Murray Schafer

Deep Listening 

Çamtepe Ekolojik Yaşam Kültürü Merkezi / Yaşam Okulu – Müzik Okulu 2016 / Ses Manzaraları

Sonospheria

 

 

Can Kazaz

[Yeşil Gazete BIFED’de] Bozcaada’ya gidecekler için 20 belgesel film tavsiyesi

Bu yıl 4’üncüsü düzenlenen Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali’ne 6 gün kaldı. 11 Ekim’de başlayıp 15 Ekim’de sona erecek olan, 70 ülkeden 330 belgeselin arasından 30’unun finale kaldığı festivalde; Yeşil Gazete olarak hangi filmleri izleyebileceğinize dair bir tavsiye listesi hazırladık. Her biri büyük emeğin sonucu ortaya çıkan ve BIFED sayesinde sinemaseverlerle buluşacak olan 30 filmin arasından seçim yapmak bir hayli zor oldu. Favori filmlerimizi de festival bitiminde paylaşmış olacağız. Tüm gösterimlerin ücretsiz olduğu filmler Bozcaada Halk Eğitim Merkezi ve Salhane salonlarında izleyicilerle buluşacak. Görüşmek dileğiyle, şimdiden tüm katılımcılara iyi seyirler!

  • Binlerce Kesikle Ölüm | Death by a Thousand Cuts

Yönetmen: Juan Mejia Botero & Jake Kheel

Ülke: ABD/Dominik Cumhuriyet, 2016

Süre: 73’

*Yoğun şiddet içerikli, çocuklar için uygun değil.

Konu:

Melaneo olarak tanınan Eligio Eloy Vargas –Sierra de Bahoruco Milli Park’ındaki Dominikli bir Park Bekçisi- palayla hunharca öldürülmüş bir şekilde bulunur. Melaneo’nun ölümü esnasında, genellikle sınırı geçerek koruma altındaki Dominik ormanlarına gelen Haitililer tarafından işletilen yasadışı kömür üretim alanını araştırmak için devriye görevinde olduğuna inanılıyordu. Söz konusu bu cinayet, Haiti ve Dominik Cumhuriyeti arasındaki yasadışı kömür sömürüsü ve devasa ormansızlaştırmaya ilişkin gittikçe artan gerilime dair daha büyük hikâyenin metaforuna dönüşür: cinayeti işlemekte kullanıldığı ileri sürülen silahın kendisi de Dominik Cumhuriyeti’ndeki binlerce ağacı kesmekte kullanılan aynı araçtır.

 

  • JES İstemiyoruz | No to GEP

 

Yönetmen: Cenk Behram Su

Ülke: Türkiye, 2017

Süre: 7’

Konu:

Aydın bölgesine teknik ve yasal eksikliklerle kurulan jeotermal enerji santralleri çevre halkına zarar vermektedir. Hem halkın ürettiği ürünleri yok etmekte, hem sağlıklarına zarar vermekte, hem de doğayı kirletmektedir. Aydın köylüleri jeotermal enerji santrallerinin kurulmaması için mücadele vermektedirler.

 

  • Dil Ovası

 

Yönetmen: Serdal Doğan

Ülke: Türkiye, 2016

Süre: 20’

Konu:

Dilovası çevresel bir felaket yaşyor çok uzun süredir ve yaşayanların çoğu hastalanmış durumda.

 

 

  • Bafra: Doğanın Sahipleri | Bafra: Masters of Nature

 

Yönetmen: Evrim İnci

Ülke: Türkiye, 2016

Süre: 22’

Konu:

Samsun’un Bafra ilçesinin doğası ve sakinlerinin birbirileriyle etkileşimleri üzerine bir belgesel… Film, “doğayı nasıl koruyabilirz?” sorusuna ilişkin bazı cevaplar sunmakta.

 

  • Sıra Dışı İnsanlar | Extraordinary People

 

Yönetmen: Orhan Tekeoğlu

Ülke: Türkiye, 2016

Süre: 45’

Konu:

Kent yaşamından sıkılan Metin Akıncı (56), çocukluğunun geçtiği köye gitme ve orada yerleşme arzusunu frenleyemez. Metin, bir gün iki yetişkin çocuğunu ve eşini kentte bırakıp, Çamlıhemşin’in bin metre yükseklikteki bir köyüne yerleşmeye karar verir. Ancak evine araba yolunun yapılmasını istemez. Tehlikeyi göze alarak, araba yolu ile evinin arasına teleferik çekerek ulaşım yolunu seçer. Rize’nin Gündoğdu ilçesinde yaşayan Bilal Atasoy (86), yaşadığı yörede sel felaketlerine karşı önlem almak için ahşaptan yaptığı evi kayalıklara monte eder. Önce bir oda ile başladığı evine, her defasında bir oda daha ekler. Karadenizliler bireysel anlamda sıra dışı işler ve yaşamlar seçerken, toplu olarak da sıradışı eğlencelere sahiptir. Sisdağı şenliklerinde, her yıl binlerce insan binlerce kilometrelik yolu aşarak gelir. Karadeniz’in engebeli coğrafyası insanlar arası iletişimine farklı bir boyut katar. Yüzyıllardan bu yana Giresun’un Kuşköyü’nde insanlar birbirleriyle ıslıkla anlaşırlar. Rize’nin Tunca Beldesi’nde ise yüzyıllardan bu yana tahta arabalara binmek bir gelenek. Ancak bu gelenek, Formula1’e rakip bir yarışa çevrilir. Formulaz adını verdikleri yarışta, kendi el emeği yaptıkları tahta arabalarla kıyasıya yarış yaparlar. Karadenizliler, zorlu bir coğrafyada ve zorlu tabiat şartlarına rağmen, kendine özgü yaratıcılıkları ve pratik çözümleriyle yaşamlarına farklı bir anlam kazandırıyorlar.

 

 

  • Kaz Otaran | Goose Herd

 

Yönetmen: Nurhan Özsoy Taşdemir

Ülke: Turkey – Türkiye, 2017

Süre: 43’

Konu:

Sıfırın altında eksi 40 dereceyle Türkiye’nin en soğuk şehirlerinden biri olan Ardahan’ın Çıldır İlçe’sinin Gölbelen Köyü’nde yaşayan Muteber ve torunlarının hikâyesi. Onlar aslında kaz çobanları. Zamana karşı meydan okuyan bu köyde, yaşlı babaannenin ömrünün sonuna, torunlarınınsa hayatın başlangıcına yolculuklarının hikâyesi.

 

  • Hayatta Kalma Kuralı veya Genetik Mühendisliğin Sonu | Code of Survival – or the End of Genetic Engineering

 

Yönetmen: Bertram Verhaag

Ülke: Almanya, 2016

Süre: 95’

Konu:

Dünya genelinde, aktif maddesi glifosat olan Monsanta’nun “Roundup” adlı bitki öldürücü kimyasalının milyonlarca tonu her sene toprağa uygulanıyor. Bunun ürkütücü sonuçları zehirlenen topraklar, dirençli süper zararlı otlar, kirlenmiş ekinler ve hastalıklı çiftlik hayvanları. Hindistan’da, Mısır’da ve Almanya’daki üç sürdürülebilir proje, alternatiflerin başarılabileceğini ve başarılı olduğunu kanıtlıyor. Etkileyici bir montaj içerisinde zehir bağımlısı endüstriyel modelin etkilerinin organik tarımın iyileştirici gücüyle karşılaşmasını izliyoruz.

 

  • Yeryüzünün Annesi |  Mother of the Earth

 

Yönetmen: Mahnaz Afzali

Ülke: İran, 2017

Süre: 52’

Konu:

 

Bu belgesel Hayedeh Shirzadi ve kocasının yasamına, aşkına, çalışmasına ve sehir çöplerinin boşaltımı ve gömülmesine son verme çabalarına bakıyor. Bu çiftin sıkı calışması ve becerikliliği sayesinde Kirmanşah şehrindeki çöpün tamamı şimdi yeniden işleniyor ve biyo atık da organik gübreye dönüştürülüyor. Shirzadi, Almanya’da yeniden işleme (recycling) okudu ve çevreyi temizlemek, verimli arazilerin yok olmasını engellemek ve havayla su kirliliğini azaltmak için İran’a döndü. Shirzadi’nin ilk çabaları göz ardı edildi; ancak atık yöneticisi işini alana kadar önce doğduğu yer Gilane Ghard’da sonra da Kirmanşah’da yerel hükümeti zorladı. Ayrıca İran’da seyahat ederek pek çok şehirde geri dönüşüm merkezlerinin kurulmasına yardımcı oldu. Bugün Kirmanşah’ın atığının hepsi geri dönüştürülüyor ve yararlı ürünler haline getiriliyor. Shirzadi enerjik bir lider ve yeryüzünün kaderi onun başlıca endişesi. Shirzadi yakın zamanda inşaat molozlarını geri dönüştürmek için bir alan faaliyete geçirdi.

 

  • Yüzleşme | Confrontation

 

Yönetmen: Nejla Demirci

Ülke: Türkiye, 2017

Süre: 63’

Konu:

“Yüzleşme” meme kanserinin neden olduğu zihinsel/bedensel algı ve yakın çevre iletişimine odaklanıyor. Bu film güçlenme hikâyesi… Yaşamları ile bize ilham veren bu filmdeki insanlar, dansla, doğayla, dayanışmayla hayata tutunuyorlar. Hastalığın olumsuz sonuçlarının üzerine gitmek yerine yaşamın içinde yeniden var olabilmenin yollarına dair ipuçları veriyorlar.

 

  • Şeker ve Baharat | Sugar and Spice

 

Yönetmen: Mi Mi Lwin

Ülke: Myanmar, 2016

Süre: 16’

Konu:

Yönetmenin, Myanmar’ın ortasındaki kuru bölgede palmiye şurubundan “palmiye” şekerleri yaparak hayatlarını kazanan ebeveynlerine dair sevgiyle çekilmiş bir portre.

 

  • Kutsal Su | The Sacred Water / Jholmolia

 

Yönetmen: Saiful Wudud Helal

Ülke: Bangladeş 2016

Süre: 49’

Konu:

Güneybatı Bangladeş’in sahilinde bir köy ve bu köyde “Jholmolia” denen, halkının hayatına canlılık katan parıldayan bir gölet var. Denizin yakınında bulunan bütün bu bölgede su kıt bulunuyor. Söz konusu bu gölet, burada yaşayanlar için tek içme suyu kaynağı. 2009 yılında Aila Kasırgası nedeniyle bütün bölgeyi su basar; ancak gölet bir şekilde bundan kurtulur. Köylüler bunu bir mucize olarak görür; ayrıca göletin kutsal olduğuna inanırlar. Bu bölgedeki insanların hayatı, folkloru, hikâyeleri ve mucize öyküleri bu göletin üzerinde yoğunlaşır. Zamanın geçişiyle birlikte doğa değişir, keza çevre de. Bunlar doğa tarafından beslenen insanların hayatlarında iz bırakır. “Jholmolia – Kutsal Su”, Bangladeş’in güneybatı sahilindeki bir köyde yaşayan insanların bir Kasırga sonrasındaki hayatlarının altı yıllık bir zaman dilimi boyunca yakından bir şekilde gözlemlenmesi ve incelenmesi.

 

  • Hayatın Şairleri | Poets of Life

 

Yönetmen: Shirin Barghnavard

Ülke: İran, 2017

Süre: 73’

Konu:

Shirin Parsi bir pirinç çiftçisi, ama sıradan bir pirinç çiftçisi değil. Parsi, lisans eğitimini Paris Üniversitesi’nin Fransız Ebediyatı bölümünde tamamladıktan sonra, İran’a döndü ve Tahran’da yaşamamaya karar verdi. Eşine miras olarak Hazar Denizi’ne yakın bir köy olan Shanderman’da toprak kalmıştı; böylece oraya taşındılar ve pirinç yetiştirmeye başladılar. Parsi ailesi –anne babalarıyla çiftçilik yapmak için kalmış olan iki oğulları da dahil olmak üzere- pirinç üretimine birtakım yenilikler getirdi. Sürdürülebilir çiftçiliği teşvik ediyor ve kimyasal böcek ilaçlarını ve gübreleri kullanmaktan kaçınıyorlar. Her geçen gün daha fazla çiftçinin çiftliklerini çok ucuz fiyatlara imarcılara sattıkları bir bölgede, Parsi ailesi yüzde yüz organik pirinç üretiyor. Shirin ve ailesi, yerel değerlerce zengin örnek bir yaşam biçimi seçtiler. Shirin pirinç çiftçiliğinin yanı sıra, toplumsal aktivisit olarak da zaman geçiriyor ve çeşitli yerel STK’larda gönüllü olarak çalışıyor. Özellikle de farkındalığı artırmaya odaklandığı kadın gruplarında epey aktif. Bu film, Shirin’i pirinç hasadına kadar çeltik tarlalarını hazırlarken izliyor ve ayrıca Shirin’in toplumsal ve çevresel düzeyde değişime yol açma çabalarını da gösteriyor.

 

  • Atomka/Genpatsu

 

Yönetmen: Lena Králiková Hashimoto

Ülke: Slovakya/Japonya, 2016

Süre: 38’

Konu:

Lena’nın hayatı, nükleer felaketler arasında garip bir paralellik oluşturuyor. Lena altı yaşındayken, Çernobil’den çocuklarla tanıştı. 2011 yılında Fukuşima’daki erimeden sonra, bu sefer de Japanyo’ya benzer bir olayın yaşanacağı düşüncesiyle savaşmaktaydı. Lena’nın belgeseli, insanların nükleer santrallerin güvenilirliğine ilişkin korkusunu ve tereddüdünü gösteriyor ve Fukuşima’nın yaşanmasından sonraki yıldaki durumu, sorunun sadece radyasyon olmadığını göstererek haritalandırıyor.

 

  • Alacakaranlık Korosu | Dusk Chorus – based on Fragments of Extinction

 

Yönetmen: Nika Saravanja & Alessandro d’Emilia

Ülke: İtalya, 2016

Süre: 62’

Konu: Eko-akustik besteci David Monacchi’yi dünyanın en fazla biyolojik çeşitliliğine sahip olan Ekvador’un ücra ilkel ormanlarında 24 saat saf, kesintisiz 3D ses manzaralarını kaydetmek için çıktığı macerada izleyin. Milyonlarca yıllık evrimin kaybolmakta olan sonik mirasının parçalarını dinlemek için eşsiz bir deneyim.

 

  • Vakhilerin Son Kadın Çobanı | The Last of the Wakhi Shepherdess

 

Yönetmen: Muhammad Zia Posh

Ülke: Pakistan, 2016

Süre: 13’

Konu:

Pakistan’ın kuzey dağlarının yükseklerinde, cesur ve kararlı bir kadın çoban, yüzyıllık çobanlık geleneğini hayatta tutmak için evinden ayrılır.

 

  • Lüfer | Bluefish

 

Yönetmen: Mert Gökalp

Ülke: Türkiye, 2017,

Süre: 63’

Konu: Lüfer denizlerin canavarı, piranası, kendi boyundan küçük hatta boyuna eşit her tur canlıya saldıran dişlerinin sivriliği ve yüzüş hızıyla Boğazın en acımasız avcısı. Palamut sürülerine saldırdığı, kendi türünü yiyen bir yamyam olduğu ve hatta yunuslara bile saldırdığı anlatılmakta. Milyonlarca insanın her gün üzerinden geçtiği ve neden her sene geldiğini tam olarak bilmediği, efsanelere konu olmuş Boğaz’dan gecen canavar bir balık! Boğaz’da hikâyeleri anlatılan, panik içerisindeki sürüler, yüzerken yalılara toslayan dev mavi yüzgeçli orkinos ve onun pesinde gelen büyük beyaz köpekbalıklarını kaybettik. Marmara’da bolca avlanan ıstakozları, Boğazın dalyanlarında avlanan kılıç balıklarını, Akdeniz foklarını kaybettik 1960’larda. Son olarak da Boğaz’ın uskumrusunu. Lüfer sıradaki mi?

 

 

  • Yeşil Nehir, Yakurunaların Zamanı | Green River, The time of the Yakurunas

 

Yönetmen: Alvaro Sarmiento & Diego Sarmiento

Ülke: Peru, 2017

Süre: 70’

Konu:

Ayahuasca dini şarkılarının yön verdiği “Yeşil Nehir. Yakurunaların Zamanı” Amazon’un derinliklerine dair şiirsel bir yolculuk. Film, Amazon Nehri’nin akan sularıyla birbiri içine geçmiş üç küçük köydeki zaman algısını irdeliyor ve izleyiciyi şamanlar ve arketipik toplumlarca iskan edilmiş bir peyzajın içerisine yerleştiriyor. Bu melez anlatı, 19. yüzyılın sonunda kauçuk sömürgeciliğinin hayaletlerini ve hâlâ hayatta olan ancak küresel kapitalizmin bir sonucu olarak kaybolma tehdidi altında bulunana kadim yerli kültürlerin anısını çağırmak için yerli yaşlıların bedenlerini betimliyor.

 

  • Öldürücü Tasarım | Death by Design

 

Yönetmen: Sue Williams

Ülke: ABD/Çin, 2015

Süre: 59’

Konu:

Tüketiciler akıllı telefonlarını, tabletlerini ve dizüstü bilgisayarlarını seviyor ve yaşamlarını onlarla idame ettiriyor. Yeni bir sürü cihaz hiç durmadan pazara akıyor ve daha da iyi bir iletişim, durmak bilmeyen bir eğlence ve anında bilgi vaat ediyor. Sayılar nefes kesici. 2020 yılına geldiğimizde, dört milyar insanın kişisel bir bilgisayarı, beş milyon insanın ise bir cep telefonu olacak. Ancak bu devrimin, tüketicilerin çoğundan gizlenmiş karanlık bir tarafı da var. Yönetmen Sue Williams, dünyadaki elektronik endüstrisinin tekinsiz sularını araştırıyor ve en ufak cihazların bile çevre ve sağlık açısından nasıl ölümcül bedelleri olduğunu gözler önüne seriyor. Film, Çin’deki son derece gizli kapaklı fabrikalardan harap olmuş bir New York topluluğuna ve Silikon Vadisi’nin ileri teknoloji koridorlarına uzanarak, çevrenin bozulması, sağlık trajedileri ve tüketicilik ve sürdürülebilirlik arasındaki hızla yaklaşmakta olan taşma noktasının hikâyesini anlatıyor.

 

 

  • Selfie

 

Yönetmen: Juan Ibesh

Ülke: Suriye Arap Cumhuriyeti/Türkiye/Almanya, 2016

Süre: 41’

Konu:

“Selfie” mültecilerin Türkiye’den Almanya’ya Akdeniz vasıtasıyla yaptıkları yolculuğu; bu yolculuk esnasında pek çok Avrupa ülkesinin sınırlarından geçişlerini ve karşılaştıkları güçlükleri anlatıyor. Film, Suriye’den ayrılarak nişanlısıyla ölümcül bir yolculuğa çıkma kararı vermiş genç bir kadının hikâyesi etrafında şekilleniyor. Film bir yandan bu çiftin yolculuğunun bütün ayrıntılarını kaydederken, bir yandan da Almanya’ya doğru yollarına devam etmek ve harap olmuş ülkelerine geri dönmek arasında gidip gelen bu çiftin iç çatışmasını da yansıtıyor.

 

  • İlkel Kaplumbağa | The Primordial Turtle

 

Yönetmen: Eduardo Quiroz

Ülke: Mexico – Meksika, 2016

Süre: 52’

Konu: Kaplumbağalar okyanus boyunca yaptıkları bir senelik yolculuğun ardından Meksika kıyılarına ulaştıklarında, yerel balıkçıların ağlarında korkunç bir ölümle karşılaşıyor. Ancak balıkçılığın çocuklarını doyurmak için tek yol olduğu balıkçıların gözyaşları karşısında kaplumbağaların çektiği işkence ve onların döktüğü gözyaşları nedir ki? Bu yerlerde atılan ağlar bazıları için ölüm bazıları için de ekmek parası demek. Ama hayvanları savunmak için bir başka Ağ daha yükseliyor –dünyada balıkçı ağlarıyla mücadele eden bir grup duyarlı insanın oluşturduğu Ağ. Kimin ağı daha güçlüyse o hayatta kalacak. 

 

Haber: Merve Damcı

(Yeşil Gazete)