Ana Sayfa Blog Sayfa 2909

AİHM, engelliye ayrımcılık yapmaktan Türkiye’yi mahkum etti

Eğitimde fırsat eşitsizliğinde mağdur olan bir engelli gencin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdığı dava sonuçlandı.

2005 yılında Elazığ Fırat Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Makine Eğitimi Bölümü’nde 1. sınıf öğrencisiyken geçirdiği kaza nedeniyle parapleji olan Enver Şahin‘in açtığı davada Türkiye ayrımcılık yapmaktan suçlu bulundu.

DW Türkçe’den Kayhan Karaca’nın aktardığına göre, kaza nedeniyle eğitimine ara vermek zorunda kalan Şahin, 2007 yılında Fırat Üniversitesi yönetimine başvurarak ders gördüğü fakülte binasının engellilerin de kullanabileceği şekilde düzenlenmesini talep etti.

Ancak fakülte, bina mimarisinde değişikliğin kısa vadede mümkün olamayacağı, makine bölümü eğitimindeki pratik atölye çalışmaları nedeniyle Şahin’in bu derslere katılımının sorun teşkil edebileceği, fakat yine de devam etmek istiyorsa kendisine olanaklar ölçüsünde yardım edilebileceği yanıtı verdi.

Rektörlük bütçe yokluğunu mazeret gösterdi

Şahin bunun üzerine fakültede fiziki değişiklik yapılması için noter aracılığıyla Fırat Üniversitesi rektörü ve fakülte dekanına başvurdu.

Bu başvuruda anayasanın eğitim ve öğrenim hakkıyla ilgili 42. maddesi, 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin eğitim hakkıyla ilgili maddesini temel aldı. Eğitim hakkının ihlal edildiğini savundu.

Rektörlük ise bütçe yokluğunu mazeret göstererek binada değişiklik yapılamayacağını belirtti. Şahin’e fakülte binasının üç katını çıkmak için bir ‘refakatçi’ önerdi.

Eğitimde fırsat eşitliği

Şahin bu kararı ‘eğitim hakkının önündeki engellerin kaldırılması’ talebiyle Elazığ İdari Mahkemesi’ne taşıdı.

Fırat Üniversitesi mahkeme önünde kendisini Şahin’in geçirdiği kazada ‘sorumluluk sahibi olmadığı, konuyu mahkemeye taşıyarak kötü niyet gösterdiği ve refakatçi önerisine olumlu yanıt vermediği’ tezleriyle savundu.

Eğitimde fırsat eşitliği ilkesini ön plana çıkaran Şahin ise kendisine refakatçi önerilmesini ‘şahsi durumu hakkında bilgi sahibi olunmadığının göstergesi’ olarak tanımladı.

“Bina senden önce inşa edildi”

Elazığ Mahkemesi, fakülte binası Şahin eğitim görmeye başlamadan önce inşa edildiği için Fırat Üniversitesi’nin sorumlu tutulamayacağı ve üniversite yönetiminin gelecekte binada değişiklik yapılacağı ve refakatçi vaatlerini gerekçe gösterip Şahin’in başvurusunu reddetti. Şahin’in bu karara karşı Danıştay önünde yaptığı itiraz başvurusu da sonuçsuz kaldı.

Türkiye’den savunma: Son yıllarda düzenlemeler yaptık

Dava 2012 yılında AİHM gündemine taşındı. Türk hükümeti AİHM önünde yaptığı savunmada, Şahin’in durumundan ziyade engelliler konusunda son yıllarda yapılan yasal düzenlemeleri ön plana çıkardı. AİHM ise bu değişiklikleri değil Şahin’in konumunu dikkate aldı. Önemli olanın “Türkiye’nin eğitim hakkına bağlı olarak vatandaşına ayrımcılık yapıp yapmadığı” olduğunu not etti.

AİHM, üniversitenin refakatçi önerisinin “Şahin’in mümkün mertebe bağımsız ve otonom yaşama ihtiyacını görmezden geldiği için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin özel yaşama saygıyla ilgili maddesi kapsamında akla uygun olmadığı” sonucuna vardı. Elazığ Mahkemesi’nin konuyu yeterli incelemediğini, Şahin’in ihtiyaçlarını ve bu ihtiyaçlara olası çözümleri dikkate almadığını belirtti.

Gerekçeli kararda, Fırat Üniversitesi ve Elazığ Mahkemesi’nin Şahin’in diğer öğrencilerle eşit şartlarda eğitimine devam edebilmesi için gerekli özeni gösterdiklerinin Türk hükümeti tarafından AİHM önünde ispatlanamadığı bildirildi.

AİHM sonuç olarak, Enver Şahin’e ‘eğitim hakkına bağlı olarak ayrımcılık yapıldığına’ hükmetti. Ankara karar gereği Şahin’e 10 bin euro manevi tazminat ve 2 bin 952 euro mahkeme masrafı ödeyecek.

Emsal karar

Karar, gerek kamu kurum ve kuruluşları gerekse özel sektöre engellilerin hakları bakımından getirdiği yükümlülükler bakımından önem taşıyor ve içtihat oluşturuyor.

AİHM 2016 yılında da benzer bir karar açıklamış ve İTÜ konservatuarının bağlama bölümünü sınavla kazanmış olduğu halde ‘görme engelli olduğu için’ okula kaydı reddedilen Ceyda Evrim Çam’a ‘ayrımcılık’ yapıldığı gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlal edildiğine hükmetmişti.

 

(Sputniknews)

‘Afrin harekâtı, Türkiye’de gazetecilik üzerindeki baskıyı artıracak’

Londra merkezli insan hakları kuruluşu Uluslararası Af Örgütü’nün İngiltere Direktörü Kate Allen, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki Afrin’e yönelik yürüttüğü Zeytin Dalı Harekâtı’nın, bölgedeki gazetecilik faaliyetleri üzerinde baskıyı giderek artırdığını ve ülke çapında yeni bir “baskıcı” dönemin baş gösterdiğini savundu.

İngiltere’de yayımlanan Guardian gazetesinin internet sitesinde yer alan yazıda Allen, Afrin’e harekatın başlangıcından bu yana, bir haftada aralarında gazetecinin de olduğu yüzlerce kişinin sosyal medya paylaşımları nedeniyle gözaltına alındığını hatırlattı.

Gözaltına alınanlara “terör örgütü propagandası yapmak” suçlaması yöneltiliyor.

Af Örgütü Direktörü Allen, bu gözaltıları “Türkiye’nin yeni normali” olarak nitelendirdi ve yaşananları “(gerçek ya da öyle olduğu düşünülen) siyasi muhaliflere karşı fırsatçı bir tepki” olarak yorumladı.

Guardian’daki yazısında Kate Allen, Türkiye’de faaliyet gösteren yüzlerce sivil toplum kuruluşunun kapatıldığını, meslekdaşı İdil Eser’in de hazırlanan iddianameye göre “üç birbirinden bağımsız ve birbirine karşı terör örgütüyle bağlantılı” olmakla suçlandığını hatırlattı.

 

“Yetkililer insan hakları aktivizmini sürdürmek isteyen herkesi korkutmak ve güçsüz bırakmak için meslekdaşlarımı örnek olarak ortaya atıyor.

Yazıda, Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser ve Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç dahil 11 insan hakları savunucusunun yargılandığı davaya da değinildi.

Soldan sağa: İdil Eser, Özlem Dalkıran, Ali Gharavi, Peter Steudtner, Günal Kurşun ve Veli Acu.

Çarşamba günü  Af Örgütü temsilcileri dahil 11 kişinin yargılandığı davanın son duruşması yapılacak. Davayı izlemek için Türkiye’de olacağını söyleyen Kate Allen’ın yazısı, şu ifadelerle sonlanıyor:

“Normalde hakları tehdit altında olan insanların yanında durmak Af Örgütü’nün işidir ancak bu yeni baskıcı Türkiye’de bu defa biz kendimizi tehdit altında bulduk.”

 

(BBC Türkçe)

Lüleburgaz iklim değişikliğine karşı elektrikli bisikletli taksilerle mücadele ediyor

Lüleburgaz Belediyesi, iklim değişikliği ile mücadele ve vatandaşları bisiklet kullanıma teşvik etmek amacıyla üç adet elektrikli bisikletle, halka sekiz ay ücretsiz olarak taksi hizmeti verecek.

Kırklareli’nin Lüleburgaz ilçesinde karbon salınımını azaltmak için alınan üç adet elektrikli bisiklet taksi hizmetine başladı.

Türkiye’de ilk kez hayata geçirilen uygulama kapsamında elektrikli bisikletler AB tarafından finanse edilen “Bisikletlerimizle İklim Değişikliğine Karşı Mücadele Ediyoruz” projesi kapsamında belirli güzergahlarda ulaşım sağlayacak.

Sekiz ay boyunca ücretsiz olması planlanan elektrikli bisiklet, öncelikli olarak 60 yaş ve üzeri, engelli, hamile ve çocuklu vatandaşlara hizmet verecek.

Projenin genel amacı 2017 bisiklet yılı ilan edilen Lüleburgaz’da bisiklet kullanımını artırarak karbon salınımını azaltmak ve iklim değişikliği ile mücadele etmek.

İlçede bisiklet kullanmayı bilmeyen kişilere temel bisiklet kullanımı eğitimi vererek bisiklet kullanımına teşvik etmek de projenin hedefleri arasında yer alıyor.

 

(Bianet)

Amed Sportif futbolcusu Deniz Naki’ye Türkiye’de futboldan men kararı

Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu, Amedspor forması giyen Deniz Naki’ye 3 yıl 6 ay men cezası verdi. Bu cezanın 3 yılı aşmasından dolayı da Türkiye’de ömür boyu futboldan men edildi.

TFF’den yapılan açıklamada, TFF 2. Lig Kırmızı Grup ekiplerinden Amed Sportif Faaliyetler’in oyuncusu Deniz Naki’nin, ayrımcılık ve ideolojik propaganda nedeniyle 3 yıl 6 ay müsabakalardan men ve 273 bin lira para cezasına çarptırıldığı belirtildi.

Cezanın, 3 yılı aşması nedeniyle sürekli hak mahrumiyeti olarak uygulanacağı kaydedildi.

Türkiye Futbol Federasyonu resmi sitesinden yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“AMED SPORTİF FAALİYETLER KULÜBÜ sporcusu DENİZ NAKİ’nin, ayrımcılık ve ideolojik propaganda nedeniyle FDT’nin 42/1-a, 35/4. ve 4/2. Maddeleri uyarınca 3 YIL 6 AY MÜSABAKALARDAN MEN CEZASI ve 273.000.-TL PARA CEZASI ile cezalandırılmasına, üç yılı aşan ceza bakımından FDT’nin 95/1. Maddesi uyarınca SÜREKLİ HAK MAHRUMİYETİ CEZASI ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

 

(Gazete Duvar)

 

Murat Dağı’nda yapılacak altın madenciliğinin arkasından Turgut Özal’ın yeğeni çıktı

Uşak ve Kütahya arasında kalan ve Ege’nin en yüksek dağı olan Murat Dağı’nda yapılacak altın madeni projesinin arkasından 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın yeğeni Bahattin Özal’ın sahibi olduğu Odaş Enerji’ye bağlı Anadolu Eksport Maden firması çıktı. 

Dünyanın sekizinci harikası olarak tanımlanan Murat Dağı, yılkı atlarına ve kırmızı geyik gibi birçok yaban hayvanına ev sahipliği yapan, 113 endemik türün yaşadığı bir doğa alanı. Murat Dağı aynı zamanda 50 bin büyükbaş ve küçükbaş hayvan için mera olarak kullanılıyor.

Bir vatandaşın Murat Dağı’nda yapılacak maden faaliyetine ilişkin Başbakanlık İletişim Merkezi’ne yaptığı başvuru üzerine verilen yanıtta Anadolu Eksport Maden Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından açık ocak işletme yöntemi ile altın cevherinin üretilmesi ve yığın liç yöntemi kullanılarak cevher zenginleştirme tesisinde cevherin işlenmesi ile nihai ürün olarak dore altın-gümüş elde edilmesi planlandığı belirtildi.

8.Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın yeğeninin firması

Yanıtta projeyle ilgili ÇED başvuru dosyasının Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na sunulduğu ve sürecin devam ettiği kaydedildi. Altın-gümüş projesinin yatırımcısı Anadolu Eksport Maden Sanayi ve Ticaret A.Ş. ise kamuoyuna çok yabancı değil. Adı geçen firma 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın kardeşi Korkut Özal’ın oğlu Bahattin Özal’ın başında olduğu Odaş Enerji’ye bağlı.

Bahattin Özal’ın babası Korkut Özal da ticaret sicil kaydına göre vefat ettiği 2016 yılına kadar firmanın yönetim kurulu üyeliğini yapmış. Web sitesinde yer alan bilgiye göre elektrik, doğalgaz ve madencilik alanında faaliyet yürüten Odaş Enerji’ye, elektrik dağıtımı piyasasında yer alan Odaş Enerji Elektrik, HES projelerinin sahibi Ena Elektrik Üretim, termik santral yatırımları yapan Çan Kömür ve İnşaat ile doğalgaz satışları yapan Odaş Doğal Gaz gibi 11 firmanın bağlı olduğu görülüyor.

Murat Dağı’nda yapılacak olan altın, gümüş ve platin madenciliği için hazırlanan ÇED dosyasına göre ÇED sahasına en yakın sınır noktasına kuş uçuşu yaklaşık 650 metre mesafede Karağaç Köyü, yaklaşık 2 bin 300 metre mesafede Sumaklı Köyü, yaklaşık 3 km mesafede Uğurluca Köyü yer alıyor. Dosyadaki bilgilere göre ÇED sahası içinde Gerdimelik Deresi bulunuyor. 

Projenin yapılmasına karşı çıkan yöre halkı ise “Murat Dağı Yok Olmasın Platformu” adı altında bir araya geldi.

Madencilik nedeniyle kanser oranı da yüksek 

Murat Dağı Yok Olmasın Platformu Funda Öz Akcura

Platformun sözcüsü Funda Öz Akcura, Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada Murat Dağı’nın Sakarya Nehri, Büyük Menderes, Porsuk Çayı, Gediz Nehri, Dokuzsele Çayı ve Banaz Çayı’nın su kaynağını oluşturduğunu belirterek “Murat Dağı’ndaki siyanürle altın arama faaliyetiyle Murat Dağı’ndan köken alan bu nehir ve çayların suları kirlenecek. Bu nehirlerin kirlenmesi sonucunda ise Büyük Menderes ve Gediz havzaları topyekun kirlenecektir” dedi. 

Akcura, bölgede süren madencilik faaliyetleri nedeniyle kanser oranın arttığına dikkat çekerek kanser hastalıklarına bağlı ölümlerin 2010-2016 yılları arasında Uşak’ta %23, Aydın’da %18, Türkiye’de %16 artış gösterdiğini ifade etti.

Menderes Nehri’nin kentsel atık sular-katı atıklar, endüstriyel atık sular-katı atıklar, zirai ilaçlar-gübreler, jeotermal akışkanlar, maden atıkları, hayvansal atıklar nedeniyle kirletildiğini dile getiren Akcura “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 2017 Yılı Çevre Sorunları ve Önceliklerini Değerlendirme Raporu’nda Uşak’ta yer alan su kaynaklarının su kirlilik seviyelerine bakıldığında Dokuzsele Çayı dördüncü, Banaz Çayı üçüncü, Gediz Nehri üçüncü ve Hamam Çayı üçüncü sınıf su kirliliği barındırmaktadır” dedi.

Ege Bölgesi sağlık verileri açısından Güneydoğu’dan daha kötü durumda

Aydın Çevre Mücadelesi (AYÇEM) sözcüsü Dr. Metin Aydın

Aydın Çevre Mücadelesi (AYÇEM) sözcüsü Dr. Metin Aydın da madenin işletmeye açılması durumunda açığa çıkacak ağır metallerin hem Gediz hem de Büyük Menderes Nehri’ni kirleteceğine, bunun yanında su kaynaklarının da bu ağır metaller sonucu kirleneceğine dikkat çekti. “Uşak’taki Ulubey Çayı hepsi dördüncü sınıf su kirliliği seviyesinde. Maden atıkları nedeniyle zaten kirlenmişti, bir de bunun üzerine siyanürle çıkarılacak bir de altın madeni ocağı açarsanız kimyasal kirlenme daha da artacak” diyen Dr. Aydın, projenin halk sağlığına olası etkilerini şöyle sıraladı:

“Altın madeni, üç büyük nehri kirleteceği için bölge halkının sağlığı için risk oluşturacak. Bu bölgede kanser oranı Türkiye’nin ortalamasının üzerinde, bu madenle birlikte kanser vakalarında artışlar görülecek. Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre anne-bebek ölüm oranının en fazla olduğu bölge. Bu veriler Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinden daha kötü. Dolaşım ve sindirim sistemlerindeki hastalıkların temel sebebi bölgedeki çevresel kirlilik.”

Maden, termik santral ve jeotermallerin bölgesel sorun olduğuna işaret eden Aydın, “Ege bölgesi, tam bir enerji koridoru haline gelmiş durumda. Jeotermaller, termik santraller, madenler giderek çoğalıyor. Murat Dağı’ndaki maden projesi bu işin son noktası olacak” dedi.

Birçok yaban hayvanına ev sahipliği yapıyor

Murat Dağı Yok Olmasın Platformu ayrıca maden tehdidiyle karşı karşıya olan Murat Dağı ile ilgili bir rapor hazırladı. Murat Dağı’nın dünyanın sekizinci harikası olarak tanımlandığı bilgisine yer verilen raporda yılkı atlarına, geyik ve ayı gibi yaban hayvanlarına ev sahipliği yapan Murat Dağı’nda 113 endemik tür bulunduğu, bunlardan 3 tanesinin sadece bu bölgede yetiştiği belirtildi.

Platformun raporunda Murat Dağı bölgesinde yoğun fay hatları boyunca dağılış gösteren sıcak su kaynaklarının Türkiye’nin en büyük sıcak su kaynağı havzalarından birini oluşturduğu belirtilerek, geriye kalan soğuk yeraltı suyu kaynaklarının ise temiz su kaynakları son derece sınırlı olan Türkiye için büyük bir önem teşkil ettiği kaydedildi.

Birinci dereceden deprem bölgesi

Raporda Murat Dağı ve çevresinin birinci dereceden deprem bölgesi olması nedeniyle madencilik faaliyeti açısından büyük risk oluşturduğuna dikkat çekilerek şu ifadelere yer verildi:

“Bu bölgede gerçekleşen depremler sırasında binlerce can ve mal kaybı yaşanmıştır ve uzun süredir deprem gerçekleşmemiştir. Bu büyük bir enerji birikimini beraberinde getirmiştir ve bu boyutta bir depremin son derece yıkıcı olacağı açıkça ortadadır. Öyle ki kayaçların tektonik hareketleri sırasında su kaynakları vb. oluşumlar kendiliğinden yok olabilmektedir. Su kaynaklarının bir plakadan başka bir plakaya hareketliliği gayet kolaydır, kırıklı yapının bu özelliğinden ötürü geçirimlilik oldukça yüksektir. Demirci Platosu ve Murat Dağı arasında sınırlanan 50 km boyunca uzanan Simav Fayı burayı deprem riski yüksek bir bölge haline getirmektedir.”

YER YIL ŞİDDET YER YIL ŞİDDET
Kütahya 1700 6 Emet 1930 6
Uşak 1875 6 Uşak 1934 7
Tavşanlı 1886 7 Kütahya 1943 7
Uşak 1886 7 Uşak – Gediz 1944 7
Emet 1898 7 Kütahya 1957 7
Uşak 1901 6 Demirci 1969 7
Uşak 1912 6 Gediz 1970 9

Uşak’ın içme suyu siyanürle zehirlenecek 

Raporda madenciliğe başlanması durumunda yaşanacak tehlikelerin şunlar olacağı belirtildi: 

6 milyon metrekarelik alanda hiçbir şekilde ağaç ve canlı varlığından söz edilemeyecek,

-1 milyon ton siyanürlü toprak, maden çalışmaları sırasında açılan 25 kilometre karelik alandaki çukurla beraber Kütahya ve Uşak’a miras kalacak,

-Yaşanması muhtemel sismik hareketlilik nedeniyle veya sıralı dinamit ünitelerinin patlatılmasıyla Uşak’ın içme suyunu sağlayan Küçükler Barajı, siyanür sızıntısı sebebiyle zehirlenmiş olacak,

-Siyanür 27 derece üzerindeki her sıcaklık sonucu buharlaşarak havaya karışabilen ölümcül sonuçları olan bir kimyasaldır. Toprağa düşecek ve üretimi yıllarca etkileyecek siyanür, sadece bir nesli değil birçok nesli doğuştan veya yaşamları boyunca doğrudan etkileyecek,

-Gediz Irmağı, Büyük Menderes Irmağı, Küçük Menderes Irmağı, Sakarya Irmağı, Susurluk Çayı vb. Murat Dağı’ndan kaynağını aldığı için Ege Bölgesi’nde yüksek miktarda siyanür sızıntısına bağlı hava, su ve toprak kirliliği oluşacak. Bu kirliliğe bağlı olarak başta kanser olmak üzere sağlık problemleri baş gösterecek,

-Gediz Ovası, Büyük Menderes Ovası, Salihli Ovası, Sakarya Ovası, Menemen Ovası, Küçük Menderes Ovası, Aydın Ovası, Çivril Ovası, Buldan Ovası ve buna benzer birçok ova kirlilikle boğuşarak yok olmaya başlayacak ve gıda güvenliğimiz tehlikeye girecek,

Pamukkale travertenleri de büyük zarar görecek

-Pamukkale travertenleri büyük zarar görecek, hatta suyu kuruma noktasına gelecek.

-Bölgenin beşerî faaliyetleri durma noktasına gelecek. (Turizm, tarım, hayvancılık, termal faaliyetler vs.)

-Tüm bu olumsuz gelişmelere bağlı olarak 15 milyondan fazla insanın sağlığı tehlikeye girecek.

Maden aramasıyla ilgili soru sormak ve görüş almak için aradığımız Odaş Enerji yöneticilerine ise ulaşamadık.

 

Haber: Rıfat Doğan

(Yeşil Gazete)

İstanbul Tabip Odası: Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi üyeleri onurumuzdur

İstanbul Tabip Odası yazılı bir açıklamayla Türkiye Tabipler Birliği Merkez Konseyi üyelerinin gözaltına alınmasına tepki gösterdi.

“Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi üyeleri onurumuzdur” başlığıyla yapılan açıklamada “Günlerdir TTB’ne yönelik saldırı, itibarsızlaştırma, sindirme kampanyasının yargı ayağı da  bugün devreye girdi.Sabah saatlerinden itibaren Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Eskişehir, Diyarbakır ve Van’daki TTB Merkez Konsey üyelerimizin evleri, işyerleri basılıyor, arama yapılıyor, gözaltına alınıyorlar.” denildi.

Açıklamada ayrıca konuyla ilgili ayrıntılı değerlendirmenin basın ve kamuoyuyla paylaşmak üzere bugün (30.01.2018), 17.30’da İstanbul Tabip Odası Cağaloğlu binası 4. Kat toplantı salonunda bir basın toplantısı ile de açıklanacağı belirtildi.

İstanbul Tabip Odası’ndan yapılan açıklama şu şekilde:

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyeleri Onurumuzdur!

Günlerdir TTB’ne yönelik saldırı, itibarsızlaştırma, sindirme kampanyasının yargı ayağı da  bugün devreye girdi.

Sabah saatlerinden itibaren Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Eskişehir, Diyarbakır ve Van’daki TTB Merkez Konsey üyelerimizin evleri, işyerleri basılıyor, arama yapılıyor, gözaltına alınıyorlar.

TTB’nin “Savaş bir halk sağlığı sorunudur!” başlıklı hekimliğin binlerce yıllık değerlerini savunmaktan başka hiçbir ifade içermeyen basın açıklamasını hedef haline getirenlere, içinde hiçbir suç unsuru olmayan açıklama için soruşturma açanlara, her birinin adresi belli arkadaşlarımızı ifadeye davet etmek yerine evlerini bastırarak gözaltına aldıranlara, yıllardır siyasi iktidarın bütün olanaklarını kullandığı halde TTB seçimlerini kazanamayıp  muhbirliğe soyunanlara cevabımızdır:

Biz hekimiz, sağlıkçıyız.

Tıbbın kurucuları İstanköylü Hipokrates’ten, Bergamalı Galenos’tan bu yana burada, bu topraklarda VARDIK, VARIZ, VAR OLACAĞIZ!

Topluma adanmış bir mesleğin onurlu üyeleri olarak İNSAN YAŞAMINI sağlığı, barışı, demokrasiyi her zaman olduğu gibi bugün de, yarın da SAVUNMAYA DEVAM EDECEĞİZ.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ MERKEZ KONSEYİ ÜYELERİ ONURUMUZDUR!

İSTANBUL TABİP ODASI
YÖNETİM KURULU”

 

(Yeşil Gazete)

İklim değişikliği ile mücadelede Norveç’ten bir ilk: Elektrikli hava yolculuğu başlıyor

Elektrikli otomobil kullanımı konusunda dünya lideri olan Norveç, elektrikli araçlar konusundaki tecrübesini farklı bir alana taşımaya hazırlanıyor.

İngiliz Guardian gazetesinde çıkan habere göre geçtiğimiz Çarşamba günü ulusal havalimanı işletmesi Avinor yönetimince açıklanan plan kapsamında Norveç’in, 2040 yılına kadar ülkedeki tüm kısa mesafeli uçuşları elektrikli uçaklarla yapması öngörülüyor.

2040 yılına kadar tüm kısa mesafeli uçuşları %100 elektrikli uçaklarla yapmayı hedefleyen Norveç, elektrikli hava yolculuğuna geçiş yapan ilk ülke olacak.

Norveç havalimanı işletmesi Avinor Genel Müdürü Dag Falk-Petersen, Norveç’in tüm iç hat güzergahları ile komşu İskandinav ülkelerinin başkentlerini kapsayan 1.5 saate kadar sürecek yolculukların tamamının elektrikli uçaklar ile yapılacağını belirtiyor.

Avinor, 2025 yılında hizmete girecek 19 koltuklu küçük bir elektrikli yolcu uçağı üretimi için bir ihale açacağını da belirtti.

“İklim değişikliği için çözüm”

Elektrikli ulaşım konusunda öncü olan Norveç, Batı Avrupa’nın en büyük petrol ve doğalgaz üreticilerinden.

Resmi kaynaklara göre Norveç’in sera gazı emisyonunun yüzde 2,4’ü iç hatlardaki uçuşlardan kaynaklanıyor.

Uluslararası uçuşlar da dahil edildiğinde bu rakam iki katına çıkıyor.

Falk-Petersen belirlenen hedefe ulaşıldığında hava yolculuğunun iklim için artık bir problem değil çözüm olacağını belirtiyor.

Hükümetin yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi desteklemesi ve yeni düzenlemeler getirmesi ülkenin, iklim değişikliği ile mücadelede kararlı olduğunu gösteriyor.

Elektrikli uçaklar çalışmaya başladığında sadece sera gazı emisyonunu azaltmakla kalmayacak, aynı zamanda yerleşim bölgelerinde oluşan ses kirliliğinin de önüne geçilecek. Ancak bu noktaya ulaşmadan önce Avinor, biyoyakıt ve hibrit yakıtlı elektrik çözümleri gibi aracı teknolojileri kullanması gerektiğini belirtiyor.

Boeing ve Airbus şu anda elektrikli uçakların kullanılabilirliğini araştırıyor.

Geçtiğimiz yıl %100 elektrikli uçaklar için projesini açıklayan Airbus, İngiliz motor üreticisi Rolls Royce ve Alman endüstriyel grup Siemens ile ortaklık imzalayarak, hibrit bir model geliştirmeye yönelik çalışmalarına başladı. İlk uçuş 2020’de planlanıyor.

ABD havacılık gruplarından Boeing tarafından kısmen finanse edilen bir teşebbüs olan Zunum Aeroise, 2022 yılına kadar hibrit uçak satışına başlamayı planlıyor.

Paris İklim Anlaşması’na imza atan ülkelerden biri olan Norveç hükümeti, emisyon miktarını ciddi şekilde düşürmeyi ve küresel ısınmanın 1.5°C ile sınırlanması hedefine katkıda bulunmayı taahhüt ediyor. Ancak, devlet şirketi Statoil’in de aralarında bulunduğu bazı şirketlere Arktik’te petrol araması yapmaları için izin veriyor. Norveç’in Kuzey Buz Denizi’nde petrol arama faaliyetlerinin devam edeceğinin resmileşmesi çevre örgütleri tarafından eleştiriliyor.

 

(Ekolojist, Yeşil Gazete)

“Savaş bir halk sağlığı sorunudur” bildirisi yayınlayan TTB üyelerine gözaltı

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” başlıklı bir bildiri yayınladıkları gerekçesiyle hedef haline getirilen Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi’nin 11 yöneticisi hakkında, Ankara Cumhuriyet Başsavcığı’nın başlattığı soruşturma kapsamında gözaltı kararı verildi.

Gözaltı kararının ardından Terörle Mücadele Şubesi ekiplerince operasyon başlatıldı ve TTB üyelerin sabah 6.30 sularında evleri polis tarafından basıldı.

Ankara merkezli 8 ilde başlatılan operasyon kapsamında aralarında TTB Başkanı Raşit Tükel’in de olduğu yöneticiler gözaltına alındı.

Tükel, gözaltına alındıktan sonra polis nezaretinde Çapa Tıp Fakültesi’ne götürüldü.

Polis, Türkel’in buradaki ofisinde de arama yaptı. Daha sonra Prof. Dr. Raşit Tükel ile Prof. Dr. Taner Gören sağlık kontrolü için Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürüldü.

TTB Merkez Konsey üyesi Hande Arpat da, evine yapılan baskın sonucu gözaltına alındıktan sonra yapılacak aramaya eşlik etmesi için TTB Genel Merkezi’ne götürüldü.

Haberi alan sağlık emek ve meslek örgütlerinin yönetici ve üyeleri ile TTB üyesi hekimler genel merkez binası önünde toplandı.

Sağlık emekçileri, arama sonrasında Hande Arpat’ı alkışlar eşliğinde uğurladı.

Başsavcılık’tan açıklama

Gözaltılara ilişkin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Başsavcılığımızca Türk Tabibler Birliği yetkilileri hakkında 3713 sayılı kanun uyarınca yapılmakta olan soruşturma kapsamında 11 yönetici hakkında gözaltı kararı verilmiş olup, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi görevlilerince yasal işlemler bu sabah itibarıyla başlatılmıştır. Ankara merkezli 8 ilde gözaltı, arama ve el koyma işlemlerine devam edilmektedir.”

Evleri basılıp, arama yapılan ve haklarında gözaltı kararı bulunan TTB Merkez konseyi üyesi doktorlar şöyle:

TTB Başkanı Raşit Tükel

Merkez Konsey üyeleri

Sezai Berber

Sinan Adıyaman

Selma Güngör

Şeyhmus Gökalp

Hande Arpat

Ayfer Horasan

Taner Gören

Funda Obuz

Yaşar Ulutaş

Nazım Yılmaz

Gözaltılara ilişkin ilk tepkiler CHP ve HDP’den geldi.

CHP milletvekili Ali Şeker, sosyal medyadan yaptığı paylaşımda, “TBB Başkanı Raşit Tükel ve yönetim kurulu üyelerini gözaltına alan ceburrat iktidara boyun eğmeyeceğiz. 12 Eylül 1980’in üzerinden 37 yıl geçti ve faşizm yine bu ülkeyi hedef alıyor. Zulmün karşısında insanlık kazanacak, barış kazanacak” sözleriyle TBB üyelerine destek mesajı yayınladı.

HDP’li Ayhan Bilgen sosyal medyadan yaptığı açıklamada;” artık herkes savaş yanlısı doktor arasın” ifadelerini kullandı.

TTB ne demişti?

TTB, Afrin operasyonuna dair yaptığı “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” başlıklı açıklamada “Her çatışma, her savaş; fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara yol açarak büyük bir insani dramı da beraberinde getirir” demişti.

TTB’nin açıklaması şöyleydi:

“Biz hekimler uyarıyoruz.

Savaş, doğada ve insanda tahribat yapan, toplumsal yaşamı tehdit eden, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur.

Her çatışma, her savaş; fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara yol açarak büyük bir insani dramı da beraberinde getirir.

Yaşatmaya ant içmiş bir mesleğin mensupları olarak, yaşamı savunmanın, barış iklimine sahip çıkmanın birincil görevimiz olduğunu aklımızdan çıkarmıyoruz.

Savaşla baş etmenin yolu, adil, demokratik, eşitlikçi, özgür ve barışçıl bir yaşam kurmak ve bunu sürekli kılmaktır.

Savaşa hayır, barış hemen şimdi!”

Cumhurbaşkanı Erdoğan “terörist seviciler” demişti

Bu açıklama sonrası Erdoğan, Türk Tabipleri Birliği’ni “Terörist seviciler” ifadesiyle hedef gösterdi. Erdoğan konu hakkında şunları söyledi:

“Bazı kesimler bunu iyi duysunlar. Bugün operasyonun 7. günü. 343 terörist etkisiz hale getirildi. Bunlar tespit edilenler. Bundan rahatsız olan, sözde Türk Tabipler Birliği gibi bir kesim savaşa hayır diye kampanya yürütmek istiyor. Bu terörist sevicilerin bugüne kadar barışa evet dediklerini duymadık. Bunlar bugüne kadar güneydoğuda, doğuda, vatandaşlarım şehit edildi. İçeride olan terör uygulayıcılarına yönelik en ufak açıklama duyduk mu? Duymadık. Bunlar bu işin içindeler. Kandil’e kadar gidip, ondan sonra yazdıkları kitaplarla kendilerine kaynak temin etmeye çalışanların teröristlerin karşısında dikildiklerini duymadık. PYD, YPG, DEAŞ, PKK, bütün bu terör örgütlerinin yapmış olduğu taciz hareketlerine karşı bizim uluslararası hukuktan doğan haklarımızı hazmedemeyen bu sözde kişiler veya dernek kusura bakmasınlar. Attığımız adım kararlı bir adımdır.”

TTB’den yanıt: Hekimlik değerleri açıktır

Erdoğan’ın hedef göstermesi sonrası Türk Tabipler Birliği’nin sitesinden 7 maddelik bir açıklamayla yanıt verdi.

Açıklama şöyle:

1. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi 24 Ocak 2017 Çarşamba günü kamuoyuna bir açıklama yapmıştır.

  1. Açıklamayı izleyen iki gün içerisinde tarafımıza farklı tepkiler ulaşmıştır. Açıklamamızı olumlayan ve destekleyen bir çok geri bildirimin yanında, metinde yer almayan ifadeler eklenerek hedef gösteren ve adeta bir lince davetiye çıkaran söylemler ve tehditler de söz konusudur.
  2. TTB Merkez Konseyi gerek hekimlerin gerekse de vatandaşlarımızın tepkilerini dikkatle dinlemektedir.
  3. Öncelikle tekrarlanması gereken TTB Merkez Konseyi’nin açıklaması halen sınır ötesinde bulunan çocuklarımızı, onların ana, baba ve yakınlarını da gözeterek, büyük bir özenle, hiçbir insana hürmetsizlik etmeyen bir uslupla kaleme alınmıştır. Orada görevli bulunan insanlar tepki gösterenler kadar bizim de canımızdır. TTB Merkez Konseyi bu anlamda kendisi hakkında yapılan çarpıtmaları reddetmektedir.
  4. TTB Merkez Konseyi bu süreçte bir hekim birliği tutumu ve sorumluluğuyla görüşlerini ifade etmiştir. Savaş, çatışma, terör operasyonu ve benzeri durumlarla ilgili hekimlik değerleri ve yıllar boyunca geliştirilen tutum bildirgeleri hiçbir farklı yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. TTB Merkez Konseyi’nin 24 Ocak tarihli açıklaması bütünüyle bu birikime sadık kalarak yapılmıştır.
  5. Yukarıdaki gerçeklere rağmen tepkilerin kimi provokatif saldırılara da meydan verecek çağrılara, hedef göstermelere dönüştüğünü üzülerek duyuyor, görüyor, yaşıyoruz.  Son olarak devletin en yetkili makamlarının açıkladıkları görüşler kimileri için TTB Merkez Konseyi’nin hedef olarak algılanması tehlikesini de içermektedir.
  6. TTB Merkez Konseyi bu bilgiler ışığında kamu otoritesine herkesin can güvenliğini güvence altına alacağı ve hiç kimseyi dışlamadan görüşlerini ifade edebileceği bir ortamı tesis etme görevini yerine getirme sorumluluğunu hatırlatır, bu vesileyle özgür, demokratik ve barış içerisinde bir Türkiye ve dünya özlemimizi bir kez daha paylaşırız.”

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedef gösterdiği Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyesi 11 kişi hakkında soruşturma başlatmıştı. İçişleri Bakanlığı “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) başlattığı Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekâtı’na ‘savaş’ değerlendirmeleri yaptığı” gerekçesiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunarak, Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava açılmasını talep edeceğini açıklamıştı. İçişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada “Merkez Konseyi üyelerinin görevlerine son verilmesi amacıyla dava açılmasını talep etme zorunluluğu hasıl olmuştur” denilmişti.

 

(Cumhuriyet, Evrensel)

120 yönetmenden 111 film ile 17. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali zamanı

17. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali, 15-25 Şubat 2018 tarihlerinde İstanbul’da, 1-4 Mart 2018 tarihlerinde ise Ankara ve İzmir’de gerçekleşecek. Festival 36 ülke ve 120 yönetmenden toplam 111 filmi getiriyor!

!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali bu yıl temasını “Hayat Var!” olarak belirledi. Türkiye ve dünyanın içinden geçtiği karanlık zamanlara rağmen hayatın farklı renkler, sesler ve hikâyelerle var olduğunu gösteren, kanıtlayan bakışların ve hayatların peşine düşüyor.

!f İstanbul’u Lady Bird açıyor!

“Phantom Thread”den “Lady Bird”e, “The Disaster Artist”ten “Professor Marston & The Wonder Women”a, yılın merakla beklenen filmlerinin Türkiye galalarına evsahipliği yapacak.

Sevmenin !f Zamanı!

Galalar bölümünün sürpriz filmlerinden biri de “Sevmek Zamanı”! “Acı Hayat” (1962), “Yılanların Öcü” (1962), “Susuz Yaz” (1964), “Kuyu” (1968) gibi birçok klasiğin yaratıcısı, Türkiye sinemasının auteurlerinden Metin Erksan’ın yönettiği 1965 yapımı bu kült film, yenilenmiş kopyasıyla ilk kez genel seyirciyle buluşacak.

Ara Güler’in kayıp filmi “Kahramanın Sonu”, 3D bilimkurgu “Prototype” gibi özel gösterimleriyle de sinefillerin ilgi odağı olacak.

SİYAD da seçecek!

Keş!f bölümündeki filmler ayrıca, Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) jürisi tarafından değerlendirmeye alınacak ve Banu Bozdemir, Gül Yaşartürk ve Sevin Okyay’dan oluşan jüri, seçecekleri bir filme SİYAD Ödülü’nü verecek.

Müjde Ar ve Tuğrul Eryılmaz’ın !f İstanbul’a özel sohbetler ile sinemaseverlerle bir araya gelecekler.

İstanbul sinemaları ve mekânları

!f İstanbul’un sinema salonları: İstanbul durağında, Cinemaximum City’s Nişantaşı, Cinemaximum Kanyon, Cinemaximum Budak & CKM ve Cinemaximum Akasya; Ankara’da Cinemaximum Armada, İzmir’de de Cinemaximum Konak Pier sinemaları olacak. Festivalin etkinlik mekânları ise bomontiada, Babylon, A Corner in the World X bomontiada ALT ve Soho House İstanbul olacak!

Aşk & Başka Bi’ Dünya: Yılın belgeselleri yarışıyor

Bu yıl beşinci yılına giren ve dünyadan aktivist filmlerin yarıştığı Aşk & Başka Bi’ Dünya Yarışması’nda ABD, Almanya, Arjantin, Fransa, Kanada, Katar, Malta, Paraguay, Rusya, Sırbistan, Ukrayna, Türkiye’den toplam 7 film, 5.000 A.B.D. Doları değerindeki ödül için yarışacak.

Yeni !f²: !f filmleri 33 şehir ve 50 farklı noktada!

!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin 9 yıl önce başlattığı ve dünyada ilk olma özelliği taşıyan !f² projesi, bu yıl !f İstanbul ve Yeni Film Fonu’nun ortaklığında Yeni !f² adını alıyor ve !f filmlerini Türkiye’nin dört bir yanına ve komşu ülkelere götürüyor.

24 ve 25 Şubat tarihlerinde 17. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin kapsamında gösterilecek 5 film ile yapılacak. Filmler, Afyon’dan Batman’a, Ramallah’tan Lefkoşa’ya, 33 şehir ve 50 farklı noktada, 15 bin kişiye aynı anda ulaşacak ve gösterimlerin ardından yapılacak yönetmen ve ekip söyleşileri canlı yayınlanacak. Böylece, Yeni !f² şehirlerindeki katılımcılar da sohbeti izleyip, yönetmenlere soru sorabilecek.

 

Haber: Muhittin Kurban

(Yeşil Gazete)

Hamburg’da Almanya Dışişleri Bakanına Afrin protestosu

Almanya Dişişleri Bakanı Sigmar Gabriel Cuma günü Hamburg’da  Thalia Tiyatrosu’nda gerçekleştirmek istediği konuşması sırasında protestolarla karşılaştı.

Gabriel, Hamburg o Thalia Theater binasında katıldığı bir etkinlikte, Afrin saldırısında Alman tanklarının kullanılması yüzünden kalabalık bir izleyici tarafından protesto edildi.

Etkinlikte Gabriel’in konuşmaya başlaması üzerine bir grup kalabalık izleyici, Alman yapımı “Leopard II” tanklarının Afrin s’e yönelik saldırı ve katliamlarında kullanılmasını protesto eden sloganlar attı, pankartlar açtı. Gabriel ile protestocular arasında birkaç dakika süren sözlü tartışma yaşandı.

 

Tiyatro salonunun bir ucuna “Türkiye bombalıyor, Almanya para kazanıyor”, diğer ucuna da “Kürdistan ile dayanışma” pankartını açan etkinliğin izleyicileri “Türk devletine silah satmaktan vazgeçin” şeklinde bağırmaya başladılar.

Protesto karşısında şaşıran Gabriel “Hayır, ben Türkiye’ye panzer satmadım, ben sadece görevlerimi yaptım” demekle yetinirken, izleyiciler “Silah ihracatlarında imzasınız var, bundan sadece 30 milyon Euro para kazandınız” diye bağırdı.

Göstericiler tiyatro salonunun bir ucuna “Türkiye bombalıyor, Almanya para kazanıyor” pankartı açtı

Gabriel “Şimdi kullanılan panzerleri bizim hükümet satmadı, ancak bu Türkiye’nin operasyonuna karşı çıkmayacağımız anlamına geliyor ve bunun durması için de çabalıyoruz” kendisini savundu.

Salondaki izleyicilerin de protestoya alkışlara destek verdi

 

Türkiye’nin Afrin’e yönelik saldırısında Alman Leopard 2 tanklarının kullanılması nedeniyle kamuoyunda yaşanan tartışmalarla ilgili de Alman hükümetinden açıklama geldi. Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, mevcut hükümetin Türkiye’ye satılan tankların modernizasyonu konusunda kararı yeni hükümet kurulana kadar beklemeye aldığını açıkladı.

 

(Günce Haber)