Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından gerçekleştirilen 37. DYO Sanat Ödülleri yarışmasında ödül alan ve sergilenmeye değer bulunan 56 eser, Denizhan Özer’in küratörlüğünde 10 Şubat 2019’a kadar Galata Rum Okulu’nda sergileniyor.
‘Evrende Dönüşüm’ teması ile gerçekleşen 37. DYO Sanat Ödülleri yarışmasına 463 sanatçı 790 eserle katılım gösterdi. Türkiye’nin yanı sıra Yunanistan ve Özbekistan’dan sanatçıların da yoğun ilgi gösterdiği yarışmada 790 eserden ikisi pentür, biri özgün baskı dalında 3 eser ödüle layık görüldü.
Roger Waters ‘aşırı sağ politikalara karşı bir uyanış sağlamak’ için ABD-Meksika sınırında konser vermek istediğini açıkladı.
Roger Waters’ın hayalini kurduğu etkinlik gerçekleşirse, bu, ünlü sanatçının tüm albümünü canlı olarak seslendirdiği ikinci ikonik konseri olacak. Waters 1990 yılında da Berlin Duvarı’nın önünde de aynı şekilde konser vermişti.
75 yaşındaki Waters’ın konserlerinde daha önce de Trump’ın politikalarını eleştirdiği biliniyor. Sanatçı 2016’da seçim kampanyalarının gerçekleştiği dönemde Kaliforniya’da verdiği konserde de benzer bir hareket yapmış, popüler ‘Another Brick in the Wall’ şarkısının ikinci kısmını seslendirirken 15 çocuk üzerlerinde ‘Take down the wall’ (Duvarı yık) yazan tişörtlerle sahneye çıkmıştı.
Waters ayrıca, surat kısmında Trump’ın yer aldığı devasa bir domuz balonun üzerine ‘Cahil, yalancı, ırkçı, cinsiyetçi domuz’ sözlerini yazıp uçurmuştu. Waters’ın daha sonraki konserlerinde de domuz balonu uçurulduğu ve Trump’ı eleştiren görseller kullandığı görüldü.
Don Kişot Bisiklet Kolektifi tarafından KOS’un paydaşlığında 12-13 Ocak 2019 tarihlerinde Bisiklet ve Kent Çalıştayı’nın ikincisi TMMOB Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi’nde gerçekleştirildi.
Farklı konu başlıkları ve konuşmacıların yer aldığı Kent ve Bisiklet Çalıştayı’na farklı illerden bu sene de yüksek katılım oldu. Sekiz başlıkta yapılan sunuşlara ek olarak, ilk günün devamında forum da gerçekleştirildi.
Çalıştayın ilk günü liseler arası düzenlenen 10. Kısa Film Yarışması’nda ödül alan ve yönetmenliğini Orkun Özcan’ın üstlendiği “İki Teker Bir Zil” belgeseli ile başladı. Devamında Don Kişot Bisiklet Kolektifi’nden Merve Vardar “Gezegeni kurtarmak istiyor olamaz mıyız?” sloganı ile çalıştayın açılış konuşmasını gerçekleştirdi.
Bisiklet ve Spor konu başlığında Sarper Günsal bisikletin tarihsel gelişiminin yanı sıra şimdiye kadar düzenlenen bisiklet turları ve bisikletin bir spor dalı haline gelmesi süreci hakkındaki bilgilerini dinleyiciler ile paylaştı. Bisikletin icadı ile kadınların özgürleşmesi arasında bir bağlantı olduğunu da ifade eden Sarper Günsal “çocukken bisiklete bindiyseniz eski günleri hatırlamak, o havayı bisiklet üzerinde tekrar hissetmek paylaşılmaz bir zevk” sözleriyle sunumunu tamamladı.
Aydan Çelik
Aydan Çelik, Bisiklet ve İstanbul başlığı ile İstanbul’a bisiklet selesinden bakılmasını sağlarken, bisikletle gezerken edindiği görsellerle ezber bozucu olan bu şehri bir kez daha katılımcılara yaşattı. İstanbul’u tanımak için en ideal şey bisiklet diyen Aydan Çelik, yedi tepesi olan bu şehrin bisiklet kullanmayı teşvik ettiğini de belirtti.
Çalıştayın ilk günü Nilüfer Belediyesi’nden Ali Cenk Algün’ünBisiklet ve Yerel Yönetimler başlığı ile devam etti. 15 senedir aktif bir şekilde bisikletle ilgilenen Ali Cenk Algün, bir şehrin bisiklet dostu olabilmesi için gerekli başlıkların neler olduğundan bahsetti. Dünya’dan verdiği örnekler ile beraber Bursa’nın Nilüfer ilçesinde şimdiye kadar neler yapıldığını izleyicilerle paylaşan Algün kendi ilçelerinde yapmaya çalıştıkları düzenlemelerin Bursa’ya yayılması konusunda bütüncül bir yaklaşımın gerektiğini de sözlerine ekledi.
Don Kişot Bisiklet Kolektifi’nden Ege Sertçetin ve Betül Köse, Bisiklet ve Aktivizm başlığı altında dayanışmanın sadece bisiklette değil yaşamın her alanında topluluk üyelerini bir arada tutuğunu ve güçlendirdiğini söylemelerinin yanı sıra özellikle içinde bulunduğumuz zaman diliminde baskıcı rejimler sebebiyle bazı tur ve etkinliklerin de kısıtlandığına vurgu yaptılar. Kolektif üyeleri “Biz bir şey değiştirmedikçe hiçbir şey değişmeyecek” diyerek ilk günün son sunumunu tamamladılar.
Çalıştayda yer alan konu başlıkları dışında da farklı konuların konuşulup fikir paylaşımının yapıldığı foruma dinleyici kitlesinden olan katılımlar ile çalıştayın ilk günü tamamlanmış oldu.
İkinci gün
Bisiklet ve Kent Çalıştayı’nın 2. günü “Bisiklet Şehri” film gösterimi ile başladı. Ardından birinci günün özeti yapıldıktan sonra günün ilk sunumu olan Bisiklet ve Sağlık başlığına geçildi.
Fizyoterapist Semih Özdemir, Bisiklet ve Sağlık başlığında fiziksel hareketsizliği kırmak için bisiklet sürmenin en güzel alternatiflerden birisi olduğunu belirterek bisiklet türleri ve bu türlere bağlı olarak doğru bir şekilde bisiklet üzerinde durmanın önemine değindi.
İrem Çağıl
İkinci günün bir diğer konu başlığı Bisiklet ve Kadın’dı. Bu başlık altında İrem Çağıl şimdiye kadar yaptığı turlardan ve bu turlara nasıl karar verdiğinden sunumunun ilk bölümünde bahsetti. Yaptığı turları düşündüğünde tehlike olarak gördüğü tek şeyin insan olduğuna vurgu yapan İrem Çağıl, özellikle kadın olmanın bu işi daha da zorlaştırdığını belirtti. Bu zorluklara karşı nasıl davranılması gerektiği konusunda da dinleyenleri bilgilendiren İrem Çağıl, konuşmasının ikinci kısmında bisikletin tıpkı diğer alanlarda olması gerektiği gibi toplumsal cinsiyet rollerinden arındırılması gerektiğine vurgu yaptı.
Don Kişot Bisiklet Kolektifi’nin bu çalıştayda ve çeşitli mücadele alanlarında dayanıştığı Kuzey Ormanları Savunması’ndan Başar Toros, Bisiklet ve Ekoloji başlığında dinleyicilere KOS’un icraatları ve ortaya koyduğu emeğin haricinde yaşam alanlarındaki tehditleri ve bu tehditlere karşı nasıl bir arada durulması gerektiği ile ilgili paylaşımlarda bulundu.
Çalıştayın son sunumu olan Bisiklet ve Erişilebilirlik konu başlığı altında ise Güneş Uyanıker söz aldı.
Dünya şehirleriyle ilgili istatistiksel raporlar yayınlayan World Cities Culture’ın son raporunda İstanbul, sahip olduğu yüzde 2.2’lik yeşil alan oranıyla 34 şehir arasında son sırada yer alıyor. Araştırmada en fazla yeşil alanı olan şehir yüzde 68 ile Norveç’in başkenti Oslo.
Şehirlerin yeşil alan yüzdesi park ve bahçelere ayrılmış olan yeşil alanları kapsıyor. Dünya Park ve Bahçeler Kurumu (NRPA) tarafından daha önce yayınlanan bir raporda İstanbul’da yeşil alanların artırılmasına öncelik verilmesi gerektiğine dikkat çekilmişti.
Araştırmaya göre park ve bahçeleriyle öne çıkan Paris’te yeşil alan oranı yüzde 9,5. Avrupa kentlerinin yanı sıra geniş yeşil alanlara sahip olan Singapur, Sidney, Hong Kong, Seul gibi Asya ülkeleri de listenin üst sıralarında yer alıyor.
İstanbul’da yeşil alanların yetersizliğini kabul eden yetkililer de bu yönde projeler üzerinde çalışıldığını belirtiyor. Cumhur İttifakı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Binali Yıldırım geçtiğimiz günlerde yaptığı konuşmada İstanbul’da yeşil alan miktarının arttığını dile getirdi.
İstanbul’da 10 yıl önce 5 metrekarenin altında olan yeşil alanın bugün 8,5 metrekareye yükseldiğini söyleyen Yıldırım, “Hedef, kişi başı 15 metrekare düzeyine ulaştırmak.” dedi.
Bitmek bilmeyen bir zemheriden geçiyoruz sanki. Şairin “her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter” diye andığı bahar ve yaz günleri asırlarca ardımızda kalmış gibi geliyor. Geçen her lahza sadece o baharla aramızdaki mesafe açılmıyor, kendini bir azınlık gibi hisseden insanlar arasındaki duygudaşlık hissi ve mesafe de açılıyor. Benzer acılardan geçmiş, devletinden benzer silleler yemiş insanlar, topluluklar zorluklara karşı yan yana durmak yerine, birbirlerinin zaaf ve kusurlarına, yol üzerinde yaptıkları hatalara odaklı kör bir zalimlikle sürdürmeyi tercih ediyor hayatı…
Total çözülüş bu olsa gerek….
Oysa pencereden İstanbul’un Kuzey Ormanları’na ve ağaçların kuru, çıplak dallarına baktığımda, şu mevsimde her biri “tek ve hür” bir yalnızlık içinde görünmekle birlikte “kardeşçesine” bir dayanışmanın izlerini tutturmuş bir topluluk seçiliyor aynı zamanda… İçlerinde barındırdıkları tüm canlılarla Zemherîre karşı koyacak ve insan türünün giderek daha fazla güçleştirdiği şartlara rağmen aralarındaki dayanışmayla aşacaklar bu zorlu dönemi.
Geçen gün yüksekçe bir yerden bu ağaç denizini mest olmuş şekilde izlerken, bizim bu “Kuzey Ormanlarının kralı” kim olabilir acaba, diye düşündüm. Kime yakışırdı böyle bir unvan gerçekten verilecek olsaydı? “Ormanlar kralı” daha ziyade savanalarda yaşamalarına rağmen nedense aslan diye bilinir. Onun yaşamadığı, bulunmadığı ya da nesli çoktan tükenmiş coğrafyaların her birinde muhtemelen farklı farklı türler öne çıkıyordur. O nedenle belki tek bir türe “orman kralı” unvanını yakıştırmak zor olabilir.
Çit kuşu, Foto: Andreas Trepte
Sordum, o yüzden kendi kendime, bizim Kuzey Ormanları’nın kralı yırtıcı bir kuş türü olabilir mi acaba, diye! Bir miktar düşündükten sonra galiba kendimce bir “kral” buldum, Kuzey Ormanları için: Çit kuşu!
Çalıkuşu ile sürmeli çalıkuşunu saymazsak, belki de Türkiye’de varlığını bildiğimiz en küçük kuş türü aslında Çit kuşu (Troglodytes troglodytes). 10 santimi bulmaz boyu. 10 grama ulaşmaz ağırlığı. Ama insanda hayranlığa sebep olan bir özelliği, bir sırrı var. Üç aylık zorlu kışın en sert geçtiği varsayılan 40 günlük dönemini, 22 Aralık ile 31 Ocak arasında sürdüğü varsayılan zemheriri kazasız belasız atlatabilmelerini sağlayan bir sır bu: Dayanışma!
Zira kışın çit kuşlarının onlarcası kışa teslim olmamak, daha kolay ısınabilmek için geceleri aynı yuvada toplaşarak birbirlerine sığınırlar. Bunu başka kuşlar da yapar, mesela uzun kuyruklu baştankaralar. Ama çit kuşları bu açıdan bir başka, sanıyorum. Geçenlerde bir yerde okudum, İngiltere’nin bir bölgesinde bir seferinde bir kış gecesi 63 Çit kuşunu aynı yuvada bir arada gözlemişler.
Bu rakam bu konuda bir rekor, sanıyorum. Muazzam değil mi?
Gün aydınlanıp, güneş dünyayı yeniden ısıtmaya başlayınca hepsi kendi yoluna gidiyor. Karanlık çökünce yine bir aradalar. En büyük zorluk karşısında her zemherîrde ortaklaşabiliyorlar.
Çit kuşları küçücük olmanın avantajını kullanarak, çok değişik yerlere yuva yapabiliyor. Öyle mükemmel, “salon salomenje” mekanlar aramıyor. Bir çatlağı, bir deliği bile evi haline getirebiliyor. Üstelik, bu tip yuvalarda dünyaya gelen yavrular 10-20 gün içinde evden uçup bağımsız bir birey olarak “hayata atılabiliyor.” Bu da muazzam bir özellikleri. Bir kartal başarabilir mi, bunu? Bir şahin? Bir kuzgun? Bir alakarga? Asla!
Ayrıca o boylarına ve gövdelerine rağmen kendilerinden beklenmeyecek güçlülükte sesleri var çit kuşlarının. Dolu dolu ötüşlerini bazen “trı-trı-trı” diye uzatmalarıyla da biliniyorlar. Portekiz’den gelen şu kayıt, bu becerisini göstermesi açısından önemli. Yoksa, ormanda sıklıkla denk geldiğim, rahatsız edildiğinde verdiği tipik sesi, Polonya’daki şu kayıtta da görüldüğü gibi bir tıkırdama aslında…
İstanbul’un Kuzey Ormanları’ndaki en küçük ve tıknaz canlılardan biri olan Çit kuşuna ben özellikle bahar aylarında Demirciköy civarındaki patikaların etrafında bulunan çam ağaçlarında veya yakınlarındaki çalılarda denk gelirim. Kışları çok nadiren görürüm onları.
Seyrek de görsek, onlardan öğrenecek çok şeyimiz var aslında! Onlar dayanışmayı biliyorlar, özgürlüğü geciktirmemek gerektiğinin farkındalar, susmamanın, gür ses vermenin önemini çok iyi biliyorlar. Ayrıca o küçücük gövdede her daim yukarı bakan dik kuyrukları vakur duruşlarını sembolize eden birer gurur abidesi zaten.
İşte bu yukarıda saydığım sebeplerden ötürü “Kuzey Ormanları’nın kralı” çit kuşları olabilir gibi geliyor bana. Önceki hayatlarında bir dinozor olabilir çit kuşları, benden söylemesi!
Bu zemherîrin ardından onları daha çok görmeye, seslerini daha çok kayda almaya çalışmalıyım. Onlardan daha çok şey öğrenmeye çalışmalıyım. Daha ne kadar bizimle bu “kral” bilmiyorum çünkü!
İzmir Barosu’nun ev sahipliğinde düzenlenen ve 2 gün süren Türkiye Baroları Kent ve Çevre Komisyonları buluşması sonuçlandı. 12-13 Ocak 2019 tarihlerinde gerçekleşen çalıştaya katılan 25 baronun Türkiye Baroları Kent ve Çevre Komisyonu temsilcileri ortak bir bildiri yayınladı.
Küresel iklim değişikliğinin ve gıda krizinin, bütün dünyada yaşamı tehdit ettiği bir dönem yaşandığına dikkat çekilen sonuç bildirgesinde, suyun, havanın, toprağın ve tüm yaşam alanlarının kirletildiği, kentler ve doğal alanlar ile kültürel varlıklar sermayenin kâr hırsına kurban edildiği belirtildi. Bununla beraber “Yurttaşların dava açma hakkını ikametgah ya da mülkiyet koşuluna bağlayan mahkeme kararları ve yüksek yargılama giderleri ile bu alandaki hak arama özgürlüğü fiilen ortadan kaldırılıyor” denildi.
Bildiride sorunların çözümü için şöyle bir yol haritası çıkarıldı:
Türkiye Baroları Kent ve Çevre Hukuku Komisyonları ve bu alanda çalışan hukukçular arasında dayanışma esasına dayalı bir yardımlaşma ağı oluşturulacak.
Türkiye Baroları Kent ve Çevre Hukuku Komisyonları ortak çalışmasıyla kent ve çevre hukuku alanında çalışacak hukukçuların staj ve meslek içi eğitimlerinin sağlanmasına yönelik eğitim modülleri ve yayınların hazırlanarak eğitim çalışmalarına ağırlık verilecek.
Kent ve çevre hukuku alanında bilimsel tartışmalara yön verecek çalışmaların hukuk alanında etkin olabilmesi adına yüzyüzelik esasına dayalı düzenli toplantılar ve çalıştaylar düzenlenecek, bir sonraki toplantının Nisan ayı içerisinde Antalya’da yapılacak.
Kent ve çevre hukukçularının yararlanacağı bir veri tabanı oluşturulacak.
Mahkemeye erişim hakkını zorlaştıran ve hak arama hürriyetini ortadan kaldıran uygulamalara yönelik acil tedbirler alınacak, harç ve yargılama giderleri yükünün azaltılmasına yönelik çözüm ve önerilerde bulunulacak.
Mücadelenin öznesi olan kitle örgütleri ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliğinin arttırılmasına yönelik olanaklar geliştirilecek.
Sağlıklı yaşam hakkını tehdit eden etmenleri ortaya koyucu bilimsel çalışmaları yürütenlerin hedef haline getirilmesi karşısında dayanışma örülecek, üniversitelerin ve ilgili kamu kurumlarının topluma riskler ve giderici önlemler konusunda bilgi verme sorumluluğunu yerine getirmelerini sağlayıcı çalışmalar yapılacak.
Sonuç bildirgesinde “Anayasa’nın 17. ve 56. maddeleri ile taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerdeki sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkının güvencelerini yok sayan uygulamalar yoğunlaşarak devam ediyor” denildi.
Çalıştaya katılan barolar: Adana Barosu, Ankara Barosu, Artvin Barosu, Aydın Barosu, Antalya Barosu, Burdur Barosu, Bursa Barosu, Denizli Barosu, Düzce Barosu, Edirne Barosu, Hatay Barosu, İzmir Barosu, Kırklareli Barosu, Kocaeli Barosu, Konya Barosu, Kütahya Barosu, Manisa Barosu, Mersin Barosu, Muğla Barosu, Sakarya Barosu, Siirt Barosu, Tekirdağ Barosu, Trabzon Barosu, Yalova Barosu ve Zonguldak Barosu
25-27 Ocak tarihleri arasında takipçileriyle buluşmaya hazırlanan 8. Pembe Hayat KuirFest’de Gökkuşağının Altında seçkisinin filmleri de belirlendi.
Her yıl dünya festivallerinde dikkat çeken uzun metraj kurmaca filmleri izleyicilerle buluşturan Gökkuşağının Altında bölümünde bu yıl Elektrik Beden (Corpo Electrico, 2017), Madi Nullius (Terror Nullius, 2018), Malila: Veda Çiçeği (Malila: A Farewell Flower, 2017), Minyatür (Retablo, 2017) ve Rafiki (2018) gösterilecek.
https://www.youtube.com/watch?v=XiolVadScn0
KuirFest’e dair sosyal medyadaki paylaşımlar için #ÇokGüzelsinYasakMısın hashtaginin belirlendiğini de açıklayan festival ekibi diğer bölümler ile seçki ve etkinlik detaylarının da çok yakında paylaşılacağını duyurdu.
Festivalin bu seneki mekanları ise Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi, Fransız Kültür Merkezi ve Tasarım Atölyesi Kadıköy.
Gökkuşağının Altında seçkisinde izleyiciler ile buluşacak filmleri de kısaca tanıyalım:
Elektrik Beden
Yakın dönemde oldukça başarılı kuir sinema örnekleri veren Brezilya sinemasından bol ödüllü bir yapım Elektrik Beden.
Queer Lisboa dahil pek çok festivalde ödülleri toplayan film, tekstil işçisi olarak çalışan bir grup gencin hikayesini gündelik karşılaşmalar ve ânlar üzerinden gerçekçi bir dille anlatıyor. São Paulo’da yaşamaya yeni başlayan Elias bir tekstil fabrikasında işçi olarak çalışmaktadır. Tatil sezonu yaklaştıkça iş yükü daha da artan Elias gittikçe daralan özgür vakitlerini değerlendirmek için yeni sosyal çevrelere girmeye başlar; yepyeni duygular ve deneyimlerle tanışır.
Filmin gösteriminin ardından Denizli’de tekstil işçisi olarak çalışan göçmen LGBTİ+ bir festival konuğuyla söyleşi de gerçekleştirilecek. Söyleşi surasında böylesi emek yoğun bir sektörde işçi olmak üzerinden, LGBTİ+ bireylere yönelik ayrımcılık mekanizmaları tartışılacak.
Madi Nullius
Film adını sahipsiz toprak anlamına gelen “terra nullius” tamlamasından alıyor. Madi Nullius biçimsel özellikleri ve içeriği ile başarılı bir kuir sinema örneği olarak dikkat çeken bir mashup.
2002 yılında Sydney’de kurulan ve genellikle belgesel ile spekülatif kurgu türlerinin kesişiminde işler üreten iki kişilik sanat kolektifi Soda Jerk tarafından çekilen film, Hollywood yapımı “Çılgın Max 2: Yol Savaşçısı” filminin setinde geçen hikayesi üzerinden Avustralya sinemasını yapıbozuma uğratıyor.
Film aynı zamanda tahmin edilebileceği üzere sıkı bir kolonyalizm ve ataerki eleştirisi.
Malila: Veda Çiçeği
İlk uzun metraj filmi Mavi Saati (Onthakan, 2015) ile 5. Pembe Hayat KuirFest’te yer alan Anucha Boonyawatana’nın Tayland’ın bu yılki Oscar adaylığına layık görülen filmi Malila: Veda Çiçeği sade anlatısı ve etkileyici sinematografisi ile özel bir ilgiyi hak ediyor.
Ölümcül bir hastalıkla boğuşan Shane’in eski aşkıyla yeniden bir araya gelişini, yaşamın kırılganlığı ve ölümün kaçınılmazlığını simgeleyen “Bai Sri” süsleme sanatı üzerinden aktaran film, doğanın ihtişamı ve insanın varoluşsal korkuları üzerine düşünen şiirsel bir yapım.
Minyatür
2018 Berlin Film Festivali’nin Generations bölümünde gösterilen Minyatür, ismini heykel ve resim sanatını bir araya getiren tekniğiyle dinsel öyküleri desenleyen “retablo” sanatından alıyor.
Tıpkı babası gibi, “retablo” sanatında değerli bir usta olmak ve aile geleneğini devam ettirmek isteyen 14 yaşındaki Segundo, babasının gizli olarak yaşadığı hayatı ortaya çıkınca yaşadığı sert yüzleşmeyle nasıl baş edecektir? Babasına yönelen nefret seline mi katılacaktır, yoksa başka bir yol mümkün müdür?
Geçen yıl Berlin Film Festivali izleyicisinin çok sevdiği bu film, festivalden TEDDY Yeni Yetenekler En İyi İlk Film Ödülü ile dönmüştü.
Rafiki
Yılın en dikkat çeken yapımlarından Rafiki de bu yıl Gökkuşağının Altında izleyicisiyle buluşacak.
Prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan Rafiki, ailelerinin politik karşıtlıklarına karşın arkadaşlıklarını sürdürmek için direnen, dostlukları aşka dönüşen iki genç kadının hikayesini anlatıyor.
Film, ülkesi Kenya’da eşcinselliği özendirdiği gerekçesiyle yasaklanmasıyla da çok konuşulmuştu.
Vegan aktivistlerden oluşan Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu, dün (13 Ocak) İstanbul Etiler’deki ünlü et restoranı Nusr-Et’in önünde bir protesto eylemi gerçekleştirdi.
Beyaz tişört giyen aktivistler, yan yana durduklarında her bir tişörte kırmızı renkle yazılan harflerin birleşmesiyle “vahşET” kelimesi ortaya çıktı. Arkalarını döndüklerinde ise, yine aynı yöntemle “şiddET” kelimesi yazıldı.
Restoranın karşısında duran aktivistler, mezbahalarda katledilen hayvanların, en temel hak olan yaşam hakkından yoksun olduğunu söyleyerek, insanları şiddete ortak olmamaya davet etti. Protestolarını, her yıl canı alınan milyarlarca hayvanın sesi olmak için yaptıklarını açıklayan aktivistler, vegan bir yaşamın mümkün olduğunu, isteyen herkesin kendisini bu zulüm zincirinden çekebileceğini vurguladı.
Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu’ndan yapılan açıklamada şu görüşler dile getirildi:
“21. yüzyılda insanların, bu gezegeni paylaştıkları bilinç sahibi duyarlı hayvanlarla ilişkilerini yeniden değerlendirmesi şarttır. Toplumdaki onaylanmış şiddeti sorgulayıp reddetmek, herkesin kendi elindedir. Hayvanlarla birlikte doğayı da öldüren bu sistem, sonuçta insanlığı da yok edecek boyutlara vardı. Çözüm, yok etmek değil, yaşatmak ve bunun için hayvan sömürüsünü sonlandırmaktır. Hayvanlara uygulanan sistematik zulmün sona erdirilmesi için topluma çağrı yapıyoruz. Bu yıkıcı sistemin yüzyıllardır var olması, doğru ve iyi olduğu anlamına gelmez. Hayvanların insan keyfi için işkence görmesi ve en temel hakları olan yaşam hakkının ellerinden alınarak katledilmeleri kabul edilemez. Bununla birlikte, gezegenin 6. yok oluşu yaşadığı bir dönemde, tüm duyarlı canlıları ve doğayı korumak için izlenecek yol, bu gidişata dur demektir. Bilim ve akıl, bu sorumluluğun ancak vegan olmakla yerine getirilebileceğini kanıtlamış durumda. Bizim mücadelemiz, insan,hayvan ve yeryüzü özgürlüğünü kapsayan bir toplumsal adalet mücadelesidir!”
Nusr-Et restoranında, hayvan katliamı bir şova çevrildiği için, o mekanı bir simge olarak seçtiklerini söyleyen grup, protestonun hayvanlar üzerinden ticaret yapılan tüm sisteme yönelik olduğunu belirtti.
ABD Başkanı Donald Trump, “Kürtler’e saldırırlarsa Türkiye’yi ekonomik olarak mahvedeceğiz. 20 millik güvenli bölge kuracağız. Aynı şekilde Kürtler’in de Türkiye’yi provoke etmesini istemiyoruz” ifadesini kullandı.
ABD’nin Suriye’den çekilme sürecine ilişkin tartışmalar devam ederken Trump’tan tepki çeken bir açıklama geldi.
Starting the long overdue pullout from Syria while hitting the little remaining ISIS territorial caliphate hard, and from many directions. Will attack again from existing nearby base if it reforms. Will devastate Turkey economically if they hit Kurds. Create 20 mile safe zone….
….Likewise, do not want the Kurds to provoke Turkey. Russia, Iran and Syria have been the biggest beneficiaries of the long term U.S. policy of destroying ISIS in Syria – natural enemies. We also benefit but it is now time to bring our troops back home. Stop the ENDLESS WARS!
Twitter hesabından paylaşımda bulunan Trump, “IŞİD’in mülki halifeliğinin kalan az kısmını sert ve birçok yönden vurmaya devam ederken uzun zamandır gerçekleşmesi gereken Suriye’den çekilmeye başlıyoruz. Tekrar toparlanırsa yakınlardaki üslerden tekrar saldıracağız. Kürtler’e saldırırlarsa Türkiye’yi ekonomik olarak mahvedeceğiz. 20 millik güvenli bölge kuracağız. Aynı şekilde Kürtler’in de Türkiye’yi provoke etmesini istemiyoruz. Rusya, İran ve Suriye, ABD’nin doğal düşmanları IŞİD’i Suriye’de imha etmesinin uzun dönemde faydalananları olacak. Biz de faydalanacağız ama şu anda askerlerimizi eve getirme zamanı. Sonsuz Savaşları Bitireceğiz.” ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın’dan Trump’a yanıt
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Twitter hesabından ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye paylaşımına yanıt verdi.
Mr @realDonaldTrump It is a fatal mistake to equate Syrian Kurds with the PKK, which is on the US terrorists list, and its Syria branch PYD/YPG. Turkey fights against terrorists, not Kurds. We will protect Kurds and other Syrians against all terrorist threats. https://t.co/Yyzgyp9RQ4
Mr @realDonaldTrump Terrorists can’t be your partners & allies. Turkey expects the US to honor our strategic partnership and doesn’t want it to be shadowed by terrorist propaganda. There is no difference between DAESH, PKK, PYD and YPG. We will continue to fight against them all. https://t.co/Yyzgyp9RQ4
Kalın, “Sayın Donald Trump, Kürtleri ABD’nin terör listesindeki PKK ve onun Suriye kolu PYD/YPG ile eş tutmak ölümcül bir hata. Türkiye teröristlerle mücadele diyor Kürtlerle değil. Kürtleri ve diğer Suriyelileri terör tehdidine karşı koruyacağız. Teröristler ortağınız ve müttefikiniz olamaz. Türkiye ABD’den stratejik ortaklık yükümlülüklerini yerine getirmesini ve bunun terör propagandası ile gölgelenmemesini bekliyor” açıklamasında bulundu.
2000 yılından beri ücretsiz olarak e-kitaplar yayımlayan, kaliteli edebi ve düşünsel içeriğin internet üzerinden özgürce ve ücretsiz olarak yayılmasını sağlamayı hedefleyen altKitap tarafından düzenlenen öykü ödülü için başvurular açıldı.
2006 yılından beri düzenlenen 2019Öykü Ödülü için başvuru süresi 1 Mart 2019 23.59’da sona eriyor.
altKitap’dan yapılan açıklamaya göre dereceye giren ve yayımlanmaya değer görülen öyküler jüri tarafından bir e-kitap olarak yayımlanacak. Kitapta yer almayan öykülerin ise iade edilmeyeceği ve başka herhangi bir yerde de kullanılmayacağı belirtildi.
altKitap 2019 Öykü Ödülü’nün sonuçları ise 1 Mayıs 2019 tarihinden sonra www.altkitap.net sitesinden duyurulacak.
Başvuru koşulları ve formuna buradan ulaşabilirsiniz.