Ana Sayfa Blog Sayfa 2582

4. İstanbul Tasarım Bienali’nden özel bir seçki, İstanbul’un ardından Fransa ve Belçika’da sergilenecek

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından VitrA sponsorluğunda 2018 yılının sonbaharında düzenlenen ve açık kaldığı altı hafta boyunca 200.000’in üzerinde kişi tarafından ziyaret edilen 4. İstanbul Tasarım Bienali’nden özel bir seçki İstanbul’un ardından Fransa ve Belçika’da sanatseverlerle buluşmaya hazırlanıyor.

Jan Boelen’ın NBotha ve Vera Sacchetti’yle birlikte küratörlüğünü üstlendiği Okullar Okulu başlıklı bienalde sergilenen 90’ın üzerinde katılımcının projesi önümüzdeki aylarda Fransa ve Belçika’da sergilenecek.

27 Nisan – 26 Mayıs 2019 tarihleri arasında Fransa’nın Arles kentindeki Luma Arles’da, 28 Haziran – 29 Eylül 2019 tarihleri arasında Belçika’da Genk’te bulunan Yaratıcılık Merkezi C-mine’da yer alacak sergilerin tasarımı ise, 4. İstanbul Tasarım Bienali’nde de aynı görevi yürüten Aslı Çiçek’e emanet.

4. İstanbul Tasarım Bienali’nin ardından Fransa ve Belçika’da projeleri sergilenecek 90 katılımcı arasında Türkiye’den Aslı Çiçek, Can Altay, Cansu Cürgen ve Avşar Gürpınar, Ebru Kurbak, Gökhan Mura, Kerim Bayer, Nur Horsanalı, Pınar Yoldaş ve SO? (Sevince Bayrak, Oral Göktaş) yer alıyor.

İstanbul Tasarım Bienali’nin İlk Durağı Luma Arles

Tasarımı bir öğrenme, öğrenmeyi de bir tasarım biçimi olarak ele alan Okullar Okulu’nun ilk durağı, Fransa’nın Arles kenti olacak. 4. İstanbul Tasarım Bienali küratörü Jan Boelen’in sanat direktörü olarak görev yaptığı Atelier Luma’yı bünyesinde barındıran Luma Arles, farklı türde etkinliklerin gerçekleştirileceği yoğun bir program sunan Luma Günleri #3’ün misafir programı kapsamında sergiye ev sahipliği yapacak. Okullar Okulu, 27 Nisan-26 Mayıs 2019 tarihleri arasında Luma Arles’da ziyaret edilebilecek.

Yaz Aylarında Rota Belçika

Okullar Okulu’nun Avrupa turnesinin ikinci ayağı, Jan Boelen’in sanat direktörlüğünü yürüttüğü bir diğer kurum olan Z33 – Güncel Sanat Evi’nin işbirliğiyle gerçekleşecek. Sergi, 28 Haziran-29 Eylül 2019 tarihleri arasında Belçika’nın Genk kentinde bulunan yaratıcılık merkezi C-mine’da yer alacak. Ils Huygens’in ortak küratörü olduğu Zaman Okulu sergisine ise Z33 ev sahipliği yapacak.

(Yeşil Gazete)

ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı’ya 11 yıl 3 ay hapis cezası verildi!

Tutuklu ÇHD ve HHB avukatlarının yargılandığı davada karar açıklanıyor. 17 sanık da 3 yıl 1 aydan 18 yıl 9 aya kadar değişen oranda hapis cezasına çarptırıldı.

İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Silivri Cezaevi karşısında bulunan duruşma salonlarında görülen duruşmada karar açıklanıyor.

Mahkeme heyetinin açıkladığı hüküm şöyle:

– Zehra Özdemir, Ahmet Mandacı, Yaprak Türkmen, Ayşegül Çağatay ve Didem Baydar Ünsal hakkında bilerek ve isteyerek yardım etme kapsamında kaldığından 314/3 ve 220/7 gereği cezanın alt sınırdan 3 yıl 9 ay hapislerine karar verildi. Zehra Özdemir ve Ahmet Mandacı için verilen hapis cezasının 2 yıl 13 aya indirilmesine karar verildi. Özdemir ve Mandacı hakkında verilen yurt dışı yasağı hariç tüm adli kontrollerin kaldırılmasına hükmedildi.

– ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı’ya 10 yıl 6 ay hapis cezası verildi!

– Tutuklu avukatlardan Barkın Timtik’e 18 yıl 9 ay, Özgür Yılmaz’a 13 yıl 6 ay, Ebru Timtik’e 13 yıl 6 ay, Behiç Aşçı ve Şükriye Erden’e 12 yıl hapis cezası verildi.

– Süleyman Gökten, Aytaç Ünsal ve Engin Gökoğlu’na 10 yıl 6 ay; Naciye Demir ve Aycan Çiçek’e 9 yıl hapis cezası verildi.

– Ezgi Çakır’a 7 yıl 12 ay hapis cezası verilmesiyle birlikte avukatların yargılanmasına ilişkin hükmün açıklanmasının sonuna gelindiği davada, tüm tutuklu avukatların “tutukluluk hallerinin devamına” karar verildi!


[Foto Galeri] Fransa’da #15Mart İklim İçin Okul Grevleri

Fransa’da yaşayan Gubse Tokgöz’ün objektifinden 15 Mart Fransa İklim İçin Okul Grevleri

CHP’li Muammer Keskin: Şişli’yi rant çetelerinden temizleyeceğiz

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Şişli Belediye Başkan Adayı Muammer Keskin, Ergenekon ve Paşa Mahallelerinde esnafı ziyaret etti.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu ve İYİ Parti Şişli İlçe Başkanı Ahmet Ünal’ın da katıldığı ziyarette esnafın ve mahallelinin sorunlarını dinleyen Keskin 31 Mart Yerel Seçimleri’nde kendisine ve CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’na destek istedi.

Renkli diyalogların yaşandığı gezide Muammer Keskin girdiği bir kuru temizlemecide “Meslektaş sayılırız. Siz kıyafetleri temizliyorsunuz biz de Şişli’yi rant çetelerinden temizleyeceğiz” dedi.

Bir esnafın Sıracevizler Caddesi’ndeki 7 katlı apartmanlarının 5 kata düşürüldüğünü söylemesi üzerine Keskin, bölgeye yeni inşa edilen çok katlı binaların sahipleri için vatandaşın malının rant malzemesi yapıldığını söyledi.

Paşa Mahallesi’nde 15 yıl Mustafa Sarıgül için çalıştığını söyleyen bir vatandaş ise “Mahallemizin yanındaki yeşil alanları 50 katlı binalara verdi. Bütün burayı mahvetti. Yaptıklarını babam yapsa ona da isyan ederdim” dedi.

Esnaf gezisinin sonunda bir konuşma yapan Keskin, Türkiye’nin gözbebeği Şişli rant çetelerinin işgali altındadır. 1 Nisan’dan sonra Şişli artık borçlarıyla, problemleriyle, cinayetlerle anılan bir ilçe olmayacak. Çocukların, kadınların, yaşlıların hayatını kolaylaştırmak için çalışacağız. Belediyenin işi sadece çöp toplamak, suyu akıtmak değildir. İnsana dokunmadığınız sürece isterseniz yolları altından yapın hiçbir işe yaramaz” dedi.


Yeni Zelanda’daki katliam canlı yayın sırasında şikayet edilmemiş

Sosyal medya platformu Facebook, Yeni Zelanda’da iki camiye yönelik terör saldırısı anlarının canlı yayınlandığı süre boyunca hiçbir kullanıcının şikayette bulunmadığını açıkladı.

Facebook’tan yapılan yazılı açıklamada, Christchurch kentinde 50 kişinin yaşamını kaybettiği terör saldırısı anlarının sosyal medya üzerinden yayımlandığı anımsatılarak, 17 dakikalık canlı yayın esnasında 200 kişinin videoyu görüntülediği ancak bu sürede kendilerine hiçbir şikayet gelmediği belirtildi.

Canlı yayın bittikten 12 dakika sonra Yeni Zelanda polisinin Facebook ile irtibata geçtiğine işaret edilen açıklamada, bu ihbarın hemen ardından videonun yayından kaldırıldığı kaydedildi.

Öte yandan, Jared Holt adlı bir gazeteci canlı yayını görür görmez Facebook’a bildirdiğini ancak şikayetine bir cevap alamadığını ileri sürdü.

Holt,” Ben videoyu açtığımda saldırının yarısına gelinmişti ve korkunçtu. Hemen bildirimde bulundum. Ya Facebook yalan söylüyor ya da sistem düzgün çalışmıyor” ifadelerini kullandı.

SALDIRI FACEBOOK’TA CANLI YAYINLANMIŞTI

Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde, cuma namazı sırasında 10 dakika arayla iki camiye düzenlenen terör saldırılarında 50 kişi yaşamını yitirmişti. Terör saldırıları Facebook, YouTube ve Twitter gibi sosyal platformlarda paylaşılmıştı.

Facebook, saldırılardan sonraki ilk 24 saatte dünya çapında 1,5 milyon videoyu platformdan kaldırdığını, 1,2 milyonun ise yüklendiği sırada bloke edildiğini açıklamıştı.


Kıbrıs’ta kayıpları araştıran gazeteci Nobel’e aday

Kıbrıs’ta uzun yıllardır her iki taraftaki kayıp kişilerin izini süren gazeteci Sevgül Uludağ bu yıl Nobel Barış Ödülü için aday gösterildi. Uludağ ile son 18 yıldır sürdürdüğü araştırmasını konuştuk.

Kıbrıslı gazeteci Sevgül Uludağ adada kaybolan kişilerin son 18 yıldır izlerini sürüyor. Kayıpların sadece Rum tarafında değil, Türk tarafında da bulunduğunu yıllar önce tesadüfen öğrendiğini ifade eden Uludağ, okuyucuların ihbarları sayesinde bugüne çok sayıda kaybın izlerini bulduklarını belirtiyor. DW Türkçe’ye konuşan gazeteci, araştırmasının iki toplumu birleştirmesi ve geçmişle yüzleşilmesi bakımından önemini vurguluyor.

Kanada’daki York Üniversitesi’nin girişimi ile bu yılki Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen Uludağ ile araştırmasını, bugüne kadar karşılaştığı zorlukları ve kendisini cesaretlendiren unsurları konuştuk.

DW Türkçe: Uzun yıllardır Kıbrıs’ta kayıpların bulunması ve hikâyelerinin kamuoyu ile paylaşılması için çaba gösteriyorsunuz ve bu çabalarınız sizin Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmenizi de beraberinde getirdi. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?

Sevgül Uludağ: Tamamen tesadüf ile başladı. Kıbrıslı Türk toplumunda “kayıplar” çok bastırılmış, gizlenmiş ve tabu haline gelmiş bir konuydu. Çünkü 1963 ve 1964 yıllarında insanlar kaybedildiğinde devlet yetkilileri bu kayıpların başına neler geldiğini aktif bir biçimde araştırmadı. O dönemin koşulları ve politikaları öyleydi. Ancak tesadüfen, çok iyi tanıdığım birisinin babasının kayıp olduğunu öğrendiğimde şoke oldum, çünkü ailelerin kendileri de hiçbir şekilde bu durumdan bahsetmiyordu.

Bir buçuk ay uğraştıktan sonra bana konuşacak beş Kıbrıslı Türk buldum. Daha sonra bu yazı dizisini “İncisini Kaybeden İstiridyeler” başlığı altında yayınladım. Kıbrıslı Türkler tüm dünyada kayıplarını o güne kadar aktif bir biçimde aramayan tek toplumdu.

Bunlar 2001 ile 2002 yıllarında yaşandı. Ardından Kıbrıs’ta 2003 yılında barikatlar açıldı. Bu kez hem Kıbrıslı Türklerin hem de Kıbrıslı Rumların kayıp ailelerinin acılarını kaleme almaya giriştim. “Kayıpların İzinde”, “Ölümün Kıyısından Dönenler” şeklinde uzun yazı dizilerini Rumca ve Türkçe olarak her iki tarafta da yayınladım.

Bu yazılar her iki toplumda da bir deprem etkisi yarattı. Çünkü Kıbrıslı Rumlar da bu bilginin onlardan gizlendiğinin hiçbir şekilde farkında değillerdi. Rumlar kayıpların sadece kendi taraflarından olduğunu sanıyordu ancak Kıbrıslı Türk kayıplar da bulunuyor. Böylece toplumlarımız arasında bir tür yüzleşme süreci başlatmış oldum. Kayıpların acısının Türk ya da Rum acısı olmadığını, insani bir acı olduğunu göstermeye çalıştım.

Tüm bu süreçte ilk kez iki toplumdan, sevdikleri toplu mezarlarda gömülmüş kayıp yakınlarını bir araya getirdim ve onlarla birlikte çeşitli etkinliklere imza attık. Toplumlarımıza bunun insani ve paylaşılan bir acı olduğunu göstermeye çalıştık. Yakınların kaybetmiş kişilerin “Birlikte Başarabiliriz” başlıklı, iki toplumlu bir kayıp yakınları ve savaş mağdurları örgütü kurmalarına yardımcı oldum.

Bu süreç içerisinde bugüne kadar sizi en çok ne zorladı?

Beni en çok zorlayan şeyler bu topraklarda bu denli vahşet ve tecavüz olaylarının yaşandığını, toplu mezarların bulunduğunu ve bunları yapan insanlar arasında bizzat Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların olduğunu ayrıntılarıyla öğrenmek ve bunu hazmetmeye çalışmak oldu.

Eşim beni Zümrüdüanka kuşuna benzetiyor. Diyor ki, gece yanar, gündüz tekrar küllerinden doğar. Oturup, depresyona girip, aylarca içime kapanma seçeneğim yoktu çünkü ben her gün yazıyorum. Sadece kayıpları, toplu mezarları ve birbirini kurtarmış olanların öykülerini yazıyorum. Ancak yazdıkça bu süreçte o zehri içinizden atıyorsunuz ama tortusu kalıyor.

Bugüne kadar sizi en çok ne cesaretlendirdi?

Her iki taraftan okurlarımın olağanüstü tepkisi ve yardımcı olmaları beni cesaretlendirdi. Zaten bu ödüle adaylık da bir yerde okurlarımın başarısıdır. Çünkü onların ve ailemin tam desteği olmasaydı asla devam edemezdim.

Pek çok ölüm tehdidi ve taciz ile karşı karşıya kaldım, ancak hep kendime şunu söyledim: En iyi yaptığın iş nedir? Onu yapmaya devam et sadece. Ve 18 yıldır da bunu yapıyorum.

Biraz “hot line” (ihbar hattı) fikrinden bahsedebilir misiniz?

1981 yılında Kıbrıs’ta Kayıp Şahıslar Komitesi kuruldu. Resmi komite, Kıbrıs Türk tarafından bir, Kıbrıs Rum tarafından bir ve Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nden atadığı üçüncü bir temsilciden oluşuyor. Bu komite 1981 yılında kurulduğu halde yaklaşık sekiz dokuz yıl boyunca sadece tüzük tartışmalarına sahne oldu.

2006 yılında yeni bir yazı dizisi başlattığım zaman Komite son iki yıldır etkin değildi. Ben Kayıp Şahıslar Komitesi’nin bu süreçte yapacağı çalışmalara yardımcı olmak ve ciddi bir kamuoyu oluşturmak amacıyla okurlarıma bir çağrı yaptım. “Kim olduğunuzu bilmek istemiyorum, eğer mahallenizde, köyünüzde, şehrinizde bir şeye tanık olduysanız, gömü yeri biliyorsanız, bana söyleyin” diyerek bir Kıbrıslı Rum bir de Kıbrıslı Türk telefon hattı ile bir çağrıda bulundum. Ardından binlerce telefon aldım ki bu aramalar halen devam ediyor.

Edindiğim tüm bilgileri Kayıp Şahıslar Komitesi ile gönüllü ve insani bir biçimde paylaştım. Ayrıca öğrendiklerimi her iki tarafta gazetelerde yazdım. Okurlarım bazen Komite ile muhatap olmak istemedi, o durumlarda bana gömü yerlerini gösterdiler, ben de bu bilgileri Komite’ye ilettim. Kıbrıslı Türk olsun, Kıbrıslı Rum olsun pek çok insanın kalıntıları bulundu. Komite bu alanlarda kazı çalışmaları yaptı, bulunan kişilerin DNA testleri ile kimliklerini belirledi ve 45-55 yıl sonra defnedilmek üzere küçük tabutlar içerisinde ailelerine iade etti.

Tüm bu süreçlerde de ailelerin yanında oldum ve cenazelerine katıldım. Özellikle okurlarımızın ihbarları ile bulunmalarına yardımcı olduğumuz kayıp şahısların cenazelerine katıldım ve onların öykülerini yazdım. Kayıpları birer istatistik olmaktan çıkarıp onlara insani bir yüz kazandırdım. Bunlar her iki tarafta da okurlarımı çok etkiledi.

Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilme süreci nasıl yaşandı?

Kanada’daki York Üniversitesi’nde çok değerli akademisyen arkadaşımız Anna Agathangelou’nun önerisiyle Nobel Barış Komitesi’ne ismim sunuldu ve bu beni çok mutlu etti. Anna’yı Kıbrıs’ta Barış İçin Kadın Hareketi’nden tanıyorum ve birlikte bir süre çalıştık. Onun da annesi ile bir röportaj yapmıştım. Onun köyünden çok sayıda kayıp insan vardı ve o nedenle Anna kayıpların öykülerini çok iyi biliyordu. Kendisi ayrıca yıllardır benim çalışmalarımı da takip ediyordu ve beni önermiş olması beni çok onurlandırdı.

Nobel Barış Ödülü’nü alsam da almasam da esas olan bu önerinin her iki toplumdan binlerce kişiyi çok heyecanlandırması ve insani bir konu çerçevesinde toplumlarımızı birleştirmesi. Bu da gösteriyor ki insanlarımız barışa çok susamış durumda ve bu adada iyi şeyler olmasını istiyor. Daha fazla gerginlik, daha fazla kan, daha fazla kayıp, daha fazla acı istenmiyor. İnsanımız soluklanıp geleceğe bakmak istiyor. İşte bu ödülün anlamı budur.

(DW)


Akademisyen yargılamalarına devam edildi

İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Mühendisliği Bölümünden Doç. Dr. Ahmet Atıl Aşıcı’nın Barış İçin Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalaması sebebiyle “Terör örgütü propagandası” iddiasıyla Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davadaki açıklamaları şöyle: 

Sayın başkan ve sayın heyet,

Ocak 2016 tarihinde imzalamış olduğum bir metin nedeniyle “terör propagandası yapma” iddiasıyla açılmış olan dava nedeniyle karşınızda bulunuyorum.

Bugüne kadarki savunmalarda birçok meslektaşım bu bildirideki ifadelerin neden suç unsuru olarak görülemeyeceğini, iddianamedeki maddi hataları, mesnetsiz iddiaları birçok kere ortaya koydular. Bu konulardaki savunmayı avukatlarıma bırakıp kısaca birkaç hususa değinmek istiyorum.

Öğrencilik yıllarımdan beri Türkiye’de Yeşil hareketin içinde oldum. Yeşil hareketin en temel ilkelerinden biri şiddetsizliktir. 

İddianamede, Bese Hozat adında, kim olduğunu bilmediğim bir kişiden aldığım talimatla terör örgütü propagandası yapmakla suçlanıyorum. Bu iddia, yaşadığım hayatın gerçekleriyle örtüşmemektedir.

Ne imzaladığım metinde şiddete çağrı ya da bir örgütün propagandası ne de benim böyle bir kastım vardır. İddianamede de zaten üzerime atılan suçun maddi ve manevi unsurları yer almamaktadır.

Metni imzaladığım günlerde Türkiye en karanlık dönemlerinden geçmekteydi. Sosyal medyada metni görmeden önce “annesinin sokak ortasında kalmış cansız bedenini pencereden attığı taşlarla hayvanlardan korumaya çalışan bir gencin” yaşadıklarını okuduğumu hatırlıyorum.

Sivil halkın bu ve benzeri birçok hak ihlali yaşadığı bir dönemde, bu olayların son bulmasını istemek vicdanımın gerektirdiği bir zorunluluktu. Bu tür hak ihlallerini eleştirmekten başka bir kastım olmamıştır.

Bu talebi özgürce ifade edebilme hakkımın Türkiye Cumhuriyeti anayasası ve taraf olduğu uluslararası anlaşmalarla koruma altında olduğunu düşündüğümden bu imzayı attım.

Sayın mahkeme heyeti,

Benzeri imza kampanyaları geçmişte de yapıldı diye biliyorum. Sivil halka karşı hak ihlallerinin sonlanmasını talep etmek o günlerde bir suçun konusu yapılmamışken, bugün neden karşınızda olduğumu anlamakta zorluk çekiyorum.

İddianamede savcı, imzaların atıldığı dönemdeki siyasi konjonktüre atıf yapıyor. Yasaların ve hukukun siyasi konjonktürden bağımsız işlemesi gerektiğini, ihmal edilebilir hukuk bilgime rağmen, hissedebiliyorum.  

Hakkımda iddia edilen suçlamaları kabul etmiyorum ve beraatimi talep ediyorum.

(Bianet)

Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev istifa etti

0

1991 yılından bu yana görevini sürdüren Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, istifa etme kararı aldığını açıkladı.

Kazakistan’ın ilk ve tek devlet başkanı istifa etti. Bu kararını da televizyon ekranından açıkladı.

 

TÜRSAK Vakfı, Türkiye sineması için “Arama Konferansı” düzenledi

TÜRSAK Vakfı yeni başkanı Elif Dağdeviren liderliğinde, Bahçeşehir Üniversitesi’nin akademik katkısı ve ev sahipliğinde, Türkiye sinemasına dair bir vakıf tarafından düzenlenen en geniş kapsamlı arama konferansını düzenleyerek yeni çağa uygun bir vakıf anlayışına geçmek üzere ilk adımını attı.

13 Mart Çarşamba günü Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü’nde düzenlenen ve Türkiye sinemasının var olan durumunu değerlendirerek ihtiyaçlarını tespit etmek üzere gerçekleştirilen konferansa sektörün farklı temsilcilerinden oluşan geniş çaplı bir katılım oldu.

TÜRSAK Vakfı Başkan ve yapımcı Elif Dağdeviren, TÜRSAK Vakfı Başkan Yardımcısı ve film yapımcısı Cemal Okan ile BAU Sinema ve Televizyon Bölüm Başkanı Doç. Dr. Nilay Ulusoy’un konuşmacı olarak katıldığı konferansta sinema sektörünün ve basın dünyasının önemli isimleri de yer aldı.

İki oturum halinde gerçekleşen konferansta ilk olarak sözü TÜRSAK Vakfı Başkanı Elif Dağdeviren aldı. TÜRSAK’ın 27 yıllık bir vakıf olduğunun altını çizen Dağdeviren, vakıfların da gelişen çağın dinamikleri doğrultusunda kendilerini yenilemeleri gerektiğini belirterek, özellikle sinema sektörünün daha da güçlenip gelişebilmesi için tüm paydaşları arasında birlik oluşturmasının ve rakipler olarak değil tamamlayıcı unsurlar olarak yollarına devam etmeleri gerekliliğinin altını çizdi.

Bu çağrının özellikle sektörün tüm çalışanlarına, bileşenlerine ve sektöre tüm katkıda bulunanlara yapıldığını dile getiren Dağdeviren sözlerine şöyle devam etti; “Türkiye sineması özellikle son 10-15 yıldır, gerek ulusal gerekse de uluslararası arenada önemli atılımlar yaptı. Ülkemizde seyirci sayısı artarken dünyada da saygı duyulan ve ödüllerle dönen filmlerimiz sayesinde adı geçen bir Türkiye sineması ortaya çıktı. Dünyadaki nadir ülkelerden birisi ki, kendi filmleri yabancı filmlerden daha çok seyrediliyor. Yerel sinemalarda çok rağbet görmeyen filmlerimiz bile dünyadan ödüllerle dönebiliyor. Alnının akıyla çıkardığı Nuri Bilge Ceylan gibi isimler sayesinde marka olmuş güzel filmlerin ev sahipliğini yapan bir ülkedeyiz.”

Sözlerine TÜRSAK’ın 27 yıldır çeşitli şekillerde sinemaya katkıda bulunduğunu ve bu katkılarından çoğunun da sektöre yeni isimler kazandırmak olduğunu ancak artık sektörde eksik görülen konularda nasıl bir fayda sağlanabileceğine de odaklanmak gerektiğini dile getirerek devam eden Dağdeviren, “Böyle konferanslarla Türkiye Sineması’nın gelişimine katkıda bulunmanın ve uluslararası arenada daha büyük bir marka olmasına katkı sağlamanın yol haritasını çizebilmek istiyoruz.” dedi.

BAU Sinema ve Televizyon Bölüm Başkanı Doç. Dr. Nilay Ulusoy açılış konuşmasına konferansa ev sahipliği yapmak duydukları mutluluğu dile getirerek başladı. Ulusoy konuşmasına şöyle devam etti; “Her zaman akademi ile reel sinema sektörünün sürekli iş birlikteliği yapmasını istiyoruz.  Öğrencilerimizin sektörün ihtiyaçları doğrultusunda sektör içinde de var olabilecek şekilde iyi akademik ve pratik eğitim almış olarak hazırlamak önceliğimiz olmuştur. Öğrencilerimize sektöre daha iyi adapte etmek önceliğimiz olacaktır.”

TÜRSAK Vakfı Başkan Yardımcısı, FONO Film sahibi ve Taff Pics ortağı Cemal Okan da açılış konuşmasında vakıf olarak bugüne kadar çok mükemmel işler yapıldığının altını çizdi. “Sinemada yaptığımız işler daha bireysel işler, takım çalışmasıyla daha iyi işler yapabiliriz” diyen Okan, bu çalıştaydan beklentilerinin özellikle genç nüfusu daha çok sinemaya çekmek olduğunu dile getirdi.

İnteraktif olarak gerçekleştirilen konferansta Türkiye’nin sineması ile daha da güçlü ulusal ve uluslararası bir marka olması ve bunun için sinemanın çok daha güçlü ve etkin bir sektör olarak nasıl konumlanması gerektiği tartışıldı. Sektörün ihtiyaçlarının belirlenmesi ve nasıl bir yol haritası çizmesi gerektiğinin tartışıldığı konferansta çözümlere ve geleceğe yönelik bir de stratejik plan çıkarılması için çalışma başlatıldı.

(Yeşil Gazete)

BIFED Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali başvurulara açıldı

Bu yıl 9-13 Ekim tarihleri arasında 6.sı düzenlenecek olan Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali başvurulara açıldı. Son başvuru tarihi 15 Mayıs 2019.

Geçtiğimiz 5 yılda Ekim ayında BIFED’e ev sahipliği yapan Bozcaada, yönetmenlerin, film severlerin, çocukların ve çevrecilerin buluşma noktası olmuştu. Bu yıl 6. Kez düzenlenecek olan festivale her yıl aralarında Meksika, Gürcistan, Kanada, İtalya, ABD, Avusturya, Fransa, İspanya, İsviçre, Rusya ve Portekiz’in de olduğu yaklaşık 60 ülkeden ortalama 300 civarında film katılıyor.

Dünyanın dört bir yanından doğanın ve insanlığın ortak soru ve sorunlarını kendi dillerinde, kendi üsluplarıyla anlatan veya çözüm arayan her biri birbirinden etkileyici filmler 2019 yılında da Fethi Kayaalp büyük ödülü için Bozcaada’da yarışacak. Festivalde 2.lik, 3.lük ödülleri de var. Gaia Öğrenci Ödülü adı altında yalnızca öğrencilere açık bir dördüncü ödül de var.

Festival bu yıl “BIFED Bahçesi” projesiyle tamamen atalık tohumlardan oluşan bir bahçenin de ilk ekimini yapacak. Ülkenin her yerinden gelen filmciler, çevre aktivistleri, artizan üreticiler, çiftçiler ve öğrenciler ekim Bozcaada’sının sükûnetini ve güzelliğini yaşarken geçen yıllarda olduğu gibi birbirlerinden öğrenecek ve dayanışma köprüleri kuracak. Konuklar geçen yıllarda oluşturdukları dostluklarını yükseltecekler.

Dünyanın tümden bir yok oluşa gittiği bu çok kritik süreçte BIFED her yıl olduğu gibi dışarıdan gelen ve adalı öğrenciler için de ayrı bir program oluşturuyor. Öykü yazma, film okuma, küçükler için Truva gezisi, seramik atölyesi ve farklı sanat atölyelerinden oluşacak program öğrencilerin sabırsızlıkla beklediği bir etkinlik olarak festivalin önemli bir parçası.

Büyük çoğunluğunu Türkiye’de görme imkânı olmayacak olağanüstü filmler ve hakikati paylaşmak üzere risk alan yönetmenlerin buluşma noktası BIFED her yıl olduğu gibi bu yıl da katılım ücreti almıyor. Başvurular için: www.bifed.org

Sorularınız için: [email protected]

(Yeşil Gazete)