Ana Sayfa Blog Sayfa 2481

Uyarı: Bu sıcaklar normal değil!

Avrupa’da yaşanan aşırı sıcaklarla ilgili alarm verilirken Türkiye’de de son günlerde yaşanan ‘sıcak dalgası’na ilişkin uzmanlar uyardı: Bu sıcaklar normal değil. Önlem alınmazsa ölümler yaşanabilir.

Haziran ayı başlangıcını görece serin geçiren Türkiye, son haftalarda aşırı sıcakla boğuşuyor. Geçtiğimiz gün, Urfa’da termometreler 58 dereceyi gösterdi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu gündüz 40’lı, geceleri de 20’li derecelerin altına inmiyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden yapılan son değerlendirmeler de Türkiye’nin aşırı sıcak havanın etkisi altında olduğunu gösteriyor. Ankara 33-34 derece civarında seyrederken, Adana, Burdur, Çanakkale, Burdur gibi ülkenin pek çok bölgesindeki illerde sıcaklık 35 derecenin altına düşmüyor.

İstanbul’da da geçtiğimiz Pazar gününden beri aralıksız devam eden bir sıcaklık dalgası yaşanıyor. Pazar günü 32 derece olan sıcaklığın yaklaşık 35 derece hissedildiğini belirten uzmanlar, bir haftadır hava sıcaklığının hiç düşmeden aynı derecelerde devam etmesini ‘alarm verici’ buluyor.

Sabancı Üniversitesi, İstanbul Politikalar Merkezi, İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü ve Yeşil Gazete yazarı Dr. Ümit Şahin, süreklilik gösteren bu durumun “sıcak dalgası” olarak adlandırılması gerektiğini söyledi: “Bir kentte sıcaklıklar iki ya da üç gün üst üste o ayki veya o günkü uzun dönemli ortalama en yüksek sıcaklığın birkaç derece üstüne çıkarsa, buna ‘sıcak dalgası’ denir. İstanbul’un haziran ayı ortalama en yüksek sıcaklığı 24.7 derecedir. Son beş gündür sıcaklıklar bunun 5 ila 7 derece üzerinde seyrediyor.”

Gece sıcaklıkları da alarm veriyor

Gece sıcaklıklarının da giderek arttığına dikkat çeken Şahin, kentte 24 derece civarında seyreden gece sıcaklıklarının tehlikesine dikkat çekti: “Gecelerin bu kadar sıcak geçmesi gündüz yaşanan sıcak stresinin tamirine izin vermiyor. Bu gündüz sıcaklığından çok daha tehlikeli bir durum yaratıyor. Üstelik haziran ayındaki sıcak dalgaları çok daha tehlikelidir.”

Bu tür dalgalarda Sağlık Bakanlığı’nın devreye girmesi gerektiğine işaret eden Şahin, “Meteoroloji tahmin yapar, bakanlık önlem alır. Böyle zamanlarda Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşları, il müdürlüklerinin zaman geçirmeden, risk grupları; yaşlı, hasta ve çocuklarla ilgili halkı uyarması, aynı anda da gecikmeden önlem alması gerekir” diye konuştu.  Şahin,Türkiye’de bu uyarı sisteminin nadiren işlediğini belirterek şunları anlattı: “Büyük ihtimalle çok aşırı bir sıcak dalgasını, İstanbul’da da 40-45 dereceleri görmeyi bekliyorlar. Halbuki ölümlerin olması, hastanelerin dolması için sıcaklıkların bu kadar yükselmesi gerekmiyor. Sağlık teşkilatı aynı afet durumunda olduğu gibi hazırlıklı olmalı. Şimdiye dek duymadım, ama şu ana kadar bir uyarı yapılması gerekiyordu.” Şahin’e göre çok basit önlemlerle; risk gruplarını koruyarak, insanları belli saatlerde dışarı çıkmamaları, bol su içmeleri, dışarıda spor yapmamaları yönünde uyararak ve hastanelerde aşırı sıcağa bağlı rahatsızlıkların artmasına karşı hazırlık yaparak bu dalgayı en az hasarla atlatabilmek mümkün.

İklim değişikliği etken

“Yapılan çalışmalar, dünya çapında etkisini sürdüren sıcak dalgalarının iklim değişikliği ile beraber arttığını gösteriyor” diyen Şahin iklim olaylarında ‘normal’ algısının yıkıldığını şöyle anlattı: “Şu anda Hindistan’daki çok yüksek sıcaklıklar ve beraberinde gelen kuraklık yüzünden ölümler her geçen gün artıyor. Avrupa’da meşhur 2003 dalgasından daha yüksek bir sıcaklık dalgası yaşanıyor. Bütün bunlar normal değil. Zaten olur, diyemezsiniz”

Şahin, Avrupa’da 70 bin kişinin hayatına mal olan aşırı sıcak dalgasından sonraki dalgalarda daha az insanın hayatını kaybettiğini, çünkü ülkelerin yaşananlardan ders çıkararak aldıkları önlemlerle ölümleri azalttıklarını anlattı; “Hindistan’da da basit uyarı ve önlemler sayesinde önceki dalgalardan daha az hasar gördüler” dedi.

Avrupa da kavruluyor

Avrupa’da da aynı Türkiye’de olduğu ani şekilde yükselen ve 40 derecelere çıkan hava sıcaklıkları için yetkililer uyarıda bulundu. Meteoroloji uzmanları özellikle Orta ve Batı Avrupa ülkelerinde Atlas Okyanusu’nda meydana gelen yüksek basınç ve fırtına sebebiyle sıcaklıkların artacağını ve sıcak hava dalgasının ne kadar süreceğinin henüz tahmin edilemediğini belirtti.

Yetkililer bu durumun Afrika’nın kuzeyinden gelecek sıcak hava dalgasını da tetikleyeceğini ifade ediyor. Meteoroloji verileri Madrid, Paris, Brüksel, Frankfurt ve Berlin gibi büyük şehirlerde hava sıcaklıklarının en az 32 derece olacağı ve bazı bölgelerde yer yer 38 dereceye kadar çıkabileceğini gösteriyor.

Fransa’nın başkenti Paris‘te sıcak havalarla mücadele etmek için Seine Nehri kıyılarına özel havuzlar yapılırken, İspanya Meteoroloji Ajansı Aemet önümüzdeki pazar günü için ‘sarı alarm’ verdi.
Benzer uyarılar Almanya, Belçika ve İsviçre gibi ülkelerde de yapıldı. Fransa Sağlık Bakanı Agnes Buzyn özellikle hastane ve bakım evlerinin alarm durumuna geçmesi gerektiğini belirtti; geçen yıl yaşanan sıcak hava dalgası sebebiyle bin 500’den fazla kişinin yaşamını yitirdiğini hatırlattı.

Kuzey Avrupa ülkesi İngiltere’de uzmanlar havaların geçen sene haziranda ölçülen en yüksek sıcaklık seviyesi olan 35.6 derece sınırını geçmesini beklediklerini, bu durumun özellikle kalp rahatsızlığı olan ve nefes darlığı çeken kişilerle küçük çocukları etkileyeceği uyarısında bulundu,

 

 

BM’den iklim ayrımcılığı uyarısı

BM raporuna göre, küresel ısınmaya bağlı sınıfsal ayrışma artacak. Zenginler, iklim krizinin sonuçlarından kaçabilirken, krizin yükünü çeken yine yoksullar olacak. Raporda, karbon salımının yüzde 10’unu yapan yoksul ülkelerin krizin yükünün yüzde 75’ini sırtlayacağı belirtiliyor.

Birleşmiş Milletler’in (BM) insan hakları ve yoksullukla ilgili özel raportörü  Prof. Philip Alston küresel ısınmanın temel insan ihtiyaçlarının karşılanmasına vereceği zararın yanı sıra hukuk devletini ve demokrasiyi tehlikeye atacağını, sınıfsal ayrışmayı arttıracağına dikkat çekti. Alston’un BM İnsan Hakları Komitesi için hazırladığı rapora göre, yoksul bölgeler karbon salımının sadece yüzde 10’unu gerçekleştirdiği halde krizin yükünün yüzde 75’ini sırtlayacak.

The Guardian’ın haberine göre, Alston, “iklim krizinin sınıflar arası ayrışmayı keskinleştireceğini vurgulayarak zenginlerin krizin yaratacağı etkilerden kaçma imkanı varken dünyanın geri kalanının acı çekmeye devam edeceğini, bunun örneklerinin şimdiden görülmeye başlandığını” yazdı. 2012’de Atlantik Okyanusu’nda gerçekleşen ve en büyük kasırga olarak kayda geçen Sandy Kasırgası’nı örnek gösteren Alston, dar gelirli New Yorklular temel ihtiyaçlarına erişemezken şehrin zengin kesiminin jeneratörleri ve kasırganın etkilerine karşı aldıkları binlerce kum torbasıyla normal hayatlarına devam ettiklerini hatırlattı.

Irkçılık artabilir

Raporda, “Yoksunluk, toplumu milliyetçiliğe, yabancı düşmanlığına ve giderek ırkçılığa yönlendirebilir. Dengeli bir insan hakları politikası yürütebilmek giderek zorlaşacak” diyerek sağ hareketlerin güç kazanmak için iklim krizinden de yararlanabileceğine vurgu yapıldı.

Alston, insan hakları savunucularının iklim krizini ana sorun olarak ele almamasını eleştirdi. BM İnsan Hakları Komitesi’nin bu konudaki çalışmalarının insan haklarını bekleyen tehlikeye ve krizi engellemek için yapılması gereken kökten dönüşümlere yer vermediğini söyledi.

Uluslararası anlaşmaların da etkisiz kaldığını ifade eden Alston, Paris İklim Anlaşması’nın küresel sıcaklık artışını iki derecenin altında tutma hedefinin dünyayı yine kritik eşikte bırakmasını ve daha ilerisi için bir eylem planlanmayışını eleştirdi. Alston, “Devletler her türlü bilimsel uyarıya kulaklarını tıkamayı tercih etti ve sonunda o zamanlar kıyamet senaryosu olarak sunulan bulguların elimizdeki en iyi senaryoya dönüştüğü noktaya geldik” dedi.

Trump’un aktif sessizliği

Raporda ABD Başkanı Donald Trump, iklim krizi konusundaki sessizliği, şirketlerin yanında saf tutması, çevresel düzenlemelerdeki geriye gidişi tetiklemesiyle ve Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro’ da Amazon’daki yağmur ormanlarını maden şirketlerine açma vaadi ile negatif örnekler olarak yer aldı. Devletlere ve fosil yakıt kullanan şirketlere karşı açılan iklim davaları, Greta Thunberg önderliğindeki öğrenci boykotları ve Yokoluş İsyanı da cesaret verici hamleler olarak değerlendirildi.

Krizi engelleyebilmek için ihtiyaç duyulan değişikliklerin uzun süredir ihmal edilen sosyal ve ekonomik hakları sağlama konusunda devletler için bir katalizör işlevi de görebileceğini belirtilen raporda “İnsan hakları yaklaşan kaostan yine de sağ çıkamayabilir” denildi.

Raporun orijinali için tıklayın

Onur Haftası Mersin’de de yasak

Mersin Valiliği LGBTİ+ Onur Haftası etkinliklerini yasakladı. Gerekçe matbu: Genel sağlık ve ahlakı korumak, huzur ve güvenlik…

Mersin Valiliği, 5’inci Mersin LGBTİ+ Onur Haftası kapsamında düzenlenecek etkinlikleri yasakladığını duyurdu. Valiliğin bu yıl, 1-7 Temmuz tarihlerinde beşincisi düzenlenmek istenen Mersin LGBTİ+ Onur Haftası etkinliklerini yasaklama gerekçesi,  “huzur” ve “güvenlik”. Mersin Valiliği’nin yasak kararına gösterdiği gerekçeler şöyle ifade edildi:

“Kamu esenliğinin ve genel asayişin devamının sağlanması suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın, genel ahlakın, vatandaşlarımızın mal ve can güvenliklerin korunması amacıyla; 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun 17’inci maddesi ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/A ve 11/C maddelerine istinaden LGBTİ (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans ve İntelsex) dernekleri veya benzer oluşum ve gruplar tarafından ilimizde kamuya açık alanlarda yapılması düşünülen yürüyüş, basın açıklaması, oturma eylemi, stand/çadır kurma, bildiri dağıtma, şenlik, festival vb. her türlü etkinlik 25 Haziran 2019 tarihinden itibaren (20) gün süreyle yasaklanmıştır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

Onur haftası etkinlikleri daha önce Ankara ve İstanbul’da da yasaklanmıştı.

Mahkeme, Paris’teki hava kirliliği yüzünden devleti mahkum etti

‘Devlet gerekli önlemleri almadı ve sorunu çözme konusunda yetersiz kaldı.’

Fransa’nın başkenti Paris’in banliyösü Montreuil’de, idari mahkeme solunum sorunu çeken bir anne ile kızının yaptıkları başvuruyu karara bağladı. Euronews’den Rahmi Gündüz’ün haberine göre, mahkeme, 2012 ila 2016 yıllarında başkent bölgesinde ağır hava kirliliğini önleme konusunda “devletin gerekli önlemleri almadığına ve bu sorunu çözme konusunda yetersiz kaldığına” hükmetti.

Mahkeme, bronşit ve astım gibi solunum hastalıkları yüzünden Paris’ten Orleans kentine taşınmak zorunda kalan ve burada artık sağlık sorunları çekmeyen anne ve kızın 160 bin euro tutarındaki maddi tazminat taleplerini ise sağlık sorunlarıyla ilgili somut kanıtları sunamadıkları gerekçesiyle reddetti.

Fransız basını, bununla birlikte ilk defa bir mahkemenin hava kirliliği sorununda devleti kusurlu bulmasının gelecek açısından içtihat oluşturması için tarihi bir adım olarak niteledi.

İzmir faytona veda etti, sıra İstanbul’da

İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir ili genelinde fayton taşımacılığını yasakladı. Başkan Tunç Soyer’in duyurusuna cevap yazan vatandaşlar “Sıra İstanbul’da” diyerek Ekrem İmamoğlu’na seslendi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, il genelinde fayton taşımacılığını yasakladı. İzmir Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) Genel Kurulu, önceki yıllarda hayata geçirilen Fayton Çalışma Esas ve Usulleri Yönergesini iptal ederek İzmir’de fayton dönemini kapattı.

Alsancak-Kordon bölgesinde sürdürdüğü fayton hizmetini 1 Mayıs’tan itibaren sonlandıran İzmir Büyükşehir Belediyesi, uygulamanın ikinci adımında ise kent geneline yönelik yasal düzenlemeleri hayata geçirdi. Böylece Karşıyaka’da 18, Selçuk’ta 12, Dikili’de 2 olmak üzere toplam 32 adet faytonun faaliyetlerine son verildi.

Hayvanlarla çekilen taşıtların kent merkezindeki bulvar ve caddelere çıkışına da yasaklama getirildi.

Başkan: Hayvan hakları önceliğimiz

Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 139. maddesine dayanarak resmi tören ve izin alınacak merasimler hariç, hayvanla çekilen motorsuz araçların ve hayvan sürücülerinin kent merkezindeki tüm bulvar, cadde ve trafik yoğunluğu olan sokaklarına girişi de Belediye Encümeni tarafından yasaklandı.

​İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, İzmir’in hayvan hakları konusunda örnek ve öncü bir kent olmasını hedeflediklerini belirterek  şunları söyledi:  “Seçildiğimiz günden bu yana faytonların kaldırılmasıyla ilgili yasal ve teknik süreçleri hiç aralık vermeden yürüttük. Bu süreç kısa süre önce tamamlandı ve İzmir’de fayton dönemi kapandı. Hayvan haklarını gözetmek, Belediye’mizin temel önceliklerinden biri olmaya devam edecek”.

Vatandaşlar tebrik etti, İmamoğlu’nu işaret etti

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in haberi duyurduğu tweet’inin altına yorum yapan vatandaşlar, Ekrem İmamoğlu‘na seslenerek “Sıra İstanbul’da” şeklinde mesajlar yazdı.

Antalya da geçen ay kaldırdı

Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek de 31 Mart seçimlerinin ardından kent merkezi, Alanya ve Manavgat ilçelerindeki fayton faaliyetlerine 10 Haziran itibarıyla son vermişti.

Eren Erdem’in bir kulağı artık duymuyor

Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Erdem’i ziyaret eden CHP Milletvekili Utku Çakırözer, yüzde 30 işitme kaybıyla cezaevine giren Erdem’in bir kulağının yüzde yüz duymadığını açıkladı.

CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, CHP eski milletvekili ve Parti Meclisi üyesi Eren Erdem’i Silivri Cezaevi’nde ziyaret etti. Erdem’in tutukluluğunun birinci yılının 29 Haziran’da dolacağını hatırlatan Çakırözer, Erdem’in bir kulağında yüzde 30 işitme kaybıyla cezaevine girdiğini, şimdi ise yüzde yüz duymadığını belirterek, “O kulağı artık hiç duymuyor. Ayrıca diğer önemli sağlık sorunları nedeniyle acil tıbbi müdahaleye ihtiyacı var ancak; ameliyata kelepçeli olarak götürülmeyi, iyileşme sürecini ise hastanenin bodrum katında yatağa bağlı olarak geçirmeyi istemediği için acil tıbbi müdahaleyi reddediyor” dedi.

Yeni kitabı tutukluluğunun yıldönümünde yayımlanacak 

Ziyarete ilişkin yazılı açıklama yayınlayan Çakırözer, “Eren Erdem ve diğer gazetecilerin, yazarların, çizerlerin, akademisyenlerin, siyasilerin, avukatların, sivil toplumcuların cezaevlerinde geçirdiği her bir gün Türkiye itibar kaybediyor. Artık buna bir son verilmesi gerekiyor” diye konuştu.

Erdem’in yeni kitabının, tutukluluğunun 1’nci yılında, 29 Haziran’da yayımlanacağını bildiren Çakırözer şunları söyledi: “Kitabın adı ‘Demokrasi Manifestosu.’ Erdem’in haksız yere yargılanıp, hukuksuzca cezalandırıldığı davadaki savunmasını esas alıyor. Önsözünü de Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu kaleme aldı.”

BM Raporu: Kadınlar için en tehlikeli yer kendi evleri

Birleşmiş Milletler (BM) Kadın Birimi, kadınlar için en tehlikeli yerin kendi evleri olduğunu açıkladı. Araştırmacılar, her 10 ülkeden sadece 4’ünün evlilik içi tecavüzü suç saydığını vurgulayarak, hukuki reform yapılması çağrısında bulundu.

Birleşmiş Milletler (BM) Kadın Birimi tarafından yıllık olarak hazırlanan ve bu seneki başlığı ‘Değişen Dünyada Aile’ olan Dünya Kadın İlerleme raporu salı günü yayınlandı. Araştırmalar sonucu oluşturulan raporda, kadınlar için en tehlikeli yerlerden birinin kendi evleri olduğu belirtildi.

Euronews’in haberine göre, “Hukukta kadınlara yönelik negatif ayrımcılığın azalması konusunda büyük ilerlemeler görüyoruz ancak beklendiği üzere aile yasalarındaki değişim oldukça yavaş” diyen BM Kadın Birimi Genel Direktörü Phumzile Mlambo-Ngcuka şöyle konuştu: “Aile içi şiddetin şaşırtıcı derecede yaygınlaştığını gösteren istatistikler, kadınlar için en tehlikeli yerlerden birinin evleri olduğunu gösteriyor.”

Cinayetlerinin yüzde 60’ı aile üyelerinden biri tarafından işleniyor

2017’de işlenen kadın cinayetlerinden yüzde 60’a yakınında katilin aile üyelerinden biri olduğunu gösteren rapora göre, her gün 137 kadın aile fertlerinden biri tarafından öldürülüyor.

Lübnan’da tepkilerin ve büyük kampanyaların ardından ‘tecavüzcünle evlen’ yasası yürürlükten kaldırıldı.

15-49 yaş arasındaki 5 kadından biri, eskiden veya şu anda birlikte olduğu partneri tarafından fiziksel şiddet veya cinsel istismara uğradığını ortaya koyan rapora göre kadına yönelik şiddet ‘her alanda ve ciddi seviyede’.

Her 10 ülkeden sadece 4’ü evlilik içi tecavüzü suç sayıyor

Rapora göre; her 10 ülkeden sadece dördü evlilik içi tecavüzü suç olarak tanımlıyor. Pek çok ülkede de tecavüzcü mağdurla evlenerek soruşturmadan kurtulabiliyor.

Tunus, Ürdün ve Lübnan‘da benzer yasaların yürürlükten kaldırılmasının ardından Irak‘tan Malezya‘ya kadar pek çok ülkede kadınlar, ‘tecavüzcünle evlen’ hukukunu bitirmek için baskı yapıyorlar.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Nepal, İngiltere ve Güney Afrika‘nın da aralarında bulunduğu 50’den fazla ülkede kadına eşi tarafından tecavüz edilmesi suç sayılırken, Asya‘nın büyük çoğunluğunda benzer yasal düzenlemelerin yapılması için kampanyalar yürütülüyor.

Birçok ülkede evlilik içi tecavüz suç sayılmadığı için buna ilişkin veriler toplanmıyor ama mağdurlara uygulanan toplumsal baskı nadir de olsa vakaların dile getirildiği ve ihbar edildiği anlamına geliyor.

BM Merkezi’nde raporun açıklandığı toplantıya katılan Mısırlı kadın hakları aktivisti Marwa Sharafeldin, “Evlilik içi tecavüz, Müslüman ülkelerde aile hukuku açısından çok hassas bir konu” diyor.

‘Müslüman ülkelerde erkeğin ‘cinsel erişim hakkı’

Asya, Afrika ve Orta Doğu’da faaliyet gösteren ‘Küresel İslam Aile Hukuku Projesi’ üyesi Sharafeldin, “Cinsel birleşme, nikahla gelen bir hak olarak görülüyor” diyor: “Aile Hukuku’nda kadınlara kimle ve ne zaman evleneceklerini seçme, boşanma, kadınların aile kaynaklarına ulaşma hakları sağlandığı gibi bu konuda da kadınları korumak için bir politika reformu yapılması gerekiyor.”

Sharafeldin, “Kadınlar, erkekler ve çocuklar bu asılsız yasalardan dolayı acı çekiyor ve toplumlar geride kalıyor” diyor ve ekliyor: “Bu değişim sadece kadınlar için değil.”

 

Ayşe öğretmen beraat etti

Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararı vermesinin ardından tahliye edilen öğretmen Ayşe Çelik, yeniden görülen davasında bugün beraat etti.

Bir televizyon programındaki ifadeleri nedeniyle ‘terör örgütü propagandası yaptığı’ gerekçesiyle 15 ay hapse mahkum edilen, daha sonra Anayasa Mahkemesi/nin (AYM) hak ihlali kararı vermesinin ardından tahliye edilen öğretmen Ayşe Çelik, yeniden görülen davasında bugün beraat etti.

Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi‘ndeki duruşmada Çelik savunmasında, “Suç işleme kastıyla herhangi bir şekilde hareket etmedim. Kaldı ki eylemlerin suç olduğunu da düşünmüyorum. Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı da gözetilerek beraatime karar verilmesini talep ediyorum.” dedi.

9 Mayıs 2019’da AYM’nin verdiği kararda Ayşe Çelik’in ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğine hükmetmişti.  AYM’nin örgüt propagandasından verdiği ilk ihlal kararı olan bu kararın hem Barış Akademisyenleri hem de TTB Merkez Konsey üyeleri hakkında verilen cezalar için emsal oluşturduğu belirtilmişti.

Savcı beraat talep etti

Savcının AYM kararını esas alarak Çelik’in beraatini talep etmesi üzerine, mahkeme heyeti de beraate hükmetti. Ayşe Çelik hakkındaki kararın İstinaf Mahkemesi’nce onaylandığı anımsatılan mütalaada, “Bireysel başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesi 9 Mayıs 2019 tarihinde sanığın cezalandırılmasının gerekçesi olan konuşmanın ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine karar vermiştir” denildi. Mütalaada daha önce verilen mahkumiyetine ilişkin kararın kaldırılması talep edilerek, “Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının bağlayıcılığı da nazara alınmak suretiyle sanığın üzerine atılı suçtan beraatine karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur” ifadeleri yer aldı.

Gerekçeli kararda ise şu ifadeler kullanıldı: “Anayasa Mahkemesinin kararı sonrasında ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine dair iddianın kabul edilebilir olduğuna ve anayasanın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin tespit ve kararı değerlendirilmek suretiyle mahkememizce verilen önceki mahkumiyet kararının tüm sonuçları ile ortadan kaldırılmasına, her ne kadar sanık Ayşe Çelik hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçundan kamu davası açılmış ise de anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı ile hak ihlali söz konusu olduğuna dair tespit gözetilerek sanığın suç teşkil etmeyen eyleminden dolayı CMK’nın 223/2-amaddesi uyarınca beraatine karar verildi.”

Kaftancıoğlu’na terör davası

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, altı yıl önceki bazı sosyal medya paylaşımları ve sahte tweetler  delil kabul edilerek açılan davada 17 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacak. İlk duruşma bu cuma.

CHP İstanbul İl Başkanı Dr. Canan Kaftancıoğlu yargı kıskacında. Kaftancıoğlu, Cumhurbaşkanına hakaret, Türkiye Cumhuriyeti devletini alenen aşağılama, halkı kin ve düşmanlığı tahrik etmek ve terör örgütü propagandası yapmak suçlarından 37. Ağır Ceza Mahekmesi’nde 17 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacak.

Kaftancıoğlu’nun Berkin Elvan’ın ölümü, Gezi Eylemleri, AKP’li bakanlara yönelik yolsuzluk operasyonu gibi toplumsal muhalefetin tepkisini çeken gelişmelerle ilgili yaptığı sosyal medya paylaşımlarına, 31 Mart İstanbul seçimi sonrasında soruşturma açılmıştı. Avukatlarının açıklamasına göre, delil olarak gösterilen sosyal medya paylaşımları arasında bilgisayar ortamında üretilmiş sahte tweetler de bulunuyor.

Söz konusu soruşturmayı “31 Mart Yerel Seçimleri’nde elde edilen başarı sonrası CHP’ye Canan Kaftancıoğlu üzerinden baskı ve sindirme operasyonu” olarak niteleyen CHP’nin Cuma günü İstanbul Adliyesi’nde toplanacağı belirtildi.

Ölüm tehditleri alıyor

Kaftancıoğlu ve ailesi ayrıca uzun süredir de bazı basın yayın organları ve sosyal medyadaki bazı hesapları tarafından sistematik  linç, tehdit ve hakaretlere maruz kalıyor. Kaftancıoğlu’nun kendisine yöneltilen ölüm tehditleri nedeniyle yaptığı suç duyurusunda bulunduğu öğrenildi.

Gezi Parkı davası ve hayatlarımızdan sessizce kaybolan serçeler – Bülent Şık

İyi ki Gezi Parkı olayları oldu bu ülkede ve iyi ki o park yıkılamadı. İktidar partisinin ülkeyi neredeyse tepeden tırnağa betona gömme sevdası en azından Gezi Parkı’nda gerçeklik kazanmadı. Ne kurtarsak o kârdır…

2013 yılında Taksim’deki Gezi Parkı’nın yıkılmasını engellemek için yapılan kolektif itirazın davası görülüyor dünden beri.

En küçük bir nedensellik içermeyen, saçma sapan bir iddianame ile çok sayıda insan ağırlaştırılmış müebbet cezası talebiyle yargılanıyor.

Gezi olayları bu ülkedeki en meşru toplumsal itirazlardan biridir. İyi ki Gezi Parkı yıkılamadı…

Marian Stamp Dawkins’in “Hayvanların Sessiz Dünyası” kitabını (TÜBİTAK Yayınları, 1999) okuyanlar kitapta kuşların öğrenme, hatırlama ve problem çözme yeteneklerine dair şaşırtıcı ne çok bilgi olduğunu anımsayacaktır.

TÜBİTAK yayınlarının şimdi olduğu gibi laf olsun diye arada bir kitap yayınladığı değil de peş peşe güzel kitaplar yayınladığı zamanlarda çıkan kitaplardan biriydi “Hayvanların Sessiz Dünyası”. Tohum toplayıp gömen sonra gömdükleri yeri unutan ve böylece tohumların yeşermesine neden olan kuşların unutkanlığı üzerine ne şahane bilgiler vardır kitapta.

Dünya genelinde kuş türleri hızla yok oluyor

Balinalar, gergedanlar, kaplanlar gibi iri memeli hayvanların yok oluş sürecine girmesi dikkatimizi çabucak çekerken kuşlar gibi minik ve epeyce ürkek canlıların da yok oluş sürecinde olduğunu gözden kaçırıyor olabilir miyiz? Sanırım öyle; kent hayatında görmeye alışkın olduğumuz serçeler bile sessiz sedasız hayatlarımızdan çıkıp gidiyor…

Geçen yıl yapılan bir çalışmada Fransa’daki kırsal ya da tarım yapılan bölgelerdeki kuş nüfusunun son otuz yıl içinde üçte bir oranında azaldığı açıklandı.

Benzeri azalmalar başka ülkelerde de gözleniyor. İngiltere’de yapılan bir çalışmada ise 1970 yılından günümüze uzanan süreçte ülkedeki serçe nüfusunun yarıdan çoğunun yok olduğu belirtildi.

Serçeler insan uygarlığına tıpkı kedi ve köpekler gibi büyük bir uyum sağlamış canlılar ve onların kaybı bir şeylerin hiç yolunda gitmediğine dair bir göstergedir.

Bilinen yaklaşık 10 bin 400 kuş türünden yaklaşık 1300’ünün (yüzde 13) nesli tükenme tehdidi altında, yüzde 9’unun nesli yakın tehdit altında ve yüzde 78’inin ise nüfusunda azalmalar var. Eğer gidişat bu şekilde devam ederse içinde olduğumuz yüzyılın sonunda kuş türlerinin üçte birinin yok olabileceği belirtiliyor.

Bu kayıplara ne yol açıyor? 

Kuşların yaşam alanlarının kaybı ya da dahi açık bir ifade ile insan uygarlığının genişlemesinin kuşların yaşam alanlarını küçültmesi, besin kaynaklarının azalması, avcılık, kimyasal kirlilik özellikle de tarım alanlarında kullanılan pestisitler kuşların nüfusunun azalmasındaki en önemli etkenler olarak gösteriliyor.

Kuşların en önemli besin kaynağını tohumlar ve böcekler oluşturuyor. Tarımsal üretimde kullanılan pestisitlerin tohumlar üzerinde bıraktığı kalıntılar bu tohumları yiyen kuşlarda zehirlenmelere yol açıyor. Buna ek olarak, tarımda böcekleri zehirlemek için kullanılan pestisitler zehirlenmiş böcekleri yiyen kuşların da zamanla hastalanmasına ve ölümüne yol açıyor. Pestisitler tarımda kullanılan zehirli kimyasal maddelerdir. Pestisitlerin kullanımı dünya genelinde çok yaygındır.

Doğada böcekleri yiyen canlıların başında kuşlar geliyor. Dünyadaki 11 bin kuş türünün yüzde 60’ı böcekleri yiyerek besleniyor. Kuşların dünya genelinde her yıl 500 milyon ton ağırlığa denk gelen miktarda böcek yedikleri tahmin ediliyor. Kuşlar pestisitlerle zehirlenmiş böcekleri yediklerinde ya da pestisitlerle kirlenmiş sulardan içtiklerinde bünyelerine de o zehirli maddeleri almış oluyorlar. Zamanla sağlıkları bozuluyor. Örneğin bazı pestisitler serçelerde zayıflamaya neden oluyor. Tarımsal alanlarda, bahçe ve parklarda kullanılan yüzlerce çeşit pestisit var ve bu pestisitlerin büyük bir çoğunluğu kuşlar için tehlike arz ediyor.

Kaybolan sadece kuşlar değil

Oysa bu yazının başında andığımız Marian Stamp Dawkins’in Hayvanların Sessiz Dünyası kitabında anlattığı hikâyelerin de işaret ettiği gibi tohumları yiyen ya da tohumları daha sonra yemek üzere bir yerlere gömen kuş türleri bitkisel hayatın devamlılığı için vazgeçilmez önem taşıyor. Bitkiler ve hayvanların hayatı birbirine bağlıdır.

Arıların kaybının bitkisel hayatta yol açacağı sorunlar kuşların da kaybıyla daha çok derinleşecektir.

Çoğu kuş türü kırsalda ya da doğal hayatın içinde yer aldığı için kuş türlerindeki kaybı henüz net olarak göremiyoruz ama dünya genelinde insanların yaşadığı hemen her yerde karşımıza çıkan serçelerin nüfusunun hızla azalması bize bir şeyler söylemeli…

Ülkemizdeki serçeler

Türkiye’de sekiz farklı tür serçe yaşıyor. Ev serçesi, ağaç serçesi, söğüt serçesi, kaya serçesi, kar serçesi, sarı boğazlı serçe, boz serçe ve küçük serçe. Dış görünüşleri ve beslenme alışkanlıkları birbirine benzese de bu serçelere verilen isimlerden de anlaşılabileceği gibi her biri farklı yaşam alanlarında varlıklarını sürdüren canlılar.

Ülkemizdeki serçe nüfusundaki azalmaya dair uzun yıllara dayalı bir çalışma olup olmadığını ne yazık ki bulamadım. Ancak benzeri bir nüfus kaybının ülkemizde de vuku bulduğunu düşünmek akla uygundur.

Gezi Parkı iyi ki yıkılamadı

Tehlikedeki kuş türleri hakkında daha fazla bilgi toplamak, tarımda pestisit kullanılmasını azaltmak, avcılığı engellemek, şehir içinde kuşlara yuva olacak park ve bahçe alanları oluşturmak ve var olan yeşil alanları korumak kuşların yok oluşunu önlemek için yapılacak şeylerden bazıları. Ama her şeyden önce siyasal iktidarın gerçekten ciddi yıkım yaratan, en küçük bir toplumsal fayda doğurmayan projelerine bir dur demek gerekiyor. Ülkemiz odağında yapılacak en önemli şeylerden biri bu…

Kuzey Ormanları Savunması önceki gün yaptığı bir açıklama ile İstanbul’daki 3. Havalimanı için 2012’den bugüne kesilen ağaç sayısının ÇED raporunda belirtildiği gibi 2,5 milyon değil en az 13 milyon olduğunu duyurdu. İnanılmaz bir rakam.

Sadece ağaçları değil o ağaçlarla birlikte giden çok sayıda canlı türünü de hesaba katmalı; özellikle de kuşları… Kuşların son yaşam alanları olarak oralar kaldı; parklar, bahçeler, el değmemiş doğal yaşam alanları kaldı çünkü…

İyi ki Gezi Parkı olayları oldu bu ülkede ve iyi ki o park yıkılamadı.

İktidar partisinin ülkeyi neredeyse tepeden tırnağa betona gömme sevdası en azından Gezi Parkı’nda gerçeklik kazanmadı. Ne kurtarsak o kârdır…

(Bianet’den alınmıştır.)