Ana Sayfa Blog Sayfa 2461

S-400 teslimatı başladı

Milli Savunma Bakanlığı: Birinci grup malzeme Ankara Mürted’e getirildi

Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sisteminin Türkiye’ye teslimatının başladığı açıklandı. Milli Savunma Bakanlığı’nın (MSB) yaptığı açıklamada, “Türkiye’nin hava ve füze savunma ihtiyacının karşılanmasına yönelik tedarik edilen S-400 Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sisteminin birinci grup malzemelerinin Mürted Hava Meydanı / Ankara’ya intikali 12 Temmuz 2019 tarihinden itibaren başladı” ifadelerine yer verildi.

Savunma Sanayi Başkanlığı (SSB) da “S-400’e ait parçaların teslimatının önümüzdeki günlerde de devam edeceğini ve sistemin bütünüyle hazır olmasının ardından ilgili makamların belirleyeceği şekilde kullanımına başlanacağını” duyurdu. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi Projesi kapsamında başkanlığımız ile Rosoboronexport/Rusya Federasyonu arasında imzalanmış olan sözleşme kapsamında S-400 sistemi teslimatının ilk aşaması bugün Ankara’ya inen ilk uçakla başlatılmıştır. Sisteme ait parçaların teslimatlarına önümüzdeki günlerde devam edilecek, sistem bütünüyle hazır olduktan sonra ilgili makamların belirleyeceği şekilde kullanımına başlanacaktır.”

Rusya’nın, askeri-teknik işbirliğinden sorumlu federal servisi FSVTS, S-400 karadan havaya savunma sisteminin Türkiye’ye teslimatının başladığını doğruladı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise, “Süreç devam ediyor, bir sıkıntı yok” dedi.

Savunma sanayi uzmanı Arda Mevlütoğlu sözleşmenin imza tarihinin ilk defa net bir şekilde açıklandığını vurguladı. Anlaşmanın SSB ile Rosoboroneksport arasında 11.04.2017 imzalandığı açıklandı. Gürcan, bu tarihin açıklanmasının “27 Temmuz 2017’de yürürlüğe giren CAATSA‘dan kaçınma manevrası” olabileceğini ifade etti.  Gürcan ayrıca anlaşmada SSB’nin imzası bulunuyorsa yapılacak yaptırımların “ilk olarak SSB’yi vuracağını” kaydetti.

S-400’lerin Türkiye’ye teslime başlanması gözleri ABD’ye ve yaptırım tehditlerine çevirdi. ABD Başkanı Donald Trump, Japonya’nın Osaka kentinde yapılan G20 Liderler Zirvesi‘nde konuyla ilgili  “Türkiye’ye adil davranılmadı” ifadelerini kullanmış ve “yaptırım konusunun karmaşık olduğunu” söylemişti. Zirvenin ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “S-400’lere ilişkin ABD’nin yaptırım uygulamayacağını Trump’tan duymuş olduk” ifadelerini kullanmış ancak ABD Kongresi ve Dışişleri Bakanlığı’ndan yaptırımların hâlâ masada olduğuna dair açıklamalar yapılmıştı.

Akdeniz’in köpekbalıkları tehlikede

 WWF’in yayımladığı “Köpekbalığı Krizi: Akdeniz için Eylem Çağrısı” başlıklı rapor havzadaki köpekbalığı ve vatoz popülasyonlarının tükenme noktasına geldiğini ortaya koyuyor. Rapora göre sürdürülebilir olmayan ve yasadışı balıkçılık gibi nedenlerle tüm dünyada köpekbalıklarının en fazla tehlike altında oldukları bölge Akdeniz.

Akdeniz’de yaşayan köpekbalığı ve vatoz türlerinin yarısından fazlası tehdit altında ve bu türlerin neredeyse üçte biri tükenme seviyesine kadar avlandı. WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) tarafından yayımlanan rapora göre, deniz avcılarının endişe verici durumları, denizel yaban hayatı aşırı avlanma ile azalmış olan Akdeniz’in sağlığının kötüye gittiğinin bir işareti.

14 Temmuz Dünya Köpekbalığı Günü öncesinde kamuoyuna sunulan “Köpekbalığı Krizi: Akdeniz’e Eylem Çağrısı” adlı rapor, son araştırmaları bir araya getirerek ortaya koydu. WWF Akdeniz Deniz İnisiyatifi Direktörü Giuseppe Di Carlo, raporun sonuçlarını şöyle yorumladı: “Köpekbalıkları Akdeniz’de yok olma riski altında. Bu hızlı düşüş, denizlerimizin ve sürdürülebilir olmayan balıkçılık uygulamalarının durumuna yönelik ciddi bir işaret. Bu durumda bütün Akdeniz ülkelerinin sorumluluğu var.  Köpekbalıkları binlerce yıldır denizimizin ve kültürümüzün bir parçası olmuştur, gelecekte de var olmalarını sağlamak için hızlı hareket etmeliyiz.”

Aşırı avlanma ve balıkçılık faaliyetleri en büyük tehdit  

 Rapora göre, Akdeniz köpekbalıkları ve vatozlarına karşı en büyük tehdit aşırı avlanma olmakla birlikte, her boyutta balıkçılık aktivitesi sayılarındaki ciddi düşüş üzerinde etkili. Libya ve Tunus yakaladıkları köpekbalığı miktarı bakımından diğer Akdeniz ülkelerinden çok önde yer alıyor. Libya’da (4.260 ton) ve Tunus’ta (4.161 ton) yakalanan köpekbalıklarının, İtalya (1.347 ton) ve Mısır‘da (1.141 ton) yakalananların yaklaşık üç katı olduğu belirlendi. Bazı türler doğrudan avlanıp pazara girerken geri kalanlar ise balıkçı ağlarına takılıp (hedef dışı avlanma) ölmek üzere denize geri atılıyor. Trol ağlarına yakalanan 60’tan fazla tür kaydedilirken, bazı bölgelerde paraketelere takılan köpekbalıkları ve vatozlar toplam avın üçte birinden fazlasını oluşturuyor. Çok sayıda köpekbalığı, kullanımı yasadışı olan sürüklenen ağlara takılırken nesli kritik tehlikede olan büyük beyaz köpekbalıkları gırgır ağlarına takılıp yaşamlarını yitiriyor.

Plastik kirliliği öldürüyor

Akdeniz’in köpekbalıklarına yönelik diğer önemli tehdit de köpekbalıklarının denizlerde biriken plastikleri yutması veya plastik atıklara takılması ile deniz ürünleri dolandırıcılığı. DNA testleri sonucunda, Akdeniz’de kılıç balığı yediklerini düşünen birçok tüketicinin, aslında yasa dışı olarak pazarlanan köpekbalığı yediği tespit edilmiş durumda. Bu durum, bazı köpekbalığı türlerinde güvenli yasal sınırların çok üstünde bulunan cıva miktarları sebebiyle, aynı zamanda tüketiciler için sağlık riski oluşturuyor. Di Carlo, konuyla ilgili olarak “Kaybedecek zaman yok, azalan deniz kaynaklarımızın yönetimini iyileştirmek için balıkçılar ve hükümetlerle çalışmak ve istenmeden avlanan köpekbalığı ölümlerini durdurmak için etkili çözümler bulmak istiyoruz ” diye konuştu.

‘Köpekbalıkları ve vatozlar, korumaya değer türler’

Türkiye sularında yaşayan köpekbalıkları ve onlar gibi kıkırdaklı balıklar olan vatozların yakın zamana kadar ihmal edildiğine işaret eden WWF-Türkiye Deniz ve Yaban Hayatı Programı Müdürü Ayşe Oruç da şu değerlendirmeyi yaptı:  “Ticari bir öneme sahip olmamaları ve balıkçılığın bel kemiği olan türleri doğaları gereği avlamaları nedeniyle onları daima bir sorun olarak görmeyi tercih ettik. Bu yanlış algının bir sonucu olarak dünya denizlerinde olduğu gibi denizlerimizde de hedef dışı köpekbalığı ve vatoz avcılığı yakın zamana kadar gündemimizde olmadı. Ancak bu yanlış algıdan kurtulmanın, köpekbalıklarını ve vatozları korumaya değer türler olarak görmenin zamanı geldi. Bu türleri korumak hepimizin sorumluluğu. “

Köpekbalıkları, yavaş büyüyen ve olgunlaşan, uzun süreli hamilelik dönemlerinden sonra ise çok az sayıda yavru dünyaya getiren, korunmasız canlılar. Bu nedenle aşırı avcılık tahrip edilen popülasyonlarının yenilenmemesi anlamına geliyor. WWF, balıkçıların ve balık pazarı yöneticilerinin göz önünde bulundurması gereken bazı davranış biçimlerini de şöyle sıralıyor: Avlanırken kritik önemi olan köpekbalığı ve vatoz habitatlarından (üreme bölgeleri gibi) kaçınılması, hedef dışı avlanmayı önlemek için buna uyarlanmış avlanma teknolojilerinin kullanılması gerekir.  Kurum, köpekbalığı ve vatoz popülasyonları hakkındaki bilgilerin geliştirilmesi ve ticareti yapılan türler hakkında veri toplanmasının da koruma çabalarını artırmak ve balıkçılık sektöründe tam şeffaflık ve yasallığı sağlamak için de önemli olacağına vurgu yapıyor.

Raporun tamamı için tıklayın

 

‘Büyük kediler’ geleneksel Çin tıbbı için işkenceyle parçalanıyor

Aslan ve kaplanların Çin’de iyileştirici özelliği bulunmadığı kanıtlanan ‘ilaçlar’ için, üretim çiftliklerinde küçük kafeslerde tutulduğu ve organlarının kullanıldığı raporlandı.

World Animal Protection’a (WAP) bağlı müfettişlerin hazırladığı raporda, geleneksel Asya “ilacı” için endüstriyel merkezlerde yetiştirilen aslan ve kaplanların acı verici deformasyonlarla dünyaya geldiği belirtildi. Hazırlanan geniş raporda büyük kedilerin yüzlerinde, ayak ve bacaklarında anormallikler tespit edildiği ve ayrıca görme, duyma, nefes alma ve çiğneme problemleri yaşıyor olabilecekleri bildirildi.

Independent’de yer alan rapora göre, üretim çiftliklerinde hayvanlar küçük kafeslerde tutuluyor ve vücut parçaları için öldürülüyor. Hayvanlar eklem yangısını ya da menejiti iyileştirildiği düşünülen kaplan kemiği şarabı için kaynatılıyor ya da parçalanıyor. Büyük kedilerden elde edilen ilaçların ayrıca güç verdiğine ve cinsel gücü artırdığına inanılıyor. Ancak uzmanlar “geleneksel ilaçların” kanıtlanmış iyileştirici bir etkisinin olmadığını uzun zamandır söylüyor.

Tüm dünyada 4 binden az vahşi kaplan bulunuyor.

Rapor vahşi kaplanların, aslanların, jaguar ve leoparların nesli tükenirken, Çin ve Vietnam’da “geleneksel ilaca” olan talebin ilacın fiyatını artırdığını belirtiyor.

Doğada dünyaya gelen büyük kediler annelerinden koparılırken, bazıları da üretim merkezlerinde doğuyor. Ayrıca son yıllarda “kaplan ürünlerine” talebin arttığı da raporda yer almış.

Müfettişler Çin’de yüzlerce kaplan ve aslanı barındıran ve yalnızca minimum miktarda yiyecek ve su sağlayan hücreler tespit etti. Görgü tanıkları birçok hayvanın kaburgalarının zayıflıktan belirgin şekilde göründüğünü söyledi.  “İlaçların” büyük kedilerin varlığını tehlikeye attığının altını çizen raporda, “Vahşi aslanlar muhtemelen organize suç şebekesi tarafından yasal olmayan şekillerde alınıp satılıyor” ifadelerine yer verildi.

Vahşi kaplan popülasyonunun nesli tükenmekle karşı karşıya ve tüm dünyada 4 binden az vahşi kaplan bulunuyor.

WAP’ın vahşi yaşam danışmanı Dr. Jan Schmidt-Burbach, “Bu büyük kediler açgözlülükle para için sömürülüyor. Şifalı olduğu düşünülen ilaçların kanıtlanmış iyileştirici bir etkisi yok. Sadece bu yüzden bile yapılanlar kabul edilemez” dedi. WAP geçen yıl da Güney Amerika’da jaguarların izinsiz avlandığını ortaya koymuştu.

 

Yahudi yerleşimciler yüzlerce zeytin ağacını ateşe verdi

Yahudi yerleşimciler, işgal altındaki Batı Şeria’nın Nablus kentinde Filistinlilere ait yüzlerce zeytin ağacını yaktı.

Bir grup Yahudi yerleşimci Batı Şeria’nın Nablus kentine bağlı Burin beldesinde Filistinlilere ait tarım arazilerini ateşe verdiği. Çıkan yangın sonucunda yüzlerce zeytin ağacı kül oldu.

Hareetz’de yer alan habere göre, saldırıyı gerçekleştiren Yahudi yerleşimcilerin, Nablus kenti çevresinde yer alan Yitzhar Yahudi yerleşim biriminden geldiklerini belirten görgü tanıkları, İsrail askerlerinin de ateşi söndürmek üzere bölgeye ulaşmaya çalışan Filistin itfaiye ekiplerine izin vermediğini aktardı.

Batı Şeria’nın çeşitli kentlerinde yaşayan Filistinliler, geçimlerini zeytin ağaçlarından sağlıyor. Yahudi yerleşimciler, zaman zaman kırsal kesimlerde bulunan bahçelere saldırıyor. Saldırıların özellikle zeytin hasadının başladığı mevsimlerde arttığı ifade ediliyor. Nablus’un çevresindeki 39 Yahudi yerleşim biriminde yaklaşık 40 bin Yahudi yerleşimci yaşıyor. Yerleşimcilerin bazıları zaman zaman Filistinlilere yönelik fiziki saldırı, taş atma, evlerin üzerine ırkçı slogan yazma, araç, mal ve mülklerine zarar verme, tarım arazilerini tahrip etme gibi saldırılarda bulunuyor. Bu saldırılar, İsrail makamlarınca “ırkçı saldırılar” olarak nitelendiriliyor.

İsrail’in 1967’deki savaşın ardından işgal ettiği Batı Şeria’da, yaklaşık 250 yasa dışı Yahudi yerleşim birimi bulunuyor. Bu yerleşim birimlerinde 400 binden fazla Yahudi yerleşimci yaşıyor. Uluslararası hukuka göre, işgal altındaki topraklarda bulunan tüm Yahudi yerleşim birimleri yasa dışı kabul ediliyor.

 

Türkiye’de her 10 kişiden altısı iklim krizi yüzünden endişeli

Yapılan yeni araştırmaya göre, Türkiye’de her iki kişiden biri iklim krizinin etkilerinin ülkemizde şimdiden  hissedildiği kanısında. Toplumun yüzde 61’i i bu durumdan endişeli; yüzde 71’i ise afetlerin arttığını ve bunun sebebinin iklim değişikliği olduğunu düşünüyor. Katılımcılar, karar vericilerin iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak üzere gösterdiği çabayı yetersiz buluyor.

İklim Haber ve KONDA Araştırma tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı 2019” adlı araştırmanın sonuçları bugün yayımlandı. Türkiye çapında 2745 kişi ile yüz yüze yapılan anket, kamuoyunun ülkemizdeki iklim krizi ve onun etkileri, afetler ile iklim konusunda hükümet ve belediyelerin çalışmaları hakkında görüşlerini gözler önüne seriyor. Türkiye’de her iki kişiden birine göre iklim krizinin etkileri ülkemizde şimdiden hissediliyor, toplumun %61’i ise bu durumdan endişeli. Aynı zamanda toplumun %71’i afetlerin arttığını ve bunun sebebinin iklim değişikliği olduğunu düşünüyor. Hükümetlerin ve belediyelerin iklim eylemlerini de değerlendiren katılımcıların %55’i bu konuda çaba gösterilmediğini ifade ediyor.

Araştırma, iklim değişikliğinin Türkiye’de her 10 kişiden en az altısının endişelendiği bir konu olduğunu gözler önüne seriyor. Görüşülen kişilerin %15’i çok endişeli olduğunu ifade ederken, %46’sı ise endişeli olduğunu belirtiyor.

İklim: Hiçbir konuda olmadığı kadar ortak payda

İki kurum tarafından geçen yıl yapılan benzer bir çalışma da toplumun %86,8’inin iklim değişikliğinin yaşandığını düşündüğünü ortaya koymuştu. Bu yılki araştırmada, katılımcıların hangi partiye oy verdikleri, hayat görüşleri, meslekleri de kaydedilmiş. Sonuçları değerlendiren KONDA Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Türkiye’nin iklim konusunda belki de başka hiçbir konuda olmadığı kadar ortak bir paydada buluştuğunu söyledi. Ağırdır “Din ve hayat tarzı temelli kutuplaşmaların derinleştiği bir dönemden geçmemize rağmen, tüm bu kutuplaşmalara karşın iklim değişikliği konusundaki tespit ve endişeler neredeyse kutuplara göre hiç değişmiyor” dedi.

‘İklim krizinin etkilerini şimdiden hissediyoruz’  

Araştırma kapsamında, “Türkiye’de iklim değişikliğinin etkilerinin ne zaman hissedileceğine” dair bir soru da yöneltildi. Yanıtlara göre, her iki kişiden biri (%52), “Ülkemizde iklim değişikliğinin etkilerini şimdiden hissediyoruz” dedi. Toplumun sadece %3’ü hiçbir zaman iklim değişikliğinin etkileri hissedilmeyecek derken, %23’ü ise bilmediğini ifade etti. Bu oranın yüksekliği, Türkiye’de, ulusal ve yerel düzeyde iklim değişikliğinin ne tür etkileri olduğuna dair çalışmalara olan ihtiyacı bir kez daha gözler önüne seriyor.

TÜİK tarafından yayımlanan istatistikler de ülkemizde son yıllarda aşırı hava olayları ve iklim afetleri ile bunlara bağlı hasarlarda artış olduğunu gösteriyor. Türkiye halkı bu artışları iklim değişikliğine bağlıyor. Ankete katılanların %71’i iklim afetlerinin arttığını ifade ederken, yine %71 ile yurttaşlar, ülkemizde son yıllarda görülen bu afetlere iklim değişikliğinin sebep olduğunu düşünüyor. İklim Haber Yayın Yönetmeni Barış Doğru “Derinleşen iklim krizi, ülkemizde toplumsal yaşamın her alanında etkilerini gösteriyor ve toplum bunun çok net farkında” ifadelerini kullandı. Yaptıkları anketleri değerlendiren Doğru, şunları söyledi: “Son iki senede yaptığımız anketler, afetlerdeki artışın halkımızın gözünden kaçmadığını ve yeterli bilimsel çalışma olmamasına rağmen afetler ile iklim değişikliği konusunda bağlantı kurulduğunu, toplumun bu konuda son derece kaygılı olduğunu gözler önüne seriyor.”

‘Yöneticiler çaba göstermiyor’

Anket kapsamında katılımcılara, hükümetin ve yaşadıkları yerin belediyelerinin iklim değişikliğini azaltmak amacıyla yeterli çaba gösterip göstermediğine dair iki soru yöneltildi. Yanıtlara göre, toplumun sadece %16’sı merkezi hükümetin, sadece %15’i ise belediyelerin yeterli çabayı gösterdiğini düşünüyor. Toplumun %55’ine göre ise hem hükümet hem de belediyeler ‘iklim eyleminde’ sınıfta kalmış durumda.  

İklim değişikliği konusunda Türkiye’deki endişeyi ve toplumun siyasilerin çabalarını yetersiz bulmasını değerlendiren araştırmacı yazar Leo Barasi  “Dünyanın birçok yerinde, yurttaşların iklim eylemi talepleri ile beraber iklim meselesinin hayati önem taşıyan bir siyasi konuya dönüşmeye başladığını görüyoruz. KONDA’nın araştırması Türkiye’de de kamuoyunun artık hükümet ve belediyelerden iklim eylemi beklediğini gösteriyor” görüşünü paylaştı.

Anketten çıkan sonuçların değerlendiren Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi, İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü ve Yeşil Gazete yazarı Dr. Ümit Şahin, artan farkındalıkta iklim aktivistlerinin, akademi ve alternatif medya kuruluşlarının rolünü vurguladı: “Sonuçlar Türkiye’de insanların iklim krizi konusundaki farkındalığının Avrupa ülkelerine yakın seviyede ve hiç de az olmadığını bir kez daha gösteriyor. İklim değişikliğinin etkileri daha gözle görünür hale geldikçe endişelilerin ve bir şey yapılması gerektiğini söyleyenlerin oranı artıyor. Bu artışta iklim hareketlerinin, yeşillerin, çevre örgütlerinin, az sayıda araştrmacıyla sınırlı da olsa akademinin ve Açık Radyo, Yeşil Gazete gibi çok erken yıllardan beri inatla konuyu gündeme getiren alternatif medya kuruluşlarının büyük payı olduğunu düşünüyorum. Ana akım medyanın bütün görmezden gelme çabasına rağmen sosyal medyanın da yardımıyla bir avuç aktivist ve gazeteci toplumu uyandırmayı başarmış görünüyor. ”

Bir şey yapmaya hazır mıyız? 

İklim değişikliğinin çözümü için hem hükümetlerin hem belediyelerin hem de hükümet dışı aktörlerin, hızlı ve etkin çözümlerle harekete geçmesi, sera gazı emisyonlarını azaltacak önlemleri alması ve hassas kesimlerin iklim etkileri ile baş edebilmesi için gerekli olan uyum adımlarını atması gerekiyor. Araştırma, Türkiye’nin yoğun gündeminde sorunun dikkatten kaçmadığını gözler önüne sermekle birlikte Şahin gösterilmeyen önemli bir noktanın altını çizdi: “Ancak araştırmanın göstermediği önemli bir nokta var. İklim değişikliğinin sonuçlarının görüldüğünü, endişeli olduğunu ve hükümetin bir şey yapması gerektiğini düşünen bu çoğunluk acaba ne yapılması gerektiği konusunda fikir sahibi mi? İklim Haber-Konda araştırması iki yıldır bu soruyu sormuyor. Sormadıkları için de insanların, var olduğunu düşündükleri bu sorunun nedeninin fosil yakıt kullanımı olduğunu bilip bilmediklerini bilmiyoruz. Bilmediğimiz için de aslında bir şey yapmaya hazır olup olmadıklarını da bilmiyoruz. Toplumun sorunun farkında olduğunu göstermek güzel, ama iklim krizinin aslında ne olduğu konusundaki farkındalığı göstermemek bu sonuçların değerini azaltıyor. Endişeli insanların çoğunluğu iklim değişkliğinin doğal nedenlerle olduğunu düşünüyor veya mesela sadece ağaçların kesilmesine bağlıyorsa şaşırmam. Ama belki de gerçekten herkes her şeyin farkındadır Bunu anlamak için bu soruyu da sormak lazım ki, karbon vergisi veya örneğin yaşam biçimi değişikliği konusunda Türkiye insanı hazır mı anlayalım.

Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Türkiye’ye ‘sondaj yaptırımı’ AB’nin masasında

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmalarına karşı kısıtlayıcı tedbirler AB Konseyi’ne iletildi.

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, Türkiye’nin Doğu Akdeniz‘deki sondaj faaliyetlerine karşı kısıtlayıcı tedbir seçeneklerinin AB Konseyi’ne iletildiğini açıkladı. Günlük basın toplantısında konuşan AB Komisyonu Sözcüsü Maja Kocijancic, “AB Konseyinin haziranda yaptığı görevlendirme doğrultusunda AB Komisyonu ve Dış İlişkiler Servisi olarak Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sondaj faaliyetlerine karşı tedbirler içeren seçenekleri AB Konseyi’ne sunduk” dedi.

Euronews, Kocijancic’in Türkiye’ye yönelik olası bir kısıtlayıcı tedbir konusunda, “Bu noktadan sonra süreci AB Konseyi ilerletecektir” değerlendirmesinde bulunduğunu yazdı. AB, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarına ilişkin faaliyetlerinin “yasa dışı” olduğunu belirterek bazı tedbirler alacağını açıklamıştı.

Yaptırımlar hangi alanda?

Basına sızan taslak belgeye göre kısıtlayıcı tedbirler arasında Türkiye’ye sağlanan AB fonlarında kesinti yapılması, Avrupa Yatırım Bankasının Türkiye’deki kredi faaliyetlerinin gözden geçirilmesi, Türkiye-AB arasında devam eden havacılık anlaşması müzakerelerinin askıya alınması, ekonomi, enerji, ulaştırma ve tarım gibi alanlarda bakanlar seviyesinde toplantıların yapılmaması, hidrokarbon arama çalışmalarının devamında ise daha fazla yaptırım uygulanması gibi seçenekler olduğu belirtiliyor

Söz konusu belge üzerinde AB üyesi ülke temsilcileri müzakereleri sürdürüyor. Nihai metnin olası değişikliklerle beraber 15 Temmuz’da düzenlenecek AB Dışişleri Konseyi toplantısında onaylanması öngörülüyor.

AKP, RTÜK’de çoğunluğu kaybetti

Meclis Genel Kurulu’nda, RTÜK’ten boşalan üç üye için yapılan seçimde, gazeteci Faruk Bildirici en yüksek oyu alarak yeni üye oldu. HDP iki yılın ardından ilk kez kurula üye verdi.

RTÜK‘te 15 Temmuz’da görev süresi dolan 3 üyelik için TBMM Genel Kurulu’nda seçim yapıldı. Buna göre, AKP’den mevcut üye Nurullah Öztürk, CHP’den gazeteci Faruk Bildirici, HDP’den genel başkan yardımcısı Ali Ürküt seçildi. Oylama, 1 AKP, 1 CHP, 1 de HDP grubunun önerdiği isimler için yapıldı. Böylece HDP de yaklaşık iki yılın ardından RTÜK’e üye vermiş oldu. RTÜK seçiminin ardından 9 üyesi bulunan RTÜK kurulunun 5’ini elinde bulunduran AKP çoğunluğu yitirdi.

Faruk Bildirici 283 oy aldı

Genel Kurulda yapılan gizli oylamada, AKP kontenjanından Yunus Emre Kars 17, Nurullah Öztürk 305 oy, CHP kontenjanından Şafak Akça 8, Faruk Bildirici 283 oy, HDP kontenjanından Mehmet Mahsum Akgündüz 6, Ali Ürküt 278 oy aldı. Bu sonuçla Nurullah Öztürk, Faruk Bildirici ve Ali Ürküt RTÜK’ün yeni üyeleri oldu.

Çernobil ‘resmen’ turistik bölge oluyor

1986’da meydana gelen patlamayla büyük bir felakete yol açan Çernobil Nükleer Santrali’nin çevresindeki alanların’resmen’ turistik bölge olmasına karar verildi. Ukrayna Devlet Başkanı, Çernobil’in doğasının insan eliyle gelen bir facia sonrasında yeniden canlandığı bir yer olduğunu söyledi.

Ukranya Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, yıllarca yasaklı bölge statüsünde tutulan, bu statüden çıktıktan sonra ziyaretçilerin akınına uğrayan Çernobil Nükleer Santralı etrafındaki bölgeyi turistik bölgeye dönüştürmeyi öngören kararnameyi imzaladı. “Çernobil, Ukrayna için olumsuz bir şeydi şimdi bunu değiştirme zamanı geldi” diyen Zelenskiy, alanı turistik bölgeye dönüştürürken yürüyüş alanları yapacaklarını, yeşil alanlar oluşturacaklarını, mobil telefon ağını güçlendireceklerini söyledi.

Ukrayna Devlet Başkanı, Çernobil’in doğanın insan eliyle gelen bir facia sonrasında yeniden canlandığı bir yer olduğunun belirterek, “Bunu turistlere, tarihçilere ve bilim insanlarına göstermeliyiz”dedi.

10 yılda sekiz milyon insan etkilendi

1986’da nükleer reaktörde meydana gelen patlama yalnızca 31 kişinin yaşamını yitirdiği şeklinde kayıtlara geçirilmişse de afet sahasında radyoaktif temizlik tasfiye işlerinde bilfiil çalışan  800 000 memurdan 800’ü maruz kaldıkları radyasyon nedeniyle bir yıl içinde çeşitli hastalıklardan yaşamını yitirmişti, diğerlerinin de radyasyon mağduru olduğu bilinmektedir. Çernobil felaketini izleyen 10 yıl içinde ise Avrupa genelinde en az sekiz milyon insanın sağlığı, yüksek oranda radyasyona maruz kalma nedeniyle olumsuz etkilendi, bu olumsuzluklar günümüzde de devam etmektedir. Türkiye’de ise resmi bir araştırma yapılmadığı için felaketin etkileri yalnızca tahminlerle sınırlı kalmıştır. Bununla birlikte 2016 yılında yapılan bilimsel araştırma gelecek 50 yıl içinde 40 bin yeni kanser vakası olacağını da teslim etmiştir.

Çevrimiçi videoların ‘karbon ayak izi’ hesaplandı

 Yeni yapılan bir araştırma, çevrimiçi videolar üzerinden ortaya çıkan sera gazı emisyonlarının, İspanya’nın toplam sera gazı emisyonu olan 300 milyon ton CO2’ye eşit olduğunu ortaya koyuyor.

The Shift Project tarafından yeni yayımlanan “Climate Crisis: The Unsustainable Use Of Online Video” (İklim Krizi: Çevrimiçi Videonun Sürdürülebilir Olmayan Kullanımı) adlı rapor, video hizmetlerinin karbon ayak izine odaklanıyor. Çevrimiçi video hizmetlerinin küresel veri akışındaki oranın %60’lara ulaştığını ifade eden çalışma, bu hizmetlerin önemli bir emisyon kaynağı olduğunu da gözler önüne seriyor. Bu hizmetlere erişmek için önemli miktarda enerji (elektrik) kullanılıyor.

Çalışma, internette izlediğimiz videolar üzerinden ortaya çıkan sera gazı emisyonlarının 300 Milyon ton CO2 eşdeğerinin üzerine çıktığını ve bunun da yılda İspanya’nın yaptığı toplam sera gazlarına eşit olduğunu ortaya koyuyor. Bu veriler videoların, küresel emisyonların yüzde 1’inden sorumlu olduğunu gözler önüne seriyor. Üstelik internet kullanımı ve çevrimiçi video emisyonları her yıl ortalama yüzde 9 artıyor.

Netflix ve Amazon videoları emisyon kaynakları arasında başı çekiyor, küresel çevrimiçi video izleme emisyonlarının yüzde 34’ü bu iki hizmet kullanımı ile ortaya çıkıyor. Bunu yüzde 27 ile  porno içerikler ve yüzde 18 ile YouTube ve benzeri “tube”lar takip ediyor.

İklim değişikliği 30 yılda İstanbul’u Roma’ya, Ankara’yı Taşkent’e çevirecek

Dünya şehirlerinin 2050’deki iklim koşullarını infografik haritasını çıkaran biliminsanları, ‘Şehirlerin en az %20’sinde gözlenecek, bugün örneği bulunmayan iklim koşullarının, siyaset, altyapı gibi alanlarda yeni mücadeleleri beraberinde getireceğine işaret ederek, ‘Buna kesinlikle hazır değiliz’ yorumunu yaptı.

İsviçre’nin Zürih kentinde küresel ekosistem çalışmaları yürüten Crowther Laboratuvarı’ndan (Crowtherlab) bilim insanlarının yaptığı araştırmada, 520 büyük şehirde gelecek 30 yılda ne gibi iklim değişiklikleri gözleneceği BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) verileri doğrultusunda değerlendirildi. Bu değerlendirmeye dayanılarak bir de infografik yayımlandı. Dünyanın 520 büyük şehrinin 30 yıl sonrası için ön görülen sıcaklıklarını gösteren infografik, kitlelere iklim değişikliğinin sonuçlarını daha somut bir şekilde yansıtmayı amaçlıyor.

Yayımlanan 2050 dünya sıcaklık haritasına göre 30 yıl sonra İstanbul’un iklimi Roma’ya benzerken, İzmir’de günümüzün Adana iklim şartları görülecek. Öngörülen sıcaklık haritasına göre 2050 yılında İstanbul’un sıcaklığı yıllık ortalama 2.1 derece artarak bugünkü Roma gibi olacak. Adana’nın yıllık ortalama sıcaklığı da 2.8 derece artarak bugünkü Lefkoşa iklimine yaklaşacak.

Adana’nın günümüzdeki iklimine yaklaşacak olan İzmir’de en sıcak ayın en yüksek sıcaklığı 4.9 derece artarken, Ankara’da en sıcak ayın maksimum sıcaklığı 6.4 derece artarak Taşkent’e benzeyecek.

İklim değişikliğinde geri dönülemez noktaya gelmemize sadece 11 yıl kaldığının altını çizen araştırmacılar, karbon emisyonunu azaltma konusunda kitlesel çalışmalar yapılması gerektiğini vurguladı.

Londra’nın iklimi 30 yılda Barselona’nınki gibi olacak

Araştırmayı gerçekleştiren bilim insanları,  “iyimser” olarak nitelendirilen verilerin kullanıldığı çalışmada, 2050’ye kadar 520 kentten %77’sinde “iklim koşullarında çarpıcı değişimlerin” yaşanacağı, en az %20’sinde bugün dünya üzerinde herhangi bir yerde örneği olmayan iklim koşullarıyla karşı karşıya kalınacağını açıkladı.

Araştırma ekibi, iklim açısından Londra’nın bugünkü Barselona’ya, Seattle’ın San Francisco’ya, Stockholm’ün Budapeşte’ye, Milano’nun Dallas’a, Madrid’in Marakeş’e, Detroit’in de Washington’a benzeyeceği tahminini aktardı. Aynı şekilde Paris’te Canberra’nın, Reykjavik’te de Wellington’un iklim koşullarının hissedilebileceği kaydedildi.

Bu değişimlerin özellikle Kuzey Yarımküre’de daha sıcak ve daha ıslak iklim koşulları anlamına geleceği, dünya genelinde daha subtropikal koşullara meyil olacağı, Avrupa’da yazın ortalama 3,5, kışın 4,7 derecelik sıcaklık artışı gözleneceği ifade edildi. Araştırma ekibinin lideri Tom Crowther, yeni iklim koşullarının, siyaset, altyapı gibi alanlarda yeni mücadeleleri beraberinde getireceğine işaret ederek, “Buna kesinlikle hazır değiliz” yorumunu yaptı.