Ana Sayfa Blog Sayfa 2448

Kadın sünneti riski, iltica nedeni

Finlandiya Yüksek Mahkemesi Somalili bir kadın ve çocuğunun, sünnet riski taşıdığı için ülkelerine iade edilmelerini engelledi. Karar, ülkede emsal oluşturacak

Kenyalı Bishara kadın sünnetine karşı kampanya yürütüyor. Elindeki kağıtta “Bıçağınızı ve jiletinizi bırakın. Kadın Sünnetine Hayır” yazıyor.

Finlandiya Yüksek Mahkemesi, Somalili bir kadın ve çocuğunun sünnet edilme riskine göz önüne alarak ülkesine iade edilme sürecini durdurdu. Bu kararın binlerce iltica başvurusunda emsal teşkil edeceği, ülkede “sünnet edilme riski”nin kadınlar için iltica nedeni sayılabileceği belirtiliyor.

Somalili kadının iltica talebi ilk önce Göçmen Bürosu (Migri) daha sonra da İdare Mahkemesi tarafından reddedildi. Kadın, kararın bozulması için Yüksek İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Ülkesine iade edilmesi durumunda kendisi ve kızının sünnet edilme riskiyle karşı karşıya kalacağını belirtti.

Kadın sünneti hak ihlali  

Davayı ele alan mahkeme, “Bir mültecinin sığınma başvurusu sırasında uluslararası korunmaya neden teşkil edecek tüm nedenleri bildirmesi” gerektiğini belirtti. Ancak bir mültecinin, sünnetin “uluslararası korunmayı gerektirecek bir insan hakları ihlali olduğu”nu bilemeyeceğine de dikkat çekti. Konu hassas olduğu için mültecilerin, iltica başvurusu sırasında sünnet riskini gündeme getirmekten kaçındıklarını değerlendirmesini yaptı. Tüm bu nedenlerden dolayı kadının konuyu ilk kez Yüksek İdare Mahkemesi’nde gündeme getirmesinin anlaşılabilir olduğu belirten mahkeme, genel ve güncel ülke bilgilerine göre Somali’de sünnetin oldukça yaygın olduğunu ve tüm kadınları etkilediğini de kayda geçti.

Unicef’e göre Afrika, Asya ve Orta Doğu ve göçmen toplumlarda “sünnet edilmiş” olan 200 milyondan fazla kız çocuğu ve kadın yaşıyor.

Migri’nin iltica başvurusunu karara bağlamadan önce kadın ve kızının ülkelerine iade edilmeleri durumunda sünnet edilme riski olduğunu değerlendirmesi gerektiğini belirtti. Sınır dışı edilme kararının durdurulmasına ve konunun yeniden Migri tarafından ele alınmasına hükmetti.

Kadının şiddete karşı korunma hakkı  

Jakobstad kenti il yöneticilerinden hukukçu Kristina Stenman, Yüksek İdare Mahkemesinin kararını “Güçlü sinyalli önemli bir karar” olarak değerlendirdi. Stenman, Finlandiya Ulusal Haber Ajansı Yle’ye zorunlu sünnetin bir temel haklar sorunu olduğunu belirterek, “Finlandiya’da yaşaması veya kendi ülkesine geri gönderilmesinden bağımsız olarak bir kadının kişisel fiziki dokunulmazlığı ve şiddete karşı korunma hakkı var. Yüksek İdare Mahkemesi’nin kararının ilkesel önemi var” dedi.

UNICEF tarafından 2013 yılında yapılan bir araştırmanın sonucu Somali’de kadınların yüzde 98’inin zorla sünnet ettirildiğini göstermişti.

Diyarbakır’da demokratik çözüm mitingi: Barış için Gandi gibi hazırız

HDP’nin Diyarbakır’da düzenlediği ‘Onurlu Barış için demokratik çözüm’ mitingine, ortak vatan, eşit yurttaşlık ve barış çağrısı damgasını vurdu.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) ‘Onurlu barış için demokratik çözüm’ başlığıyla yapacağı bir dizi mitingin ilkini, dün Diyarbakır İstasyon Meydanı’nda düzenledi. Mitinge vatandaşların yanı sıra HDP vekilleri, sendika ve sivil toplum örgütü temsilcileri katıldı.

Polis üç yerde kurulan arama noktalarından alana girişe izin verirken, katılımcıların alana çakmak, kalem, kitap, kozmetik ürünü sokulmasına izin vermedi. Mitingin düzenlendiği alana “Ortak vatan eşit yurttaşlık”, “Faşizm kaybedecek, halklar kazanacak. Bu böyle gitmez, ya özgürlük ya özgürlük”, “Jin jiyan azadî”, “Daha çok toplum, daha çok demokrasi”, “Onurlu barış, demokratik müzakere”, “Bağımlı olma özgür ol” yazılı pankartlar asıldı.

Temelli: Tarihe bakın, Kürtleri de Kürdistan’ı da öğrenin

Mitingde konuşan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, “Eşit yurttaşlık temelinde bir anayasa yapacağız. Barışın yolunu açacağız” dedi. Temelli şöyle konuştu: “Seçim zamanı bu meydana geliyorlar. Evet, bu meydana gelip şirinlik yapıyorlar. ‘Kürdistan’ diyorlar. Seçim bitiyor, 31 Mart’ta ve 23 Haziran’da Kürt tokadını yiyince, Kürtçeyi unutuyorlar, Kürdistan’ı unutuyorlar. Şimdi gitmişler kitaplardan Kürdistan sözcüğünü çıkarıyorlar. Evliya Çelebi’ye kadar gitmişler, Kürdistan sözcüğünü ayıklıyorlar. “Gidin bakın tarihe; Alparslan geldiğinde kim karşılamış onları. Kürtleri de Kürdistan’ı da öğrenin.

‘Savaştan başka şey bilmiyorlar’

“Savaştan başka bir şey bilmiyorlar. Yok, Pençe-1, yok Pençe-2. Sürekli sınır ötesi harekat, Suriye sınırına sevkiyat. Sonrada çözüm adına ahkâm kesiliyorlar. “Çözüm istiyorsan Suriye halklarına saygı göstereceksin. Türkiye’de barış, Ortadoğu’da barış diyeceksin. O zaman Türkiye’nin de Ortadoğu’nun da sorunları çözülür. Halkların geleceğinin önü açılır. “Bu çetelerle kol kola girip, Suriye halklarına zulüm ve savaş götürüyorsun. Eğer gerçekten çözümün peşindeysen, çık Afrin’den, Afrinliler geri dönsün.

‘Bunlar bölücü’

“Kürtlere yaptıkları bir yanda, mültecilere yaptıkları zulüm bir yanda. Biz kapıları açarsak, 6 ay dayanamazsınız diyorlar. İşleri güçleri nefret, bölücülük. Bir ülkeyi bölmek isterseniz, önce toplumu bölersiniz. Bunlar bölücü diyorum, inanmıyorlar.”

Güven: Bir daha karşınıza çıkacağımı tahmin edemedim

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı, milletvekili Leyla Güven de mitingde yaptığı konuşmada özetle şunları söyledi: “Öcalan’ın mesajları açık ve net. İlk mesajında ‘DTK Eşbaşkanı Leyla Güven ve arkadaşları barış çalışmaları için hazır mı?’ diye sordu. Gandi gibi. Biz hazırız. Bugünden sonra barış çalışmaları yürüteceğiz. Halkımız bütün çalışmaları barış için yürütmeli ve mücadele etmelidir. Annelerimiz bu sürece öncülük etti, bir kez daha annelere ve halkımıza teşekkür ediyoruz. Yüreğimiz dolu ama takatim yok. Bölge kentlerinden gelen bütün arkadaşlarımızı selamlıyorum. Bir daha karşınıza çıkacağımı tahmin edemedim. Karşınızda olduğum için çok mutluyum, sizleri saygıyla selamlıyorum.”

İBB: İstanbul’un çevre planı yeniden ele alınacak, öncelik Kuzey Ormanları ve Taksim

İBB İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı’na atanan Akgün Taksim Meydanı için yapacakları kentsel tasarım planını şeffaf şekilde hayata geçireceklerini, Kuzey ormanlarından kalanları korumak için çalışmalar yürüttüklerini açıkladı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Gürkan Akgün, Mediascope TV’den Fırat Fıstık’a İstanbul’da kent planlaması ile ilgili dair planlarını açıkladı. Geçtiğimiz hafta göreve başlayan Akgün, Taksim Meydanı için bir kentsel tasarım yapıp Başkan Ekrem İmamoğlu’na sunacaklarını ve süreci şeffaf şekilde yürüteceklerini belirtti.

Akgün İstanbul’un halihazırdaki çevre düzeni planının bilimsel ve katılımcı şekilde tekrar ele alınacağını belirtti: Paydaşlarla görüşerek kamuoyuna duyurarak İstanbul’a bir yön vermemiz lazım. İstanbul’un nereye gittiğini, özellikle doğal alanların ne şekilde korunacağına dair belirsizliği hızla ortadan kaldırmamız lazım. Temel prensiplerimiz kamu yararı, doğal alanları korumak.

Kuzey Ormanları ve Taksim Meydanı

Akgün, İstanbul Havalimanı’nın yapılmasının ardından Kuzey Ormanları ile ilgili de değerlendirmelerde bulundu: Kuzey Ormanları İstanbul’un akciğeri. İstanbul yaşayabilecekse kesinlikle korunması gereken alanlar. Çeşitli yatırımlar yapıldı zaten buraya dair, biz şimdi oturup bu orman alanlarımızı nasıl koruyabiliriz diye bir planlama çalışmasını yürüteceğiz. Her adımdan akademik camianın ve vatandaşın bilgisi olacak.

Akgün, Taksim Meydanı’nın düzenlenmesiyle ilgili “Önemli bir alan ve vatandaştan şu anki düzenlemesine dair çeşitli şikayetler var. Ciddi bir tarihsel kimlik. Nasıl korunacak ve nasıl tasarlanması gerekiyor konularına dair de bir yöntem belirleyeceğiz. Bunu da yakın bir zamanda kamuoyu ile paylaşacağız. Şunun ipucunu verebilirim: bir kentsel tasarımı yapıp sunmayacağız. Bu süreci de şeffaf şekilde yürüteceğiz” dedi.

 

Türkiye’nin Çernobil’i bildiğiniz gibi…

Radyoakif atıkların bulunduğu Gaziemir kurşun fabrikasının alanında Türkiye`de bulunmayan Europium 152 maddesi tespit edilen ve doğal radyasyonun 219 katı radyasyon ölçülen İzmir Gaziemir kurşun fabrikası alanına 12 yıldır çözüm üretilmiyor

 Kamuoyunda “İzmir‘in Çernobili” olarak bilinen Gaziemir‘deki eski kurşun fabrikasının bahçesinde nükleer atık tespit edildiği 2007 yılından bugüne yaşanan süreç hakkında, Nükleer Karşıtı Platform İzmir Bileşenleri, 16 Temmuz 2019 tarihinde Gaziemir Belediyesi`nde bilgilendirme toplantısı düzenlendi.

Toplantıda NKP İzmir Bileşenleri adına EMO İzmir Şubesi Örgütlenme Sekreteri Mustafa Serdar Çınarlı, Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İzmir Şubesi Başkanı Helil İnay Kınay ve Prof. Dr. Ali Osman Akbaba, Belediye meclis üyeleri, muhtarlar ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerine sunum yaparak, sorularını yanıtladı.  Toplantıda konuşan Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilimdalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Karababa nükleer kirliliğinin halk sağlığı üzerinden etkilerine ilişkin bilgi verdi. 2012 yılında bölgede nükleer atık bulunduğunun Türkiye Atom Enerjisi Kurumu raporuyla kesinleşmesinden bu yana sağlık taraması yapılmadığına dikkat çeken Karababa, yağmur sularıyla kirliğin tüm bölgeye yayılma riski olduğunu ifade etti.

Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İzmir Şubesi Başkanı Helil Kınay da çevre kirliğine ilişkin tespitlerini paylaşarak, ÇMO tarafından bölgede inceleme yapmak üzere görevlendirilen Prof. Dr. Alper Baba raporundan normal kabul edilen değerlerin 219 katına varan radyasyon değerlerinin ölçüldüğünü hatırlattı.

‘Birlikte Mücadele Edelim’

Gaziemir Belediye Başkanı Halil Arda ise çevre sorunlarının tüm toplumun birlikte hareket etmesiyle çözülebileceğine vurgu yaparak, “Köylerde kadınlar, çocuklar, gençler, yaşlılar taş ocaklarına karşı mücadele ederken biz şehrin göbeğindeki, tüm İzmir‘i ilgilendiren bu kadar hassas bir konuya duyarsız kalıyoruz. Halkı tehlikenin boyutu hakkında bilgilendirmemiz, bu konuyu her platformda dile getirip çözüme kavuşturmamız lazım. Kamuoyu yaratmak için meclis üyelerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız, muhtarlarımızla birlikte sesimizi yükseltmemiz gerekiyor. Hep birlikte el ele, daha yüksek sesle bu sorunu dile getirmeliyiz. Tüm İzmir‘i bilgilendirip harekete geçirmeliyiz” diye konuştu.

Toplantıda, Mustafa Serdar Çınarlı İzmir`de yürütülen NKP çalışmalarına ilişkin sunum gerçekleştirildi. Sunumda, kurşun fabrikasına ilişkin gerçekleştirilen suç duyurusu ve TMMOB tarafından açılan tespit davasına ilişkin yargı süreçlerine ilişkin de bilgi verildi.

Ne olmuştu?

İzmir’in merkez ilçelerinden Gaziemir’de on binlerce insanın yaşadığı Emrez ve Aktepe Mahallelerinde bulunan eski akü fabrikasında 2007 yılında nükleer atık tespit edilmişti. Yaklaşık 70 dönümlük alanda Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) tarafından yapılan ölçümlerde gömülü olarak 200 tona yakın radyoaktif atık bulunduğu bildirildi. Söz konusu radyoaktif atık  (Europium 152), Türkiye’de bulunmayan, sadece nükleer santrallerdeki nükleer çubuklardan bulaşıyor.

Temizleyecek şirket alanı terk etti

Fabrika sahiplerinin alanı 2010 yılında terk etmesinin ardından açılan davalarda, mahalleli ve EGEÇEP’in ısrarlı takipleri sonrası fabrika sahiplerine 5.7 milyon lira gibi büyük para cezası verildi. Davalardan beraat eden fabrika sahipleri cezayı da ödemedi. O dönem, İzmir Valiliğinin alandaki radyoaktif atıkları çevre etki değerlendirmesi (ÇED) bile yapmadan kaldırma girişimi yargı kararı ile durduruldu. ÇED dosyası hazırlandıktan sonra atıkların temizlenmesi işi taşeron bir şirkete verildi. Şirket ödentilerini alamadığı gerekçesiyle işi bıraktı. Radyoaktif atıklar, o günden bu yana tel örgülerle çevrilen alanda hiçbir işlem yapılmadan bekletiliyor.

 

Aşırı sıcaklar narenciye verimini düşürdü, bu kış fiyatlar el yakacak

Adana ZMO Şube Başkanı Doğan, “Verim kaybı yüzde 60’ları bulacak. Ürünler kışın tüketiciye pahalı ulaşacak. Buna bir doğal afet diyebiliriz” dedi.

Adana’da narenciye üretiminde yaşanan sıkıntıyı Bianet’e anlatan Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Adana Şube Başkanı Abdullah Doğan, bahar aylarında bölgede hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde seyrettiğini söyledi.

‘Meyveler sıcakla erken karşılaştı’

Doğan, şu bilgileri aktardı: “Verim düşüklüğünü bahçelere gittiğiniz zaman gözlerinizle görebiliyorsunuz. Mayıs ayında bastıran ani sıcaklar nedeniyle ağaçlardaki henüz olgunlaşmamış, büyüme evresindeki meyveler döküldü. Meyveler bu sene geç oldu ve çok erken aşamada aşırı sıcakla karşılaştı. Bu durum da narenciyede verim düşüklüğüne neden oldu. Limon ve portakalda ciddi verim azlığı var. Üretim bu sene az olacak.

‘Ürün tüketiciye pahalı ulaşacak’

Elimizde kesin bir veri yok ancak şunu söyleyebilirim ki, narenciyedeki verim kaybı bu sene yüzde 60’ları bulacak. Bu nedenle ürünler kışın tüketiciye pahalı ulaşacak. Zaten halkımız bu ekonomik kriz şartlarında tüketimden vazgeçmiş gözüküyor. Çiftçilerin masrafı aynı ama bu sene elde edecekleri ürün geçen senenin yarısı. Çiftçinin yaptırdığı sigorta da bu zararı karşılamıyor. Buna bir doğal afet diyebiliriz. “Devlet doğal afetlerde ne gibi önlem alırsa burada da alması lazım.”

Aysu: Zararı devlet karşılamalı

Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu (ÇİFTÇİ-SEN) Genel Başkanı Abdullah Aysu ise 2005 yılında çıkartılan Tarım Sigortaları Kanunu’nun çiftçiye zarar verdiğini söyledi. Narenciye üreticilerini etkileyen bu durumun bir doğal afet sayılması gerektiğini ifade eden Aysu, şunları söyledi: “Tarımın Türkiye’de devlet tarafından tekrar ele alınıp dizayn edilmesi gerekli. Sadece afetle ilgili değil devletin tarımla ilgili bir politikası yok. Tarımı üstü açık bir fabrika gibi düşünün. Her türlü hava koşulundan etkileniyor. Aşırı sıcak, aşırı soğuk, aşırı yağış, dolu, hep ürünlere zarar veriyor. Çiftçi zaten zor durumda. Şimdi de üretemediği için daha da zarara uğrayacak.

Aşırı sıcaklar nedeniyle bu sene Adana’da olanların bir doğal afet gibi algılanması gerekiyor. Zararın devlet tarafından karşılanması gerekiyor. Bunu sigortanın inisiyatifine bırakmamak lazım. Çünkü herkes sigorta yaptıramıyor. Çiftçiler zor durumda. Bırakın sigortayı, çiftçi zaten zarar ettiği için 3.4 milyon hektar araziyi zaten ekmiyor, ekemiyor. Ve bu her yıl artarak devam ediyor.”

CHP’li Barut: Ağaçlarda ciddi meyve dökümü oldu

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Adana Milletvekili, TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi Ayhan Barut 16 Temmuz’da Adana’da narenciye bahçelerini ziyaret ettikten sonra yaptığı açıklamada, nisan, mayıs ve haziran aylarında etkili olan aşırı sıcaklar nedeniyle narenciye bahçelerinde yaklaşık yüzde 70’lere varan ürün kaybının beklendiğini kaydetti.

Barut,  “Mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklık nedeniyle ağaçlarda ciddi derecede meyve dökülmelerine neden oldu. Bu rekolte kaybından dolayı ihtiyacı bu yıl karşılayamaz duruma gelindi. Bu zararlar telafi edilmezse narenciye üretimi ihtiyacı karşılayamayacak” dedi.

İYİ Partili Koncuk: Üreticiler perişan

İYİ Parti Adana Milletvekili İsmail Koncuk ise 18 Temmuz’da Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin cevaplaması istemiyle verdiği soru önergesinde, sıcak, arkasından gelen sağanak yağışlar nedeniyle narenciye üretiminde verimin düştüğünü ve narenciye üreticilerinin perişan halde olduğunu söyledi. Koncuk, Pakdemirli’ye “Adana’da çiftçi iyi mi?” diye soru yönelterek tedbir alınıp alınılmadığını sordu.

Türkiye’de narenciye üretimi

  • Türkiye, dünya toplam narenciye üretiminin yaklaşık 2,75’ini tek başına gerçekleştiriyor.
  • Narenciye bahçelerinin Türkiye’deki yaklaşık büyüklüğü ise 143 bin 489 hektar.
  • Türkiye’de narenciye üretiminin yüzde 84,2’si Akdeniz Bölgesi’nde yapılıyor.
  • Çukurova, Mersin, Adana ve Hatay limon üretiminin yüzde 81’ini, greyfurt üretiminin yüzde 95,6’sını, portakal üretiminin yüzde 53’ünü, mandalina üretiminin yüzde 72,2’sini gerçekleştiriyor.
  • 2018’de Türkiye’de toplam narenciye üretimi 4 milyon 900 bin ton olarak ölçüldü

 

14 ülke Akdeniz’deki sığınmacıları paylaşacak

Avrupa Birliği’ne üye 14 ülke, Akdeniz’de kurtarılan sığınmacıların paylaştırılmasını öngören mekanizmayı kabul etti. Kararı Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron duyurdu.

Avrupa Birliği’ne üye 14 ülke, Akdeniz’de kurtarılan sığınmacıların paylaşılması için Almanya ve Fransa tarafından önerilen “dayanışma mekanizmasını” kabul etti. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 28 üye ülkenin dış ve iç işleri bakanlarını bir araya getiren Paris’teki zirvenin sonucunu kamuoyuna duyurdu; 14 ülkeden sekizinin de yeni mekanizmaya “aktif” katılım sözü verdiğini belirtti. Reuters’in Fransız hükümet çevrelerine dayandırdığı haberine göre bu ülkeler Almanya ve Fransa’nın yanı sıra Portekiz, İrlanda, Finlandiya, Litvanya, Hırvatistan ve Lüksemburg. Macron Paris’te yaptığı açıklamada diğer ülkeleri de Akdeniz’de kurtarılan sığınmacıların paylaşımıyla ilgili mekanizmaya katmak için adımlar atacaklarını söyledi.

İtalya direniyor

Öneriye karşı çıkan ülkelerin başında, göçmen karşıtı bir hükümetin iktidarda olduğu İtalya geliyor. Roma, Akdeniz’de sığınmacıları kurtarma gemilerinin limanlarına yanaşmasına izin vermiyor. İtalya ve Malta geçen hafta Finlandiya’daki Avrupa Birliği içişleri bakanları zirvesinde sözkonusu öneriyi reddetmişti. İtalya İçişleri Bakanı Matteo Salvini Paris’teki zirveye de katılmadı.

BM memnun

DW Türkçe, Macron zirve öncesinde de Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi ve Uluslararası Göç Örgütü Başkanı Antonio Vitorino ile bir araya geldiğini bildirdi.Grandi ve Vitorino zirvede alınan kararı memnuniyetle karşıladıklarını belirterek, “Bu durumda ortak hareket edilmesi herkesin çıkarınadır” açıklaması yaptı.

Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas da Paris’teki zirve öncesinde yaptığı açıklamada yeterince sayıda ülkenin katılım göstermesi halinde AB’nin Akdeniz’deki kurtarma girişimlerine uyguladığı blokajın kaldırılabileceğini söylemişti. Maas İtalya ve Malta’nın sığınmacı yükünün azaltılması için ise Avrupa iltica sisteminin değişmesi gerektiğini belirtmişti.

Haziran ayında iki hafta boyunca Akdeniz’de bekletilen Sea-Watch’a ait gemiye yanaşma izni vermeyen İtalya, kurtardığı sığınmacılarla izinsiz olarak Lampedusa limanına yanaşan geminin kaptanı Carola Rackete’yi gözaltına almış, yardım gemisine de el koymuştu. Serbest bırakılan Rackete’ye, yasa dışı göçe yardım ve İtalya karasularını ihlal suçlaması yöneltilmişti.

‘Murat Dağı’nı madene kurban etmeyin’

Murat Dağı’nda açılması planlanan altın gümüş madeni için verilen ÇED olumlu raporuna karşı, Kütahya Barosu da harekete geçti. Gedizliler doğa ve insan için büyük risk yaratan maden kararının geri alınmasını istiyor.

Kütahya Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu’nun düzenlediği ‘Murat Dağı Yok olmasın’ konferansında, dağda açılmak istenen siyanürlü altın madeninin hem bölgede yaşayan insanlar hem de doğa için büyük tehlike yarattığı belirtildi. Gediz’de düzenlenen konferansa, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi, İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü ve Yeşil Gazete yazarı Dr. Ümit Şahin, Kütahya Barosu Başkanı Avukat Ahmet Atam, STK temsilcileri, Gediz halkı, madenin açılacağı bölgenin yakınlarındaki Karaağaç ve Sumaklı köyünden vatandaşlar katıldı. Konferansın sonunda, madenin açılmaması için hukuki bütün yolların denenmesine ve sivil toplum eylemlerinin güçlendirilmesine karar verildi; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na maden izninin geri çekilmesi çağrısı yapıldı.

Ege’nin en yüksek dağı olan ve Türkiye deprem haritasına göre 1. derecede tehlikeli deprem bölgesi içerisinde yer alan Kütahya’nın Gediz İlçesi’ne bağlı Karaağaç Köyü’nde çıkarılması planlanan altın-gümüş madeni için “ÇED olumlu” kararı 8 Mayıs tarihinde verilmişti. ÇED dosyasına göre sahanın tamamı ormanlık alan. ÇED alanı; Kütahya merkezine kuş uçuşu yaklaşık 65 km mesafede, Gediz merkeze ise kuş uçuşu yaklaşık 16 km mesafede yer alıyor. ÇED sahasına en yakın konut, kuş uçuşu yaklaşık 360 m mesafede Karaağaç Köyü’nde bulunuyor.

Altın-gümüş maden projesi, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın yeğeni Bahattin Özal’ın sahibi olduğu Odaş Enerji’ye bağlı Anadolu Eksport Maden firması gerçekleştirecek. Maden projesinin hayata geçirilmesi durumunda içme ve yer altı sularının yok olacağı ve bölgede kuraklığın baş göstereceği belirtiliyor.

‘Ağır atık metaller bütün yöreyi zehirleyecek’

Dr. Ümit Şahin, konferans öncesinde gidip gördüğü bölgeyle ilgili şunları gazetemize şunları anlattı: “Proje yaklaşık 1075 hektarlık bir alanda iki açık maden ocağı, cevherin zenginleştirilmesi için kullanılan siyanürlü sıvı atığın depolanacağı siyanür havuzu ve çıkan katı atığın yığılacağı pasa alanlarından oluşan maden sahasından oluşuyor. Hemen yanı başında Karaağaç köyü, biraz ötede kayak merkezi ve kaplıca var.  Açık ocaktan çıkarılacak cevher siyanürle zenginleştirilirken pek çok zehirli ağır metal açığa çıkacak ve aktif hale gelecek. Bunlardan en tehlikelileri arsenik, krom, kadmiyum, cıva ve kurşun. Siyanür ve bu ağır metaller atık havuzunda ve pasa dağlarında birikecek. Asit maden drenajıyla, yağmurlarla, toprağa süzülerek yeraltı ve yerüstü sularına karışacak. Başta kanser, sinir sistemi hastalıkları, çocuklarda gelişme geriliği, doğumsal anomaliler, karaciğer ve böbrek hastalıkları olmak üzere pek çok sağlık sorununa yol açacak. Maden çalıştığı sürece ve kapatıldıktan sonra bile bu havuzdaki ve pasa dağlarındaki zehirli kirleticiler açıkta biriktirilecek. ”

Şahin, yörenin 1. Derece Deprem Bölgesi olduğuna da dikkat çekti. 1970’de yaşanan 7.2 büyüklüğündeki Gediz depremini hatırlatan Şahin, “Yeni bir deprem siyanür havuzunun çökmesine neden olabilir, bu da biriken atık suların çevreye yayılmasına neden olur” uyarısında bulundu.

Murat Dağı Ege’nin en büyük iki akarsuyu olan Büyük Menderes ve Gediz nehirleriyle Karadeniz’e dökülen Porsuk çayı ve Sakarya nehrinin kaynağı. Şahin, içme suyu olarak da kullanılan bu zengin su kaynaklarıyla yapılan tarımın da tehlike altında olduğunu vurguladı.

İklim değişikliği riski

İklim değişikliği nedeniyle aşırı yağış olasılığının arttığına işaret eden Dr. Şahin, bunun maden sahasında yaratabileceği riskleri şöyle anlattı: “Avrupa’nın Çernobil’den sonra en büyük çevre felaketi kabul edilen ve 2000 yılı Ocak ayında yaşanan Romanya’daki Baia Mare siyanürlü atık havuzu kazası aşırı yağışlar nedeniyle siyanür havuzunun taşması sonucu meydana gelmiş, 100 bin metreküp siyanürlü atık su Tuna nehrine karışarak 2000 kilometrelik alana yayılmıştı. Burada da aşırı yağışlar böyle bir risk yaratabilir.”

‘Önemli Doğa Alanı’

Şahin, Murat Dağı’nın aynı zamanda ‘Önemli Doğa Alanı’ olduğunu da hatırlattı: “Bölge ekosisteminde 25 endemik bitki türü olduğu, bunların dördünün sadece Murat Dağı’na özgü olduğu, kızıl geyik, kaya kartalı gibi hayvan türlerinin ve pek çok kuş türünün barındığı, burada iki de sulak alan olduğu biliniyor. Burası aynı zamanda yılkı atlarının yaşadığı, büyük sürülerin meralara yayıldığı bir yer. Murat dağına çıktığımda yemyeşil ormanlarından çok etkilendim. Yükseklerde kızılçam ve karaçam ormanları, yer yer fundalıklar ve meralar, eteklerinde de tarım alanları olan muhteşem bir doğa parçası burası.”

Maden tesisi yüzünden yüz binlerce ağacın kesileceğini, toprağın erozyona uğrayacağını ve heyelanlara açık hale geleceğini, bitki örtüsü, yaban hayvanları, türım ürünleri, içme suyu barajlarının zehirleneceğini kaydeden Şahin “Bu felakete izin verilmemesi gerekir. Çok genç olmadan bu madeni durdurmak için herkes elinden geleni yapmalı” dedi.

İYİ Parti’den soru önergesi

 Bu arada İYİ Parti TBMM Grup Başkan Vekili, Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan konuyu TBMM gündemine getirdi. Türkkan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un yanıtlaması isteğiyle TBMM Başkanlığı’na soru önergesi verdi.

Türkkan’ın soruları şöyle:

1-Ege Bölgesi’nin eşsiz doğa güzelliklerinden birisi olmasına ve arama faaliyetlerinde kullanılacak ağır metallerin doğaya zarar vereceği bilinmesine rağmen Murat Dağı’nda yapılacak altın madeni arama çalışmaları için Anadolu Export Maden Sanayi ve Tic.A.Ş.’ye neden izin verilmiştir? Bu firmanın bir ayrıcalığı var mıdır?

2-Ölümcül sonuçları bilinmesine rağmen siyanür ile yapılacak bir çalışmaya izin verilmesi ve bile bile canlı hayatının tehlikeye atılması hakkında Bakanlık olarak görüşünüz nedir?

3-Bu bölgede yapılacak altın madeni arama çalışmaları için verilen ÇED Raporu’nun sonuçları nasıldır? Bu konuda ilgili kişilerin, kurumların ve STK’ların görüşleri alınmış mıdır?

4-Altın madeni arama çalışmalarının Gediz’e bağlı Karaağaç köyünü de etkileyecek olması dikkate alınmış mıdır? Bu konuda Bakanlığınız tarafından herhangi bir tedbir alınmış mıdır?

5-ÇED Alanı’na yakın olan Murat Dağı Kayak Merkezi ve içme suyu amaçlı olan Küçüksu Barajı’nın maden arama çalışmalarından olumsuz etkilenmemesi için alınmış bir tedbir var mıdır?

6-Arama çalışmalarında kullanılacak siyanür sızıntısının Uşak’ın içme suyunu sağlayan Küçükler Barajı’nda neden olacağı zehirlenmeye karşı ne gibi tedbirler alınmıştır?

7-Murat Dağı’nın ev sahipliği yaptığı yılkı atları ve kırmızı geyik gibi birçok yaban hayvanı, büyükbaş ve küçükbaş hayvan ayrıca birçok endemik türün arama çalışmalarından olumsuz etkilenecek olması dikkate alınmış mıdır? Bu konuda Bakanlık olarak ne gibi tedbirler alınmıştır?

8-Maden arama faaliyetlerinin yapılması planlanan bölgede insan sağlığı üzerinde yaratacağı olumsuz durumlara karşı Sağlık Bakanlığı ile ortaklaşa yürütülen bir çalışma var mıdır?

9-Bölge insanının doğaya ve insanlığa zarar verecek olan maden arama faaliyetleri çalışmalarının bir an önce durdurulması talebine karşı olumlu cevap verilecek midir?

 

 

Kadıoğlu’ndan kirli hava uyarısı: Metroya maskeyle binin

Metroda öksürmeye başladığını farkeden Prof. Kadıoğlu ölçüm yaptı: İstasyonlar üç kat daha kirli. Yolcuların fazla beklememesi avantaj ama toza hassasiyeti olan maske ile binsin

Metro duraklarında öksürmeye başlayınca hava kirliliği ölçümü yapan Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu istasyonların üç kat daha kirli olduğunu tespit etti. Kadıoğlu, “Toza karşı alerjisi hassasiyeti olan metroya maske ile binsin” çağrısında bulundu.

Son dönemde yapılan tıbbi çalışmalar kalp ve damar hastalıklarının hava kirliliği, özellikle de ince partikül (PM2.5) kirliliği ile ilişkili olduğunu ortaya koyarken, Dünya Sağlık Örgütü‘ne göre PM2.5 ortalamasının 25 mikrogram/metreküpü geçmemesi gerekiyor. Diğer bir kirlilik ölçüsü PM 10 ortalamasının ise sağlıklı bir yaşam için 50 mikrogram/metreküpü aşmaması gerekiyor. Ancak Prof. Kadıoğlu’nun önceki gün paylaştığı ölçümlere göre metro ve Marmaray istasyonlarında bu değerler fazlasıyla aşılıyor. Pazar günü Üsküdar’daki evinde el cihazıyla ölçüm yapan Kadıoğlu, PM 2,5 oranının 23 olduğunu saptadı.

Ardından Üsküdar’daki Marmaray İstasyonu’na giden Kadıoğlu, istasyon girişinde tekrar ölçüm yaptı. Cihaz burada, PM 2.5 oranının 25 mikrogram/metreküp, PM 10 oranının ise 34 mikrogram/metreküp olduğunu belirtti. Bu değerler DSÖ’nün seviyelerinin altında kalırken, istasyona inildiğinde ise kirlilik oranı 3’e katlandı. İstasyonda, PM 2.5 oranını; 87 mikrogram/ metreküp, PM 10 oranını ise 124 mikrogram/metreküp olarak ölçen Prof. Dr. Kadıoğlu, vagon içinde de PM 2,5 seviyesinin 49 mikrogram olduğunu saptadı.

Milliyet gazetesinden Cihat Aslan‘a yaptığı testleri değerlendiren Kadıoğlu, “Bütün dünyada metrolarda özel bir hava kirliliği var. Etkilendiğim için bu testi yapmak istedim. Metro ile giderken farkettim ki daha fazla öksürüyorum. Merak ettim ölçtüm. Yaptığım ölçüm anlık bir ölçüm. Partikül madde 2.5 seviyesi istasyona yaklaştığım zaman artıyor. Nedeni yetersiz havalandırma olabilir. Dünyadaki ülkeler neler yapıyor, nasıl mücadele ediyor bunun uzmanlara sorulması lazım. Havalandırma, temizlik, frenleme sistemi gibi çözümler olabilir. Toza karşı hassasiyeti olanların maske ile girmesinde fayda var” diye konuştu.

Türk Toraks Derneği Başkanı Prof. Dr. Hasan Yıldırım da istasyonlardaki ölçüme dair şunları söyledi:  “Metro istasyonlarında sürtünmeyle oluşan bir partikül kirliliği olabiliyor. Bunun için havalandırmanın iyi olması ve kirlilik kaynaklarının olabildiğince düşürülmesi gerekiyor. Genel olarak partikül kirliliğinin insan sağlığına özellikle kalp-akciğer sağlığına çok olumsuz etkileri olduğu biliniyor. PM 2.5, akciğerin en uç noktasına kadar gidip oradan da kan dolaşımına karışarak tüm vücutu etkileyebilecek bir çap. Hiçbir hastalığı olmayan bireyde hava kirliliği yoğun olarak alındığı zaman astım, KOAH ve kalp hastalıklarının oluşma riski var. Yetkililerin önlem alması gerekiyor. Alınan sonuç doğruysa bu alarm verici bir durum. Kaynaklar neler, partiküller nerelerden geliyor diye bakılması gerek.”

“Çalışanlar maske takmalı”

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Toros ise, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bütün şehirlerin havasının kirli olduğuna dikkat çekti. Toros şu görüşleri paylaştı: “Metro istasyonunda tren hareket ettikçe toz havaya karışır. İstasyon bekleme noktalarında birikmeler oluşabilir. İçerideki tren yolu boyunca iç kabinlerde toz var ve rüzgarla taşınıyor. Yolcuların beklediği yerlerde birikiyor anlamı çıkabilir. Üst solunum rahatsızlığı olanlar için tehlikeli bir durum. PM 2.5’in en önemli özelliği çok küçük olması sebebiyle bizim solunum sistemlerimize rahatlıkla girebilmesi. Dolayısıyla nefes çekince ciğerlerden dolaşım sistemi ve beyne kadar gidebiliyor. Ciddi tehlikelerle karşı karşıya kalınabilir. Yolcuların fazla beklememesi avantaj. Ama oradaki güvenlik görevlilerinin maske takmalarında fayda var. İstanbul’da önümüzdeki dönemlerde 20-30’lu değerlerin altına düşürmeliyiz.”

İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nin de, Prof. Kadıoğlu’nun paylaşımının ardından metrolarda hava kalitesine ilişkin çalışma başlattığı öğrenildi.

Cengiz Holding, Kazdağları’nda maden satın aldı

Kazdağları’nın Halilağaköyü yakınlarında, ormanlık bir alanda Kanadalı Liberty Gold ve Teck Resources’a ait altın bakır madenini Cengiz Holding satın aldı.

Kazdağlarında faaliyet gösteren Halilağa Altın Madeni, 55 milyon dolara Cengiz Holding’e satıldı. Evrensel’de yer alan habere göre, köy yakınlarındaki ormanlık bir alanda bululan maden, Kanadalı Liberty Gold ve Teck Resources’a ait.  Konuya dair Liberty Gold tarafından borsaya “Türkiye’nin kuzeybatısındaki Biga ilçesinde bulunan bakır altın porfir yatağını Türkiye’de satmak için kesin anlaşma imzalandı” açıklaması yapıldı.

Satan şirket tarafından yapılan açıklamada altın-bakır madeni projesini Cengiz Holding’e 55 milyon dolara sattığı bilgisi verildi. Cengiz Holding bu miktarı iki yıl boyunca üç aşamada ödeyecek. Halilağayı Cengiz Holding’e satan Liberty yine Kazdağlarında bulunan Kayalıdağ TV Kulesi projesini ise elinde tutmaya devam ediyor. Ticaret Sicil Gazetesine göre yaklaşık 35 milyon Türk lirası sermayesi bulunan şirket sadece Halilağa altın madenini 55 milyon dolara satmış durumda.

Cengiz Holding’in önlenemeyen yükselişi

Mesut Yılmaz’ın Başbakan olduğu dönemde ihalesini aldığı Karadeniz Sahil Yolu Projesi’yle 1990’larda adını duyuran Mehmet Cengiz’in sahip olduğu Cengiz Holding, AKP’nin iktidar olmasıyla büyüdü. Faaliyetlerine 1980’de inşaat alanında başlayan, enerji, madencilik ve turizm sektörlerindeki yatırımları ile genişleyen ve büyüyen holding, bugün 35 şirket barındıran büyük bir sermaye grubu haline geldi. Cengiz Holding’in yıllık cirosu bugün yaklaşık 4 milyar ABD doları civarında.

AKP’yle yükselen yıldız

AKP iktidarında sıçrayışa geçen Cengiz Holding, inşaattan enerjye AKP’nin ayarladığı birçok kamu ihalesini zorlanmadan aldı. Türkiye’deki birçok enerji dağıtım şirketinin özelleştirme ihalesini de alan holding,  ilk olarak 2004’te ETİ Bakır A.Ş.’yi aldı. 2005’te ETİ Alüminyum’u alan firma, elektrik dağıtım ihalelerini de topladı.  Bugüne kadar ortaklık olarak Boğaziçi Elektrik, Akdeniz Elektrik, Uludağ Elektrik, Edaş ve Çamlıbel Elektrik dağıtım bölgelerini kazandı. 3. Havalimanı projesini de kurduğu ortaklıkla alan Cengiz Holding, ‘Yeşil Yol’ olarak bilinen Karadeniz yaylalarını otoyollarla birbirine bağlama projesi’nde ve projeye bağlı Cerattepe’de yapılmak istenen maden arama tesisinde de karşımıza çıktı.Buradaki  maden faaliyeti için, Rize İdare Mahkemesi’nin iptal ettiği “ÇED olumlu” raporuna, küçük değişikliklerle yeniden geçerlilik kazandıran holding, ihaleleri ÇED raporu hazırlanmadan alabilmesiyle biliniyor.

Cengiz-Kolin-Limak

Cengiz Holding, girdiği ihalelerin birçoğuna AKP’ye yakın Kolin ve Limak ile beraber giriyor. 4 dağıtım bölgesini ve Yusufeli Barajı işini birlikte aldılar. Pazarlama ve dağıtım şirketleri kurdular. Yine Türkiye’nin önemli projelerinden Ankara – Sivas Yüksek Hızlı Tren projesinin üç bölümünden ikisini birlikte aldılar. Bu projenin dört yüksek viyadük de dahil Ankara – Kayaş arasındaki toplam 50 viyadüğün ihalesine de 284 milyon lira teklifle birlikte katıldılar. Asıl büyük ortaklıkları 3. Havalimanı projesinde gerçekleşti. Üç ortağın birlikte üstlendikleri işlerin değeri 47 milyar doları buldu.

Holding kurucusu ve başkanı Mehmet Cengiz, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda servis edilen tapesinde aldığı ihaleler hakkında konuşurken,  (Bu milletin…) ettiği küfürlerle gündem olmuştu. Ortakları Limak’ın BOTAŞ ihalelerine fesat karıştırılmasına dair yolsuzluk soruşturmalarında adı geçerken, Kolin’in sahibi Celal Koloğlu, akaryakıt kaçakçılığı yüzünden gözaltına alınmıştı.

Vergi ‘kıyağı’

2010 yılında aralarında Cengiz’in de bulunduğu beş farklı grubun vergi borçları silindi. Toplamda 31 milyon 485 bin liralık vergi borcunun silindiği dönem Mehmet Cengiz’e ait 420 milyon liralık bir borç da silinmişti .

Prof. Füsun Üstel’e tahliye

Barış Akademisyeni Prof. Dr. Üstel’in avukatı Sennur Baybuğa: Kararın diğer akademisyenler için emsal olmasınını umuyoruz

Barış bildirisi imzacısı Prof. Dr. Füsun Üstel tahliye oldu. Eskişehir Kadın Kapalı Cezaevi’ne 8 Mayıs’ta teslim olan Üstel, iki buçuk aydır cezaevindeydi. Üstel, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi tarafından onanan 1 yıl 3 aylık hapis cezasının infazını çekiyordu.

Baybuğa: İnfaz rejimindeki çelişki mağduriyet yaratıyor

Yeşil Gazete’ye konuşan konuşan Üstel’in avukatı Sennur Baybuğa, zorlu süreci şöyle anlattı: “İnfaz hukukuna göre, bir yıldan az ceza alanlar, açık cezaevinde kalırlar. Bunun tek istisnası terör suçudur. Ancak “terör propagandası” suçu, “terör suçu”yla aynı kefede değerlendirilemez. Füsun Üstel, Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) “örgüt propagandası” fiilini düzenleyen 7/2 maddesinden dava açıldı ve hüküm giydi. Buna rağmen Eskişehir 1. İnfaz Mahkemesi, ‘terör örgütü propagandası yapmak’ suçunun, ‘terör suçu’ olarak kabul edilmesi gerektiğini, infaz uygulamasının da bu yönde olduğu konusunda ısrar etti. Biz, Füsun hocanın cezaevine girişinin 10’uncu gününden itibaren açık cezaevine geçmesi için karar aldırmıştık. Yargıtay’ın da bu konuda çok sayıda kararı var. Defalarca başvuruda bulunduk, ama dava savcısı her seferinde itiraz etti ve mahkeme de savcının isteği doğrultusunda karar verdi. Ardından Adalet Bakanlığı’na başvurduk ve “kanun yararına bozma” istedik. Bundan da bir sonuç alamadık. “

Bir ay önce yeni bir başvuru yaptıklarını anlatan Baybuğa, “Bu arada mahkemenin savcısı başka bir yere atandı. Yeni gelen savcı 15 gün önce mahkemeye infaz rejimindeki bu ikilik ve çelişkinin mağduriyet yarattığını belirterek, ‘Üstel’i tahliye edelim mi’ diye mahkemeye sordu. 32. Ağır Ceza yine reddetti fakat biz bir üst mahkeme olan 33. Ağır Ceza’ya başvurduk. Ve Füsun Hoca’nın infazı durduruldu. Çok mutluyuz” dedi.

‘Diğer akademisyenler için de emsal olmalı’

Yaşananların tamamen hak ihlali olduğunu, infaz rejiminden kaynaklı sürecin herkes için yıpratıcı hale geldiğini anlatan Baybuğa, şimdi gözlerinin Anayasa Mahkemesi’nde olduğunu kaydetti: “Cuma günü Anayasa Mahkemesi, aralarında Üstel’in de bulunduğu barış imzacısı akademisyenlerin davasını görüşecek. Buradan da olumlu bir karar çıkmasını bekliyoruz. Bu durumda yeniden yargılama yapılacak ve bu kez bu sürecin beraatle sonuçlanacağını düşünüyor, umuyoruz.” Baybuğa, bu kararın diğer barış imzacısı akademisyenler için de emsal olması gerektiğine vurgu yaptı; “şimdi sıra bunun için uğraşmakta” dedi.