Ana Sayfa Blog Sayfa 1928

91 firmanın 113 ürününde taklit, tağşiş veya ilaç etken maddesi tespit edildi

Tarım ve Orman Bakanlığı, taklit, tağşiş* yapıldığı veya ilaç etken maddesi ilave edildiği belirlenen ürünleri, bakanlığın internet sitesinde yayınladı.

Listede yer alan ve çoğunluğu süt ve süt ürünleriyle et ve et ürünleri olmak üzere, alkollü içkiler, alkolsüz içecekler, arıcılık ürünleri, baharat, bitki, çay ve kahve ürünleri, çikolata ve kakao ürünleri, enerji içecekleri ve takviye edici gıdalarda uygunsuzluk tespit edildi. 

Buna göre, 45 et ürününde et eşek, domuz eti, 27 zeytinyağında başka karıştırılmış yağlar, trans yağlar, 20 süt ve süt ürününde nişasta ve kimyasal maddeler, içecek ve çukulatalarda ilaç etken maddeleri bulundu. Alkollü içkilerde “tersiyer butil alkol”, alkolsüz içeceklerde ise ilaç etken maddesi bulunurken, ballarda prolin miktarı yetersiz çıktı, fruktoz tespit edildi.

Baharatlar ile bitki, çay ve kahve ürünlerinde boya saptanırken bir bitki çayında da ilaç etken maddesi olduğu belirlendi.

Yapılan açıklamada, görüşlerine yer verilen Bakan Bekir Pakdemirli, vatandaşın sağlığı söz konusu olunca kimsenin gözünün yaşına bakmayacaklarını söyledi: 

“Bu kapsamda son olarak 91 firmanın 113 parti ürününü ifşa ediyoruz. Ülkemizde gıda güvenilirliğinin sağlanması, gıdalarda taklit ve tağşişin önlenmesi, kişilerin sağlığının ve tüketici menfaatlerinin korunması ile sektörde haksız rekabetin engellenmesi amacıyla gıda ve gıdayla temas eden madde ve malzemelerin üretim, işleme ve dağıtımının tüm aşamalarında resmi kontrol faaliyetlerini bakanlık olarak büyük bir titizlikle yürütüyoruz.” 

Hileli gıdaların tam listesi 

Vatandaşlara çağrı

Bu kapsamda en etkin denetimcinin vatandaş olduğuna işaret eden Pakdemirli, söz konusu uygunsuzlukların tespit edilmesinde, bakanlıkça yürütülen denetimlerin yanında tüketiciler tarafından yapılan ihbar, şikayet, CİMER ve “Alo 174 Gıda Hattı” başvuruları neticesinde gerçekleştirilen denetimlerin de büyük payı olduğuna dikkati çekti.

Pakdemirli, tüketicilerin bu başvurularını sürdürmelerinin halk sağlığının korunması yönündeki çalışmalar için büyük önem taşıdığını vurgulayarak şunları kaydetti: “Bir usulsüzlük gördükleri anda vatandaşlarımızın Alo 174 Gıda İhbar Hattı ve 0501 174 0 174 numaralı WhatsApp Gıda İhbar Hattı aracılığıyla bize ulaşmalarını, şikayetlerini iletmelerini rica ediyorum.”

İlk kamuoyu duyurusunun yapıldığı 2012 yılından bu yana 1609 firmaya ait 3 bin 605 parti hileli ürün Bakanlığın internet sitesinde ifşa edildi.

*Tağşiş: Bir şeyin içine başka bir madde karıştırma, katıştırma.

 

Endonezya’da maske takmayı reddedenlere ceza: Koronavirüsten ölenler için mezar kazdırıldı

Endonezya’nın Doğu Cava bölgesinde maske takmayı reddeden sekiz kişiye ceza olarak koronavirüste hayatını kaybedenler için mezar kazdırıldı.

Ngabetan köyünde yaşanan olay hakkında yerel medyaya konuşan Belediye Başkanı John Suyono “Şu anda sadece üç mezar kazıcısı var, bu yüzden ben de bu kişileri mezar kazıcılarıyla birlikte çalıştırabilirim diye düşündüm. Umarım bu daha fazla ihlallerin yaşanmasında caydırıcı bir etken olabilir. Başka şansımız kalmadı” dedi.

Salgına karşı alınan yeni önlemleri ihlal eden bölge sakinleri, yasa gereği para cezasına çarptırılıyor ya da kamu hizmeti cezası alıyor.

Endonezya’da koronavirüs nedeniyle şu ana kadar 8 bin 841 kişi hayatını kaybetti. Ülkede toplamda 221 bin 523 kişinin enfekte olduğu ve bunların arasından 158 bin 405 kişinin iyileştiği biliniyor.

Demirtaş: AİHM Erdoğan’ın mahkemeleri suistimal etmesini engelleyemiyor

Edirne Cezaevi’nden İngiliz gazetesi Financial Times‘ın sorularını yanıtlayan eski HDP’nin Eş Genel Başkanı Selahatttin Demirtaş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye’yi hayal kırıklığına uğrattığını söyledi. AİHM’i kendisi gibi siyasi tutukluların başvurularını geç değerlendirmekle eleştiren Demirtaş, nihai kararın da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkedeki mahkemeleri suistimal etmesini engellemekte başarısız olduğunu ifade etti.

Duygu Delen’in failinin kanında alkol ve esrar tespit edildi

Gaziantep’te bir apartmanın dördüncü katından “düşerek” hayatını kaybeden Duygu Delen’in ölümüyle ilgili davada şüpheli Mehmet Kaplan’ın kanında esrar tespit edildi, 257 promil alkollü olduğu ortaya çıktı.

Hürriyet’ten Abdulkadir Selvi’nin haberine göre İstanbul Adli Tıp Kurumu incelemesinde Delen’in kan ve idrar örneklerinde alkol veya herhangi bir uyuşturucu tespit edilmedi.

Balkonun korkulukları Delen’in göğüs hizasında

Delen’in giysilerinden ve vücudundan alınan örneklerin incelenmesinde Kaplan’a ait DNA örnekleri belirlendi.

Olay yerindeki incelemede Delen’in apartman duvarının tam dibine düşmediği, dört metre 13 santimetre ileriye düştüğü, Delen’in düştüğü evin balkonun duvarının 105 santimetre olduğu tespit edildi.

Balkonun üstündeki demir korkulukla birlikte yüksekliğin 1 metre 20 santimetreye ulaştığı belirlendi. Balkon yüksekliğinin, boyu 1 metre 62 santimetre olan Delen’in göğüs hizasına geldiği tespit edildi.

Bu durum Delen’in balkondan aşağıya atlamak için korkuluklardan tutup kendini yukarı kaldırması gerektiği şeklinde yorumlandı.

Kan izlerinin kime ait olduğu belirlenemedi

Kaplan ile Delen’in birlikte olduğu evde çok yoğun kan izleri tespit edildi ancak izlerin sadece Kaplan’a mı ait olduğu, Delen’in kan izlerinin bulunup bulunmadığı belirlenmedi.

Ayrıca Kaplan’ın yumruk attığını söylediği gardırobun aynalı camı kırılırken, gardıroba ait mobilya parçasının da kırılarak yerde olduğu tespit edildi.

Doğayı görünür kılmak: Bir fırsat mı yoksa felaket mi? – Sabriye Ak Kuran

Yarım asırdan uzun bir zamandır bilim insanları ve çevreciler doğal kaynakların kirletilmesi ve aşırı kullanımı sorununa dikkat çekiyor ve bu kaynakları korumanın yollarını arıyor. Yani çevreyi koruma girişimleri sadece bugünün meselesi değil. Dün vardı, bugün de var ve kuvvetle muhtemeldir ki yarın da olacak. Bugün yeni olan şey ise, çevreyi koruma konusunda üretilen ve geliştirilen çözüm yolları. 1940’lı yıllarda kalkınma stratejileri içerisinde çevre görece ikinci plandaydı. 1970’li yıllarda Stockholm Konferansı’nda alınan kararların da etkisiyle çevre ve kalkınma arasında bir ilişki kuruldu ve çevrenin korunması kalkınmayı etkileyen önemli bir konu olarak kabul edildi.

20’inci yüzyılın sonlarına doğru gelindiğinde ise, önceki dönemlerden farklı bir şey oldu. Çevre korumanın kendisi bir kalkınma politikasına dönüştü. Esasında bu dönemde de teorik söylem aynıydı; kalkınma. Farklı olan çevre koruma politikalarının çevresel gelire dönüştürülmesi, bu yolla yoksulluğun azaltılması dolayısıyla çevrenin bir kalkınma aracı haline getirilmesiydi.[1] Diğer bir deyişle, geçmişte sermaye birikiminin önünde bir engel olarak görülen çevre koruma günümüzde bir fırsat ve zenginlik kaynağı olarak görülmeye başlandı. Bu farklılığı vurgulamaktaki amacım ise, eski koruma geleneği ile günümüz koruma anlayışı arasında kutuplaştırıcı bir tartışma ortaya atmak ya da var olanları yeniden gündeme getirmek değil yeni koruma anlayışını aydınlatmaya çalışmak.

Peki, bu ne anlama geliyor?

Pazar temelli yeni koruma anlayışı Rio Konferansı’ndan bu yana gündemimizde ve o zamandan beri de gündemdeki yerini kimseye bırakmıyor. Bu yaklaşımda pazar koruma için öyle bir -sözde- deva haline getirildi ki doğayı satmak birçokları için onu korumanın tek yolu haline geldi. Burada verilmek istenen mesaj ise çok açıktı: Doğayı korumak istiyorsanız onu görünür kılmalısınız, bunu ise ancak ona ekonomik bir değer atfederek yapabilirsiniz. Bu mesaj bir anlamda toprakların, ormanların, balıkların, minerallerin ve enerji kaynaklarının ekonomik değerinin hesap edilebildiği ve bu şekilde kalkınma kararlarının güvence altına alındığı ve geliştirildiği bir dünya anlamına geliyor. Kısacası, amaç “ekonomik olarak görünmez” olan doğayı görünür kılmak.

‘Ekosistem hizmetleri’

“Bu nasıl mümkün olabilir, nehirler, ormanlar ve mercan resifleri gibi doğal varlıkların parasal değeri nasıl tahmin edilebilir?” diye soranlar olabilir aranızda. Merak etmeyin! Sorularınız yanıtsız bırakılmamış. Bu yaklaşımın savunucuları, doğanın insanlığa sunduğu gıda, hava, su, enerji ve barınak gibi tüm yararlı işlevlerinin bir envanterinin çıkartılabileceğini iddia ediyor. Bu işlevlere de ekosistem hizmetleri adını veriyor. Böylelikle doğa birbirinden ayrılabilir, birbirinin yerine ikame edilebilir ve en önemlisi fiyatlandırılabilir bir ekosistem hizmetleri kümesi haline geliyor.[2]

Bunu somut bir örnekle açıklamaya çalışayım. Ekosistem hizmetleri pazarını savunanlar, ahşap varlıkların ahşabın türü ve kullanım alanlarına (inşaat, mobilya ve yakacak odun gibi) göre ayrıştırılabileceğine ve her birinin fiyatlandırılabileceğine inanır. Milli parklar gibi koruma alanlarındaki ağaçların ekonomik değeri ise, sıfır olarak kabul edilir. Gerekçesi ise, hasat edilememeleridir.[3] Yani, insanlar ve doğa arasındaki çok yönlü bağları unutur doğayı da tamamen ekonomik bir değere indirgersek bütün sorunlarımız çözülmüş oluyor. Bu size de çok saçma ve tuhaf gelmiyor mu? Şimdi sıkı durun! Çünkü tuhaflıklar bununla da sınırlı kalmıyor. Hatta durum daha da kötüleşiyor.

Pazarın arkasında kimler var?

Tahmin edilebileceği gibi, doğanın fiyatlandırılması kendiliğinden gerçekleşemez. Bu sürecin arkasında toplumun çeşitli kesimlerini temsil eden ve ortak bir motivasyona sahip olan onlarca aktör var. Uluslararası kurum ve kuruluşlar, çokuluslu şirketler, finans sektörü, uzman yatırım kuruluşları ve piyasa yapıcılar, üniversiteler, araştırma enstitüleri ve danışmanlık şirketleri bu sürecin ana mimarlarından.[4]

Benim durum daha da tuhaflaşıyor dediğim ve problemli olarak gördüğüm nokta ise, dünyanın önde gelen koruma gruplarının da bu tehlikeli mekanizmaya dâhil olmuş olarak doğa ekonomisine destek vermeleri. Bunun temel sebeplerinden birisi, koruma gruplarından bazılarının bu mekanizmayı kullanmak isteyen şirketlerle güçlü bir iş ortaklığına sahip olması. Yani, koruma grupları bir yandan yerel toplulukları çevreye zararlı uygulamalarını önlemeleri konusunda teşvik ederken diğer yandan iş ortaklarının çevreye zararlı ve yerel toplulukların geçim kaynaklarını tehdit eden uygulamalarına yardımcı oluyor.[5] Bu ise, mevcut durumu içinden çıkılmaz bir noktaya sürüklüyor.

Doğa ekonomisi

Yeni bir ekonomi modeli üretildiğine ve bu modelin destekleyicileri de bulunduğuna göre, sıra bu fikirlerin gerçeğe dönüştürülme aşamasına geldi. Zaten su için bir pazar vardı. Esneklik mekanizmaları aracılığıyla karbon için de bir pazar oluşturulmuştu. Doğanın insanlığa sunduğu hizmetler yalnızca bunlarla sınırlı olmadığı için onlar da sınır tanımadılar. Piyasa fiyatı olmayan her şeyi fiyatlandırmaya başladılar. Neler mi yaptılar? Ağaçlardan arılara, mercan resiflerinden kurtlara kadar ne varsa hepsine fiyat etiketi koymaya çalıştılar. Mesela, sulak alanların değerini hesapladılar: 3,4 milyar dolar. Hem de yıllık. Bu hesabı yaparken sulak alan tipi, kişi başına gelir, nüfus yoğunluğu ve sulak alan büyüklüğü gibi değişkenleri kullandılar.[6]

Sonra arıcılık sektörüne el attılar. Arılar tarafından üretilen balın ticareti yetmemiş olmalı ki, arıların sağladığı tozlaşmanın ekonomik değerini tahmin ettiler. Yılda yaklaşık 213 milyon dolar. Bu da yalnızca İsviçre arıları için geçerli bir rakam.[7] Arılar olmasaydı insanlığın sadece dört yıl ömrünün kalacağı düşünülecek olursa az bile.

Bu hesaplamaları yaparken mercan resiflerini de unutmadılar. Yanlış yönetilen turizmin bedelini yönetenlerin değil mercan resiflerinin ödemesi uygun görüldü. Çünkü mercan resiflerinin 6,2 milyar dolarlık faydası çöpe atılamazdı. Üstelik bu ekonomik fayda yalnızca Mercan Üçgeni alanı için geçerliydi.[8] Bitti mi? Hayır. Kurtları bile etiketlediler. Kurtların varlık değeri ise, 8.300.000 dolar.[9] 

Yaptıkları, söylemi uygulamaya geçirmekle de sınırlı kalmadı. Eğer olur da mesajı net olarak anlayamazsak diye kaybedeceklerimizi de hatırlattılar. Stanford Üniversitesi liderliğinde yapılan yeni bir çalışmayla interaktif bir harita hazırlandı. Bu haritada hem doğanın insanlığa sunduğu mevcut katkılar gösteriliyor hem de gelecekte yaşanması muhtemel değişikliklerden kaç kişinin etkileneceği. Haritanın Türkiye açısından neler işaret ettiğine bir bakalım. Haritaya göre, gelecekte doğanın Türkiye’ye katkısı %43 düzeyinde olacak. Bununla birlikte, doğanın insan ihtiyaçlarını karşılama yeteneği de azalacak ve bu kaynaklardaki bozulmadan dolayı 43 milyon insan etkilenecek. Ürün kaybı ise, iki  milyon insanı besleyebilecek düzeyle denk olacak.[10] Yani, nüfusumuzun büyük bir bölümü risk altında olacak. Bu sorunla mücadele etmek için tek yapmamız gereken şey, doğanın değerini bilmek. Ama ekonomik olarak.

Doğayı satmak gerçekten bir çözüm olabilir mi?

Yazıya başlarken bir soru sormuştum: Bir fırsat mı yoksa felaket mi, diye. Sanırım bu sorunun yanıtı çok açık. Koruma gruplarının bile dâhil olduğu böylesine tehlikeli bir mekanizmanın fırsat yaratması mümkün değil. Kabul edelim! Doğanın ekonomik değerini görünür kılarak tahribatının durdurulabileceğini iddia eden bu anlayış ile sorunların üstesinden gelinemez. Bir fırsat yaratılamaz. Bu, sorunu daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramaz. Bunun ne doğaya ne de ona bağ(ım)lı topluluklara bir faydası olmaz. Kazanan yine şirketler ve onların ortakları olur. Kısacası, doğanın korunması fiyatlandırma ve ekonomi ile çözülebilecek bir konu değil, siyasi irade gerektiren politik bir meseledir. Aksi halde, Oscar Wilde’nin deyişiyle “Her şeyin fiyatını bilen ancak hiçbir şeyin değerini bilmeyen” insanlara dönüşmemiz an meselesi.

*

[1] Ferda Uzunyayla, “Yeşil Kalkınma: Kalkınma Yazınında Süreklilik mi Farklılaşma mı? Biyoçeşitlilik Piyasası Örneği,” Mülkiye Dergisi, Cilt 41, Sayı 3, 2017, s. 12.

[2] Alessandro Runci, Biodiversity Offsetting: A Threat for Life, How A New Dirty Trick is Facilitating the Destruction of Nature and the Eviction of Communities from Their Lands, Belgium, Counter Balance, 2017,  s. 8.

[3] WAVES, Natural Capital Accounting: Forest, (Erişim 06.09.2020).

[4] Jutta Kill, Economic Valuation of Nature: The Price to Pay for Conservation?, Belgium, Rosa-Luxemburg-Stiftung, Brussels Office, 2014, s. 25-31.

[5] A.g.y., s. 30.

[6] Luke Brander ve Kirsten Schuyt, Benefits Transfer: The Economic Value of World’s Wetlands, The Economics of Ecosystems&Biodiversity, 2010, s. 1.

[7] Peter Fluri ve Rainer Frick, Economic Value of the Pollinating Service Provided by Bees in Switzerland, The Economics of Ecosystems&Biodiversity, 2010, s. 2.

[8] UN Environment, ISU, ICRI ve Trucost, The Coral Reef Economy: The Business Case for Investment in the Protection, Preservation and Enhancement of Coral Reef Health, 2018, s. 10.

[9] John Duffield, The Value of Wolves for Local Communities in the Greater Yellowstone Area, USA, The Economics of Ecosystems&Biodiversity, 2010, s. 2.

[10] Bahsi geçen interaktif harita için tıklayın (Erişim 07.09.2020).

‘Av turizmi’ davasında mahkeme bakanlığın savunmasını yetersiz buldu

Salda için Türkiye Grubu ve A Platformu’nun Antalya ve Isparta’daki av ihalesine karşı açtığı yürütmeyi durdurma davasında ara karar çıktı. Mahkeme, Türkiye’de nesli tükenme tehlikesi altındaki 47 yaban keçisinin öldürülmesini kapsayan av ihalesinin yasal ve bilimsel gerekçelerine dair Tarım ve Orman Bakanlığı’nın sunduğu yazılı savunmayı yeterli bulmayarak bakanlıktan ek bilgi ve belge talep etti. 

A Platformu Sözcüsü Hediye Gündüz ile platform katılımcıları Saliha Altın ve Yeşim Vardar tarafından Isparta İdare Mahkemesi’nde açılan davada, mahkeme bakanlıktan av turizminin gerekliliğine ilişkin bilimsel rapor talep etmişti. Bakanlıktan ayrıca koruma altındaki bazı türleri de kapsayan av turizmi uygulamasının mevcut kanunlara aykırı olması nedeniyle  hukuki dayanağın netleştirmesi de istenmişti.  

Yaban keçileri uluslararası sözleşmelerle korunuyor

İki ilde 13 parti halinde toplam 47 hayvanın avlanması için 17 Haziran’da Tarım Orman Bakanlığı Burdur 6. Bölge Müdürlüğü tarafından ihaleye açılan yaban keçisi;  Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) Kırmızı Liste kriterlerine göre global ölçekte nesli “neredeyse tehdit altında” olan, Türkiye’nin de dahil olduğu Akdeniz bölgesinde ise “hassas” durumda oldukları için nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan kritik bir tür.

Bu nedenle de, 1984’ten beri Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi‘nin   “kesin koruma altındaki türler” Ek-II Listesi’nde yer alıyor. Dolayısıyla yaban keçilerinin her türlü kasıtlı yakalanması, alıkonması ve kasıtlı öldürülmesi yasak olduğu gibi, canlı veya cansız olarak elde bulundurulması ve iç ticareti de yasağa tabi.

Yaban keçileri ayrıca iç mevzuat dahilinde bakanlığın koruma altına aldığı hayvan listesinde yer alıyor. Buna rağmen bu yıl “kırsal kalkınmaya destek” amacıyla bakanlığa bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü (DKMP) tarafından av turizmi kapsamında avlanmasına izin veriliyor.

‘Bakanlık Anayasa’yı ihlal ediyor’

Mahkemenin ara kararını yazılı bir açıklamayla duyuran Salda İçin Türkiye Grubu, A Platformu, Vegan Derneği Türkiye (TVD), Hayvanlara Adalet Derneği (HAD), Yunuslara Özgürlük Platformu, Hayvan Hakları ve İzleme Komitesi (HAKİM) ve Hayvan Hakları ve Etiği Derneği, av ve av ihalelerinin etik, hukuki ve bilimsel dayanaktan yoksun olduğunu kaydetti. Hak örgütleri, bakanlığın uluslararası sözleşmeleri çiğneyerek Anayasa’nın 90. maddesine de muhalefet ettiğinin altını çizdi.

Yaban hayvanlarının korunması ve doğal yaşam alanlarının acilen avcılardan arındırılarak avcılığın yasaklanması gerektiğine dikkat çeken dernek ve oluşumların ortak açıklamasında şu ifadeler kullanıldı: 

Mevcut yasalara göre hayvanları ve doğal yaşam alanlarını korumakla yükümlü devlet kurumları, dünyada bilimsel verilerle ortaya konup korumaya alınan türleri korumalıdır. Korunmadığı takdirde, taraf olunan uluslararası sözleşmelerin hükümlerine uymayan bir devlet yapısı ortaya çıkartır.

Av ihalelerinden hemen vazgeçilmelidir. Aksi halde Anadolu’da nesli tehlike altında olan yaban keçisi, çengel boynuzlu dağ keçisi, ceylan, yaban koyunu (endemik), kızıl geyik ve karaca türlerinden 798 birey öldürülecek, telafisi mümkün olmayan sonuçlar ortaya çıkaracak ve hatta bazı türler yok olabilecektir.

Hatırlatmak isteriz ki, ‘av’ adı altında gerçekleşen yaban hayata müdahalenin ve hayvan katliamının ‘kırsal kalkınma, kamu yararı, popülasyon kontrolü, turizm geliri’ gibi herhangi bir gerekçesi olamaz. Mahkemeler ancak var olan ulusal ve uluslararası mevzuata göre karar verme yetkisine sahip olan kurumlardır. Yasalar ne yazık ki çoğu zaman hayvanlar aleyhine hazırlanmış olsa da bugün, geyikler ve çengel boynuzlu dağ keçileri dahil devlet eliyle avcılar tarafından öldürülmesine izin verilen türlerin çoğunun çeşitli yasal düzenlemelerle korunduğu açıktır. Dahası avcılık adı verilen hayvan katliamı, çelişkilerle dolu olmasına rağmen 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun temel ilkelerine ve koruma hükümlerine tamamen aykırıdır.

Doğa ve hayvan hakları savunucuları olarak tarihin çöplüğüne atılması gereken Kara Avcılığı Kanunu’nu kabul etmediğimizi bir kez daha vurguluyor, etik, hukuk ve bilim dışı av ihalelerinin derhal iptal edilmesini istiyoruz. Yasama, yürütme ve yargı aşamalarında avcılığın yasaklanması için toplu mücadelemiz devam edecek. “

 

Venüs’te yaşam olabilir: Atmosferinde fosfin keşfedildi

Cardiff Üniversitesi‘nden Profesör Jane Greaves‘in liderliğinde uzaybilimcilerden oluşan uluslararası bir ekip, bugün Venüs’ün atmosferinde fosfin keşfedildiğini duyurdu. Fosfin, Dünya’da ancak endüstriyel olarak elde edilebilen ya da oksijensiz ortamlarda büyüyen mikroplar tarafından üretilen bir gaz.

Konuyla ilgili makale Nature Astronomy’de yayınlandı.

‘Biyolojik imza’

Fosfin varlığı birçok astrobiyolog tarafından “biyolojik imza”, yani yaşamın olası varlığının bir göstergesi olarak görülüyor. Fosfin gazının mikrobiyolojik ortamlarda oluştuğu biliniyor. Bu da Venüs atmosferinde mikrobiyolojik düzeyde yaşam olabileceğine işaret ediyor.

Keşif Şili’deki Atacama (ALMA) teleskop dizisi ile Hawai’deki James Clerk Maxwell teleskobu ile yapıldı. Araştırmacılar arasında Manchester Üniversitesi ve MIT‘ten uzmanlar var.

Fosfin nedir?

PH3 formülüyle gösterilen bir tür kimyasal bileşik olan Fosfin, -88 santigrat derece (°C) kaynama noktasına sahip olan, renksiz, yanıcı ve zehirli bir gaz.  

Gaz çok zehirli olduğu için küçük yoğunluklarda bile öldürücü olabilir. Ayrıca kokusuz ve renksiz olması nedeniyle ilişiği olan yerlerde varlığının anlaşılması zor olduğundan dikkatli olunması gerekmektedir. Uzun süreli dokunmalarda, görme yitimine yol açabilir. İnsanda, soluk borusu bölgelerinde ve iskelette ciddi süreğen (kronik) hasara neden olur.

Uluslararası Hrant Dink Ödülü töreni bu akşam 20.00’de çevrimiçi olarak düzenleniyor

12 yıldır her yıl düzenlenen Uluslararası Hrant Dink Ödül töreni bu akşam, Hrant Dink’in doğum günü olan 15 Eylül‘de saat 20.00’de düzenleniyor.

Dünyanın dört bir yanındaki hak mücadelelerinin kutlandığı tören, koronavirüs salgını sebebiyle çevrimiçi olarak gerçekleştirilecek. Törene katılmak isteyenler, vakfın websitesindenYouTubeFacebookTwitter, ve Instagram hesaplarından Türkçe ve İngilizce olarak izleyebilecek.

Törende,  Arto Tunçboyacıyan, Can Bonomo, Dialog Project, Kalben, Kudsi Erguner ve O.F.F.’un geceye özel müzik performansları, kısa videolar ve ödül sahiplerinin konuşmaları yer alacak.

‘Umudu birlikte çoğaltalım’

Hrant Dink Vakfı tarafından yapılan çağrıda “Dünyanın dört bir yanındaki hak mücadelelerini kutlayacağımız, birlikte umudu çoğaltacağımız törene davetlisiniz” ifadeleri kullanıldı. 

Yayına dair tüm detayları, Hrant Dink Vakfı’nın sosyal medya hesaplarından, #HrantDinkÖdülü, #UmuduÇoğalt, #DayanışmaGüçlendirir; etiketleriyle takip edebilir, paylaşımları yaygınlaştırarak ödül sahiplerinin ve “Işıklar”ın seslerini daha fazla duyurmaya katkı sağlayabilirsiniz.

 

Cengiz Holding’e jandarma desteği: Halkın Katılımı Toplantısı öncesi köy kuşatıldı

Çanakkale Bayramiç’te faaliyete geçirilmek istenen Halilağa Bakır Madeni‘nin Çevresel Etki Değerlendirme süreci kapsamında bugün saat 11.00’da Hacıbekirler Köyü’nde Halkın Katılımı Toplantısı gerçekleştirilecek.

Çevre ilçelerden Cengiz Holding tarafından yapılmak istenen projeye karşı çıkan pek çok vatandaş da toplantıya katılmak için yola çıktı. Ancak jandarma sabah saatlerinden itibaren köye giden yolları kapatmış durumda.

Çanakkale Kent Konseyi Başkanı Pınar Bilir, Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada “Bayramiç‘ten, Çanakkale‘den, Çan‘dan, Edremit‘ten herkes Cengiz’e karşı bir araya geliyor” ifadelerini kullandı.

Arama noktalarında uzun kuyruklar

Köye akşam saatlerinden itibaren birçok jandarmanın konuşlandırıldığını aktaran Bilir, köye giden yollarda da jandarmanın arama gerekçesiyle giden taşıtları durdurduğunu aktardı.

Jandarmanın arama noktalarında silahlı bir şekilde durduğunu vurgulayan Bilir, “Cengiz Holding’in gücünü bize gösteriyorlar” ifadelerini kullandı. Bilir, yolda jandarma tarafından dört kez arama gerekçesiyle durdurulduklarını belirtti.

Halkın tepkisi nedeniyle başlamamıştı

Bölgenin büyük maden projelerinden biri olan “Halilağa Bakır Madeni Projesi” 2019 yılında büyük bir tepkiyle karşılanan Kirazlı Altın Madeni ve onun diğer ayağı olan Ağı Dağı Altın Madeni projelerinin ortasında yer alıyor.

Üç projenin hayata geçmesi, Kazdağları’nda 19 bin futbol sahası (13 bin 500 hektar alan) büyüklüğünde bir maden alanının oluşmasına yol açacak. Projeler; bölgenin su varlıkları, toprağı ve tarımsal üretimi ile birlikte Kazdağları’nda binlerce yıllık bir kültürü de tehdit ediyor.

Kamuoyuna bakır madeni projesi olarak sunulsa da, aynı ruhsat alanı için 2012 yılında “Halilağa Altın Madeni Projesi” ismiyle ÇED süreci yürütülmüş ve ÇED olumlu kararı alınmış; ancak yöre halkının tepkisi nedeniyle, proje bugüne kadar hayata geçememişti.

 

 

Bakanlık İBB’nin Hıdiv Kasrı’nda yaptığı kazı hakkında suç duyurusunda bulundu

Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) tarihi Hıdiv Kasrı’nda yürüttüğü kazı çalışmalarıyla ilgili suç duyurusunda bulundu.

Hürriyet’ten Fatma Aksu’nun haberine göre, İBB’nin Beykoz’daki Hıdiv Kasrı’nın altındaki mahzeni ortaya çıkartmak için başlattığı kazı çalışmasından önce Koruma Bölge Kurulu’ndan izin almadığı ortaya çıkmıştı.

Çalışmaları durdurma kararı

İBB, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin yaptıkları incelemenin ardından çalışmaları durdurduğunu açıklamıştı. Bakanlık yetkilileri, çalışmaların tarihi binanın karakterini olumsuz etkilediğini ve yapıyı statik açıdan yıpratmış olabileceğini değerlendirmişti.

İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’nün yazışmalarına göre, kurul 3 Eylül’de İBB’ye gönderdiği yazıda, Hıdiv Kasrı’ndaki çalışmaların hemen durdurulmasını, yapılan uygulamalarla ilgili bilgi ve belgelerin kendilerine gönderilmesini talep etti.

Dosya savcılığa teslim edildi

Ancak belediyenin uyarıya rağmen 8 Eylül’de çalışmaların devam ettiği tespit edildi. Kurul 10 Eylül’de, suç duyurusunda bulunulmasına ve uygulamaların onaylı projeye uygun hale getirilmesine karar verdi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü yetkilileri, dün Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurarak, Hıdiv Kasrı’ndaki çalışmalarla ilgili suç duyurusunda bulundu.

Bakanlık yetkilileri, Koruma Bölge Kurulu’nun ve uzmanların yaptıkları tespitlerin bulunduğu dosyayı da savcılığa teslim etti.