Marmara Denizi‘nde, Silivri açıklarında 4.2 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi.
AFAD saat 16.38’da meydana gelen depremin 6.8 km. derinlikte oluştuğunu, merkez üssünün ise Marmara Ereğlisi açıkları olduğunu bildirdi. Kandilli Rasathanesi ise depremin büyüklüğünü 4.3 olarak, derinliğini ise 12.9 kilometre olarak açıkladı.
Deprem küçük olmasına karşın, İstanbul‘da pek çok yerde hissedildi, özellikle kentin Avrupa yakasında küçük çapta panik yaşandı. İstanbul Valiliği şu ana kadar herhangi bir olumsuzluk bildirilmediğini açıkladı. Valilikten yapılan açıklama şöyle:
“AFAD Başkanlığı’ndan alınan bilgiye göre saat 16.38 Marmara Denizi’nde Tekirdağ’ın Marmara Ereğlisi ilçesi açıklarında 4,2 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiştir. Deprem İstanbul’da da hissedilmiştir. Deprem kaynaklı herhangi bir olumsuzluk şu ana kadar bildirilmemiştir. İstanbul, Tekirdağ/ Marmaraereğlisi ve hissedilen tüm il ve ilçelerimize geçmiş olsun.”
Deprem, İstanbul’un dışında Marmara Bölgesi‘nde bir çok yerde de hissedildi.
Şehrin yoğun ve stresli yaşamında bazen hayattan neler istediğimizi ve bizi neyin mutlu ettiğini arka plana atabiliyoruz. Yoğun mesai saatleri, trafikte geçen uzun saatler, denkleşmeyen faturalar, koşuşturmacalar, kavgalar…
Bütün bu sıkışıklık içerisinde şehir bizi doğadan koparıyor ve gökyüzünü seyredecek bir an dahi yakalayamıyoruz. Çünkü bizi yapay gündeminin içerisine çeken şehir, gökyüzünün ışıklarına da gene yapay ışıklarıyla engel oluyor.
Ayşegül Savaş’ın hikayesi ise bize bunun böyle olmak zorunda olmadığını bir kez daha hatırlatıyor.
Şehirden kaçış
Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı bölümünden mezun olan Ayşegül Savaş sonrasında yoğun bir iş temposu içerisine girmiş. Devlet Tiyatroları ve Mersin Üniversitesi Öğretim Görevlisi kadrosunda yıllarca çalışan Savaş, 10 yıl önce şehir yaşamını arkasında bırakmaya karar vermiş. Savaş, bu süreçte yaşadıklarını ise şöyle anlatıyor:
Baktım hiçbir şey beni tatmin etmiyor ben de oyunculuğu bırakıp sırt çantasıyla 2010’da Kaş’a geldim. Güzel gökkuşaklarını seyrettim, dağlarda dolaştım. Yüreğimin götürdüğü yere gitmeye çalıştım. Şehrin hırçınlığı burada yoktu ve bana terapi gibi geldi.
Daha sonra Nepal’e bir yolculuk yapan Savaş, burada yaşadığı dönüşümü “Oradaki inanç, oradaki duruş ve hayata bakış beni çok etkiledi. Bende anahtarlar o zaman açıldı. İnsan ne kadar uzaklaşırsa kendi hayatındaki sorunları da o kadar iyi görebiliyor” sözleriyle anlatıyor.
Lavanta ile karşılaşma
Savaş, orada Geleneksel şifa sanatları ile tanışıyor. Sonrasında ise bu bilgilerini renk terapisi, bioenerji, reiki gibi birçok alanda aldığı eğitim ile harmanlıyor. Arayışının sonucunda lavanta ile karşılaşıyor:
‘Ben en çok neyi seviyorum, benim hayat amacım ne, ben ne yaparsam bu dünyada mutlu olacağım?’ diye düşündüğüm zaman ‘evet’ dedim. ‘Benim çiçeklerim olmalı bahçem olmalı ve ben o çiçekleri insanlarla paylaşmalıyım.’ Sonra karşıma lavanta çıktı.
Ayşegül Savaş, şu anda Kaş’ın Gökçeören Mahallesi’nde kiraladığı üç dönümlük arazide kendi lavantalarını yetiştiriyor. Killi toprak ve bol güneşi seven lavantalar Savaş’ın ilgisi ve sevgisiyle birlikte kısa sürede Likya topraklarına uyum sağlıyor.
Savaş, “Lavanta kızlarım” diye hitap ettiği lavantaların suyunu ve yağını çıkarmaya onlardan çay ve merhem üretmeye başlıyor. Ayurveda, Cromaterapia ve halen devam ettiği Çiçek Terapi Eğitimi ile lavantaları terapi amacıyla insanlara sunmaya başlıyor.
Ayşegül Savaş’ın oluşturduğu lavanta bahçeleri
Lavanta ve terapi
Ayşegül Savaş’ın anlattığına göre lavanta sinir sistemiyle ilgili sorunlarda, uyku problemlerinde, migren gibi sorunlarda ve hatta nörolojik problemlerde tedavi amaçlı kullanılabiliyor. Birçok antidepresan ilacın içerisinde de yine katkı olarak kullanılıyor.
Lavantaların anksiyeteye iyi geldiğini belirten Savaş “İç meselelerimizin bir türlü bizi rahat bırakmaması, uykuya dalamamak ve izafi dünyanın sorumlulukları altında ezilmek gibi sorunlar yaşayabiliyoruz. Lavantalar, günümüzün o çokça müzdarip olduğu anksiyeteye iyi geliyor. Bütün bunlara huzur kapısı açtığını söyleyebiliriz” diyor.
Lavantaların kendisini de iyileştirdiğini söyleyen Savaş “Gerçek hayat amacımın bu olduğunu 35 yaşından sonra anlamış oldum. Bu beni de iyileştiriyor. Bundan daha güzel bir yol görmüyorum” ifadelerini kullanıyor.
Bataklıktan lavanta bahçesine dönüşüm
Bu süreç elbette bu kadar kolay olmuyor. Bu sürede yaşadığı zorlukları anlatan Savaş “Orası bataklıktı. Kışın çizmelerle toprağa girebiliyordum. Lavantalarım çürümesin diye kamyonlarla taş taşıdım. Her bir kamyon taşa iki bin lira verdiğimde oturup ağladım taşa para verdim diye” diyor.
Babasından kalan bir emekli maaşıyla bütün bunları yapmak zorunda kaldığını söyleyen Savaş “Kolay değil. Bu kadar emek ve Ziraat Bankası’na gidip kredinin biri bitmeden diğerini çekmek. Ama en azından çiçek açtığında karılığını aldığınızı hissediyorsunuz” ifadelerini kullanıyor.
‘Birçok insan en başta inanmadı bana’
Savaş, lavanta yetiştiriciliğine başladığında insanlardan ilk başta olumsuz yorumlar aldığını “İlk başta ekmeye başladığımda birçok insan inanmamıştı bana. ‘Tutmaz bunlar’, ‘Kökü bile yok doğru düzgün.’ İnanarak kızlarımla o kadar çok iletişim ve ilgide oldum ki… Şu anda dört yaşına girdiler. Artık iri gövdeleriyle, geniş ve yüksek saplarıyla ‘artık buradayız’ diyorlar” sözleriyle anlatıyor.
Şehirden uzaklaşmanın da kendi zorlukları olduğunu söyleyen Savaş, “Zor bir süreçti saçını sekiz yıl boyamamak, kuaföre gitmemek kaşlarını aldırmamak, sinemaya gitmemek…Gecenin karanlığında baykuşlarla bir arada olmak… Domuzlar bahçenize geldiğinde korkuyla onlara bakmak… Ama bunların hepsi inanın şehirdeki korkulardan daha büyük değil. Şehirde daha büyük paranoyalar yaşıyoruz. Burada en azından doğanın gerçekliğini yaşıyoruz” ifadelerini kullanıyor.
‘Toprağı değiştiriyoruz’
Ayşegül Savaş, toprakla iç içe geçirdiği zamanın ardından doğadaki dönüşümün daha çok farkına varmaya başladığını söylüyor ve geleneksel olana dönülmesi gerektiğini söylüyor:
Komşum olan 70 yaşındaki Mehmet Amca ‘Ayşe toprak nankör oldu. Toprak değişti. Mercimek ekiyorum her yer küf olmaya başladı’ diyor. Çünkü kirletiyoruz ve tüketiyoruz her şeyi. Apartman yapalım diyoruz ama orman yapalım demiyoruz.
Arazi sahibinden medyaya demeç
Ayşegül Savaş geçtiğimiz günlerde bir başka bir sorun ile daha karşılaştı. Araziyi kiraladığı kardeşlerden İsmail Gökçe, yerel basına verdiği bir demeçte lavantaları kendisinin yetiştirdiğine ve eğitim verdiğini söyledi.
Bu açıklamaya karşı tepkisini gösteren Savaş, sosyal medya hesabından bir yazı yayınladı ve bunun emek hırsızlığı olduğunu belirtti. Savaş’ın aktardığına göre yazısı kısa sürede büyük bir ilgi topladı ve kendisine yönelik yardım ve destek mesajları yağdı. Hatta ona ulaşan kurumlar arasında kendisine arazi vermeyi teklif edenler dahi oldu.
Savaş, “Bütün güzel insanlar yanımda olduklarına dair destek mesajlarını paylaşıyor. Ben buna ilahi adalet diyorum. Çok fazla olumlu mesaj aldım. Bu süreçte haklarımı da araştırarak arazi başkasından kiralanmış olsa da lavantalarımın gene bana ait olduğunu öğrendim. Yani alıp başka bir yere götürebilirim” ifadelerini kullandı.
Ancak Ayşegül Savaş, bu yaşanan sıkıntıyı atlatabileceklerini düşünüyor ve lavantalarıyla birlikte burada kurduğu yaşamı devam ettirmek ve kendi tabiriyle ‘çiçek elçiliği’ yapmayı sürdürmek istiyor.
Greta Thunberg Vakfı, 50 bini Kızılhaç ve Kızılay, 50 bini Solar Sister, 50 bini uluslararası sivil toplum kuruluşu Oil Change International’a ayrılmak üzere Afrika‘da iklim krizinin vurduğu insanlar için çalışan üç önde gelen kuruma 150 euro değerinde bağış yapacak.
Konuyu Facebook hesabından duyuran Greta Thunberg, paylaşımında şöyle yazdı:
Hepimizi etkileyen bir küresel acil durumun içindeyiz, ancak bunun olumsuz sonuçlarını herkes aynı şiddette yaşamıyor. İklim krizi, Afrika‘yı orantısız biçimde vurdu, krizde en az payı olanlardan olmasına rağmen.
Afrika iklim adaletinde kilit önemde ve hali hazırda hem çok büyük bir krizle hem de çok büyük bir fırsatla (insanı ve yeryüzünü ilk sıraya koyan, sürdürülebilir toplumların geliştirilmesi bağlamında) karşı karşıya.
Afrika, iklim krizinin etkilerinin en çok hissedildiği bölgelerden biri. Sıcaklık küresel ölçekte yükselirken kıta, özellikle Sahra altı Afrika başta olmak üzere sıcak hava dalgaları, kuraklık ve sellerle boğuşuyor. Bilim insanları, iklim krizi derinleştikçe Afrika’da bu gibi meteorolojik olayların dozunu ve şiddetini arttıracağı uyarılarında bulunuyor.
Ödülle verilen 1 milyon Euro’nun tamamı bağışlanacak
Solar Sister, Tanzanya ve Nijerya’da temiz enerji alanında çalışan yerel kadın girişimcileri danışmanlık, eğitim ve pazarlama imkanları sunarak güçnlendirmeye çalışıyor. Oil Change International ise Afrika’daki doğaya ve canlıların sağlığına zararlı petrol ve gaz projelerine karşı mücadele veriyor ve yenilenebilir enerji projeleri destekliyor.
Söz konusu bağış, Greta Thunberg Vakfı’na Temmuz 2020’de verilen Gulbenkian İnsanlık Ödülü‘yle birlikte sunulan 1 milyon Euro sayesinde yapıldı. Tutarın tamamını iklim kriziyle mücadele eden ve zor durumda olanlara yardım eden kurumlara dağıtacağını duyuran Vakıf, geri kalan tutarı Thunberg’in ödülü Portekiz‘de kabulünün ardından bağışlayacak.
Demokrasi İçin Birlik (DİB), Türkiye ve Yunanistan arasında doğal gaz kaynaklarının paylaşımı nedeniyle ortaya çıkan gerginliğe ilişkin yazılı açıklama yaptı.
Söz konusu gerginliğin çatışmaya dönüşme olasılığının her iki ülkede de barıştan yana kişi ve kurumların endişe duymasına neden olduğuna değinilen açıklamaya Türkiye ve Yunanistan’dan çok sayıda isim ve kurum da imzalarıyla destek verdi.
“Akdeniz barış denizi olsun” başlığıyla yayınlanan açıklamanın tam metni şöyle:
Türkiye’de ve Yunanistan’da barıştan yana olanlar, demokratlar, ilericiler, sosyalistler, komünistler olarak iki ülke arasındaki gerginliğin çatışmaya dönme olasılığından tedirginlik duyuyoruz.
Gerek kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge, gerekse de Akdeniz’in petrol ve doğalgaz kaynakları konusundaki sorunlar barışçı bir biçimde çözülebilir. Ama açgözlü tekeller nedeniyle kavga konusu oluyor. Oysa tekellerin egemenliği altında, ülkelerimizin hiçbir zenginliği yaşam koşullarımızı iyileştirmedi aksine doğal varlıkların acımasızca sömürülmesi bugün salgınlarla, kuraklıklarla, sellerle dünyamızı tehdit eden iklim yıkımına neden oldu.
Akdeniz’in paylaşımı kavgasından Türkiye ve Yunanistan halklarının çıkarı yoktur.
Bölgemizde ve dünyada barış egemen olabilir.
Barış içinde yaşayabilir, doğal zenginlik kaynaklarının çevre tahribatına yol açmadan hangi biçimde değerlendirileceğini birlikte kararlaştırabiliriz.
Akdeniz tekellerin değil, bütün canlılarındır
Emperyalistlerin Akdeniz’den, ülkelerimizden ve Kıbrıs’tan ellerini, üslerini ve silahlı birliklerini çekmelerini istiyoruz.
Yerli ve yabancı tekellerin Akdeniz’in doğalgazı ve diğer zenginliklerini paylaşma kavgasından kaynaklanan çatışmalara karşıyız.
Doğalgaz kavgası nedeniyle karşılıklı olarak tırmandırılan milliyetçilik ve silahlanma yarışına son verilmelidir. Bütün olanaklar savaş için değil, halkın ihtiyaçları için kullanılmalıdır.
İki ülkenin de hükümetlerini barışçıl bir çözüm üzerinde anlaşmaya davet ediyoruz.
Yunanistan ve Türkiye halklarını barışçıl çözüm için hükümetlerini zorlamaya ve mücadele etmeye çağırıyoruz.
Akdeniz tekellerin değil, bölge halklarının ve bütün canlılarındır. Barış hayatımızı insanca sürdürebilmenin ve dünyamızı yaşanabilir kılmanın tek yoludur.”
Açıklamaya Türkiye’den imza veren kurum, parti, platform ve inisiyatifler şöyle:
2017 Bodrum Yurttaş İnisyatifi / 78’liler Girişimi / Adalar Vakfı / Anadolu Kadın Hareketi / Anti Kapitalist Müslümanlar / Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği (ADAM-DER) / Atakent Dayanışma Ağı Küçükçekmece / Demokrasi İçin Birlik (DİB) /Demokratik Alevi Dernekleri Genel Merkezi (DAD) / Devrimci Parti / DİSK Emekli Sen Edremit Şubesi / Diyalog Grubu / Dostluk ve Kültür Derneği (DKDER) / Edremit Kent Konseyi Kadın Meclisi / Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) / Emek Partisi (EMEP) /Fabrika Dergisi /Gelecek İçin Biz / Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı (HBAVKF) / Halkevleri / Halkların Demokratik Kongresi (HDK)/ Halkların Demokratik Partisi (HDP) / İnsan Hakları Derneği (İHD) / Kaldıraç / Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) / Kazdağları İstanbul Dayanışması / Kırkısrak Kültür Vakfı / Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSA) / Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Edremit Şubesi / Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP) / Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) / Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) / Tüm Emekli İş Sendikası Edremit Şubesi / Tüm Emekliler Sendikası Espiye temsilciliği / Tüm Tokatlılar Derneği (Tüm Tok Der) / Türkiye İşçi Partisi (TİP) / Türkiye PEN / Üniv-Der (Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği) / Yeniden Bakış Eğitim Kültür Girişimcilik Derneği / Yeşil Sol Parti (YSP) / Yurttaş Girişimi
Yunanistan’dan imza veren kurum ve örgütlerin listesi ise şu şekilde:
Antikapitalist Enternasyonal Sol İnisiyatif / Antikapitalist Sol Birlik (ARAS) / Zorunlu Askerler Dayanışma Komitesi / Çağdaş Komünist Plan Politik Hareketi / İhtilal İnisiyatifi (Atina gazeteleri Birliği gazetecileri içinde bir grup) / Kadın Sorunlarını Araştırma Merkezi / Kallithea İşçi Derneği / Komünist Güçler Koordinasyonu / Nea Smyrni İşçi Derneği / Nikia Vatandaş Hareketi / Sol İnşa Hareketi (ARAN) / Telesilla Yunanistan Feminist Kadınlar Ağı / Trikala İşçi Derneği / Tüm Yunanistan Savaş Karşıtları Hareketi Koordinasyonu (PAKS) / Yeni Sol Akım (NAR) / Yunanistan Komünist Partisi Yeniden İnşa Örgütü / Yunanistan Politik ve Sosyal Haklar Ağı / Zografou “Bağımsız Şehir” Belediye Hareketi
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Batman Milletvekili Feleknas Uca, İpek Er’e cinsel saldırıda bulunduktan sonra intihara sürüklediği iddiasıyla tutuklandıktan sonra serbest bırakılan eski uzman çavuş Musa Orhan‘la ilgili Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi. Önerge bakanlıkça, “yaralayıcı dil” kullanıldığı gerekçesiyle işleme alınmayarak geri gönderildi.
Uca’nın soru önergesi şöyle:
“Batman’ın Beşiri ilçesine bağlı bir köyünde İ.E. adlı kız çocuğunun, silahla yaşamına son vermek istemesiyle Uzman Çavuş Musa O.nun tecavüzüne maruz kaldığı ortaya çıkmıştı. Olayın duyulmasının ardından gözaltına alınan Musa, savcılık ifadesinin ardından “nitelikli cinsel istismar” suçundan tutuklama istemiyle Siirt Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edildi.
“Sulh Ceza Hakimliği, Musa O.’ya yurtdışı yasağı ve adli kontrol tedbiri uygulayarak serbest bırakılmasına karar verdi. İ.E.’nin hastanede tedavisi devam ederken, doktorları, yüzde 80 felçli kalabileceği bilgisini verdi. Doktorların aktarımına göre, iç organları parçalanmış ve büyük hasar görmüş olan İ.E’nin böbrekleri de su toplamış durumda. İ.E.’nin hala cihaza bağlı yaşam mücadelesi verdiği belirtildi. Gizlilik kararı uygulanan dosyada Uzman Çavuş Musa O. ise ifadesinde, İ.E. ile herhangi bir cinsel birliktelik yaşamadıklarını ileri sürdü. Ancak hem İ.E’nin yazmış olduğu mektupta hem de Adli Tıp raporunda tecavüzün olduğu açıkça ortadadır.
Cinsel saldırıyı reddeden O.’ya savcılıkta tecavüzü doğrulayan Adli Tıp Raporu da soruldu. O.’nun savcılık sorgusunda, İ.E. ile Siirt’te buluştuklarında “alkollü” olduğunu söylediği öğrenildi. Ailenin, avukatların ve kadınların tüm çağrı ve çabalarına rağmen fail hala tutuklanmadı. Daha önce uzman çavuş M.O. hakkında jandarma ve savcılığa yapılan şikâyetin de işleme konulmadığı belirtildi.”
HDP’li vekil, önergesinde Adalet Bakanı’nın şu soruları yanıtlamasını istedi:
İ.E’nin canına kastetmesine ve felç kalma ihtimaliyle yaşam savaşı vermesine sebep olan Musa O’nun işlediği istismar suçu, delil ve Adli Tıp raporuyla ortadayken, serbest bırakılmasının nedeni nedir?
Tecavüz suçu işleyen failin “alkollüydüm” savunması serbest bırakılmasında etkili olmuş mudur? İ.E’nin ailesinin şikayetinin işleme konulmamasının nedeni nedir? Bunun sorumluları hakkında bir soruşturma başlatılmış mıdır?
Ülkemizde, kadınlara ve çocuklara yönelik, tecavüz, taciz ve şiddetin bu kadar yoğun olduğu bir dönemde tecavüz failinin serbest bırakılması, bu tür suçların daha da artmasına neden olmayacak mı? Cezasızlığın, suça meyilli kişileri cesaretlendirmesi söz konusu değil midir?
Tecavüz failleri serbest kaldığı sürece kadınlar ve çocuklar, şiddet ve istismardan nasıl korunacaklar? Bunu sağlayacak bir yönteminiz bulunmakta mıdır?
Son dönemde Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı illerde Uzman Çavuşların işledikleri istismar suçları tesadüf müdür? Kürt illerinde yaşanan istismarlara göz mü yumulmaktadır?
Ne olmuştu?
Uzman Çavuş Musa Orhan’ın 18 yaşındaki İ.E.’yi 20 gün alıkoyup cinsel saldırıda bulunduğu ortaya çıkmıştı. İ.E. intihar etmiş ve arkada bıraktığı mektubunda detayları anlatmıştı. İ.E. 16 Temmuz’dan beri tedavi edildiği hastanede dün (17 Ağustos 2020 Salı) yaşamını kaybetmişti.
Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hakkında “nitelikli cinsel saldırı” suçundan soruşturma başlatılan uzman çavuş O., 17 Haziran’da çıkarıldığı Siirt Sulh Ceza Mahkemesi’nce “adli kontrol” tedbiri ile serbest bırakılmıştı.
Adli tıp Raporu’nda İ.E.’ye tecavüz edildiği belirtilmesine rağmen failin serbest bırakılmasına karşı kamuoyundan itirazlar yükselmiş; Siirt Barosu ve Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı itirazlar ise reddedilmişti.
Soruşturma kapsamında Orhan hakkında düzenlenen iddianame ise Siirt Ağır Ceza Mahkemesi tarafından başsavcılığa iade edildi. Bunun üzerine başsavcılık, mahkemenin verdiği karara karşı itirazda bulundu. Eski uzman çavuş, sosyal medya tepkileri sonrası tutuklandı ancak sonrasında yine serbest bırakıldı.
Meclis de ‘yaralanmıştı’
HDP İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu‘nun Kürt işçilerin Yozgat’tan kovulması ile ilgili İçişleri Bakanı Süleyman Soylu‘nun yanıtlaması istemiyle sorduğu sorular da TBMM Başkanlığı’nca ‘kaba ve yaralayıcı’ bulunarak iade edilmişti. Meclis Başkanı Mustafa Şentop, cevabi yazısında bazı soruların Başkanlıkça “kabul edilemeyeceğini” ifade etmişti.
Eylül, Biseksüellik Görünürlük ayı. Konuyla ilgili konuştuğumuz Umut Erdem, biseksüeller hakkında yalnızca LGBTİ+ olmayanların değil, LGBTİ+ topluluklarının içinde de belli bir önyargının olduğunu anlattı.
Geçen yılın Aralık ayında hayata geçirdiği ve adını Ütopya‘dan ilhamla Bitopya olarak koyduğu sitesi hakkında da bilgi veren Erdem, mücadelesinin ütopik yanını “monoseksizmle mücadele etmek kolay değil” sözleriyle açıkladı.
Erdem, kurduğu platformun konuya dair yazıların, ve çevirilerin yer aldığı bir bilgi havuzu olmasını amaçladığını söyledi.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusyalı yazar Sergey Komkov tarafından 2021 Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Kremlin’den de bu yönde bir karar alınırsa harika olacağını, ancak alınmazsa da bir sorun olmadığı bildirildi.
Yazar ve akademisyen Komkov, Putin’in 2021 Nobel Barış Ödülü’ne adaylığı için 10 Eylül’de başvuruda bulunduğunu açıkladı.
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov ise, konuyla ilgili gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bildiğiniz gibi, bu ödüle tamamen farklı insanlar aday gösteriliyor. Bu da bu teklifleri yönlendiren kişilerin inisiyatifi. Bu durumda adı geçen yazarın inisiyatifi söz konusu. Adayların değerlendirilmesi için özel bir prosedür var. Bu yönde bir karar alınırsa, bu harika olur. Alınmazsa da sorun yok. Bu konuda başka bir şey söylemek zor” ifadelerini kullandı.
Aşırı sağcı milletvekili de Trump’ı aday göstermişti
Daha önce başörtüsünü Ku Klux Klan ve Nazi kıyafetlerine benzeterek tartışmalara neden olan Sağcı Norveç İlerleme Partisi‘nin (FrP) üst düzey yöneticilerinden Christian Tybring-Gjedde de bu ayın başında ABD Başkanı Donald Trump‘ı Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermişti.
Adaylık gerekçesini Trump’ın İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında yapılan barış anlaşmasına katkısı, Hindistan ile Pakistan arasındaki Keşmir sınır anlaşmazlığı ve Kuzey ve Güney Kore arasındaki çatışmalarda oynadığı arabulucu rol olarak açıklayan Tybring-Gjedde daha önce başörtüsünü Ku Klux Klan ve Nazi kıyafetlerine benzetmişti.
Trump ise adaylıktan çok memnun olduğunu belirterek, Norveçli siyasetçiye teşekkür telefonu açmıştı.
Erzincan‘ın Kemaliye ilçesinde 2019 Ekim’inde başlatılan altın madeni arama çalışmalarına halkın tepkisi dinmiyor. Change.org’da başlattıkları kampanya ile seslerini duyurmaya çalışan Kemaliyeliler, bölgedeki sondaj çalışmalarının durdurulması için hukuki süreç başlatttı.
Kemaliye Çevre Platformu üyelerinden Mustafa Adıgüzel‘in aktardığına göre, bu yılın başında 23 Ocak’ta yapılmak istenen ÇED toplantısı, halkın direnişiyle engellendi. Kendilerine CHP CHP Kahramanmaraş milletvekili Ali Öztunç ile Denizli milletvekili Gülizar Biçer Karaca‘nın destek verdiğini belirten Adıgüzel, tek amaçlarının siyanür havuzlarının oluşmasına, sularının ve Kemaliye ile köylerinin yok olmasına engel olmak ve yaban hayvanlarının yaşam hakkını savunmak olduğunu vurguladı.
Geçtiğimiz haftalarda firmadan bir kişinin çalışmaları engellemek isteyen halkı “200 asker yığarım” diyerek tehdit ettiği görüntüler sosyal medyada yer almıştı.
Bugün köyümüz toprakları içerisinde yer alan Kızıltepe mevkinde bir maden şirketinin yetkilisi olduğunu beyan eden bir kişi tarafından köy halkımız tehdit edilmiştir.Şunu bilmenizi isteriz ki talancı zihniyetiniz hiçbir şekilde hiçbir koşulda bu toprakları teslim alamayacaktır. pic.twitter.com/oSdrb7ciib
Dünyanın dört bir yanında iklim krizine karşı harekete geçilmesi talebiyle iklim için okul grevine çıkan öğrencilerin başlattığı Fridays for Future (Gelecek için Cumalar) hareketi 25 Eylül Küresel İklim Grevi için çağrı yaptı.
Türkiye’den de bu çağrıya ses veren öğrenciler grevlerini koronavirüs salgını sebebiyle “İklim adaleti sosyal adalettir” temasıyla dijital ortamda gerçekleştirecek.
İklim adaleti talebini yükseltmek isteyen öğrenciler ve çağrılarına yanıt vermek isteyen yetişkinler 25 Eylül Cuma günü saat 17.00’da Youtube üzerinden canlı yayınlanacak etkinlik ile bir araya gelecek. Etkinlikte farklı şehirden öğrenciler ve çeşitli kurumlardan kişiler konuşmacı olarak yer alacak.
İklim krizi her geçen gün daha da kötüleşiyor
FFF Türkiye tarafından yapılan çağrıda “Etrafımızdaki her şey pandemiden dolayı dursa dahi iklim krizinin durmadığını ve her geçen gün kötüleştiğinin farkındayız ve bu yüzden aktivizmimizi dijital ortamdan devam ettiriyoruz” denildi. Açıklamanın devamı ise şu şekilde:
Karantina yüzünden evde olduğumuz bu dönemde bu sorunları çok daha fazla düşünmeye ve aktif sosyal medya kullanımıyla çok net bir şekilde görmeye başladık. Dezavantajlı konumda olan insanların korona virüsten ve iklim krizinden daha çok etkilemesi, iklim krizinin yarattığı sonuçların kız çocuklarının okula gitmesini engellemesi gibi örnekler bize iklim krizinin her ne kadar evrensel olsa da sonuçlarından hepimizin eşit bir şekilde etkilenmediğini göstermiş oldu.
Bu adaletsizliklerin de farkında olduğumuz için iklim aktivizmimize çok daha bütünsel bakmak zorunda olduğumuzu ve her alanda adaletsizliklere karşı çıkmamız gerektiğini içselleştirmek.
Bu nedenle de 25 Eylül’de iklim adaleti ve sosyal adalet kavramlarını birlikte ele alarak adaletsizliğe uğramış olan her canlının haklarını savunacağız!
Neden mi iklim adaleti için sosyal adalet?
Sosyal adalet fırsat ve kaynakların eşit dağıtımının olması, eşitliğin ve adaletin olmadığı durumlarda ise bu eşitliğin sağlanması olarak tanımlanmaktadır. Sosyal adalet savunuculuğu ise toplumdaki tüm bireylerin fırsatlara eşit bir şekilde erişmesi için yapılan tüm çalışmaları ifade etmektedir. Sosyal adalet sınırlı değildir ve toplumda yaşanan pek çok olay ya da duruma bağlı olarak çeşitli süreçleri ve mücadeleleri gerektirir. Ancak bazıları bu dünyada adil koşullarda yaşarken, bazıları daha dezavantajlı durumdadır bu nedenle günlük yaşamda adil olayların yaşanması, sosyal adaletin sağlanması ile mümkündür.
Giderek büyüyen küresel bir sorun haline gelen sosyal adaletsizlikle hem uluslararası arenada hem de yerel düzlemde etkin şekilde mücadele etmemiz gerek.
En yakın zamanda bu sosyal adaletsizliğe bir dur demeliyiz.
İklim adaleti mi?
Gün geçtikçe derinleşen iklim krizi ile birlikte yeni normalimiz haline gelen aşırı hava olayları, afetler sadece çevreyi değil, ekonomiyi, sosyal yaşamı, kültürü ve siyaseti de etkilemektedir.
Bu da bize gösteriyor ki iklim krizi sadece bir çevre meselesi değildir.
İklim kriziyle birlikte hali hazırda sistemimizde var olan eşitsizlikler ve adaletsizlikler de derinleşmektedir. ‘’İklim Adaleti’’ kavramı da bize; küresel ölçekte hali hazırda karşılaştığımız adaletsizlikleri daha da derinleştirmekte olan iklim krizinin en temelinde bir adalet sorunu olduğunu söylüyor.
Bir başka açıdan, iklim krizi sorunu ve mücadelemiz içinde önemli bir yer tutan ‘’İklim Adaleti’’nin temeli ekoloji, iklim krizi ve sosyal adaletin bir arada ele alınmasıdır.
İklim adaletinin ele aldığı temel sorun ise; iklim krizinin yaşanmasında en az katkıya sahip olanların, iklim krizinin sonuçlarından ilk ve en derinden etkilenenler veya etkilenecekler olmasıdır.
İşte biz de iklim aktivistleri olarak tüm bu olanlara karşı her zaman iklim adaleti = sosyal adalet diyoruz.
İklim adaleti ve sosyal adaleti için biz değilsek kim, şimdi değilse ne zaman?
25 Eylül Küresel İklim Grevi
Artan iklim krizine karşı biz!
İklim krizi her geçen gün daha büyük bir tehdit haline geliyor ve küresel iklimin bu yüzyılda ve sonrasında değişmeye devam edeceği tahmin ediliyor. Artan sıcaklık, sıklaşan fırtınalar ve yükselen deniz seviyesi biyoçeşitliliği tehlikeye atıyor. Şartlara uyum sağlayamayan bir sürü hayvan türü önümüzdeki yıllarda yok olacak.
Ayrıca ormansızlaşma tropikal yağmur ormanları için büyük bir tehdit çünkü bu ormanlar dünyanın biyolojik çeşitliliğinin yaklaşık üçte ikisine ev sahipliği yapıyor. Pandemi, yangınlar, kum fırtınaları, sel gibi özellikle 2020’de ülkemizde ve dünyada gündem olmuş felaketler iklim krizi ile bağlantılı.
Ekolojik felaketlerle ve etkileriyle karşı karşıya kaldıklarında özellikle az gelişmiş ülkeler sivil huzursuzluk, siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çöküş gibi sorunlarla karşı karşıya geliyor. Yüksek sıcaklıklar ve aşırı, daha az dengesiz hava koşullarının yağışları, akarsuları ve yeraltı sularını etkileyeceği ve su kalitesini bozacağı tahmin ediliyor.
Bu koşullar iklim mültecilerinin ortaya çıkmasına, kriz altında kalan ülkelerde üretim araçlarının azlığı sebebiyle iş gücünün değersizleşmesine ve potansiyel savaşlara yol açacak.
Talepler
25 Eylül Küresel İklim Grevi’nde Türkiye’nin dört bir yanından öğrenciler ve yetişkinler aşağıdaki talepler etrafında bir araya gelecek:
Paris İklim Anlaşmasının meclisten geçirilmeli ve bu anlaşmanın tüm gerekliliklerinin harekete geçirilmeli.
Türkiye’de İklim Acil durumu ilan edilmesi ve iklim aciliyetiyle yüzleşilmesi.
Küresel ısınmanın 1,5 derece seviyesi ve altında tutulması için uğraşılması, yapılan çalışmaların hepsinde bilim dinlenmeli.
Türkiye’de başta olmak üzere, ekolojik yıkıma sebebiyet verecek projelerin; kanal projesi, tarımı alanlarını, suyumuzu, doğal yaşamı tehdit eden tüm maden projeleri, termik santraller ve doğalgaz projelerinden yatırımlar geri çekilmeli, durdurulmalı.
İklim krizinin beraberinde getirdiği hak ihlallerine karşı harekete geçmeli ve haklarımızın ihlallerine karşı önlem alınmalı.
İklim krizi, dezavantajlı grupları ciddi bir boyutta etkilediğinden dolayı iklim adaleti ve sosyal adalet ile birlikte fırsat eşitliği sağlanmalı.
Nasıl Destek Olabilirsin?
25 Eylül’de gerçekleşecek etkinliklere destek ver. Gelişmelerden haberdar olmak için Fridays for Future Türkiye hesaplarını takip et.
Belarus’ta Aleksandr Lukaşenko’nun 6’ncı dönemine resmen başladığının duyulmasıyla birlikte başkent Minsk‘te ve çeşitli bölgelerde binlerce kişi protestoların sembolü olan kırmızı-beyaz bayraklarla yürüdü.
Viasna İnsan Hakları Grubu‘nun aktardığına göre Minsk‘te protestocular ve çevik kuvvet sık sık karşı karşıya geldi, kentte 150’den fazla protestocu gözaltına alındı. Polis, biber gazı kullanarak kalabalığı dağıttı.
Merkezi Seçim Komitesi, 9 Ağustos’ta yapılan seçimin sonuçlarına göre geçerli oyların yüzde 80’ini 26 yıldır iktidarda olan Lukaşenko’nun aldığını açıklamış, bunun ardından ülke çapında protestolar başlamıştı.