Ana Sayfa Blog Sayfa 1893

Çok eşliliği savunan başhekim yardımcısı görevden alındı

Eski adıyla GATA, yeni adıyla Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi‘nin başhekim yardımcılığı görevini yürüten Dr. Ali Edizer, sosyal medya hesaplarından Medeni Kanunu ve tek eşliliği hedef alan paylaşım yaptı.

ATV’de yayınlanan ‘Esra Erol’da’ programını eleştiren Edizer, şu ifadeleri kullandı:

Esra Erol’a bizi götüren yolun başı, İsviçre Medeni Kanununun kabul edilmesidir. Sorsan ‘kadına özgürlük ve uygarlık’ kazandırıldı. Resmiyete tek eşlilik, fiiliyatta zina ve fuhuş serbestliği. Kuvveden fiile batı ahlâksızlığı…”

Menzil Tarikatı‘na mensup olduğu öne sürülen Ali Edizer’in sosyal medya hesabında paylaştığı bir başka video konuşmasında da, “Medeni Kanun’u yıkmak için mücadele ettiğini” söylemiş, Türkiye Cumhuriyeti yasaları gereği resmi nikahla sadece tek kişiyle evlenilmesini eleştirerek, “Boşanmak yerine 2. eşi alın” demişti.

CHP’li Özer Sağlık Bakanı’yla görüştü

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Edizer’in paylaşımıyla ilgili olarak Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ile görüştüğünü duyurdu: 

 “Sosyal medya paylaşımları nedeniyle GATA’nın Başhekim Yardımcısı Ali Edizer’e partimizde ve kamuoyunda duyulan büyük rahatsızlığı Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya ilettim. Sayın Bakan duyduğu rahatsızlığı ifade etti, yarın gereğinin yapılacağını iletti.” 

‘Aldım, kabul ettim’ 

Tepkilerin artması üzerine Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu tarafından hakkında inceleme başlatılan Edizer, sözleşmesi feshedilerek görevden alındı. Ali Edizer, görevden alınmasını yine sosyal medya hesabından “Aldım, kabul ettim Sayın Bakanım. Başım üstüne” sözleriyle değerlendirdi. 

Edizer, konuyla ilgili rahatsızlıklarını dile getiren CHP’ye de “klasik CeHaPe hazımsızlığı” sözleriyle yüklendi:

 

İklim değişikliği sebebiyle geceler gündüzlerden daha fazla ısınıyor

Yeni yapılan bir araştırma, iklim değişikliğinin sebep olduğu sıcaklık artışlarının geceleri gündüze kıyasla daha fazla yaşandığını ortaya koydu. Bu da birçok tür için olumsuz sonuçlar doğuruyor.

Dünyanın dört bir yanında 30 yılın üzerindeki zaman aralığında kaydedilen sıcaklıkların incelendiği araştırmada, Exeter Üniversitesi’nden bilim insanları gezegenin ısınmasında bir asimetri olduğu sonucuna vardı.

Araştırmanın sonuçları Global Change Biology’de yayınlandı.

Geceler çeyrek derece fazla ısındı

1983’ten 2017’ye kadar uzanan iklim kayıtlarını inceleyen ekip, bazı noktalarda günlerin önemli ölçüde ısınırken, gece sıcaklıklarının ise çok az yükseldiğini fark etti. Hattı bazı bölgelerde hatırı sayılır soğuma zamanları dahi vardı.

Ancak büyük resme bakıldığında ortaya çıkan sonuç oldukça çarpıcıydı. Gezegenin kara yüzeyinin yarısından fazlasında, gecelerin ortalama yıllık sıcaklık artışı, gündüzlerden çeyrek santigrat derece daha fazlaydı.

Bu miktar kulağa az olarak gelebilir ancak bu boyuttaki sıcaklık değişimlerinin dahi ekoloji üzerinde önemli bir etkisi olabiliyor.

Science Alert’in aktardığına göre Exeter Üniversitesi’nden araştırmanın baş yazarı Daniel Cox, “Yalnızca geceleri veya yalnızca gündüzleri aktif olan türler özellikle etkilenecek” dedi.

Bulut örtüsü etkili olabilir

Ekip, çevresel etkenleri daha iyi anlamak için nem ve yağış gibi diğer iklim ile ilgili faktörler hakkında da bir dizi veri topladı. Çalışma kapsamında bitki büyümesindeki bölgesel farklılıklar da karşılaştırıldı.

Bu veriler bir araya getirildiğinde daha fazla bulut örtüsü gibi basit bir etken ısınmadaki dengesizliği kolayca açıklayabiliyor.

Küresel ısınma, gezegenin yüzeyine yakın ekstra miktarda enerji hapseder ve atmosferi nemi tutmaya teşvik eder. Bu da nem bulutlarına dönüşür. Ayrıca bulutlar, ışığın belli dalga boylarını uzaya ya da tekrar yere yansıtma konusunda da etkili.

Bulutlar gece ve gündüz farklı roller üstleniyor

Gün içinde bulutlar yüzeyi güneş ışığından bir miktar korumada yardımcı olabiliyor ve sıcaklığı azaltabiliyor. Bu gölgeleme efekti olmasaydı gezegenimiz çok daha fazla kızarabilirdi.

Gece olduğunda ise bu süreç tersine dönüyor. Bulutlar yeryüzünden yayılan sıcaklığın uzaya geçişini engelleyici etki göstererek yüzeyin daha sıcak kalmasını sağlıyor.

Her ne kadar çalışmada elde edilen bu farklı ısınma pratiklerinin sebebi olarak bulutlar gösterilebilse bile daha iyi modellemeler yapmak için daha fazla somut veriye ihtiyaç duyuluyor.

‘Önemli etkileri var’

Cox, “Isınma asimetrisinin doğal dünya için potansiyel olarak önemli etkileri var” değerlendirmesinde bulunuyor. İklim değişikliği sebebiyle gece saatlerindeki ısınmanın gündüz saatlerine kıyasla daha fazla olduğunu bulduklarını belirten Cox şu ifadelere yer verdi:

Araştırma ayrıca, bu durumun bitki büyümesi ve böcek ve memeliler gibi türlerin etkileşimlerinde de önemli etkilere sahip olduğunu gösteriyor.

Cox, değişen sıcaklıkları ve bulut oluşumunu incelemek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunu belirtti. Özellikle sera gazları, toz seviyeleri ve diğer değişiklikler hesaba katıldığı zaman bulutlar konusunda araştırma yapmak oldukça karmaşık hale gelebiliyor.

Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye boykot çağrısı

Suudi Arabistan Ticaret Odaları Başkanı Türk mallarına boykot çağrısında bulundu.
 

Eylül ayı enflasyonu açıklandı: Yıllık yüzde 11.75

Eylül ayında TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) aylık yüzde 0.97 arttı. Yıllık TÜFE ise yüzde 11,75 oldu. 

Beklentiler, TÜFE’nin eylülde aylık yüzde 1.35 artış göstermesi, yıllık enflasyonun ise yüzde 12.13’e yükselmesi yönündeydi. TÜFE, ağustos’ta aylık yüzde 0,86 artmış, yıllık TÜFE ise yüzde 11,77 olmuştu. 

En yüksek artış çeşitli mal ve hizmetler,sağlık, gıda ve alkolsüz içeceklerde

TÜFE’de bir önceki yılın aynı ayına göre en yüksek artış ana gruplarda sırasıyla yüzde 25,17 ile çeşitli mal ve hizmetlerde, yüzde 15,09 ile sağlıkta, yüzde 14,95 ile gıda ve alkolsüz içeceklerde gerçekleşti. 

Buna karşılık, geçen yılın aynı ayına göre, TÜFE en az yüzde 6,74 ile haberleşmede, yüzde 6,91 ile giyim ve ayakkabıda, yüzde 7,55 ile eğitimde arttı. 

Eylül 2020’de, endeksteki 418 kalemden 314’ünde ortalama fiyatlar arttı, 62 maddenin ortalama fiyatı düştü, 42 maddenin ortalama fiyatında ise değişim olmadı.

 

CHP hayvan haklarına ilişkin dört farklı yasa teklifini meclise sundu

4 Ekim Dünya Hayvan Hakları Günü‘nde hayvan hakları ile ilgili düzenleme öngören dört farklı kanun teklifi TBMM Başkanlığı‘na sunuldu.

Teklifler Meclis’e CHP Genel Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, CHP Genel Başkan Yardımcısı Kahramanmaraş Milletvekili Ali Öztunç, İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil ve Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz tarafından iletildi.

Kanun teklifleri ile ilgili açıklama yapan Gülizar Biçer Karaca ‘TBMM’de tüm partilerin uzlaşısı ile kurulan hayvan hakları araştırma komisyonu tam bir yıl önce çalışmalarını tamamlayarak raporunu kamuoyu ile paylaştı. Aradan geçen bir yıla rağmen hayvan hakları yasasının esamesi bile okunmadı” dedi.

‘Kamuoyu ve toplum vicdanı oyalanıyor’

Karaca, “Yasayı çıkaracağız söylemleriyle kamuoyu ve toplumun vicdanı oyalanmaktadır” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak komisyon raporunda yer alan düzenlemeleri içeren kanun tekliflerini hazırladıklarını ve TBMM Başkanlığına sunduklarını belirten Karaca, TBMM’de uzlaşı ile kabul edilen ve rapora imza atan tüm AKP ve MHP Milletvekillerine seslendi:

Eğer hayvan hakları yasasında samimiyseniz, attığınız imzanıza sahip çıkın ve verdiğimiz kanun teklifini bir an önce gündeme alalım ve  yeni yasama yılının ilk yasası olarak yasallaştıralım.

Dört kanunda değişiklik önerildi

Türk Ceza Kanunu’nda, Hayvanları Koruma Kanunu’nda, İl Özel İdaresi Kanunu ve Büyükşehir Belediye Kanunu’nda değişiklikler öngören yasa teklifinin detaylarını paylaşan Gülizar Biçer Karaca şunları söyledi:

Hayvan öldürme, eziyet ve kötü muamele gibi fiilleri TCK kapsamına alan bir kanun teklifi verdik. Hayvan öldürme, eziyet ve kötü muamele suç sayılacak ve failler buna göre cezalandırılacak. Büyükşehir Belediyesi Kanununda teklif ettiğimiz değişiklik ile Büyükşehir Belediyesinin görevleri arasına hayvan bakım evleri ve kısırlaştırma merkezleri açmak yer alacak.

İl Özel İdaresi Kanununda öngördüğümüz değişiklik ile de belediye sınırları dışında kalan alanda hayvanlarla ilgili çalışma yapmaya İl Özel İdaresi yetlili olacak. Belediye sınırları dışında kalan alanlarda hayvanlara ilişkin kimin çalışma yapacağı sorununun ortadan kalkması hedefleniyor.

Ayrıca Büyükşehir Belediyeler ve İl Özel İdareleri bütçelerinde hayvanlarla ilgili yapacakları çalışmalar için pay ayırmak zorunda olacaklar. Hayvanları Koruma Kanununda çok kapsamlı değişiklikler öngördük. En önemlisi kanunun adı Hayvan Hakları Kanunu olacak. Kanunun adının değiştirilmesiyle, hayvanların da doğuştan gelen bazı haklara sahip olduğunun kabul edilmesi ve bir hukuk öznesi olmasa da can taşıyan, duygulu varlıklar olduğu kabul edilerek bir hukuk nesnesi yani eşya da sayılmaması amaçlanmıştır. 25 maddelik kanun teklifinde mevcut kanunda sorun olan düzenlemeler değiştirilmiştir.

‘Bir gün değil 365 gün hayvan hakları günü olsun’

Gülizar Biçer Karaca 4 Ekim Hayvan Hakları Günü ile ilgili olarak ise “Umarım bu 4 Ekim hayvan hakları için bir milat olur. Hayvan dostlarımızın haklarını teslim etmek, sadece bir gün değil 365 gün hayvan hakları günü olması için kanun teklifimiz acilen yasallaşmalı” ifadelerini kullandı.

AKP’nin alametifarikası: Acele kamulaştırmayla mülksüzleştirme ve sermaye birikimi yaratma – Pelin Cengiz

Yerli ve yabancı büyük şirketler kâr etmek, sermayelerini büyütmek ve nüfuzlarını artırmak için dünyanın her köşesini, dünyanın bütün kaynaklarını, doğayı, canlıları ve insanları kullanıyor. Durmak bilmeyen bir kâr hırsı sarmalıyla bazen aralarında çatışarak, bazen de anlaşarak kurdukları sömürü düzeniyle dünyanın dengesini değiştiriyorlar. 

Devletleri, iktidarları, siyasi güç odaklarını da bu amaçlarına kim zaman ortak ediyor kimi zamanda alet ediyorlar. 

Dünya çok fazla şey kaybetti, buna dur demek için harekete geçilmezse, daha çok şey kaybedeceğiz.  İnsan davranışlarının düzenlenmesi adına yeryüzünün kurallarıyla uyumlu bir yol bulana kadar ekolojik sınırları zorlamaya ve ekolojik dengeyi sarsmaya devam edeceğiz. Belki de gideceğimiz yolun sonuna gelmişizdir. İnsanlığın yapacağı son iş, doğanın ve dolayısıyla kendisinin sonunu hızlandırmak mı olacak, göreceğiz…

Duruma Türkiye özelinden bakacak olursak, dağları, ovaları, gölleri, dereleri, ormanları yok ederek, kamusal varlıklara ve emeğe fütursuzca saldırarak kendini var eden, önüne çıkan “ayak bağı” olarak gördüğü yasaları by-pass ederek aşmayı başaran, acele kamulaştırmalarla yurttaşları mülksüzleştirerek sermaye birikimi gerçekleştiren bir rejim saldırısı altındayız.

Acele kamulaştırma meselesine tekrar döneceğim, küçük bir hatırlatmadan sonra…

Kamulaştırma tartışmaları

Geçtiğimiz günlerde CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke, katıldığı bir TV programında, iktidara geldikleri takdirde, AKP’ye ve dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakınlıklarıyla bilinen, aldıkları kamu ihaleleriyle en çok ihale alan şirketler sıralamasında ilk 10’a giren şirketleri kamulaştıracaklarını söyledi.

Böke, “Türkiye’deki bütün kaynakları rantla yemiş olan beş şirketten bahsediyorum. Ne müzakeresi yapacağız? Müzakere filan yok. ‘Bunlar artık kamunundur’ diyeceğiz ve devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Böke, karşılarında iyi niyetli anlaşma yapacak iyi niyetli bir yapı olmadığını ifade ederek şöyle devam etti:

Vatandaşın emek emek alınteriyle biriktirdiği vergileri, bu aile şirketi mekanizması ile paylaşmayı gönülden ortak olmuş beş tane müteahhitlik şirketinden bahsediyoruz. Bunlar rantçı, yandaş, hatta bir adım daha öteye gidelim talancı bir zihniyetin temsilcileri. Dolayısıyla, kamulaştırma faaliyetleri bir siyasi iradeden geçiyor. Nasıl ki kamu özel işbirliği adı altında rantçı-yandaş şirketlerle halkın kaynaklarını paylaşmış olmak bir siyasi iradeydi ise biz de benzer şekilde yapacağız. Elbette hukuk çerçevesinde yapacağız ama siyasi iradeyle yapacağız.”

Kamu ihalesi denildiğinde, Hazine garantili mega projeler denildiğinde akla AKP’ye yakınlığıyla bilinen Makyol, Kalyon, Cengiz, Limak ve Kolin şirketleri geliyor. Bu şirketler kamunun kaynaklarını sömürdüler, yeni projeler, yeni ihaleler alarak sömürmeye de devam ediyorlar. 

Bu şirketlerin AKP iktidarı döneminde yapılmamaları için büyük mücadele verilen havaalanı, köprü, yol, baraj, termik santral gibi ekokırım projelerinin üstlenicileri olmaları da tesadüf değildir. 

Böke’den önce CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da, ayın konuya dikkat çekerek, ihaleleri alan, Hazine garantileri zırhıyla donatılan, garantileri döviz bazında verilen şirketlerle ilgili, “CHP iktidarında bunların tamamını kamulaştıracağız. Tamamını Türk Lirası’na dönüştüreceğiz” demişti.

Bu şirketlerin devletten aldığı ihalelerin toplam bedelinin 150 milyar dolar seviyesinde olduğu belirtiliyor.

Sermayenin rahatsızlığı

CHP kanadından gelen bu açıklamalar sermaye kanadını huzursuz etti. TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski, son zamanlarda bazı siyasi partilerden “mülkiyet haklarını ihlal edecek türde” bazı açıklamalar duyduklarını belirterek, “Türkiye, hür teşebbüs ve mülkiyet haklarının garanti altında olduğu bir ülkedir. Herhangi bir özel şirketin mülkiyet haklarını çiğneyecek bir şekilde kamulaştırılması asla söz konusu olmamalıdır. Haksızlıklarla mücadele edilmek isteniliyorsa izlenecek yol, hukuk kuralları içerisinde olmalıdır” dedi.

Türkiye’de beşli çetenin dışında da şirketler ülkenin altını üstüne istediği gibi getirebilsin diye acele kamulaştırmalar yapılıyor, yurttaşın malı mülkü, arazisi, tarlası gasp ediliyor, ekokırım projelerine karşı çıkanlar mülksüzleştirme yoluyla cezalandırılıyor.

Çok merak ediyorum, Simone Bey, bir kere bu konular hakkında açıklama yaptı mı, bu haksızlığa karşı dur denmediğinde sıranın bir şirkete, bir fabrikaya gelmeyeceğinin garantisini mi aldı? 

Kamulaştırma Kanunu’nun 27’nci maddesine göre; savaş, doğal afet gibi olağanüstü durumlarda kamulaştırma yapılmak istenen taşınmaz hakkında bilirkişi tarafından bedel tespitinin yapılması dışındaki tüm işlemler sonradan yapılmak üzere acele kamulaştırma kararı verilebiliyor. 

Türkiye’de epeydir ağırlıklı olarak kentsel dönüşüm, ulaşım, mega projeler ve bazı enerji projeleri için acele kamulaştırma kararları alınıyor. Olağanüstü hallerde uygulanan acele kamulaştırma yıllar içinde giderek sıradanlaştırıldı, hatta olağanlaştırıldı.

Bakanlar Kurulu, daha önce bir çok HES ve termik santral projesi için EPDK’ya (Enerji Piyasası Denetleme Kurulu), kentsel dönüşüm ve yenileme projeleri için bazı belediyelere, baraj tipi hidroelektrik santraller için ise DSİ’ye (Devlet Su İşleri) “acele kamulaştırma” yetkisi verdi. 

Acele kamulaştırma yoluyla mülksüzleştirme

Yasa gereği sadece istisnai durumlarda uygulanması gereken “acele kamulaştırma” genel bir uygulama haline geldi. 2004 yılından bu yana tam 1609 “acele kamulaştırma” kararı çıkarıldı. Bu, açıkça hak gasbıdır.

Çok uzağa gitmeyelim, Manisa Salihli’de Çapaklı Köyü’ne yapılmak istenen biyogaz tesisi için bir süredir mücadele yürütüyor. Geçtiğimiz günlerde acele kamulaştırma ve Cumhurbaşkanı kararı ile beş parselde 107 dönüm tarım arazisine el konuldu.

Bunun için çevre örgütlerinden, sivil toplum kuruluşlarından ve bölgede jandarmanın dayağını yiyen köylülerden başka kimsenin sesini duyamadık. 

E hani Türkiye, mülkiyet haklarının garanti altında olduğu bir ülkeydi? 

Bu garantiler köylüye gelince mi askıya alınıyor?

Aynı durumun bir benzeri Kanal İstanbul projesi güzergahında kalan yerleşim yerleri için de geçerli. Köylerden yerinden edilecek nüfus Kanal İstanbul ÇED dosyasında 800 bin civarında gösteriliyor. 

Ancak, dokuz yerleşim yeri sayılmış, ÇED’de diğerleri eksik. Ayrıca, proje güzergahındaki meralar, tarlalar kullanılamaz hale geleceği için bölgede tarımdan geçinen tüm insanlar yerinden edilecek. Kamulaştırmaların maliyeti de ÇED’de hesaplanmamış. 

Diğer yandan, lüks projeler inşa edildiğinde bölgede yaşama şansı kalmayan emekli insanlar var, onların da orada yaşayabilmesi bu mutenalaştırma projeleriyle imkansız. 

Buradaki insanları gerçek bir hayat mücadelesinin beklediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bugüne kadar insanlar kentsel dönüşüm projeleri adı altında yerlerinden edildiler, fakirleştirildiler, sistematik ötekileştirme politikalarıyla kamplaştırıldılar. Yoksullar kent merkezlerinden sürülerek soylulaştırma projelerinin yükünü taşıyanlar oldular. Sulukule, Tarlabaşı bunun en çarpıcı örneklerindendir. 

Ayrıca, kentleri zenginleştiren kamusal mekanların hafızasızlaştırılarak, yaşanmışlıkları, kültürel değerleri yok sayılarak AVM’ye, yeme içme mekanına, tüketim noktalarına dönüştürülmeleri de farklı birer mülksüzleştirmeye ve çölleşmeye işaret ediyor.  

Geriye gidersek, acele kamulaştırmalarla Diyarbakır’da Sur’da yaşanan yıkım ve zorunlu göç gerçeği, mülksüzleştirmenin yine siyasi bir araç olarak kullanıldığının da göstergesidir. 

Biraz daha geriye gidersek, 301 kişinin yaşamını yitirdiği Soma’daki işçi katliamının arkasındaki sebebin yine özelleştirme ve mülksüzleştirme politikaları olduğu görülür. Bölge halkı özelleştirme politikaları ve tarım arazilerinin mülksüzleştirilmesiyle köleleştirildi, madene inmeye ve adeta ölmeye mahkum edildi.

Türkiye, içeride uyguladığı bu mülksüzleştirme politikasını ihraç da ederek, Afrin’de gerçekleştirdiği “Zeytin Dalı” operasyonu sırasında kentte demografik değişim politikası yürüttü, Afrinlilerin ev ve binalarına el konuldu. Bunlar İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) raporlarında yer aldı.

Örnekler çoğaltılabilir. 

Kazdağları’ndan Okluk Koyu’na, Üçüncü Havalimanı’ndan Beştepe’ye, Yeşil Yol’dan şehir hastanelerine kadar listeyi uzatabiliriz. 

Diğer yandan, kamunun mülkiyetindeki bankaların, arazilerin, şirketlerin hiçbir faaliyet sınırlamasına, denetime tabi olmadan, hesap vermeden piyasa koşullarını yok sayan biçimde özel mülkiyet nesneleri haline getirilerek Türkiye Varlık Fonu’na devri de bir mülksüzleştirme modelidir. 

Devlet eliyle, devlet zoruyla mülksüzleştirme bir araç haline getirilerek, sermaye birikimi transferi yapılıyor. AKP ve sermaye ilişkilerine bu perspektiften bakmak artık elzem bir hal almış durumda. 

Mülksüzleştirme ayağını eksik bırakan herhangi bir ekonomik krizden çıkış modeli maalesef başarısız olmaya da adaydır. 

Çoğunluğun bir avuç azınlık tarafından mülksüzleştirilmesi üzerine kurulu bu düzene karşı toplumsal muhalefeti örgütleyen bir adım öne geçecek.

(Bu yazı ilk kez Artı Gerçek’de yayımlanmıştır.)

İlk kez korkmaya başladım – Varduhi Balyan

Senelerdir meseleye mesafeyle, objektif (her ne kadar mümkünse) bakmaya çalıştım. Zaten kendimi bildim bileli de bir nefret, düşmanlık beslemeden büyüdüm ve bu duyguları hissetmeden meseleye bakabilmek zor olmadı. Bunun sebebini anlatmak istiyorum.

Mübadele: Yaşayanlar bilir

Ailem Sovyet Azerbaycanı’nın Şamkhor/Şamkir bölgesinden 1988 yılında Sovyet Ermenistanı’na göç etmek zorunda kaldı. Daha doğrusu oradaki bir köyle mübadele yapıldı. Bunun ne olduğunu ancak yaşayanlar bilir, ben de bilmem, anlamam. Ancak ailemi, çevremdeki insanları düşününce, eminim ki bunun acısını gizli gizli iki taraf da halen çekiyor. Evini, hayatını, komşularını, kitaplarını, kısaca seni sen yapan her şeyi bırakıp kaçmak, kurduğun hayatı, ortak yaşamı geride bırakmak ve yıkılırken arkasında enkaz bırakan Sovyetler’in başka bir köşesinde yaşam kurmaya çabalamak. Bir de bunu savaş devam ederken, dinmiş/susturulmuş milliyetçi duygular kartopu gibi büyürken yapmak. Birden her şey değişiyor ve sınırın diğer tarafında kalan komşuların ‘düşmanın’ oluyor.

Babamın pasaportu

Bunları neden mi anlatıyorum? Hayatları parçalanmış onlarca insanla yan yana büyürken tek bir kere kin, nefret ve düşmanlık görmediğim, bunların bana öğretilmediğini söylemek için. Bir cumhuriyet çocuğu olan ben, babamın pasaportunda doğum yeri olarak ‘Sovyet Azerbaycan Cumhuriyeti’ yazıldığını her gördüğümde şaşırıyordum. Bana o kadar uzak gelen, sınırını geçmemin bile yasak olduğu bir ülkede doğmuş, büyümüş. Büyükannem hep bizim eve gelen Azeri dostlardan bahsederdi, evin ne kadar kalabalık olduğundan, aradaki dostluk ve güvenden. ‘İşler karışınca dedeni uyaran da Azeri dostu oldu. Git dedi’ derdi hep. Okuldan, anıttan, çeşmeden, dağlardan bahsedilirdi devamlı. Aklımda her şeyin silueti varken hayalet gibi kaldı hepsi. Ve hep ‘Bir gün keşke gidebilsem ve Azerbaycanlı, Şamkhorlu Azeri arkadaşımla orada bir çay içebilsem’ diyordum. Dedem desen zaten olanlara dayanmadı, birkaç sene olmadan aramızdan göçüp gitti. Keşke biraz Bakü’deki üniversite hayatını, yaşamını anlatabilseydi. Savaş varken, çatışma sıcakken ‘Azeri mezarlığını yıkmak için o traktör ilk benim üstümden geçmeli’ diyen bir dededen eminim öğreneceğim çok şey vardı.
 
Neyse, tekrar köye dönecek olursak, halen olduğu gibi duran Azeri Mezarlığı’nın, hafızanın diri olduğu bir mekân. Ve çocukluğumun bütün yazlarının geçtiği yer. Eminim ki sınırın diğer tarafında kalan insanlar da burada kalan evleri, okulları ve yaşamları için ölene dek yanıp tutuşacaklar. Ama işte mevcut şartlar belli. Birbirimizi ziyaret etmeyi, birlikte çay içmeyi geçtim. Neredeyse her ay, hayatın başında ve hayalleri olan askerlerin ölüm haberleri geçiyor medyada. Sanki Dağlık Karabağ’da ölmek normaldir, sanki dünya buna fazlasıyla alışmış ve aksini pek de istemiyor gibi, sanki o kadar benzeyen, aynı adetlerle yaşayan halklar hep ‘düşmandı’.

Türkiye’yi ev olarak görüyorum

Yukarıda anlattıklarımı düşününce son günlerde Karabağ’daki savaşla beraber sosyal medyada milliyetçilikle, ırkçılıkla suçlanmam aldığım küfür içerikli mesajlardan daha ağırdı. Ortak yaşamayı, dostluğu öğretmeye kalkışan insanların ‘İki devlet tek millet’ sloganı dışında Azerbaycan halkını tanıdığını, bir bağ kurduğunu düşünmek bile güç. Senelerdir Türkiye’de yaşamayı seçmiş, yaşadığım yeri ev olarak gören biriyim. Yaşadığım ülkenin, sınırda düşen çocuklara, sokaklarda vurulan sivillere, mahvolan hayatlara duygusuz bakışı, buna sevinişi korkutucu.
 
Kaldı ki bir Ermeni için güvenlik konusunda hiçbir zaman parlak bir yer olarak görülmeyen bu ülkede ilk kez korkmaya başladım. Sevdiğim, her gün selamlaştığım komşularım, bakkaldaki abi, sucu acaba bana selam verirken ne düşünüyorlar, televizyondan bangır bangır yayılan düşmanlığı içselleştirmişler midir, diye düşünmeden edemiyorum. Daha dün komşularla sıfır sorun politikası yürütülürken, Ermenistan birden düşman kesildi, komşu olduğumuz, yan yana yaşamak zorunda olacağımız unutuldu gitti. Ermenistan, Karabağ hükümetlerinden savaşa Türkiye’nin katılımı yönünde resmî açıklamalar yaparken, uluslararası kamuoyuna müdahale çağrısı yaparken, Türkiye meseleyi ‘kökünden çözmek’ istediğini bildiriyor ve gerginliğin dinmesi için adım atmıyor. Bu durum beni korkutuyor, çaresizliğe kapılıyorum. Hayatın sınırın iki tarafına yerleştirdiği insanlar, bölge halkı, ailem için korkuyorum.
 
(Bu yazı ilk kez Agos’ta yayımlanmıştır.)

Van’da 72 sığınmacının bulunduğu minibüs yakalandı: İki kişi havasızlık ve sıkışıklıktan öldü

Van’da jandarma ekiplerinin bir ihbar üzerine durdurduğu araçta 72 sığınmacı bulundu.  Araçta ayrıca havasızlıktan ve sıkışıklıktan dolayı 2 göçmenin yaşamını yitirdiği belirlendi.

Van Valiliği tarafından yapılan açıklamada “37 Pakistan, 33 Afganistan, 2 Irak uyruklu toplam 72 düzensiz göçmen yakalanmıştır” denildi. Konuyla ilgili üç kişinin gözaltına alındığı belirtilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:

Yapılan takiple göçmen taşıyan araca öncülük ve gözcülük yapan organizatörler Ç.Ö, Ş.H, H.Ö. ile 3 araç daha yakalanmıştır. Konu ile ilgili nöbetçi cumhuriyet savcısına bilgi verilmiş, alınan talimatlar doğrultusunda tahkikata başlanmıştır.

 

Eleştirel Erkeklik Datça İnisiyatifi kuruldu: Biz sizin bildiğiniz erkeklerdeniz

“Kendimizi sorgulama ve dönüştürme yükünü, eşit ilişkiler içinde olduğumuzu varsaydığımız başkalarının sırtından kendi omuzlarımıza almak için yola çıkıyoruz” diyen erkekler Eleştirel Erkeklik Datça İnisiyatifi’ni (EeDi) kurdu.

Çıkış bildirisi yayınlayan inisiyatif “Eril dünyanın paydaşları ve suç ortakları olarak vermemiz gereken bir hesap, kendisinden özgürleştirilmesi gereken bir “erkekliğimiz” olduğunu ve bu özgürleşmenin yolunun, önce yüzleşmekten ve hesaplaşmaktan geçtiğini biliyoruz” ifadelerini kullandı.

Yapılan açıklamada “Sızlanmak, mızmızlanmak, sözüm ona doğru anlaşılmak, sözüm ona bilindik erkeklerle aynı kefeye konulmamak türünden bir hak talebimiz olmadığı gibi, aksine kendi erkekliğimizi keni ellerimizle de sorgulamak ve kendimiz ile ‘kendimiz’ arasında hesap sorulabilirlik ve hesap verilebilirliği mümkün kılacak bir mesafe açmak için yola çıkıyoruz!” denildi.

‘Biz sizin bildiğiniz erkeklerdeniz’

Bir hak hareketi olmadıklarının altını çizen inisiyatif kendisini şu şekilde tanımlıyor:

Biz-olmayanı ezdikçe kendini özgür ve muktedir sanan; fabrikada işçi, evinde patron, emniyette işkenceci, yuvasında şefkatini öfkeyle gösteren bir baba, üniversitede asistanını taciz eden akademisyen, gazetede eşitlikçi yazılar barda herkese “yazan” gazeteci, plazada reklamcı, vadide bankacı, gözü toprakta eli her yerde emekli.

Kendini var etmek ve güçlü hissetmek için evde, toplu taşıma araçlarında, gecelerin karanlığında, işyerlerinde ezmek, sindirmek, taciz etmek için fırsat kollayan, iktidar tapıncıyla muktedir olmaya çabalayan biziz.

Biz, sizin bildiğiniz o erkeklerdeniz!

Eleştirel Erkeklik Datça İnisiyatifi kuruldu

‘Erkeklik bulaşıcıdır’

Açıklamanın devamında “Kadınlara, LGBTİ+’lara, çocuklara, başta hayvanlar olmak üzere canlılara yönelen şiddetin anormal, beklenmeyecek, kabul edilemez, sapıklık, hastalık hali, arızi, istisnai, kendini bilmezlik, vahşilik, barbarlık, medeniyet yoksunluğu, görgüsüzlük, terbiyesizlik, eğitim ya da bilinç sorunu gibi terimlerle, arkadan arkaya varsaydığı bir normu meşrulaştıran ve bu normdan sapmayla açıklanabilecek bir olgu olmadığını; aksine eşitlikçi toplulukların tasfiyesinden bugüne, farklı biçimler ve yoğunluklar gösterse de toplumu mümkün kılan temel eril normun en temel tezahürü olduğunu kabul ve beyan ediyoruz” ifadeleri kullanıldı. 
Erkeklerin fail olduğu her şeyi testesteron gibi biyolojik farklılıklara bağlayan her türlü doğallaştırma girişimini reddettiklerini belirten EeDi “Erkeklik bulaşıcıdır; erkekten erkeğe ve herkese geçer” dedi. 

‘Bu bir cinskırım’

Kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik saldırıların apaçık bir savaş hali olduğu belirtilen bildiride “Cinskırım olarak kadınlara ilan edilen bu savaşta, öldürülmeyenler, itaate ve değersiz konumlara zorlanmak için, toplumun bütün yüzeylerinde ve bütün düzeylerinde ya tacize, tecavüze uğramakta ya da öldürülme, taciz, tecavüz, açlık, yoksulluk ve yoksunluk üzerinden rehin alınmaktadır!” denildi. 
Açıklama “Ayrıca, kamu gücü ve otoritesini kullanan eril failler, kimi örnekleri kamuoyunca da yakından bilindiği üzere, işledikleri eril suçlar nedeniyle ne yazık ki kamu otoritesinin birden çok düzeyinde korunup kollanmakta, aynı şekilde suç ortakları hiçbir biçimde kovuşturmaya uğramamakta, bu faillerle ilgili dosyalar olabildiğince hızla kapatılabilmekte ya da sümen altı edilebilmektedir” ifadeleriyle devam etti. 

‘İstanbul Sözleşmesi’ni savunuyoruz’

Eleştirel Erkeklik Datça İnisiyatifi’nin kayıtsız koşulsuz İstanbul Sözleşmesi’ni sahiplendiği, savunduğunu ve savunanların yanında saf tuttuğu belirtilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:
6284’ün uygulanmasını ve bununla yetinilmeyip, TCK 103’ün çocukları koruyan özelliklerinin ortadan kaldırılmasına, çocuk istismarcılarına karşı af getirilmesi girişimlerine ve istismarcıları teşvik eden çocukluk yaşının daha da düşürülme girişimlerine kesinlikle karşıdır. Ayrıca inisiyatifimiz siyasal, ekonomik, hukuksal ve toplumsal düzeylerin tümünde, kadınlar ve LGBTİ+’lar için pozitif ayrımcılığı savunur.

‘İlk olarak kendi erkekliğimiz ile yüzleşmeliyiz’

EeDi’nin bireysel temelli katılıma açık bir sivil inisiyatif olduğu belirtilen bildiride “Hiçbir biçimde inisiyatife herhangi bir -siyasal ya da gayrı-siyasal- örgüt, grup, oluşum, hareket, düşünce adına ya da onları temsilen katılımcı kabul edilmez” ifadeleri yer aldı. Topluluğun ilkeleri ise şu şekilde anlatıldı:
  • İnisiyatif katılımcıları, içinde yaşamak zorunda bırakıldığımız eril, heteroseksist, heteronormatif tertibatın asli faili ve odak noktası olarak erkek/erkekliği kabul etmiş sayılırlar. Bu ilkeden hareketle, inisiyatif bileşenlerinin tümünden öncelikle kendi önlerine kendi erkeklik halleriyle yüzleşmeyi temel bir görev olarak koyması beklenir.
  • İnisiyatif katılımcılarının, ister inisiyatifle ilgili tüm süreçlerde, isterse inisiyatif dışı yaşam düzeylerinde, hangi gerekçeyle, hangi vesileyle olursa olsun, jinofobik, heteroseksist, homofobik, transfobik, bifobik, militarist, şövenist, ırkçı, türcü, biyolojist vb. söylemlerin yeniden üretilmesi ve dolaşıma girmesine karşı bir tutum geliştirmesi esastır.
  • EeDi tümüyle barışçıl faaliyetler yürütür ve tüm faaliyetlerinde barışçıl yöntemler ile araçları esas almayı gözetir.
  • İnisiyatif katılımcıları “özel olan/alan politiktir” savsözünü yalnızca kadınlar için değil, erkekler için de geçerli sayar. Bu doğrultuda katılımcılardan herhangi birinin bu bildirgede dile getirilen temel esaslara radikal bir biçimde karşıt tutum ve davranışlar içinde olduğu, gerek sözel, gerek sembolik ve pratik olarak şiddet uyguladığına ilişkin herhangi bir durum ortaya çıktığında, inisiyatif şiddete uğrayanın beyanını, temel politika belgesi doğrultusunda, esas kabul eder ve aynı belge çerçevesinde gerekli adımları atar.

‘Erkekler silahsızlaştırılsın’

“Eleştirel erkeklik Datça inisiyatifi birleşmeye değil, dağılmaya bir çağrıdır! Erkekler olarak “Hep beraber” kazanmaya değil, hep beraber kaybetmeye bir çağrı!” diyen inisiyatif yaptığı açıklamada taleplerini şu şekilde sıraladı:
  • Bu ülkeyi bir erkek çölüne çeviren, içeride ve dışarıda militarist politikalarınızdan vazgeçin!
  • Devlet eliyle bireysel silahlanmayı yaygınlaştırmaktan vazgeçin!
  • Artık toplumsalın ve dilin tüm yüzeylerinde baskın hale gelen şiddet ve tehdit dilinden, dilsel silahlanmadan vazgeçin!
  • Erkek bedenini silaha dönüştürmekten vazgeçin!
  • Erkekleri silahsızlandırın! Erkekler, silahsızlanın!
  • Çağrımız en başta kamu gücü olmak üzere, tüm erkeklere/eril yapılaradır: Elinizdeki, dilinizdeki, cebinizdeki, bedeninizdeki silahları yavaşça yere bırakın ve bir adım geriye çekilin!
  • Çağrımız Datça’dan başlayarak tüm erkekleredir: Bir adım geriye! Daha geriye! Kaybetmek özgürleştirir!

Yeşil Tarifler: Domates salçası nasıl yapılır?

Yeşil Gazete olarak başladığımız “Yeşil Tarifler” dizisinin üçüncü bölümünde salça yapımına yer verdik.

Yeryüzü Kooperatifi’nden Hande Terzioğlu, hazırladığı domates salçasının yapılışını görüntülü olarak anlattı.

Tarif için gerekenler ise şunlar:

  • Domates
  • Zeytinyağı
  • Tuz