Ana Sayfa Blog Sayfa 1771

Denizli’de foseptik suyunun tahliyesi sırasında zehirlenen sekiz işçiden üçü yaşamını yitirdi

 

İklim değişikliği zeytini vurdu: Tahmini kayıp 145 bin ton

Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi koordinatörlüğünde hazırlanan “2020-2021 Türkiye Rekolte Raporu” yayınlandı.

Rapora göre olumsuz iklim koşulları nedeniyle ağaç başına ortalama üretim düştü ve bu yıl 8,3 kilo olarak hesaplandı. Bu yıl zeytin tane miktarının yüzde 11 azalarak, 1 milyon 316 bin 850 ton olduğu tahmin ediliyor. Tanedeki kayıp miktarı geçen yıla göre 145 bin tona yakın oldu.

Ağaç sayısı yüzde 4 arttı

Raporda, Türkiye toplam ağaç varlığının yüzde 97’sine sahip İzmir, Balıkesir, Tekirdağ, Çanakkale, Bursa, Manisa, Aydın, Muğla, Adana, Antalya, Gaziantep, Hatay, Kilis, Mersin, Osmaniye, Kahramanmaraş ve Şanlıurfa‘nın verileri ayrıca incelendi.

Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, Türkiye genelinde 159 milyon 352 bin 393 meyve veren, 29 milyon 397 bin 654 meyve vermeyen zeytin ağacı bulunuyor. Geçen yıla göre meyve veren ağaç sayısı yüzde 4 arttı. Ancak özellikle de iklim değişikliğinin etkileri dane veriminde ciddi kayba yol açtı.

Zeytinyağı üretiminde kayıp 35 bin 562 ton

DHA’nın aktardığı rapora göre toplam tane üretiminin yüzde 66’sı olan 886 bin 524 tonu yağlığa ayrılacak. Bundan ortalama 5,1 kilo zeytinden bir kilo randıman şeklinde ve yüzde 20 azalmayla, toplam 172 bin 813 ton zeytinyağı üretimi bekleniyor. Zeytinyağındaki kayıp miktarı geçen yıla göre 35 bin 562 tonu aşıyor.

Fotoğraf: DHA

İklim değişikliği hissediliyor

Sektördeki sorunlara ve çözüm önerilerine de yer verilen raporda, son yıllarda iklim değişikliği etkilerinin kendisini çok daha kuvvetli hissettirmeye başladığı, zamansız ve çok şiddetli yağışların yol açtığı sel felaketleri, ani sıcaklık değişimlerinin yarattığı şiddetli fırtınaların günlük hayatta endişelere yol açtığı kaydedildi.

Küresel ortalama yüzey sıcaklıklarında 1990 ile 2100 yılları arasında yaklaşık 3 derece artış öngörüldüğü tehlikesine işaret edilerek, iklim koşullarındaki bu değişimin, tarım ve bitki örtüsü, temiz su kaynakları, deniz seviyesi, insan sağlığı ve biyoçeşitlilik üzerindeki etkisinin şimdiden görüldüğü dile getirildi.

Kaliteyi de düşürüyor

Tarımsal üretimin azaldığı ve gıda güvenliğinin tehlikeye girdiği vurgulanan raporda, “Nitekim iklim değişikliğinin sebep olduğu kuraklık ve seller gibi ekstrem iklim olaylarının sık ve şiddetli bir şekilde yaşanmaya başlaması zeytin tarımı üretiminde olumsuz etkileri yoğun olarak hissedilmeye başlamıştır. Bu sadece üretim miktarını değil, zeytinyağı kalitesi ve kompozisyonunda da değişimlere neden olmaktadır” denildi.

Kuraklık yağlanmayı etkiliyor

Nisan sonu mayıs başında tam çiçeklenme döneminde zeytinlik alanların yoğun olduğu Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde 40 dereceye yaklaşan aşırı sıcakların çiçeklerin yanması ve kurumasıyla üretim miktarında yer yer ciddi olumsuzluk yaşandığı da vurgulandı.

Yaz ayları, eylül ve ekim aylarının da aşırı kuraklık da yağlanmayı olumsuz etkiledi, istenilen tane büyüklüğüne ulaşılamadığı belirtildi. Körfez bölgesinde ise dolu yağışlarının ürünün dökülmesi ve kalite kaybına neden olduğu açıklandı.

Zeytinlikler için ilave destek talebi

Yeni dikim alanları küresel iklim değişikliği tehditlerinin dikkate alınmasını isteyen heyet, daha dayanıklı olabilecek rakım, konum ve toprak yapısındaki alanların belirlenmesi, havza bazlı destek modelinde geleneksel meyilli alanlarda zeytinlikler için ilave destek önerdi.

Hastalık ve zararlılarla mücadelede yeni yöntemler belirlenmesi, yüksek verimli, ihracata uygun çeşitlerin tercih edilmesi istendi.

Firesiz toplamaya destek

Bölgesel envanter projesiyle kayıt dışı ağaçların tespiti gerektiği belirtilen raporda, dikime uygun alanların ağaçlandırılması, bölgelerdeki delicelerin aşılanması ve 300- 400 metre rakımlı, bozuk orman arazilerinde zeytinlik tesisine izin verilmesi gerektiği belirtildi.

Zeytin toplamada kullanılan firesiz ve hızlı toplama için mekanik hasadın özendirilmesi, gövde ve ana dal sarsıcı büyük makinelerin teşvik kapsamına alınması da istendi.

Antalya bölgesindeki kayıp yüzde 50

Antalya bölgesindeki en büyük zeytin üreticilerinden biri olan Antalya Ticaret Borsası (ATB), konseyin yaptığı çalışmalara katkı veren kurumlar arasında yer alıyor.

Konsey raporuna ilişkin değerlendirmede bulunan ATB Başkan Yardımcısı Halil Bülbül, tane zeytinde Türkiye genelinde yüzde 11, zeytinyağında ise yüzde 30’a varan bir düşüş beklendiğini kaydetti.

Bu yıl Antalya özeline bakıldığında, bahar aylarındaki sıcaklık farklılarından dolayı yaşanan rekolte düşüşünün, eylül- ekim aylarındaki ciddi yağış azlığı nedeniyle yaklaşık yüzde 50’ye yükseldiğini belirten Bülbül, “Bu da çok ciddi bir düşüş sektör için. Antalya’da düşüş oranları biraz daha üst düzeyde ve sektörü ciddi anlamda etkiliyor” dedi.

Fiyatlarda yüzde 30 artış bekleniyor

Bülbül, zeytincilik sektörünün de bu ani sıcaklık farkları, fırtına ve sel gibi nedenlerden ciddi anlamda etkilendiğini kaydetti. Özellikle son birkaç yıldır bu etkinin yüksek olduğunu söyleyen Bülbül, rekolte düşüşünün fiyatlara da yansıyacağını belirterek şunları aktardı:

Sızma zeytinyağının litresinin 30 lira civarında olabileceğini düşünüyoruz. Üretici açısından bu rakamlar iyi ama rekoltenin düşük olması tabi ki üreticiyi olumsuz yönde etkileyen bir durum. Yağ fiyatlarının yükseleceğini öngörüyoruz. Sofralık zeytinde de yüzde 20-30 civarında bir artış olabileceğini tahmin ediyoruz.

İllere göre zeytin verim raporu

  • Aydın: 22 milyon 92 bin meyve veren ağaçta ortalama verim 17.4 kilodan 5.5’e düştü. Rekolte 120 bin 704 tona düştü.
  • Manisa: 21 milyon 194 bin ağaç meyve veriyor, ağaç başına ortalama 7 kilodan 15.8’e çıktı. Rekolte 335 bin tona çıktı.
  • İzmir: 17 milyon 364 bin meyve veren ağaçta ortalama verim 7 kilodan 5.5’e düştü. Rekolte 94 bin 875 tona geriledi.
  • Muğla: 15 milyon 986 bin ağaç meyve veriyor, ağaç başına ortalama 9.8’den 2.9’a düştü. Rekolte 47 bin 78 tona düştü.
  • Hatay: 13 milyon 442 bin ağaç meyve veriyor, ağaç başına ortalama 9.8’den 5 kiloya düştü. Rekolte 67 bin 211 tona düştü.
  • Bursa: 11 milyon 835 bin meyve veren ağaçta ortalama verim 7.5 kilodan 10.3’e çıktı. Rekolte 121 bin 461 tona yükseldi.
  • Balıkesir: 11 milyon 156 bin meyve veren ağaçta ortalama verim 14.7 kilodan 11.7’ye düştü. Rekolte 130 bin 575 ton.
  • Mersin: 10 milyon 631 bin meyve veren ağaçtan ortalama 6 kilodan toplam 63 bin 787 ton zeytin.
  • Gaziantep: 9 milyon 105 bin meyve veren ağaçtan ortalama 6 kilodan toplam 54 bin 632 ton zeytin.
  • Antalya: 4 milyon 175 bin meyve veren ağaçtan ortalama 13 kilodan toplam 54 bin 287 ton zeytin.

Bir koronavirüs aşısı daha yolda: Alman CureVac son aşamaya geçildiğini açıkladı

Almanya‘daki  biyoteknoloji şirketi CureVac, yeni tip koronavirüs (Covid-19) aşısı için klinik denemelerde son aşamaya geçildiğini bildirdi.

Şirketten yapılan açıklamada, mRNA teknolojisine dayanan “CVnCoV” adlı aşı adayının faz 2b/3 çalışmalarına başlandığı belirtildi. Açıklamada, aşının testleri için ilk gönüllünün kayıt olduğu; Avrupa ve Güney Amerika‘daki denemelere 35 bin fazla kişinin katılacağı kaydedildi. 

Avrupa Birliği (AB), CureVac firmasının geliştirmekte olduğu aşıdan 405 milyon doz alımı sözleşmesi imzalamıştı.

Trump, şirkete ABD’de çalışmaları için para teklif etmişti

Mart ayında, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump‘ın, sözkonusu aşı çalışmalarını ABD’ye çekmek için büyük miktarda para teklif ettiği öne sürülmüş; Alman hükümeti de bu iddiayı onaylarak, 15 Haziran 2020’de şirketin yüzde 23 hissesini 300 milyon euroya satın almıştı.

Şirketin, ABD’nin Boston kentinde de laboratuvarı bulunuyor.

CHP’den Türkiye’deki artan intiharların araştırılması için komisyon kurma önergesi

Diyarbakır Silvan’da yaşanan genç yurttaşların intihar girişimlerini yerinde inceleyen CHP İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, genç intiharlarını TBMM gündemine taşıdı.

Gülizar Biçer Karaca, genç yurttaşların intihar vakalarının araştırılması için araştırma komisyonu kurulması için önerge verdi.

‘İntiharların nedeni işsizlik, geleceksizlik’

Biçer Karaca, yaptığı açıklamada Silvan’da ve yurdun dört bir yanında yaşanan intiharların nedeninin işsizlik , geleceksizlik ve güvencesizlik olduğuna dikkat çekti.

Açıklamada “Son yıllarda özellikle genç nüfus arasında intihar vakaları artış göstermektedir. İntihar vakaları sadece Silvan’da değil tüm ülkemizde artış göstermektedir. Gençler arasında işsizliğin artması, geleceksizlik ve güvencesizlik intiharların artmasının en büyük nedenidir” ifadeleri kullanıldı.

‘İntiharı önlemek devlet sorumluluğunda’

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca’nın öncelikle gençler olmak üzere artan intihar vakalarının araştırılması ve gerekli önlemlerin alınması amacıyla araştırma komisyonu kurulması için TBMM Başkanlığına verdiği önergenin gerekçesinde

Son yıllarda intiharın gençler ve genç erişkin nüfusta artış gösterdiğini ve tüm intiharların yaklaşık dörtte birinin 15-24 yaş arasında gerçekleştiği bilgisini paylaşan Karaca, “Halk sağlığı sorunu olan intiharların araştırılması ve yeni intiharların önlenmesi gerekmektedir. Bireyin kendine yönelik şiddeti olan intihar olgusu, ancak bireyi bu eyleme iteleyen nedenlerin tespit edilmesiyle çözümlenebilir” dedi.

Yaşam hakkının en temel insan hakkı olduğunu belirten Gülizar Biçer Karaca intiharın önlenebilir olduğunu ve bunun da devletin sorumluluğunda olduğunu belirtti. Gülizar Biçer Karaca başta Silvan’da yaşanan intiharlar olmak üzere artan intihar vakalarının araştırılması ve gerekli önlemlerin alınması hususunda konunun takipçisi olacağını belirtti.

Britanyalı yazar John Le Carré hayatını kaybetti

Casusluk romanlarının ustası olarak kabul edilen Britanyalı yazar John Le Carré‘in cumartesi akşamı yaşamını sürdürdüğü Cornwall’da hayatını kaybettiği bildirildi. Ailesinden yapılan açıklamada, yazarın ölüm nedeninin zatürre olduğu, ancak rahatsızlığının koronavirüs kaynaklı olmadığı belirtildi.
 
Kariyeri boyunca 25 roman ve bir de otobiyografi kaleme alan yazarın kitapları dünya genelinde 60 milyondan fazla satılmıştı. Casusluk türüne damga vuran Le Carré romanlarında özellikle Soğuk Savaş dönemini ele alıyordu.

Le Carré kimdir?

DW Türkçe‘nin aktardığına göre, John Le Carré “The spy who came in from the cold” (Soğuktan Dönen Casus) adlı romanıyla 1963 yılında dünya çapında üne kavuştu. Sadece bu kitabı dünya genelinde 20 milyon adet satıldı. Roman daha sonraki yıllarda beyaz perdeye de uyarlandı. Bu kitabı Batı Almanya’nın o dönemki başkenti Bonn‘da bulunan İngiltere Büyükelçiliği’nde çalıştığı sırada yazan Le Carré, kendisinin de bu dönemde casusluk faaliyetleri yürüttüğünü yıllar sonra itiraf etmişti.

Kitapta da Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde (DDR) casusluk ağı kuran İngiliz bir ajanın hikayesi ele alınıyordu. Le Carré, İngiltere’nin dış istihbarat servisi MI6’teki görevinin 1964 yılında sona erdiğini açıklamış ve “Zaten ben de kötü bir casustum” ifadelerini kullanmıştı.

Güncel siyasi konulardaki fikirlerini de kamuoyu ile paylaşan Le Carré İngiltere’nin AB’den ayrılmasına karşı çıkmış ve Başbakan Boris Jonhson‘u sık sık eleştirmişti. Le Carré’in dört oğlu ve 13 torunu bulunuyor.

10 yıl içinde inşa edilmesi planlanan ‘Ay Köyü’nün görüntüleri paylaşıldı

 
Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, 2024’e kadar Ay’a bir kadın ve bir erkek göndereceğini taahhüt etmiş; 9 Aralık’ta da Artemis adlı uzay görevine uygun gördüğü 18 astronotun adını açıklamıştı. Söz konusu görevin bir kısmı, dünyanın biricik uydusunda sürdürülebilir bir koloni inşa etmeyi içeriyor. 
 
Kolonideki bilim insanlarının, kraterlerdeki buzdan su üretmek gibi Ay’daki kaynakları nasıl kullanacağını öğrenebilmesi planlanıyor.
 
Fotoğraflar: SOM

Astronotlar radyasyona karşı korunacak

Avrupa Uzay Ajansı’nda danışman olarak görev yapan Aidan Cowley konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Ay’ın, Mars’ın veya bunun ötesinde herhangi bir şeyin keşfi konusunda gerçekten ciddiysek bu, çok yakında ustalaşmamız gereken teknoloji” ifadelerini kullandı.

Koruyucu tuğlalar yapmak için pudra şekeri kadar ince olan Ay toprağı ‘regolit’i kullanma planlarına liderlik eden Cowley, astronotların yaşayacağı silindir şeklindeki yapıların on yıl içinde inşa edilmeye başlanacağına ve yapıların astronotları radyasyona maruz kalmaya karşı koruyacağına inandığını ifade etti.

Bilim insanları, bir metre genişliğinde regolit duvarlar ve çatı kullanmanın binaları Ay’daki radyasyona ve donma sıcaklıklarına karşı koruyacağını düşünüyor. 

‘Niyetim, Ay’da kalıcı bir baz istasyonu kurmak’

Ay’da kurulacak koloniye ‘Ay Köyü’ (Moon Village) adını veren ESA Genel Müdürü Jan Wörner de konuyla ilgili olarak, “Niyetim, Ay’da kalıcı bir baz istasyonu kurmak. Bu, farklı üye devletler ve dünyanın farklı ülkeleri için açık bir istasyon olacak” diye konuştu.

Etiketlerden ‘trans yağ’ uyarısı çıkarılıyor

 
Taslak bu haliyle kabul edilirse gıda ürünlerinde trans yağ olsa da olmasa da etikete yazılamayacak ve tüketici trans yağ olup olmadığını bilemeyecek. Bazı ürünlerin etiketinde yer alan ‘ürünlerimizde trans yağ yoktur’ ibaresi de böylece yasaklanmış olacak.
 
Dünya Gazetesi‘nden Ali Ekber Yıldırım’ın aktardığına göre, Bakanlık tarafından hazırlanan ‘Türk Gıda Kodeksi Gıda Etiketleme ve Tüketicileri Bilgilendirme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’ taslağı bakanlığın internet sayfasında görüşe açıldı.
 
Taslaktaki en önemli değişiklik, trans yağ ibaresinin gıda etiketlerinden çıkarılması olacak. Taslağın 7. maddesine göre, Türk Gıda Kodeksi Gıda Etiketleme ve Tüketicileri Bilgilendirme Yönetmeliği’nin 35.maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi şu şekilde değiştiriliyor: “7/3/2017 tarihli ve 30000 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Gıdalara Vitaminler, Mineraller ve Belirli Diğer Öğelerin Eklenmesi Hakkında Yönetmelik ile getirilen kısıtlamalar kapsamında gıda etiketlerinde trans yağ ile ilgili beyan yapılmaz.”
 
Bakanlığın değiştirmek istediği uygulamadaki yönetmeliğin 35. maddesinin ilgili bölümü şöyle:
 

MADDE 35 – (1) Zorunlu beslenme bildirimi aşağıdaki bilgilerden oluşur: a) Enerji değeri. b) Yağ, doymuş yağ, karbonhidrat, şekerler, protein ve tuz miktarı.

c) Tuz içeriğinin sadece gıdanın doğasında bulunan sodyumdan kaynaklandığı durumlarda bu duruma ilişkin bir ifade beslenme bildirimine çok yakın bir yerde yer alabilir.

ç) Diğer mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla, bu maddenin birinci fıkrasının ( b) bendinde belirtilen bilgilere ilave olarak sadece ilgili gıda kodeksinde tanımlanan sürülebilir yağ/margarinler, yoğun yağlar, bitkisel yağlar ve bu yağları içeren gıdaların yüzde 2’den fazla trans yağ içermesi durumunda trans yağ miktarı bildirilir.

Kanada ve bazı AB ülkelerinde yasak

Yapılan araştırmalar,trans yağların insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olduğunu ortaya koyuyor. Bu nedenle de Kanada ve bazı AB ülkelerinde kullanımı yasaklanan trans yağ, Türkiye’de tamamen yasaklanmış değil.

Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan ve 7 Mayıs 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelikle gıda maddelerinde trans yağ yüzde 2 ile sınırlandırılmıştı. Bu oranın üzerinde kullanım yasak iken, yüzde 2’nin altında ise etikete yazılıyordu. Fakat bundan sonra yazılamayacak.

Bakanlık: İbare tüketiciyi yanlış yönlendiriyor

Tarım ve Orman Bakanlığı Gıda ve Kontrol Genel Müdürü Harun Seçkin düzenleme ile ilgili olarak şunları söyledi:

“Zaten kullanımı yüzde 2 ile sınırlandırdık. Yağ olan bir gıdada yüzde 2’nin altında trans yağ olması ancak analizle tespit edilebilir. Trans yağ olma olasılığı çok düşük. Etikete ‘trans yağ yoktur’ diye yazıldığında tüketicide yanlış algı yaratabilir. Diğer ürünlerde trans yağ varmış gibi bir algı oluşuyor. Bunu önlemek istiyoruz.  Geçmişte, GDO ile ilgili benzer bir durum yaşanmıştı. Türkiye’de gıdalarda GDO kullanımı yasak. Bazı üreticiler gıda etiketine ‘GDO yoktur’ diye yazınca diğerleri için haksız rekabete neden olur diye kaldırılmıştı.”

‘Tedavi edici’ ifadesine izin

Bakanlığın hazırladığı yönetmelik taslağı ile gıdaların tedavi edici ve iyileştirme özelliğine sahip olduğuna dair bilgilendirme yasağı da kaldırılıyor. Bu fıkranın yürürlükten kaldırılması ile gıdaların hastalıkları önleme, tedavi edici ve iyileştirici özelliklerine dair bilgilendirme yapılmasına izin verilmiş olacak.

Trans yağ nedir, hangi ürünlerde bulunuyor?

Trans yağlar ya da trans yağ asitleri, doymamış yağ grubunda yer alır. Trans yağlar hayvan vücudunda doğal olarak üretilebileceği gibi endüstriyel yollarla da üretilebilir. Doğal yolla üretilen trans yağlar, bazı hayvanların sindirim sistemindeki bakterilerce sentezlenir ve bu hayvanlardan yapılan hayvansal gıdalarda az miktarda trans yağ bulunabilir.

Süt ürünlerde bulunan toplam yağın yaklaşık yüzde 2-8’ini trans yağlar oluştururken et çeşitlerinde bu oran yüzde 3-9 arasındadır. Doğal yollarla üretilen ve hayvansal gıdalardan alınan trans yağ az miktardadır ve sağlık açısından ciddi bir risk oluşturmaz. Yapay yolla üretilen trans yağlar, sıvı haldeki bitkisel yağların hidrojenle doyurularak daha katı hale gelmesiyle elde edilir. Endüstriyel trans yağlar sağlık için oldukça zararlıdır. Pek çok farklı amaçla paketlenmiş ürünlerde, hazır gıdalarda bulunan bu yağın aşırı tüketiminin, ciddi sonuçları olabilecek hastalıklara yol açabileceği bilinmektedir.

Trans yağlar, ucuz, kullanımı kolay ve uzun süre bozulmadan bekleyebilen bir yağ çeşidi olduğu için üreticiler tarafından tercih ediliyor. Restoranlarda da özellikle kızartma yağı olarak sıklıkla ve tekrar tekrar kullanılıyor. 

Gıda sektöründe trans yağ içeriği en yüksek besinler, margarin, ekmek, pasta gibi unlu mamuller, patlamış mısır, dondurma atıştırmalıklar, patates kızartması, çıtır tavuk gibi fast foodlar, kahve kreması…

Zararları neler?

Trans yağların, günlük alınan toplam yağ miktarı içindeki oranının fazla olması pek çok farklı hastalık açısından risk oluşturuyor. Aşırı trans yağ tüketimi kalp hastalıklarına yakalanma riskini artırıyor. Diyabete yakalanmada da artmış trans yağ tüketimi önemli bir etken. 

Damarların en iç tabakasında hasara neden olarak damar yapısını bozabilen trans yağların bazı kanserlerin gelişimine neden olduğuna dair çalışmalar da mevcut. 

 

Paris Anlaşması’nın 5. yılında dünya iklim krizinin, Erdoğan kendisinin ateşini düşürme peşinde- Pelin Cengiz

Paris İklim Anlaşması’nın kabulünün üzerinden tam beş yıl geçti.

Eleştirilecek, eksik bulunacak, geliştirilecek yanları olmakla birlikte 12 Aralık 2015 tarihinde Fransa’da gerçekleşen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (United Nations Convention on Climate Change – UNFCCC) 21’nci Taraflar Konferansı’nda kabul edilen anlaşma, küresel anlamda düşük karbon ekonomisine geçişte şu ana kadar eldeki en kapsamlı, en uygulanabilir metin niteliğini taşıyor. 

Bu anlaşmanın en önemli özelliği, tüm ülkelerin beyanlarından oluşan katkılara dayanacak bir sistem inşası kuracak olmasıdır.

Paris İklim Anlaşması’nın uzun dönemli temel hedefi, sanayileşme öncesi döneme kıyasla küresel sıcaklık artışının ideali 1,5°C’nin, mümkünse 2°C’nin olabildiğince altında tutulmasıdır. Bu hedef petrol, kömür gibi fosil yakıtların kullanımının azaltılması, geçiş, uyum ve çıkış politikalarıyla terk edilmesi ve yenilenebilir enerjinin artırılması prensibine dayanıyor. 

Anlaşma, tüm paydaşlara, yatırımcılara, işletmelere, sivil toplum örgütlerine ve politika yapıcılara temiz enerjiye küresel olarak geçişin vazgeçilmez olduğuna ilişkin açık bir mesaj gönderiyor.

Bir uluslararası hukuk metni olarak anlaşmanın her ne kadar ülkeleri bağlayıcılığı olmadığı söylense de, küresel sıcaklık artışının 1,5°C’de sınırlandırılması hedefi bağlayıcılık içeriyor.

Onaylamayan yedi ülkeden biri Türkiye

Paris İklim Anlaşması, 22 Nisan 2016 tarihinde New York’ta düzenlenen üst düzey bir törenle Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCC) taraf ülkelerin imzasına açıldı.

Türkiye, bu toplantıda anlaşmayı imzaladı ancak TBMM’de onaylamadı.

Anlaşma, 5 Ekim 2016 tarihinde küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 55’inin en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulunun karşılanması sonucunda 4 Kasım 2016’da yürürlüğe girdi.

Bundan sonraki süreçte ülkeler anlaşmayı kendi parlamentolarına getirerek onayladı.

Şu anda anlaşmaya taraf olan ancak onaylamayan Türkiye ile birlikte yedi ülke var: Eritre, Güney Sudan, Irak, İran, Libya, Yemen…

Gelelim Türkiye’nin yıllardır değişmeyen ve bu gidişle de değişmeyecek pozisyonuna ve anlaşmayı imzalamama sebebine…

Türkiye’nin anlaşmayı onaylamama gerekçesi olarak temel argümanı, iklim anlaşmasının yükümlülüklerini yerine getirdiği takdirde “Yeşil İklim Fonu” olarak adlandırılan finansal yardımlardan yararlanamayacak olması iddiasına dayanıyor. 

Çünkü, temel olarak bu finansal yardımlar iklim krizine neredeyse hiç etkisi olmadığı halde en çok etkilenen ada ülkeleri ve yoksul ülkeler için ayrılıyor.

Doğal olarak, özellikle 2020 sonrası dönemde yeni iklim rejiminin hedeflerini ve bu hedeflere nasıl ulaşılacağını ortaya koyan Paris Anlaşması kapsamında gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelere mücadele ve uyum için finansman desteği sağlaması öngörülüyor. 

Yeşil İklim Fonu

Hedef 2020 yılı itibariyle gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere her yıl en az 100 milyar dolar kaynak aktarması olarak belirlenmişti.

Türkiye’nin Yeşil İklim Fonu’ndan yararlanma şansı Paris Anlaşması ile başlayan süreçte şimdilik mümkün değil. 

Kırılganlık seviyesi benzer olmasa da benzer gelişmekte olan bazı ülkeler fondan yararlanabilirken, Türkiye’nin yararlanamıyor oluşu Paris Anlaşması’nın Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi bağlamında ele alınıyor olması ile ilgili bir konu.

Türkiye’nin Ek-1 üyesi olarak gelişmiş ülkeler statüsünde değerlendirilmesi Yeşil İklim Fonu’na erişimi engelleyen bir faktör. Ek-1’de 40 ülke ve Avrupa Birliği ülkeleri bulunuyor.

Hem kesin azaltım sorumluluğu yüklenen ülkeler (Ek-1) hem de azaltım için mali ve teknolojik yardım sağlamakla yükümlülüğü arasındaki ülkeler (Ek-2) arasında yer alması, Türkiye’nin yaklaşık 30 yıl boyunca bu listelerden çıkmak dışında başka hiçbir iklim diplomasisi hedefi koymamasına neden oldu.

Bu hedefsizliğin bir uzantısı olarak, 1992’de Rio’daki zirveye katılan Türkiye, Ek-1 ve Ek-2 tartışmaları yüzünden 1994’te yürürlüğe giren Çerçeve Sözleşme’ye taraf olmak için 2004 yılına kadar bekledi. 

Türkiye’nin, “sorunu çözme” çabası yönündeki ayak diretmesi şu ana kadar olumlu bir sonuç getirmedi. Türkiye’nin belli açılardan argümanlarında haklılık payı olabileceği şerhini de koyarak, eylemsizlik ve politikasızlık bir politika değildir. 

Dünyada, iklim diplomasisi de böyle işlemiyor üstelik.

Bu Türkiye’nin elini güçlendirmiyor, zayıflatıyor. Türkiye, küresel iklim politikalarında bir aktör olarak yer alması fırsatını kaçırıyor. 

Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanı (Nationally Determined Contributions – NDC) beş yıl önce sunulduğu üzere emisyon artışından 2030 yılına kadar yüzde 21’e kadar bir artıştan azaltım olarak açıklandı ve bir daha güncellenmedi. Yapılan hesaplar, Türkiye’ye ait baz patikanın da azaltım patikasının da küresel sıcaklık artışını sınırlama hedeflerinin yakınından bile geçemediğini gösteriyor.

İklim politikaları açısından dünyada hareketli ve iddialı bir döneme girildi: Avrupa Birliği 2030 için yüzde 55’lik bir iklim hedefi belirledi, Çin 2060 için karbon nötr olma hedefini açıkladı. Japonya, Güney Kore, Güney Afrika ve Kanada ise sıfır emisyon planlarını açıkladı, ABD ise, Joe Biden’ın kazandığı başkanlık seçiminin ardından Paris Anlaşması’na geri dönüyor. 

Bu gelişmelerle birlikte iklim diplomasisi artık uluslararası ilişkilerin ayrılmaz bir parçası haline geliyor.

Türkiye’nin 1990’lardan bu yana küresel iklim görüşmelerinin parçası olmasına rağmen sorumluluk almaktan kaçınması sebebiyle ortaya çıkan “iklim eylemsizliği” giderek daha fazla göze batıyor.

Anlaşmayı onaylayıp, tartışmalara girebilse, oyunun dışında kalmayıp yeni iklim rejiminin ve diplomasinin gereklerini yapsa, belki bu sorun şimdiye kadar çözülmüştü. 

Çünkü Türkiye emisyon azaltımı ile kendini bağlamak istemiyor, kömürlü termik santrallerden, madenlerden, nükleer santral yatırımlarından, denizlerdeki doğalgaz kaynaklarını çıkarmaktan vazgeçmek istemiyor. Uluslararası kamuoyunun önünde herhangi bir taahhüt altına girerek elini kolunu bağlamak istemiyor. Yenilebilir enerji yatırımlarını, biokütle santrallerinde lastik gibi maddeleri yaktırarak kirli sanayileri kalkınma için, büyüme için kullanmak istiyor. İklim kriziyle mücadele kapsamında düşük karbonlu ekonomiye küresel düzeyde geçilmesi meselesi insanların yaşamlarını, üretim ve tüketim biçimlerini değiştirecek köklü bir değişim öngörüyor. Türkiye, israf ekonomisinden vazgeçmek istemiyor. 

Bunlar, 21’nci yüzyılın ruhuna aykırı…

‘Tuzak, Türkiye’nin evinde’

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Azerbeycan seyahati sırasında, ”Paris İklim Anlaşması ile ilgili 2015’te Paris’teyken müzakerelerde Türkiye adına birtakım talepleriniz olmuştu ve yerine getirileceği taahhüdü verilmişti ama hala yerine getirilmedi. Son G20 Zirvesi’nde de siz bu konuda şerh düştünüz. Müzakereler devam ediyor mu? anlaşmayı Meclis’ten geçirmeyi düşünür müsünüz?” sorusu soruldu.

Erdoğan, konuyla ilgili eski Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ve Almanya Başbakanı Angela Merkel‘in, “Gelişmekte olan ülkeler statüsünde size yapılması gereken destekleri yapacağız” şeklinde verdikleri sözü tutmadıklarını belirtti. Bunun üzerine konuyla ilgili her toplantıda, “Sözünüzü tutmadınız. Sözünüzü tutmadığınız için ben buna imza atmam. Ama sözünüzü tutar da Türkiye’ye yapılması gereken desteği yaparsanız, o zaman imzayı atarım” dediğini hatırlatan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

Suudi Arabistan‘daki G20 toplantısında yine bunu yerine getiremediler. Hep bize dayatma yapmaya çalışıyorlar. İşte ‘Bu 20’de 20 çıksın. Bunu başaralım’ diyorlar. Dedim ki ‘Yani kusura bakmayın, 20’de 20 çıkacaksa, 20’de 20’nin vereceği onayla bunun çıkması lazım. Siz bu onayı vermiyorsunuz, bizi köşeye sıkıştırıp ‘gel işte buna evet’ de ve ‘Riyad G20 toplantısı başarılı bir şekilde sonuçlandı desinler’ diyorsunuz. Hayır. O zaman ne olacak? İşte Paris’teki toplantıda, ‘orada şöyle olur, böyle olur vesaire.’ Ne oldu? Bizim imzamız olmadan 19’la bu çıkmış oldu. Şimdi Londra’da yapılacak toplantıda bu konu yine önümüze gelecek. Tabii biz orada şerhimizi en geniş manada ortaya koyacağız. Çünkü bizi gelişmiş ülkeler statüsünde tuzağa düşürmek istiyorlar. Olay bu.”

Bu sözler herhangi bir politikanın parçası değil…

Yukarıda da bahsettiğim üzere, Paris İklim Anlaşması kapsamında 2020 itibariyle Yeşil İklim Fonu’nda yıllık 100 milyar dolar finansman yardımı yapılması hedefleniyor. 

Türkiye, 2020 yılının ilk 10 ayında sadece yerli kömüre 100 milyon lira destek verdi. Son dört yıllık destek ise 230 milyon lira.

Diğer yandan sadece ekim ayında kapasite mekanizması kapsamında “piyasa şartlarında çalışması zorlaştığı” gerekçesiyle 39 kömür, gaz ve hidroelektrik santraline 211 milyon lira ödeme yapılıyor.

Türkiye 2019 başından bu yana yaklaşık iki yıllık sürede büyük kısmını döviz kurlarını baskılamak üzere Merkez Bankası rezervlerinden 133 milyar doları havaya saçarak heba etti. Üstelik bu işlemler şeffaflıktan uzak şekilde gerçekleştirildi. Kur düşmediği gibi ne uğruna harcandığı belli olmayan rezervler eksi seviyelere indi. Türkiye’nin rezervleri, Merkez Bankası’nın döviz yükümlülükleri ve swap ile alınan ödünç miktarlar düşüldüğünde eksi 49 milyar dolara geriledi. 

“Kendi evindeki ziynet eşyalarını” böyle kolayca har vurup harman savuran Türkiye, yoksul ülkelerin “evi yıkılmasın” diye kullanılacak 100 milyar dolarlık kolektif fondaki paraya göz dikiyor. Bu, Türkiye ekonomisinin önündeki en büyük sorunlardan biri. İsraf ekonomisinden, Hazine garantili projelerden vazgeçilmezken, Merkez Bankası’ndaki yedek akçeleri bile Hazine’ye devredildi. 

Türkiye’yi kim niye iklim finansmanı mekanizmalarından faydalandırsın? 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye atmosfere sera gazlarını saladursun, evdeki hesaba kitaba hiç bakmadan “bizi uzağa düşürüyorlar” diyor. Tuzak Türkiye’nin kendi evinde. Bu Erdoğan’ın gelişmelerden doğru bilgilendirilmediği gibi bir ihtimali ortaya çıkarsa da, Türkiye’nin acil olarak finansal kaynaklarını doğru, adil, eşit ve şeffaf şekilde kullanmaya başlaması için önemli bir fırsat. 

Son olarak bitirirken, Konda ve İklim Haber’in yeni yayınladığı “Türkiye’de İklim Değişikliği ve Çevre Sorunları Algısı 2020” araştırmasına atıf yapmak gerekli. Araştırmanın sonuçlarından  şu yazıda bahsetmiştik.

Toplumda her iki kişiden biri iklim krizinin Covid-19’dan daha büyük bir kriz olduğunu düşünürken, toplumun yüzde 70’i iklim krizinden endişe duyarken, gözünüzü, kulağınızı bu gerçekliğe kapatamazsınız…

(Bu yazı ilk kez Artı Gerçek’te yayımlanmıştır.)

TTB: 13 Aralık’ta altı sağlık çalışanı yaşamını yitirdi

 
 
  • Özel bir hastanede otomasyon görevlisi olarak çalışan İsmail Has
  • Tarsus Devlet Hastanesi’nde eczane teknisyeni olarak çalışan Ramazan Öz
  • Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Mengücek Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde laboratuvar teknisyenliği yapan Ahmet Yıldız
  • Kütahya Sağlık Bilimleri Üniversitesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde sağlık işçisi olarak çalışan Hanım Kakaç
  • Isparta SSK Hastanesi’nden emekli Ortopedi Uzmanı Dr. Adnan Kömüroğlu
  • İstanbul’da özel bir hastanede çalışan Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ertaç Altuner.

Açık adres dönemi bitiyor, adres kodu uygulaması başlıyor

Türkiye’de adres kullanımında yeni bir döneme geçiliyor. Buna göre kişiler kargo, devlet kurumları, e-ticaret siteleri gibi alanlarda adres paylaşımı yaparken açık adreslerini vermek yerine dokuz haneli bir adres kodunu paylaşacaklar.

Adres kodu uygulamasına ilişkin bilgileri Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü Adres Daire Başkanı Levent Yazıcı, TBMM Deprem Araştırma Komisyonu’nda milletvekillerine açıkladı.

‘İnsanlar açık adres paylaşmada tedirgin oluyor’

Yazıcı, “Vatandaşlar TC kimlik numarası ve açık adresini söylerken tedirgin oluyor. Bu projeyle 20-66-80-308 diyecek, dokuz rakam bu kadar, ‘adres kodu’ başka hiçbir şeye ihtiyacınız yok” ifadelerini kullandı.

Açıklamada bu yöntem ile, kargo ve gönderilerin geri dönmesi, adresi bulamama sorunlarının tarihe karıştığı ve kodlu adres sisteminde her adresin 9 haneli bir numarası olacağı belirtildi. İlk adres kodları da verildi.

Taşınma durumunda kod aynı kalacak

Yazıcı, PTT Kargo’nun kendi web ara yüzünü oluşturduğunu ve çalışmaların devam ettiğini açıkladı. Buna ek olarak BTK, İç Ticaret Genel Müdürlüğü ve diğer kargo şirketleriyle görüşmelerin ise devam ettiği belirtildi.

Ayrıca, kodların kişilere bağlı olacağı yani bir kişi adresini değiştirdiğinde de gene aynı kodu kullanabileceği belirtildi. Böylece taşınma durumunda adres bilgisi de güncellenecek.

Adres kodu nereden öğrenilebilir?

Uygulamanın yaygınlaşmasıyla birlikte adres kodunu e-devlet üzerinden öğrenmek mümkün olacak. Bunun yanı sıra Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün sitesinden TC kimlik numarası ve birkaç doğrulamayla veya TC kimlik numarasının kayıtlı olduğu cep telefonundan atılan mesaj ile telefona gelecek bir kod ile adres kodunun öğrenilmesi yönünde seçenekler sunulacak.

Şu anda adres kodunuzu merak ediyorsanız Doğal Afet Sigortaları Kurumu‘nun hazırladığı site üzerinden koda ulaşabilirsiniz.

Adres kodu sorgulama

Sorgulamayı gerçekleştirmek için önce yukarıda verilen bağlantıyı tıklamanız gerekiyor. Daha sonra karşınıza çıkan seçeneklerden il, ilçe, mahalle, sokak, ve daire numaralarını girmeniz gerekiyor.

Buradaki beş adımı tamamladıktan sonra beyan ettiğiniz adresinize ait bina kodu ve adres kodunuzu görüntüleyebilirsiniz.