Ana Sayfa Blog Sayfa 1656

BM: Bugüne kadar 130 ülkeye tek bir doz bile koronavirüs aşısı ulaşmadı

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi‘nin koronavirüs salgınıyla mücadele için yapılan oturumda konuşan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, salgına karşı geliştirilen aşıların dünya dağılımındaki eşitsizlik ve adilsizliğini eleştirdi.

Üretilen aşıların yüzde 75’inin sadece 10 ülkeye gönderilediğine dikkat çeken Guterres, 130 ülkeye bugüne dek tek bir doz bile ulaşmadığını kaydetti.

‘Küresel çapta aşı kampanyası düzenlenmeli’

Antonio Guterres, gelişmiş ülkelere çağrıda bulunarak, küresel çapta aşı kampanyasının düzenlenmesi, bu eylem planına da aşının geliştirilmesi ve üretilmesi konusunda yeterliliğe sahip bütün ülkelerin katılması gerektiğini belirtti:

Böyle bir küresel aşı planı için, acil durum eylem planı hazırlanması, hayata geçirilmesi ve finansmanının koordinasyonu konusunda G20 ülkelerinin uygun olduğunu düşünüyorum.”

BM Genel Sekreteri, yarın yapılacak olan G7 toplantısında bu kampanyanın gerçekleşmesi için ilk adımların atılabileceğini de ekledi.

‘Kampanya, sanayileşmiş ülkelerin de yararına’

Guterres, dünya çapında aşı  kampanyası geliştirmenin sanayileşmiş ülkelerin de yararına olacağına dikkat çekti:

Dünyanın güneyinde virüs yıldırım hızıyla yayılmayı sürdürürse, sürekli mutasyona uğrayacaktır. Yeni varyantlar da daha bulaşıcı ve ölümcül olabilir ve muhtemelen mevcut aşıların etkisini de tehdit edebilir.”

The Guardian‘ın haberine göre, gelir seviyesi düşük ülkelere yönelik Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından aşı temini için hazırlanan Covax programı mevcut hedeflerini kaçırdı. DSÖ, Covax’ın 2021 yılı için 5 milyar dolara ihtiyacı olduğunu kaydetti.

İklim Değişikliğiyle Mücadele Toplantısı’nın özeti: Eski vaatler, ciddiyetsizlik ve hayal kırıklığı

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ankara’daki Beştepe Kongre ve Kültür Merkezi‘nde İklim Değişikliğiyle Mücadele Toplantısı gerçekleştirdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın konuşma yaptığı toplantı sonunda Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadelesini ve hedeflerini ortaya koyan İklim Değişikliğiyle Mücadele Sonuç Bildirgesi kamuoyuna tanıtıldı.  Ancak sunulan hedeflerin yeni olmaması ve muğlak ifadelerle dolu olması tepki topladı.

Yeşil Gazete’ye açıklamalarda bulunan Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Koray Doğan Urbarlı ve İstanbul Politikalar Merkezi İklim Değişikliği Koordinatörü Ümit Şahin Emine Erdoğan tarafından yapılan konuşmayı ve açıklanan iklim hedeflerini “tam bir hayal kırıklığı” sözleriyle nitelendirdi.

Emine Erdoğan: Büyük resmi görmüyoruz

Erdoğan konuşmasında “Büyük resmi çoğunlukla göremiyoruz. Yangın olduğunda söndürmeye çalışıyor, sel olduğunda verdiği hasarı tamir etmeye gayret ediyoruz. Ama yangınların, sellerin ve diğer afetlerin esas nedenlerine inip, tam anlamıyla mücadele edemiyoruz” diyerek Türkiye’nin iklim kriziyle mücadelede eksik kaldığını söyledi.

Geçtiğimiz sene Avustralya, ABD, Asya ve Afrika‘daki yangın, kasırga ve sel gibi yaşanan felaketleri anımsatan Erdoğan, “Kendi ülkemizde, rekor düzeyde sıcaklıklar gördük. Anadolu’da ilk kez kum fırtınası tecrübe edildi. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, 1990 yılından itibaren aşırı hava olayları sürekli artış halinde. 2019 yılı 935 olay ile en fazla afetin yaşandığı yıl olarak kayda geçti” ifadelerini kullandı.

‘Son dönemeçteyiz’

Son günlerde yaşanan kuraklığın da “endişe verici” olduğuna dikkati çeken Emine Erdoğan, yağan kar ve yağmurun bir nebze de olsa içlerini rahatlattığını dile getirdi.

Bunun karşı karşıya olunan tehlikenin geçtiği anlamına gelmediğine işaret eden Emine Erdoğan, “Biz insanların şöyle bir özelliği var, stresle ve endişeyle başa çıkmak için bazı gerçekleri göz ardı ediyoruz. Üzülerek ifade ediyorum ki artık böyle bir lüksümüz yok. Son dönemeçteyiz. Elimizde gidişatı olumlu yönde değiştirebilecek son on yılımız var ve bu fırsatı değerlendirebilecek son nesiliz” değerlendirmesini yaptı.

‘Değişim bireyden başlar’

Emine Erdoğan, iklim değişikliği konusunun tüm bireyleri ilgilendirdiğini vurgulayarak, 2020’de yapılan bir araştırmanın verilerine göre, “iklim değişikliği konusunda endişeli misiniz?” sorusuna her 10 kişiden 7’sinin “endişeliyim” şeklinde cevap verdiğini aktardı.

Bu cevabın, artan iklim felaketlerini herkesin, bizzat yaşıyor olmasından kaynaklandığına değinen Emine Erdoğan, şöyle devam etti:

O halde, krizle mücadelede endişe hisseden bu büyük kitleyi işin içine nasıl katacağız, işte bunu da düşünmemiz gerekiyor. Halihazırda yapılması gerekenler A’dan Z’ye ortada, ‘yenilenebilir enerji kaynaklarına geçmek, fosil yakıtlara olan bağımlılığı azaltmak, şehirleri yeniden tasarlamak’ gibi nice adım… Ancak tüm bunlar o kadar büyük başlıklar ki bu hedeflerin yerine getirilmesinde bireylerin yeri maalesef gözükmüyor. Vatandaşımız, iklim krizinden haberdar ama sanki bu krizi bir başkası onun adına çözecekmiş gibi düşünüyor. Unutmayalım, değişim bireyden başlar. Eğer iklim değişikliği ile mücadele edilecekse zafer, yeni yaşam kültürleri inşa etmeden kazanılamaz. Bu noktada sosyologlara, psikologlara, iletişimcilere de çok büyük iş düşüyor. Yani fen bilimleri kadar, sosyal bilimlerin de iklim değişikliği ile mücadelede büyük bir sorumluluğu var. Çünkü seçilen yeni yol, yeni bir yaşam tarzı demek.”

‘Klima değil vantilatör kullanın’

Değişen her bir bireyin etrafındakileri etkiledikçe, bu insan kümelerinin birleşip ortaya yepyeni, dönüşmüş bir toplum çıkacağını ifade eden Emine Erdoğan, iklim değişikliğiyle mücadelenin, çok yönlü bir mücadele olduğunu vurguladı.

Herkesin alacağı basit önlemlerin başarının anahtarı olduğunun unutulmaması gerektiğine dikkati çeken Emine Erdoğan, “Mesela, gereksiz ışıkları kapatmanın, elektrikli cihazları bekleme konumunda bırakmamanın önemini anlatalım. Isı kaybının önüne geçmenin çift camlı pencerelerle mümkün olduğunu anlatalım. Klima yerine, vantilatörle serinlemenin, enerji tasarrufu sağlayacağını izah edelim. Mutfakta, banyoda, temizlikte, çamaşırda ve ev atıklarının yönetilmesinde püf noktalarını topluma taşıyalım. Tüketim alışkanlıklarının, düşük karbonlu bir yaşam tarzı ile ilişkisini daha çok konuşalım” önerilerinde bulundu.

Urbarlı: Sorumluluğu bireylere yüklüyor

Emine Erdoğan’ın iklim krizine ilişkin sunduğu sorunların tespitinde herhangi bir sorun görmediğini belirten Koray Doğan Urbarlı, “Ancak sıra çözümlere gelince bambaşka bir noktaya gitmiş ve sorumluluğu bireylere yüklemiş” ifadelerini kullandı.

Konuşma boyunca Erdoğan’ın bireysel çözümlere vurgu yaptığını belirten Urbarlı, “Kendisinin iktidarla bir ilgisi yokmuş, Cumhurbaşkanı’nın eşi değilmiş gibi suya sabuna dokunmadan bir açıklama yaptı” dedi.

‘Toplantının yapıldığı külliye orman arazisiydi’

Bireysel çözümlere bu kadar önem veriliyorsa o zaman yapılan toplantı hakkında da sorulması gereken sorular olduğunu belirten Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü, “‘Orman alanlarını artırmamız gerekiyor’ diyor. Ancak toplantının yapıldığı külliye önceden orman arazisi olan yere oradaki ağaçlar kesilerek yapıldı. Buna ne diyeceğiz?” yorumunu yaptı.

Şu anda Türkiye’nin dört bir yanında yıkım projeleri olduğunu hatırlatan Urbarlı, “Kanal İstanbul projesi, Kuzey Ormanları’ndaki yıkım… Bunların hepsi göz önünde oluyor. Mesajlarında ciddilerse bu yıkımların durması gerekir” ifadelerini kullandı.

‘İyi niyet beyanı değil acil eylem gerekiyor’

Toplantının devamında Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum tarafından açıklanan İklim Değişikliğiyle Mücadele Sonuç Bildirgesi hakkında da değerlendirmede bulunan Urbarlı, “2021 yılında iklim değişikliğiyle mücadele toplantısı yapıyorsanız ilk madde ‘Bu konuda Meclis’e rapor sunacağız’ değil ‘Paris Anlaşması’nı Meclis onayından geçireceğiz’ olmalı” dedi.

Urbarlı açıklamasında, “2050’yi hedefleyen raporları bir sonuçmuş gibi koyamazsınız. Bunlar için toplantı yapmaya gerek yok. İklim değişikliğinin iklim krizi olarak adlandırılmaya başladığı bir yılda iyi niyet beyanları değil acil eylemler gerekiyor” görüşünü paylaştı.

Sonuç Bildirgesi’nde neler var?

Murat Kurum açıkladığı sonuç bildirgesi hakkında “Üniversitelerimizle, sivil toplum örgütlerimizle, belediyelerimizle, özel sektörümüzle yaptığımız toplantı ve istişareler ve şimdi açıklayacağımız sonuç bildirgemiz, Meclisimizde yapılacak İklim Kanunu çalışmaları için bir referans olacak, bir kaynak oluşturacaktır” ifadelerini kullandı. İklim Değişikliğiyle Mücadele Çalıştayı’nın 14 maddelik sonuç bildirgesinde şu maddeler yer alıyordu:

  • Tüm kurumların, sera gazı emisyonlarının azaltımına ve iklim değişikliğine uyum sağlamasına yönelik 2050 Ulusal İklim Değişikliği Stratejisi ve Eylem Planı uygulamaya konulacak.
  • Bölgesel İklim Değişikliği Eylem Planlar ile akıllı şehir ve sıfır atık uygulamaları yaygınlaştırılacak.
  • Olumsuz etkilerinin en çok yaşandığı sektörler olan tarım, hayvancılık, turizm, yenilenebilir enerji ve sanayi alanlarında yatırımlarımızı en verimli şekilde yönlendirecek.
  • Sıfır Atık Projesi kapsamında atıkların geri kazanım oranı 2035 yılında yüzde 60’a çıkarılacak.
  • Ülkemizde hâlihazırda yüzde 2,5 olan arıtılarak yeniden kullanılan atıksu oranı, 2023 yılında yüzde 5’e, 2030 yılında ise yüzde 15’e çıkarılacaktır.

‘Güneş enerjisi 10 GW, rüzgar 16 GW olacak’

  • 2030 yılına kadar, elektrik üretimimiz güneş enerjisinden 10 GW, rüzgâr enerjisinden 16 GW kapasitesine çıkarılacak.
  • İklim dostu yatırımların destekleneceği, temiz üretim teknolojilerine yatırım yapan tesisleri ödüllendiren Emisyon Ticaret Sistemi hayata geçirilecek.
  • Enerji ve sanayi tesislerinin iklim ve çevre dostu üretim yapmalarına yönelik ilave tedbir ve teşvikler arttırılacak.
  • 2023 yılında binalarımızda kullandığımız fosil yakıtlar yüzde 25 oranında azaltılacak. Yine 2030 yılına kadar tüm binalarımız enerji kimlik belgesine sahip olacak.
  • İklim değişikliği konusunda üretilen çalışmaların ve verilerin paydaşlarımızın ve kurumlarımızın erişimine açık olduğu Ulusal İklim Değişikliği Platformu ile bilimsel araştırmaların yapılacağı, politikaların belirleneceği ve takip edileceği Ulusal İklim Değişikliği Araştırma Merkezi

Şahin: Hedeflerin hiçbiri yeni değil

Sunulan bu bildirgeyi değerlendiren Ümit Şahin, Bu bildirgede sunulan hedeflerin hiçbirinin yeni olmadığını belirten Ümit Şahin, bu hedeflerin Türkiye’nin 2015 Paris İklim Anlaşması çerçevesinde verdiği Ulusal Katkı Niyet Beyanı’nda olduğunu söyledi.

Örneğin 2030 yılına kadar rüzgar enerjisi kapasitesini 16 GW, güneş enerjisini ise 10 GW’a çıkarma hedefinin bu beyanda önceden yer aldığını aktaran Şahin, “Paris Anlaşması onaylanmadığı için resmiyet kazanmamıştı. Türkiye’nin hala gerçek bir Ulusal Katkı Beyanı yok. Şimdi de bunu tekrarlıyorlar” dedi.

‘Ciddiyetten uzak bir doküman’

Hazırlanan bu dokümanın ciddiyetten uzak olduğunu belirten Şahin, “Ya eski taahhütler söyleniyor ya da sıfır atık gibi iklim değişikliğiyle alakasız yan konulardan bahsediliyor” ifadelerini kullandı.

Hazırlanan bildirge hakkında soru işaretleri olduğunu belirten Şahin, “Bu neyin sonuç bildirgesi? Kim yazdı? Paydaşlarla birlikte mi yazdılar? Akademi var mı, sivil toplum var mı? Yalnızca Bakanlığın söylediklerinin tekrarı. O kadar anlamsız ciddiyetsiz, gayri ciddi bir doküman” dedi.

‘Artık emisyon azaltım hedefi konulmalı’

Sonuç bildirgesinde 2050 eylem planından bahsedildiğini hatırlatan Ümit Şahin, “Eğer bu plan sıfır emisyon taahhüdünde bulunacakları anlamına geliyorsa bunu destekleriz. Çünkü bunu yapılması lazım. Bu sıfır emisyon hedefi için de mutlaka kısa vadeli mutlak bir azaltım hedefi açıklanması gerekir. Ve tabii ki Paris Anlaşması’nı onaylamaları gerekiyor” yorumunu yaptı.

Ancak somut bir şeyin söylenmemesini eleştiren Şahin, “2021 yılına geldik hala somut bir şey açıklanmıyor. Bir emisyon azaltım hedefi koymadan bu tür laflar söylenmemeli. 1980 yılında değiliz. İklim değişikliği bu kadar büyük bir kriz haline gelmişken, herkes ayağa kalkmışken ve gençler hayatları için mücadele vermeye başlamışken bu muğlak ifadeler kabul edilemez” dedi.

‘Merkez kuracaklarına akademik özgürlüğü desteklesinler’

Ümit Şahin, Ulusal İklim Değişikliği Araştırma Merkezi kurulmasının da senelerdir söylenen ancak yapılmayan bir vaat olduğunu söyledi.

Merkez kurmanın tek başına bir anlam ifade etmeyeceğini belirten Şahin, “O tür bir merkez kuracaklarına akademik özgürlüğü desteklesinler, bilim insanlarını desteklesinler, çalışmaları desteklesinler. Akademiyi ve üniversiteleri rahat bıraksınlar” değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye’de bir ilk: İzmir’de Yeşil Şehir Eylem Planı hazırlandı

İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir Yeşil Şehir Eylem Planı ve İzmir Sürdürülebilir Enerji ve İklim Eylem Planı’nı tamamladığını duyurdu. Böylece, İzmir’in iklim ve çevre konularıyla ilgili 2030 yılına kadar nasıl yol izleyeceği belli oldu. Her iki planda da 61 eylem bulunuyor.

Bu iki eylem planıyla kentin iklim krizinin etkilerine uyum sağlayarak dirençli hale gelmesi planlanıyor.

Bunlarla birlikte İzmir Büyükşehir Belediyesi, sera gazlarının 2020’ye kadar yüzde 20 azaltılması taahhüdünü 2019’da Meclis kararıyla “Sera gazlarının 2030’a kadar yüzde 40 oranında azaltılması” şeklinde güncellemişti.

61 eylem oluşturuldu

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası‘nın (EBRD) 300 bin Euroluk hibe desteği verdiği İzmir Büyükşehir Belediyesi, Yeşil Eylem Planı’yla su, biyolojik çeşitlilik, hava, toprak ve iklim krizi gibi önemli konuların da yer aldığı çevre sorunları için eylemler tespit etti.

Büyükşehir Belediyesi, Sürdürülebilir Enerji ve İklim Eylem Planı’yla da sera gazı azaltım ve iklim uyum eylemlerini belirledi.

Söz konusu her iki planda da arazi kullanımı, binalar, atık yönetimi, çevre ve biyolojik çeşitlilik, enerji, halk sağlığı, sivil savunma ve acil durum, su yönetimi, tarım ve ormancılık, turizm ve ulaşım alanlarında 61 eylem oluşturuldu.

‘Her iki eylem planı da birbirini tamamlayıcı’

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, eylem planlarının hazırlanmasıyla ilgili yaklaşık bir buçuk yıldır ilgili belediye birimleri, kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerle katılımcı ve şeffaf bir sürecin yürütüldüğünü kaydetti. Soyer, konuşmasında şunları da ifade etti:

İklim krizinin etkilerinin, doğa felaketleri ve afetlerin bize uzak olmadığını yaşayarak gördük. Bu nedenle İzmir’i doğa ile daha uyumlu ve dirençli bir kent haline getirmemiz gerekiyor. Her iki eylem planı da İzmir Büyükşehir Belediyesi 2020-2024 Stratejik Planı ile uyumlu olarak ve birbirini tamamlayıcı nitelikte hazırlandı. Hazırlanan planlar iklim değişikliği ile mücadele ve uyum da dahil olmak üzere birçok çevre öncelikli konuda 2030 yılına kadar İzmir’in yol haritasını oluşturuyor.”

İzmir’den çevreci adımlar

İzmir Büyükşehir Belediyesi, atık alanlarından çıkan metandan elektrik üretilmesiyle ilgili de adımlar arttı.

Harmandalı Düzenli Atık Depolama ve Biyogaz Tesisi‘nde hem oluşan metan gazı bertaraf ediliyor hem de yılda yaklaşık 110 bin hanenin elektrik ihtiyacı karşılanıyor.

Bununla birlikte, Ödemiş Entegre Katı Atık Yönetim Tesisi’nde ve Bergama Katı Atık Yönetim Tesisi’nde biyometanizasyon yöntemiyle elektrik elde edildiği gibi, organik atıklardan da gübre elde ediliyor.

Tüm bunların yanında İzmir Büyükşehir Belediyesi, Türkiye’de ilk defa 20 otobüs ile elektrikli otobüs filosu oluşturdu.

Otobüslerin kullandığı elektrik ise belediyeye ait otobüs işletmesi olan ESHOT‘un Gediz Atölyesi‘ne kurduğu güneş santralinden üretiliyor. Karbonsuz ulaşım ağı için de bisiklet yolları ve yaya yolları oluşturuluyor.

Son altı ayda 2.412 hekim istifa etti

Koronavirüs salgınına karşı mücadelede ön saflarda yer alan sağlık çalışanlarının ne kadar yıprandığı rakamlara yansıdı.

CHP İzmir Milletvekili Tacettin Bayır geçen eylül ayında, Covid-19 salgınında istifa eden ve rapor alan doktor sayılarını öğrenmek için Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.

858’i uzman hekim

Gelen yanıtta; 10 Mart 2020 ile 8 Eylül 2020 tarihleri arasında 858 uzman tabip, 144 asistan ve bin 410 tabip olmak üzere toplam 2.412 hekimin istifa ettiği ortaya çıktı. Yanıtta, 487 uzman tabip, 31 tabip ve 4 diş hekiminin de özel hastanelere geçiş yaptığı bilgisi yer aldı. “Rapor alan tabiplere ilişkin istatistiki bilgilerin” ise bulunmadığı ifade edildi.

CHP’li Bayır bu yanıtlara cevaben “’Bu riskli hastalık taşıyan doktorlarımız, rapor verilmediği için mi istifa etti’ sorusu aklımıza geliyor. Doktorların raporlu olmasına izin verilmemesinden kaynaklı hastalığa yakalanan doktor sayısı var mı merak etmekteyim” dedi. 

Milat imalatı ve eşik korkusu- Kemal Can

 
 
 

Gare’de ne olduğunu belki hiç bilemeyeceğiz

Garê’de olanların, olmasına karar verilenlerin veya bütün ihtimallerin nasıl bir değerlendirmeye konu olduğunun ancak sınırlı bir kısmını öğrenebileceğiz. Başka bir sonuç için mi yola çıkıldı, farklı bir sonuç ortaya çıkarsa atılacak adımlar baştan konuşuldu mu? Bilmiyoruz, belki de tam olarak hiç bilemeyeceğiz. Ne olduğu hakkında, Milli Savunma ve İçişleri Bakanlarının meclise verdiği bilgide, operasyonun siyasi karar tarafına ilişkin noktalar yer almıyor. “Siyasi sorumluluk”, iktidardan hayli uzaktaki bir zemine taşınıyor ama bu sürecin devamının tamamen bir siyasi operasyon olarak yürüyeceği de gayet net anlaşılıyor. 

Bu niyetin, alınan kararların hangi aşamasında belirlendiğini bilmiyoruz ama ilk açıklamalar, hazırlanılan hamleler devamının böyle getirileceğine ilişkin işaretlerle dolu. Bundan sonra olacaklar, bu olayın siyasette oturtulacağı çerçeve, pek de yeni olmayan, çok tanıdık bir rotada şekillenecek gibi görünüyor. Bahçeli, bir süredir ısrarla tekrar ettiği “talepler” ve zorlamalar için bu olayı çoktan milat olarak ilan etti bile. AKP’den de uyum ve atak sinyalleri geliyor.

‘Allah affetsin’den yeniden kuruluşa

Türkiye, son 10-12 yıla -seçimli referandumlu- sene sayısı kadar sandık yoklaması sığdırdı. Bu süre içinde eksenler, ittifaklar, koalisyonlar, kırmızı çizgiler değişti veya değiştiği iddia edildi. Pek çok pozisyon yeniden çizildi, en azından yeniden tarif edildi. Yine aynı zaman diliminde, neredeyse her seneye birkaç tane “milat” sıkıştı. İktidarıyla muhalefetiyle, gazetecisiyle uzmanıyla herkes bu özel takvimleme çabasına katkı verdi. Yaşanan önemlice her gelişmeyle ilgili -ama aslında daha sonraki kullanımı hesaplanarak- “bundan sonra” diye başlayan cümleler kuruldu. Geçmişi açıklarken, geleceği kestirmeye çalışırken, değişen ya da aynı kalanları tanımlarken, hep bu dönemeçlere referans verildi.

Bazı dönemeçler “Allah affetsin aldatıldık” bahanesiyle, bazı milatlar “yeniden kuruluşla” etiketlendi. Fakat “artık başka türlü olacak” iddiasını taşıyan kritik noktaların çoğu, gidişatı bambaşka hale getiren, rotayı tamamen değiştiren eşikler değildi. Hızın, seviyenin, vitesin artırıldığı anlardı. Milat diye işaret edilen eşiklerin, “değişimden” ziyade mevcuda gerekçe yapıldığına, kapı açmak yerine kapak kapatmaya yaradığına şahit olduk.

Yine benzer bir süreci yaşıyoruz. Israrla devam ettirilen bildik stratejiye, yeni bir “milat” eklenerek ivme kazandırılmak isteniyor. Yapılanlara meşru gerekçe, söyleneceklere gürültülü bahane ve karşısında durabileceklere zorlu tereddütler yaratılmaya çalışılıyor. Yıl başında, “2021 için iyi ihtimal, 2020’nin kötü tekrarıdır” yazmıştım ama şimdi “daha kötü ihtimalin” daha da ağırlık kazandığı tabloya doğru ilerliyoruz. Tablonun iktidar tarafındaki tahayyülünün, 2015 yılının ikinci yarısına hayli benzediği, “en elverişli” görünen iç gerilim başlığının, yine sınır ötesinden -“düştü düşüyor” denilerek- ateşlendiği söylenebilir.

‘Aynılar aynı, ayrılar ayrı’

Fakat aynı hamleden aynı sonucu almaktan emin olunamadığı için, “zorlama” çabalar daha aceleci, daha sarsak. Mesela, bir zamanlar örgüt adı zikretme propaganda sayarken, televizyonlara bunun için ceza kesilirken, örgütün adının söylenmemesi destek gibi gösterilmeye çalışılıyor. “Artık eskisi gibi olmayacak” diye başlanan konuşma “Anayasa Mahkemesi kapansın” diye bitiyor. Tabuta yaslanma mizanseni yerine, şiveli espriler yapılan kongre salonlarından sopa sallanıyor. Hedef gösterilecekler torbası fazla geniş tutuluyor. “Boğaziçililer Uludağ’da eğlendi” haberleri yapılıyor.

Bunların hiçbiri “Garê oldu, onun için böyle” denilebilecek şeyler değil. Aylardır ısıtılan, ısrarla zorlanan; nazlanılıyormuş gibi, başka seçenekler de hesaplanıyormuş gibi yapılan; hayli kaba, bildik bir stratejiyle fazla uyumlu. “Bugün değilse ne zaman” denilen “acil eylem” talebi, ortaya çıkmış yepyeni gelişmelerin sonucu gibi durmuyor. Olanların, Bahçeli’nin ısrarlı taleplerinde netice istemesi için, Erdoğan’ın bu yolda önüne çıkabilecek taşları temizlemesi için, dış politika pazarlıkları için imkan vereceği düşünülüyor.

Ancak asıl fırsat, “aynılar aynı, ayrılar ayrı” çizgisinin yeniden iktidarın tebeşiri ile çizilmesi fikri. HDP’nin muhalefetin de katkısı alınarak kriminalize edilerek devreden çıkartılmaya çalışılacağı ve CHP’nin yuhalanacağı yeni bir “Yenikapı” sahnesine zorlanacağı bir resim bu. Önümüzdeki kısa süreçte, bunu daha somut bir sıkıştırmaya dönüştürecek yeni adımlar da göreceğimiz anlaşılıyor. “Parti kapatma” kozunun da, stratejinin yakın hedeflerdeki “başarısına” bağlı olarak uzak ihtimal olmaktan çıkabileceğini düşünmek gerek. Çünkü iktidar başarısız olunan yoldan dönmek yerine hep hızı artırmayı seçiyor.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti grup toplantısında yaptığı, “sorumlu Erdoğan’dır” çıkışı, iktidarın “milat” zorlamasına kolay uyumlanmayacağının işareti sayılabilir. Bu konularda daha hassas olacağı varsayılan diğer muhalefet partisi sözcülerinin de -en azından bazılarının- iktidarın kışkırttığı tereddütler yerine, zorlayıcı soruları gündeme getirme cesareti dikkat çekici.

Eğer bu tutum yeterli direnci gösterirse, iktidarın istediği bir yerden çizgiyi çekip, “hatlar bunun iki tarafıdır” dayatması ve buna sürekli “milat” imal edebilmesi artık eskisi kadar kolay olmayabilir. Seçmen nezdinde bu etkinin hayli zayıfladığını pek çok olayda gördük ancak muhalefet aktörlerinin “istismar” kaygısının pençesinden tam kurtulamadığını da izledik. İktidarın hamlelerinin kabalığı ve zorlama dozundaki abartı, artık bu hassasiyetlere teşne olanları bile sıkıntıya sokuyor. Sıkıntı yaratabileceklerinden, sıkıntının kader olduğundan emin olanlar beklenin aksine daha fazla sıkıntıya girebiliyor. Ayrıca, bütün araştırmalarda giderek belirginleşen siyasal aritmetik, muhalefet için birlikte durmayı zorluk olmaktan çıkartıyor ama iktidarın zorlama ayrımlarına uymayı da vebal haline getiriyor.

(Bu yazı ilk kez Gazete Duvar’da yayımlanmıştır.) 

Mahalle-Tanıl Bora

Epeydir, mahalle kavramı başka bir bağlamda dillerden düşmez oldu. Bizim mahalle – öteki mahalle; kendi mahallemiz – başka mahalleler… Siyaseti ve toplumu yorumlarken, herkes aklın-fikrin, sözün işlev ve etkisini mahalle kavramıyla ölçüyor. Her cenahta öyle – her mahallede, yani!

Kastedilen, fikirlerin ve sözlerin, kutuplaşmış kamuoyları içinde yalıtılmış olarak kalmasıdır; farklı kamplara, öteki kamuoylarına ulaşmamasıdır.

Bunu sorun edenler, yani her mahallelinin sadece kendi mahallesine hitap etmesinden yakınanlar, başka mahallelere kulak vermek ve oradakilerle de konuşmak gerektiğini söyleyenler, “mahallenin delisi” durumuna düşmekten yakınıyorlar.

Herkesin mahallesi kendine

Yersiz bir endişe değil, kesinlikle. Memlekette farklı kamuoyları arasında geçirimsizlik var; diyalogdan önce bilmeme engeli var, ondan da önce bilmek istememe, çünkü arada bir müştereklik görmeme, hatta insandan saymama sorunu var.

Bu meseleyi dert ederken, mahalle kavramının üzerine düşülmüş olmasına takılacağım biraz. Herkesin mahalle teşbihine sarılması, bu meselemiz hakkında bize neler söylüyor olabilir?

***

Belki şu merakla başlamalı: Mahallenin kalmadığı bir zamanda sürekli mahalleden bahsetmekte bir acayiplik yok mu? Hâlâ soluk alıp can çekiştiği yerler yok değil elbette – can çekişme şekli dahi farklılaşarak bile olsa… Fakat geleneksel mahalle, her sahada ilk hayat tecrübelerinin edinildiği, herkesin birbirine mukayyet olduğu, denetim (mahalle baskısı!) karşılığında sıcaklık ve dayanışma sunan cemaat idili, artık adresinde bulunamıyor. Nostaljisi dahi eskidi sayılır, mahalle dizileri bile çevrilmez oldu – istisnalar var ama mesela Çukur’u klasik bir mahalle dizi saymak zor.

Mahalle teşbihine rağbetin, mahalleyi özlemekle ilgisi olabilir mi? Şu da var ki her “mahalle,” başka türlü özleyecektir mahalleyi. Muhafazakâr nostalji, herkese edep ve terbiye veren o kolektif tarassutu özleyecektir. Sol nostalji, jenerik bir dayanışma mekânı olarak özleyecektir.

***

Kebîkeç dergisinin 2005’te çıkan 20. sayısının başlığı: “Dünyanın merkezi mahallemiz” idi. Zeki ve şefkatli bir çerçeve çizmişti dergi; mahallenin çerçevelediği dünyaya çıkma tecrübesinin kıymetini bilerek, yeniyetmenin mahalleyi dünyanın merkezi zanneden muhayyilesine şefkat gösteriyor, fakat tam da “dünyanın merkezi” lâfıyla, oranın dünyanın merkezi olmadığını da hatırlatıyordu. Mahalle, dünyanın merkezi sanıldığında, en feci darlıktır. “Mahalle takımında bile…” kıyası boşuna çıkmamış. E zaten günümüzün, fikrin-sözün ufkunun mahalleye sıkışmasından yakınan söylemi, zımnen buna da dikkat çekiyor.

***

Mahallenin kalmadığı yerde, mahalle teşbihinin uygunluğunu sormaya devam edelim. Mahallenin yerinde ne var artık? Yüksek bloklar var, güvenlikli ve güvenliksiz siteler var, plazalar var. Komşuluğun, yardımlaşmanın yerini anonimleşmiş bazen profesyonelleşmiş ilişkilerin aldığı iskân birimleri… (“Kapıcı” yerine “apartman görevlisi” denmesinin nedeni sadece siyasî doğruculuk değil. Bir üst aşaması, “facility manager”dir.) Mahalle, şeklen durduğu yerde bile, kentsel dönüşümden geçince mutasyona uğruyor.

(Mike Davis’in Gecekondu Gezegeni’nde dikkat çektiği olguyu, yani dünya nüfusunun üçte birinin mahalle haysiyeti taşımayan kitlesel izbelerde yaşadığını unutmayarak,[1] şimdilik “imarlı kesimde” kalalım.)

“Mahalle” teşbihiyle andığımız siyasî camiaların, alt-kamuoylarının ortamı da, artık mahallelerin yerini alan yeni habitatlara, yeni yaşam alanlarına benzemiyor mu? Toplu konutlardaki gibi, “sakinlerin” birbirlerini tanımadığı veya sadece fragmanlarından tanıdığı bir habitat. Sanal ortamdaki güruhlaşma istidadının yol açtığı yüzsüz-anonim linççilik, “mahalle baskısı”ndan farklı bir şey değil mi?

İstişarenin bulunduğu, düşünce sevgisinin ve merakın canlı olduğu, fikrin birikerek geliştiği, eleştirinin yergi-övgü zıtlığına sıkışmadığı, müphemin grisine yaşam ağacının yeşiline açık bir söz ortamını, bir kamuoyunu, -tamam, biraz da idealize ederek-, mahalle teşbihiyle karşılayabilirdik. Bu vasata sahip miyiz? “Mahallemiz” dediğimiz kendi kamuoyumuzda, sahih anlamıyla tartışma ve eleştiri şevki namına ne var?

Mahalle teşbihi, -az evvel yine değindim-, jenerik bir dayanışma mefhumunu da ifade ediyor. Ama işte, ancak jenerik veya jenerikleşmiş bir dayanışma o. Dayanışma, tarihsel tecrübeyle, yapıp ederek, eylemle kurulan bir ilişki. Geleneksel veya eski biçimlerinin aşındığı, yeni, anonim-sanal biçimlerin kalıcı ve bağlayıcı ilişkiler kurmaya muktedir olamadığı şartlarda, dayanışmanın yeni biçimlerini düşünmek gerekmiyor mu?

Tuncay Birkan’ın Sol: Evin Reddi derlemesine aldığı 2010 tarihli bir yazısında, işte bunun eksikliğine yanıyor. Benim de burada tekrarladığım türden muhtelif tahlillerin nesnesi olarak mahallenin insanları ile temas aramak; mahalleli ile, “sıradan” insanlarla, onları dinleyerek ilişki kurmak.[2]

Kısacası, “mahalle”nin imâ ettiklerini kaybettik ve onları yeniden icat etmeye ihtiyaç var. Kendi mahallemize kapanmamaktan, öteki mahalleye seslenmekten söz ederken, belki bunu da düşünmeliyiz.

***

Şehircilik terimleriyle devam edeceksek, mahalleden başka da kaybolan bir mekânı hatırlayalım isterseniz: meydanları. Malûm, başka mahallerde oturanlar, mahalle maçı ve mahalle kavgası yaparak da iletişim kurarlar ama meydanlarda, mahalleli kimliklerinden biraz olsun sıyrılarak karşılaşır, kaynaşırlar. Kamusal alanın mekânsallaştığı yerlerdir. Siyasî toplantı (miting) ve gösteriler yapılır buralarda, -mahallelere takılmadan, ortalığa seslenilir-, bunlar da herkesi çoğaltan karşılaşmalardır. (Demirel “bile,” birkaç vesileyle söylemişti ki, “meydanlar demokrasinin ciğerleridir.”) Mahallelerin yitmesi gibi, meydanlar da yitti. İki büyük şehrin ana meydanlarının, Taksim’in, Kızılay’ın, özellikle siyasî-toplumsal demonstrasyon (gösteri demektir ve altını çizelim; arz demektir) hakkına kapatılmalarıyla, kamusal alan hüviyetleri iyice eridi.

Fikrin, sözün, teklifin, kapalı devreye sıkışmamasını, herkese ulaşmasını özlerken, mahalleden mahalleye hat çekmeye gayret ederken, meydanı, meydanları da unutmamalı. Mahalleliyle değil dünyayla konuşan söz, meydan sözüdür.

İktidar nazarında “karşı mahalle”nin timsallerinden sayılan Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrencileri ve öğretim üyeleri, protestolarını nerede duyuruyorlar? Güney Meydan’da. İşte orası, mahallenin, meydana döndüğü yer.


[1] Bu konuda muazzam bir eşitsizlik var: “azgelişmiş ülkelerde oran % 78. Mike Davis: Gecekondu Gezegeni. Çev. Gürol Koca. Metis, 2010 (2. baskı).

[2] Tuncay Birkan: Sol: Evin Reddi. Metis, 2020, s. 83.

(Bu yazı ilk kez Birikim Dergisi’nde yayımlanmıştır.)

 

Üniversitelerde uygulamalı eğitim yüz yüze, teorik eğitim çevrimiçi yapılacak

 

Salgın endişesi veya barınma nedeniyle eğitime devam etmek istemeyen öğrencilerin “kayıt dondurma” hakkından yararlandırılması da kararlaştırdı.

“Küresel Salgında Yeni Normalleşme Süreci Raporu”nun üniversitelere iletildiği, üniversitelere salgının bölgesel ve yerel seyrine göre farklı programlar konusunda serbesti tanındığını kaydeden YÖK’ten yapılan yazılı açıklamada şu ifadeler kullanıldı: 

… Sağlık Bakanlığı’nın görüş talebimize dün akşam cevaben yollamış olduğu yazıda “Son 3 haftadır ülkemizde vaka sayısının yeniden artışa geçmesi daha dikkatli davranılmasını gerektirmektedir. Yükseköğretim kurumlarında yüz yüze eğitimin mevcut şartları dışında önemli bir hareketliliğe sebep olabileceği de unutulmamalıdır” şeklinde bilgi verilerek, “Yükseköğretim kurumlarında uygulamalı eğitimlerde azami dikkat ile ve sıkı tedbirler eşliğinde yüz yüze eğitimin yapılabileceği, ancak teorik eğitimlerin mümkün olduğunca uzaktan eğitim yöntemleri kullanılarak devam ettirilmesinin uygun olacağı mütalaa edilmektedir”

Bu bağlamda yapılan değerlendirmeler sonucunda Yükseköğretim Yürütme Kurulu’nun 17.02.2021 tarihli toplantısında;

1-Uygulamalı eğitimlerin “azami dikkatin gösterilmesi ve sıkı tedbirlerin alınması” şartıyla öğrenciler seyreltilerek, gruplara ayrılarak yüzyüze yapılabileceği,
2-Teorik eğitimlerin ise Sağlık Bakanlığının görüşleri ile programlarda kazandırılması gereken asgari yeterlikler dikkate alınarak mümkün olduğunca çevrimiçi yapılması,
3-Sağlık Bakanlığınca dönem ortasında konuya ilişkin tekrar bir değerlendirme yapılacağının göz önünde bulundurulması,
4-Salgın endişesi veya barınma dolayısıyla eğitimlere devam etmek istemeyen öğrencilerin kayıt dondurma haklarından yararlandırılması,
5-Küresel salgın döneminde öğrenci motivasyonu üzerinde de yoğunlaşmanın önemli olması hasebiyle rehberlik hizmetlerine ağırlık verilmesi hususları bütün devlet ve vakıf yükseköğretim kurumlarımıza bugün bir resmi yazı ile bildirilmiştir.”

Birleşik Krallık’ta insanları virüse maruz bırakarak aşı araştırması yapılacak

Birleşik Krallık’ta ilk kez ‘insanlı Covid-19 araştırmasının’ başlatılacağı duyuruldu.
 
Bir ay içerisinde başlayacağı belirtilen çalışmada, katılımcılar ‘güvenli ve kontrollü bir ortamda’ Covid-19 enfeksiyonuna maruz bırakılacak. Araştırma, 18-30 yaşları arasında 90 sağlıklı gönüllü üzerinde yapılacak ve Mart 2020’den bu ayana İngiltere’de dolaşımda olan korona virüsünün yeni varyantı kullanılacak.

‘Araştırmadan önce aşılanacaklar’

Gönüllülere, araştırmadan önce Covid-19 aşısı yapılacağı kaydedildi. Araştırma kapsamında ilk olarak, Covid-19 enfeksiyonuna neden olan minimum virüs miktarının belirlenmesinin amaçlandığı aktarıldı. 

İngiltere Ticaret Bakanı Kwasi Kwarteng çalışmanın, ‘en iyi ve en etkili aşıların tespit edilmesine’ yardımcı olacağını söyledi. “Bu yolla aşı gelişimi ilerletilebilir” diyen Kwarteng, “Bilim insanları, korona virüsünün insanlar üzerindeki etkisini daha iyi anlayabilir” ifadelerini kullandı.

CHP’li Kani Beko: Fıstık çamlarının kesilecek olmasına karşı bir yaptırımınız olacak mı?

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili Kani Beko, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum‘un yanıtlaması istemiyle Meclise soru önergesi verdi.
Beko, İzmir Bergama Kozak Yaylası’ndaki 8 bin 882 adet Türkiye’nin en kaliteli doğal fıstık çamı ağaçlarının Göltaş granit ocağının genişleme çalışması sebebiyle tehdit altında olduğunu hatırlattı ve “Bölgede büyük bir zarara yola açacak olan bu kararın iptali için bir adım atacak mısınız?” diye sordu.

‘Oluşacak zarar nasıl karşılanacak?’

CHP’li Milletvekili, verdiği dört soruluk önergede, büyük zararlara yol açacak söz konusu kararın iptaline yönelik bir adımın atılıp atılmayacağını sordu:
  1. Bergama Kozak’ta bulunan madenin bölge yaşamı üzerine telafisi mümkün olmayan riskleri ortaya çıkaracağı defalarca vurgulanmasına rağmen, Türkiye’nin en önemli fıstık çamı üretim alanlarından biri olan bu bölgede ÇED raporunun genişletilerek yenilenmesi kararının alındığı vurgulanmaktadır. Bölgede büyük bir zarara yola açacak olan bu kararın iptali için bir adım atacak mısınız?
  2. Kozak Yaylası, Bakırçay Havzası’nın tacı olarak kabul edilmektedir. Kentin yanı başında yükselen Kozak Yaylası, sadece Bergama’nın içinde bulunduğu bölgenin değil, ülkemizin ve hatta dünyanın oksijen deposu olarak da bilinmektedir. Kozak Yaylası aynı zamanda yer altı kaynakları açısından da oldukça zengindir. Sahip olduğu fıstık çamı ekim alanları nedeni ile toplam 17 köyden oluşan, yaklaşık on bin nüfuslu özel bir ekolojik havza olan bu bölgede ağaçların kesilmesinin ardından oluşacak zarar nasıl karşılanacaktır?

‘Yaptırım olacak mı?’

Beko, bu karara herhangi bir yaptırımın olup olmayacağını da sordu:

 3. Bölge insanın yaşamını doğrudan etkileyen bu kararın yol açacağı telafisi olmayan zararlara karşı bir tasarrufunuz olacak mıdır?

4. Çevre Bakanlığı olarak, bu karara karşı bir yaptırımınız olacak mıdır?

Küresel gıda fiyatları son altı yılın zirvesinde

Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) Ocak ayına ait Küresel Gıda Fiyat Endeksini açıkladı.

Aralık ayında 107,5 seviyesinde açıklanan endeks 108,6’ya revize edilirken, ocak ayında yüzde 4,33 artarak 113,3 seviyesine yükseldi. Böylece küresel gıda fiyatları Temmuz 2014’ten bu yana en yümsek seviyeyi gördü.

Bloomberg HT‘den İrfan Donat‘ın haberine göre, aralıksız yükselişini sekizinci ayda da sürdüren endeksin son 6,5 yılın zirvesini görmesinde hububat, şeker ve bitkisel yağ fiyatlarında yaşanan sert fiyat artışları etkili oldu.

Mısır’da yüzde 7,1’lik artış

FAO Tahıl Fiyat Endeksi‘ne göre, uluslararası mısır piyasasındaki yukarı yönlü hareketin etkisiyle aylık bazda yüzde 7,1 arttı. Çin’in yüksek ithalat talebi ile Amerika Birleşik Devletleri’nde beklenenden düşük üretim ve stok tahminlerinin yanı sıra Arjantin’deki mısır ihracat kayıtlarının geçici olarak askıya alınması nedeniyle giderek sıkılaşan küresel arz fiyatları tetikleyen ana faktörler oldu.

Rusya‘nın buğdayı ihracat vergisini Mart 2021’de ikiye katlaması ve kota uygulaması ile güçlü küresel talebe bağlı olarak buğday fiyatları yüzde 6,8 arttı. 

FAO Şeker Fiyat Endeksi, güçlü küresel ithalat talebinin Avrupa Birliği, Rusya Federasyonu ve Tayland‘da kötüleşen mahsul beklentileri ve Güney Amerika’da normalden daha kuru hava koşulları nedeniyle düşük kullanılabilirliğe ilişkin endişeleri artırmasıyla ocakta aylık bazda yüzde 8,1 arttı. Yükselen ham petrol fiyatları ve güçlenen Brezilya Reali de uluslararası şeker fiyatlarının yükselişini destekledi.

FAO Bitkisel Yağ Fiyat Endeksi ise yüzde 5,8 artarak Mayıs 2012’den bu yana en yüksek seviyeye yükseldi. Artışın önemli nedenleri arasında, Endonezya ve Malezya‘daki aşırı yağış ve göçmen işgücündeki devam eden açık nedeniyle beklenenden düşük palm yağı üretimi ve Arjantin’deki uzayan grevlerin soya yağı ihracatını azaltması yer alıyor.

Olumsuz iklim koşulları sebebiyle de rekoltedeki düşük beklenti endişeleriyle birlikte yüzde 8,1 arttı. Özellikle Avrupa Birliği, Rusya ve Tayland ile Güney Amerika’daki hava koşullarının olumsuz etkisine paralel olarak ithalat talebinin artması da fiyatları yükselten bir etken oldu.

FAO Süt Fiyat Endeksi, Yeni Zelanda‘da mevsimsel olarak daha düşük ihraç edilebilir arz etkisi ve Çin’in yaklaşan yeni yıl tatili öncesinde yüksek alımları ile desteklenerek yüzde 1,6 arttı.

FAO Et Fiyat Endeksi de, birçok Avrupa ülkesinden üretim ve ihracatı kısıtlayan kuş gribi salgınları sırasında, özellikle Brezilya‘dan canlı küresel kümes hayvanı eti ithalatının başı çektiği canlı ithalat temelindeki kaygı ve riskler sonucu yüzde 1.0 artış kaydetti.

Dünya tahıl stoklarında keskin düşüşler öngörülüyor 

FAO ayrıca küresel üretim, tüketim, ticaret ve stok eğilimleri hakkında düzenli bir güncelleme olan Tahıl Arz ve Talep Özetini güncelledi. 

Üretim tarafında, FAO’nun 2020 için yeni tahminleri buğday ve pirinç üretiminin rekor seviyede olduğuna işaret ediyor. 2021 tahıl üretimine bakıldığında ise erken beklentiler, Fransa, Hindistan, Rusya Federasyonu ve ABD’deki dönüm miktarındaki artışların da etkisiyle kuzey yarımkürede kışlık buğday mahsullerinde olası mütevazı bir artışa işaret ediyor.

Güney yarımkürede mısır üretiminin Arjantin ve Brezilya’da biraz düşmesi ancak ortalamanın üzerinde kalması bekleniyor. Güney Afrika ve komşu ülkelerdeki üretim görünümü olumlu.

Aynı zamanda, bu ayın tahminleri dünya ticaretinde daha büyük hacimlere ve küresel tahıl stoklarında keskin bir düşüşe işaret ediyor. Küresel olarak, 2020/21 sezonunda tahıl kullanımının önceki sezona göre 52 milyon ton artışla 2 milyar 761 milyon ton olacağı tahmin ediliyor. Önümüzdeki yıl, dünya çapında buğday ve pirinç kullanımının sırasıyla yüzde 0,7 ve yüzde 1,8 artması bekleniyor.

Küresel tahıl stoklarının yüzde 2,2 düşüşle 801 milyon ton olacağı tahmin ediliyor ki bu 5 yılın en düşük seviyesi anlamına geliyor. Bu, tahılların dünya stok-kullanım oranını yüzde 28,3’e düşürerek yedi yılın en düşük seviyesine indirecek gibi gözüküyor. 

Şu anda, 2020/21 döneminde dünya tahıl ticaretinin, önceki sezonun rekor seviyesinden yüzde 5,7 oranında büyük bir genişlemeyle 465,2 milyon ton olacağı tahmin ediliyor. Uluslararası pirinç ticaretinin, Hindistan‘ın güçlü ihracat artışını yansıtacak şekilde, yüzde 7,9 oranında artması bekleniyor.