Yeşeriyorum

Ortadoğu’nun tarihsel yazgısı değişiyor mu?

0

Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya bütün yönetimleri hallaç gibi sallayan halkların demokrasi ve özgürlük taleplerine ordular nedeniyle gölge düşer gibi olsa da, despotik yönetim anlayışlarının artık eskisi gibi süremeyeceği ortada.  Tunus ve Mısır’ın ardından Yemen, Bahreyn, İran’da da isyanlar gelişiyor. Halk, Ortadoğu’nun yüz yıllık belası monarşi, oligarşi, teokrasi ya da sözde cumhuriyetleri, hangi adla nasıl tanımlanırsa tanımlansın, işbirlikçi elitist iktidarları artık tarihin çöplüğüne atıyor.

Bu topraklarda bir zamanlar hüküm surmuş Osmanlı’nın ardılı olmanın verdiği saçma bir ‘’üstünlük’’ duygusundan mı, yoksa modern Türkiye’nin din korkusundan mıdır bilinmez ama bizde ki soylular(!)  ve halkın azımsanmayacak bir kısmında Arap toplumlarının basiretsizliği ve güvenilmezliği üzerine yaygın bir kanaat vardır. Benzer şekilde batı dünyasında da Arap toplumlarına karsı daha çok İslamofobiden ve kültür farklılığından beslenen bir takım on yargıların varlığı inkâr edilemez. Bu küçümseyici bakısın aksine Mısır, Irak, Libya, Cezayir ile İran halkının mücadele tarihi hiç de azımsanacak gibi değildir. Bu toplumların geçmişteki demokrasi ve özgürlük talepleri ya dışarıdan direkt askeri işgallerle durduruldu ya da çeşitli entrikalarla çıkarları güvenceye alacak despotik militarist anlayışların yönetime getirilmesiyle bastırıldı.

Fakat son olaylar, kişisel bir nedenden başlamış olsa da (Tunuslu bir gencin ‘’kadın’’ polis memurundan yediği tokadı gurur meselesi yaparak kendini yakması) Ortadoğu toplumlarında birikmiş enerjiyi umulmadık bicimde dışa çıkarttı. İsyan Tunus’un ardından sirayet ettiği Mısır’da da sadece onlarca yıllık istibdat rejimlerini yıkmadı, Türkiye’de pek sevilen tabirle söylersek, Ortadoğu’nun yüz yıllık ‘’makûs talihi’’ni de sonlandırarak gerçek bir halk devrimine donuştu.

Mübarek’in anti-demokratik koşullar ve bozuk gelir dağılımına rağmen, 30 yıllık sarsılmaz iktidarının sorgulanmasına dahi olanak vermeyen tarihsel, politik, sosyolojik nedenler, farklı deneyimleri olsa da diğer Arap ülkeleri, İran ve hatta Türkiye içinde geçerli. 19. Yüzyıl sonlarında petrolle başlayan ve soğuk savaş döneminde batı- Sovyet rekabetinden kaynaklanan lanet, Ortadoğu’nun kaderi oldu. Mısır’ın batı çıkarlarını koruyan elitler dışındaki halkı için bu lanet, iki nedenden ötürü daha da ağır sonuçlar doğurdu. Birincisi Süveyş kanalının stratejik önemi, diğeri de İsrail’in bir proje olarak 2. Dünya savası sonrası hemen yanı basında ki varlığı. Tarihteki ilk üç uygarlıktan ikisinin yükselişine tanıklık eden kadim topraklar, binlerce yıllık süreçte insanlığın toplumsal ve kültürel evrimine öncülük ettikten sonra, özellikle 20. yüzyılda şiddet, sömürü, dikta ve tutuculuğun merkezi haline geldi ya da getirildi.

Ortadoğu coğrafyasında her biri sınırlı petrol kaynaklarına sahip olacak biçimde irili ufaklı pek çok devlet, basta Britanya olmak üzere batılı güçlerce bölünerek tasarlandı. Feodal, etnik, dinsel ve bölgesel çelişkileri derinleştirerek kullanmakta ustalaşmış Britanya ve kısmen de Fransa ve İtalya bölgedeki varlığını bu stratejiyle korudu. Lenin’in Ekim Devrimi öncesi makalelerinde sıkça konu ettiği istatistiklere göre, gecen yüz yıl basında dünya yüzeyinde sömürgeleştirilmemiş hiç bir toprak sahası kalmamıştı.[i] Britanya’nın Hindistan Sömürge Bakanlığına bağlı 4 milyon kişilik askeri kuvveti Ortadoğu’ya yığması bölgenin gelecekte tasarlanmış yönetim biçimlerinin asla kendi kaderine terk edilemeyecek önemde olduğuna dair ipuçlarını da veriyordu. Musul, Kerkük, Basra, Kuveyt ve İran’ın güneyindeki petrol sahaları, körfez bölgesi ve Arabistan yarımadasındaki Petrol sahalarının tamamını, Süveyş’in kontrolünü büyük oranda ve Türkiye’deki boğazların geleceğini de uluslararası Montrö Sözleşmesiyle garantiye alan Britanya, stratejik önemi daha az olan yerleri Fransa, İtalya gibi ülkelere bıraktı. Hatta Britanya muhtemel Sovyet tehdidini bertaraf etmek için kuzeyde tampon bölge oluşturmak istemiş ve bu amaçla Türkiye’nin orta ve doğusunu bölgeden pay isteyen ABD’ye önermiştir.  Wilson başkanlığındaki Amerikan Kongresi askeri ve ekonomik acıdan kapasitelerini aşacağı gerekçesiyle planı reddetmiştir.[ii]

Bunca yıllık mücadele sureci sonunda kukla yönetimleri yıkmaya başlayan halk isyanlarını siyasal özne yokluğu, sınıf karakterli olmayışı, orduların rolü, basta ABD olmak üzere büyük güçlerin ekseni dışına çıkamayacağı üzerinden ya da başka argümanları gerekçe göstererek yaşananların bir şeyi değiştirmeyeceğini ileri surenler hala var. Oysa Ortadoğu’da yaşanan değişimin bicimi ve kazanımlarına bakıldığında devrim olarak tanımlanmayı gerektiren pek çok unsuru içerdiği görülür.

  • Toplum-devlet ilişkisi üzerinden düşünüldüğünde Ortadoğu’daki gelenek bozulmuştur. Toplum devletin önüne geçmiştir. İlk defa askeri darbe ya da entrikalarla değil, tabandan yani halkın gücüyle sarsılmaz görünen despotluklar koltuklarını terk etmek zorunda kalmışlardır.
  • Halk gücünün farkına varmış, psikolojik üstünlük sağlamıştır. Devletin şiddet tekeli üzerinden yeniden despotik iktidar kurmak eskisi kadar kolay olmayacaktır.
  • Sınıfsal, etnik, dinsel, kadın, erkek bütün halk kesimlerinin katılımıyla gerçeklesen bu devrim her hangi bir ittirme ya da motivasyonla değil, öz güce dayalı olarak ortaya çıkmıştır. Tam anlamıyla organiktir.
  • Devrimin bütün toplumu kapsaması demokrasi kültürünün kök salmasında belirleyici ve kolaylaştırıcı etki yaratacaktır. Örneğin Mısır’da en örgütlü yapı olarak Müslüman Kardeşlerin süreçte duyarlı davranarak fırsatçılığa mesafe koyması, ılımlı bir ortam yaratarak karşılıklı saygı ve empatiyi guclendirecektir.
  • Batının halka rağmen despotlarla kurduğu çıkar odaklı reel politiği eskisi kadar etkili olamayacaktır. Eski kolonyal zihniyetle bölge üzerinde hâkimiyet artık zorlaşmıştır. Çünkü devrim Tunus ve Mısır’la sınırlı kalmayacaktır.
  • İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayan askeri yöntemleri kullanması zorlaşacak, hukuk tanıyan pozisyona gelmesi zorunlu olacaktır.
  • Darısı kutsal devlet mitiyle gittikçe kültürel fakirliğe ve boyun eğmeye doğru itilen Türkiye toplumunun başına…

    Not: Bu yazıyı bitirmeye çalıştığım sıralarda Libya’da da büyük protestolar baş gosteriyordu bile. (H.G.)


    [i] V.İ.LENİN. Doğuda Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri. Belge Yayınları.

    [ii] M.S LAZAREV. Emperyalizm ve Kürt Sorunu. Özge Yayınları.

    More in Yeşeriyorum

    You may also like

    Comments

    Comments are closed.