Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Ormanın çağrısı (yeniden)

0

Bu yıl orman yangınları, havaların serin ve yağışlı gitmesinin de etkisiyle geç gündeme geldi. Dilimizi ısıralım, geçen seneki İzmir yangını gibi büyük ve dikkat çekici bir yangın da olmadı. Umarım ne bu yıl ne de sonraki yıllarda böyle yangınları bir daha yaşamayız. Ne var ki bu sadece bir dilek olmaktan öteye gitmeyecek. Çünkü orman yangınları bir ölçüye kadar doğal koşulların sonucu. Önemli bir bölümü ise insan kaynaklı ve doğal koşulların da etkisiyle çok büyük doğa tahriplerine yol açıyor.

Geçen yıl önce Kazdağları’nda haklı ve şiddetli tepkilere yol açan maden işletmeciliği olayı daha sonra da çıkan etkili orman yangınları (yalnızca Türkiye’deki değil dünyanın çeşitli bölgelerindeki orman yangınları) nedeniyle, ormanlar uzun bir süre gündemin ön sıralarında kalmış, geniş kapsamlı tartışmalar yaşanmış ve hatırı sayılır şekilde bilgi kirliliği de ortaya çıkmıştı. Hatırlayanlar olacaktır, yayılan yangını karşı ateş yöntemiyle durdurmaya çalışan bir orman mühendisi sosyal medyada linç edildiği gibi neredeyse fiziksel olarak da linç edilecekti. Bu kargaşa ortamında ben ve dört akademisyen arkadaşım bir araya gelerek “Ormanın Çağrısı” adlı bir bildiri yayımlayarak konunun tüm taraflarını sorumlu davranmaya davet etmiştik.

Son günlerde yaşanmaya başlayan orman yangınları geçen yılki kargaşanın aynı şekilde devam edeceğinin ipuçlarını ortaya çıkardı. O nedenle bu hafta bir önceden uyarı yazısı yazmak istedim. Düşününce, geçen yıl dört arkadaşımla birlikte yazdığım çağrıdan daha iyisini yazmamın mümkün olmadığını anladım ve bu çağrıyı olduğu gibi yayımlamaya karar verdim. Yazıda geçen yıla özel bazı ayrıntılar olsa da, yazının bütünlüğünün ve akışkanlığını bozmamak için virgülüne bile dokunmadım:

Akademisyenlerden ‘Ormanın Çağrısı’ 

Başta iklim krizi ve su kıtlığı olmak üzere pek çok gelişme ile orman alanlarının azalmasının doğurduğu sorunların daha sık yaşanması ormanların önemini her geçen gün artırmaktadır. Buna rağmen hem dünya hem de ülkemiz ormanları bilinçsiz kullanımlar ve özel sektör-devlet işbirliğiyle yürütülen ekonomik kazanç odaklı “kalkınma politikaları” nedeniyle ciddi baskı altında kalmaktadır. Bu tür gelişmeler sonucunda ve artan iletişim olanaklarının etkisiyle toplumun farklı kesimlerinde ormanları koruma duyarlılığı ön plana çıkmaktadır. Ne var ki, ormanları koruma duyarlılığı; yangınlar, madencilik, yeşil yol ve HES gibi kamuoyunun gözünden kaçırılamayan ve ormanlara doğrudan zarar veren olaylar sırasında zirve yaparken, diğer zamanlarda unutulup gitmektedir.

Son birkaç hafta içinde hem Kazdağları’ndaki büyük tepki çeken maden işletmeciliği faaliyetleri hem de farklı bölgelerde çıkan orman yangınları nedeniyle, “orman” yine gündemin ilk sıralarına yerleştirmiştir. Ancak bir yandan yetkili kamu kuruluşlarının açıklamaları, diğer yandan da sivil toplumun özellikle sosyal medya üzerinden tepkileri ormanlar ve ormancılıkla ilgili bilgi düzeyinin yetersizliğini ortaya koymuş,  ormanları korumaktan çok bir kargaşa ortamının oluşmasına yol açmıştır.

Öncelikle, 180 yıllık köklü bir teşkilat olan Orman Genel Müdürlüğünün orman yangınları ile mücadele konusundaki çabaları ile orman yangınlarıyla mücadelede aktif olarak yer alarak canını ortaya koyan tüm kamu çalışanları ve gönüllülerin emeğinin göz ardı edilemeyeceğini belirtmek isteriz. Fakat yangınla mücadele konusunda gösterilen özverili çalışma hassasiyetinin, ne yazık ki kamuoyunu bilgilendirme konusunda gösterilemediğini belirtmek zorundayız. Orman yangınları konusunda bilgi ve deneyimi neredeyse hiç olmayan sayın Tarım ve Orman Bakanı tarafından yapılan talihsiz açıklamalar kamuoyunun kafasını iyice karıştırmış, bunun sonucunda da halkın ormancılık örgütüne karşı güveni oldukça azalmıştır. Öte yandan, bu karmaşa nedeniyle olsa gerek, konu ile ilgisi olan olmayan her kesimin hem orman hem de yangınlar konusunda dayanaksızca iddialarda bulunulmasının önü açılmıştır. Öyle ki, bu ve benzer olaylarda devlete karşı ormanı savunmaya çalışan halk algısı geniş toplum kesimleri üzerinde oluşmaya başlamıştır. Oysa ormancılığın nasıl bir tekniği varsa halkla ilişkilerin de bir tekniği vardır. Makam sahiplerinin bilgi ve deneyime değer vererek, uzmanlar tarafından doğru bilgilendirmelerin yapılmasının önünü açması şarttır. Yıllarını ormanlara ve ormancılığa vermiş orman emekçisi -eğitimli ve deneyimli- bürokrat ve teknokratların da bu tür durumlarda siyasi baskılardan kaynaklanan korku ve kaygıya kapılmadan, halkı doğru şekilde bilgilendirmesi kaçınılmaz bir gereklilik ve kamuya karşı büyük bir sorumluluktur.

Madalyonun diğer yanında ise her gördüğü fotoğrafı gerçek, her okuduğu cümleyi doğru sanan; düşünüp sorgulamadan, gerekirse bilenlere danışmadan aklına ilk geleni etkili sosyal medya hesapları yoluyla dolaşıma sokan duyarlı, fakat gereken sorumluluktan uzak yurttaşlarımızın bulunduğunu ifade etmek zorundayız.  Ormancılık dünyada 200 yıldan ülkemizde ise 150 yıldan uzun süredir eğitimi de yapılan oldukça teknik, karmaşık ve uzun erimli sonuçları olan bir bilim dalıdır. İyi niyetle de olsa kaza geçiren kişiyi karga tulumba taşımaya çalışmak nasıl yarardan çok zarar getirecekse, bilgiye dayanmayan ve “tıklanma” hevesiyle sansasyonel paylaşımlar yapmak, kampanyalar düzenlemek, “kap fidanı koş ormana” çağrıları yapmak hem ormancılık bilimini hiçe saymak, hem de kaş yapayım derken göz çıkarmak anlamına gelecektir.

Tüm bu nedenlerle aşağıda imzası bulunan, yıllarını ormancılık biliminin değişik disiplinlerindeki çalışmalara ve ORMAN DAVASINA vermiş olan akademisyenler olarak ilgili bütün taraflara şu noktaları hatırlatmayı görev sayıyoruz:

  • 1-Ormanlarda yaşanan yıkımların temelleri; ormanların gündemde olmadığı zamanlarda oluşturulan politikalarla (yasal düzenlemeler, örgütsel yapılanmalar, plan ve programlar vb.) atılır. Çözüm ormanlara zarar veren politikaların ortak akılla ve her türlü siyasi ve ekonomik çıkardan vareste düzeltilmesinden geçer. Anlık, gelip geçici hassasiyetlerin ne yazık ki anlamlı ve yapıcı sonuçlar doğurmadığı ortadadır.
  • 2-Ülke orman ve ormancılığı günlük siyasetin çok ötesinde, ulusal uzlaşı ile yürütülecek bir konudur. Ormancılık örgütünün farklı birim ve kademelerinde görev alan orman mühendislerinin büyük bir kısmının sorumluluklarını siyasetçilerin güdümüne girmeden, mesleki ve toplumsal bilinç ve duyarlılıkla yürüteceklerinden kuşkumuz yoktur. Siyasetçilerin teşkilat üzerinde amansız bir baskı kurma arzusunun olduğu bilinmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki ormancıların birinci görevi; ormanları korumak, varlığını arttırmak ve topluma çeşitli hizmetler sunmaktır. Bu görevi yerine getirmek yerine, ormancılığın siyasetçilerin güdümüne girmesinin aracı olan ve hatta bu çarpık durumdan yararlanan ormancı bürokrat ve teknokratları uyarma gereği duyuyoruz.

  • 3-Ormancı meslek kuruluşları da aynı sorumluluk altındadır. Başta Orman Mühendisleri Odası olmak üzere ki, özünde bu kurumun ormanlarımız ve ormancılığımız konusunda hassasiyetine inanmak istiyoruz, bazı ormancılık meslek kuruluşlarının ormanlarımızı yıkıma götüren bunca gelişme yaşanırken tek kelime edemeyip, hala siyasetçilerin gözüne nasıl gireriz arayışı içinde olmaları, tarih önünde hesap vermelerini oldukça güçleştirmektedir. Bu yanlış yoldan bir an önce dönmelidirler.
  • 4-Ve orman fakülteleri… Sessizlik ve suskunluk ile akademi yan yana gelemez. Ormanlarımızı ilgilendiren her konu orman fakültelerini de kurumsal olarak ilgilendirir. Orman fakülteleri geçmişte olduğu gibi bu tür konuları akademik kurullarında tartışıp ulaştığı sonuçları tüm kamuoyuyla ve yetkili kurumlarla paylaşma sorumluluğunu bir kenara itemez. Toplumsal sorumluluk anayasa ve yasalarca tanımlanmış bir akademik görevdir. Fakültelerimizin önceki yıllarda olduğu gibi şimdi de olumlu ya da olumsuz, serbestçe görüşlerini beyan etmelerinin büyük yararlar doğuracağı açıktır.
  • 5-Sivil toplum kuruluşları ve doğaseverlerin eleştirileri ve görüşleri ormancılık bilimi ile birlikte ormancılık politikalarının temel hareket noktalarındandır. Bu kesimlerin eleştiri ve görüşlerini şekillendirirken bilimsel bilgi üzerinden hareket etmesi ve doğruluğu tartışılır bilgiye kapılarını kapamaları, ormancılık ilgi grupları arasındaki uzlaşmanın ve birlikte hareket etmenin önünü açacaktır.
  • 6-Doğruluğu tartışılır bilginin itibar görmesine yol açan etkenlerden biri de yukarıda saydığımız kurumların suskunluğu ya da yetersiz, tek yönlü bilgilendirmeleridir. Orman Genel Müdürlüğü kafalarda soru işareti bırakmayacak şekilde etkili, hızlı ve tatmin edici bilgi akışını sağlamalı, şeffaflık konusunda hiçbir bahane üretmemelidir. İsteyen her yurttaş her türlü ihale ve sonucu ile yapılan teknik çalışmaların detaylı bilgisine ulaşabilmelidir. Aksi durumda kamuoyunda çokça karmaşaya yol açacak yorum ve değerlendirmelerin önüne geçilemez. Örneğin son İzmir yangınında halkın yeterince bilgilendirilmemesi, yangın ile kahramanca mücadele eden bir teknik elemanın kundakçı bir terörist muamelesi görmesine yol açmıştır ki, bu kabul edilemez bir hatadır. Bu noktada meslektaşımızı bilgisiz ve insafsızca eleştirenleri de en azından bundan sonraki olaylarda daha temkinli olmaya çağırıyoruz.

  • 7-Türkiye’de ormanların durumu ne yazık ki iç açıcı değildir. Envanter olarak orman alanları artıyor görünmekle birlikte bu artış nüfusu azalan, göç veren yörelerde gerçekleşmekte; nüfusu yoğun sanayi ve turizm merkezlerinde ormanlar azalmaktadır. Bunun yanı sıra ülke genelinde ormanlar biyolojik çeşitlilik kaybı, habitat parçalanması vb. niteliksel kayıplara uğramaktadır ve bu kayıplar had safhadadır. Ormanlarımızın yıkımına neden olan en büyük uygulama; orman alanlarının madencilik, turizm, altyapı vb. tesisler için ormancılık dışı amaçlarla kullanımlara tahsis edilmesidir. Ülke çapında bu amaçla yapılan tahsislerin toplam miktarı 700 bin hektara yaklaşmıştır. Vahim olan; bu tür tesislerin ekosistem bütünlüğünü bozduğu ve orman parçalanmasına (fragmantasyon) yol açtığının henüz farkına varılamamış olmasıdır.
  • 8-Yanan orman alanlarının yeniden ormanlaştırılması Anayasa gereğidir ve ormancılık örgütü bu gereğe günümüze kadar uymuştur. Sosyal medyada bolca paylaşılan ve aksi yapılıyormuş gibi algı yaratan bilgi ve belgeler gerçeği yansıtmamaktadır. Fakat yine de bu yönde kuşkusu olan yurttaşların ilgili ormancılık birimlerinden bilgi alması ve tatmin olmazlarsa yasal yollara başvurması anayasal bir haktır.
  • 9-Türkiye’de 70 yıldan fazla süredir düzenli olarak ağaçlandırma yapılmaktadır. Ağaçlandırma açısından ülkemiz hatırı sayılır bir birikime sahiptir. Bu, ülke ormancılığımızın yüz akı konularından biridir. Ancak siyasal iktidarın yalnızca kendi döneminde ağaçlandırma yapılmış veya kendi döneminde, önceki dönemlerle kıyaslanmayacak ölçüde çok ağaçlandırma yapılmış algısı yaratmaya dönük beyanatları gerçeği yansıtmamaktadır. Diğer yandan, “şu kadar kestik ama bu kadar da diktik” anlayışının ormancılık biliminde karşılığı yoktur. Doğal ormanlarla ağaçlandırma alanları ekosistem bütünlüğü ve niteliksel açıdan karşılaştırılamaz. Bu kapsamda yanan alanların aceleyle ağaçlandırılması yerine yöredeki doğal ağaç türlerinin tohumla gençleşmesine olanak sağlayacak yöntemler uygulanmalıdır. Bunun için özellikle kızılçam ormanlarında yanan alanların koruma altına alınması, gerekiyorsa yöreden toplanan tohumlarla takviye yapılması yeniden ormanlaştırma için yeterlidir. Böylece genetik çeşitlilik korunarak ormanların iklim değişikliğine uyumu sağlanmış olacaktır. Ormancılığın ve ormancılık politikasının birinci amacı doğal ormanların korunmasıdır ve başka hiçbir eylem bu amacın arka plana itilmesini haklı gösteremez.

Ormanlarımızın bugünkü durumunun ve geleceğinin yukarıda belirttiğimiz konuların ışığında farklı toplum kesimleri tarafından değerlendirilmesinin, ormanlarımızdaki mevcut yıkımları azaltacağını düşünüyoruz. Bu düşüncelerimizin ormanların doğa ve toplum yararına yönetilmesi konusunda atılacak adımlara bir faydası olmasını umuyor ve başta hükümet ve siyasi partiler ile ormancılık örgütü, belediyeler ve diğer devlet kuruluşları, meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri olmak üzere bütün toplum kesimlerini ve tüm yurttaşlarımızı, ormanlarımızı bilimin ışığında ve ortak akılla korumaya çağırıyoruz.

Kamuoyuna saygı ile duyururuz.

Prof. Dr. Ünal Akkemik (İstanbul Üniversitesi -C/Orman Fakültesi), Prof. Dr. Doğanay Tolunay (İstanbul Üniversitesi -C/Orman Fakültesi), Prof. Dr. Erdoğan Atmış (Bartın Üniversitesi-Orman Fakültesi), Doç. Dr. Cihan Erdönmez (İstanbul Üniversitesi-C/Orman Fakültesi), Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu (Karadeniz Teknik Üniversitesi-Orman Fakültesi) 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.