Köşe Yazıları

O da olsun bu da

0

Ne zararı var yani?

Dede

Çocukluğum ve ilkgençliğim boyunca her yazı köyde geçirdik sülalece. Rahmetli dedem, o eski toprak adam, kahvaltıda içtiğimiz çayın dibini bırakınca kızar, “Yazık, günah, iç onu iç” derdi. Aynı fiili aynı cümle içinde ve biri nesneden önce, biri de sonra olmak üzere iki defa kullanmak eski topraklara has özelliklerden biri galiba, bir ikna aracı olarak da kuvvetli bence baya’. Eli çok boldu, ufak bedenine göre kürek gibiydi hatta,ve ama israfa pek bi’ kızardı. Onun bu “yazık, günah” ikilemesinde “Yoksa Allah öldürür seni” gibisinden bi’ tehdit de yoktu pek. Ha öldüren Allah öldürüyor, orası ayrı…

Kurt

Bu haftanın en şahane haberi Moskova’dan geldi. Yanan ormanlar, aşırı sıcaklıklar, bikinili kızlarla dolu havuzlar falan derken Antalya’ya kadar gelme zahmetinden kurtulan Moskova ahalisi şehrin ortasında takılan kurtları görünce az biraz ürkmüş. Halbuki kurt bize lazım. Şöyle inseler Yozgat’ın göbeğine (gerçi Yozgat şehrinin bir süredir varolmadığı anlaşılmış geçenlerde), ülkücü gençlik bayram etse “Önce Kurtlar Vadisi, şimdi de Kurtların ta kendisi. Yozgat da vadide zaten. Çıkar onu ondan, ekle, at kenara. Bi’ daha çıkar. Seneye tüm dünya Türklerin olacak bak.” diye. Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan şu günlerde bu tür müjdeli haberler her zamankinden daha önemli.

Katil Avcı

Şeyi merak ediyorum. İzmir’de kedi öldüren gençler var ya hani, bu delikanlılar kediyi yüzüp, etini şöyle bi’ sıyırıp, hemen ardından da mangal yapıp yemiş olsalardı kamuoyu tepkisi ne olurdu mesela? Buna benzer bir olay bundan bi’ on sene önce falan olmuştu, hani şu “satanistler kedi yiyor” muhabbeti. Ardından da Kadıköy ve Beyoğlu’nda basılmadık bar bırakmayan polis uzun saçlı-küpeli-metallica t-shirt’lü bulduğunu içeri atmıştı. Neyse, şimdi bu bahsettiğimiz kedi katili gençler yakalandıktan sonra kameralara dönüp “Ne yani canımız et çekti, çok mu garip bu? Çin’de olsa ‘aferin, elleri iş tutuyor’ diyip kedi köftecisinde işe alırlar. Hem daha düne kadar avlanmaktan başka bi’ şey bilmeyen insanevladı bu kadar çabuk mu unuttu geçmişini? Siz de inek-koyun yiyorsunuz, ne olmuş yani. Biz etini yiyeceğimiz hayvanla yüzleşmeye cesaret edebildik en azından, mezbahaya göndermedik. Hadi onu da geçtim, safari diye bi’ şey var lan. Yani olsun, bi’ şey demiyoruz da, o da olsun bu da” deseydi mesela? Ya da, politik damardan girip, “AKP hükümeti sağolsun, memlekette etin kilosu olmuş bizim bi’ aylık harçlığımız. Ne yapsaydık yani? Cumhuriyet sahipsiz değil !” gibisinden bi’ açıklama yapmış olsalardı? O değil de bizim Kedi tırstı hafiften yanımda.. Neyse tamam, kapatalım bu konuyu.

Kazma-kürek

Ama adamlar kapatmadı konuyu, 60 küsür gün de olsa uğraştılar, çıkardılar madencileri. Bu olay üzerine, dahası olayın dünya basınında falan bulduğu yankıların boyut ve şekilleri üzerine milyon sayfa tez yazılabilir, evet. Ama bizim Bakan Dinçer sahip olunabilecek en derin bakış açısıyla çok anlamlı bir sorunsal attı ortaya. “Biz olsak 3 günde çıkarırdık” dedi. Türkiye’deki yandaş ve iktidar düşmanı medya olayı hemen “Ne diyor bu adam, Karadon’a bak Karadon’a” şeklinde ele aldı (demek ki aynı nesneyi aynı cümle içinde biri fiilden önce, biri de fiilden sonra olmak üzere iki defa kullanmak da etkili bir ikna aracıymış. Fiil ve nesnenin ikametik potansiyeli diyelim, geçelim. -tik biraz bilimsellik kattı ama, kabul et) . Halbuki Dinçer’in verdiği mesaj çok derindi, hayatın anlamını arama serüveninde yeni bir pencere aralama gayretiydi. Bi’ defa “Biz olsak” diye başladı lafa, “Biz kimiz?” , “Biz biz olduğumuzda hala biz miyiz?” , “Biz kimiz oğlum?” , “Sen bizim kim olduğumuzu biliyor musun lan?” sorularını Jean Paul Sartre’den ilham aldığı bir varoluşçuluk ruhuyla ırgaladı. “3 gün” söyleminde ise, 3 rakamının toplumsal algıdaki geniş ve dogmatik / törensel vurgularını hatırlatan bir Descartes kuşkuculuğu, Voltaire aydınlanmacılığı vardı. “Çıkartırdık” fiili ise Dinçer’i gerçekten ve derinlemesine anlayabilmek için çözmemiz gereken bir anahtar bulmaca adeta. Henüz emin değilim, ama öznenin “biz” olmasından hareketle milli birlik ve beraberliğe duyulan ihtiyaca bir gönderme olabilir, sonucuna varabilitem var.. Sonuçta AKP boşuna “kalkınma-ilerleme-aydınlanma bizim işimiz” demiyor.

Kanvas Pantolon

CHP’de biraz hayalgücü, biraz da şenlikçilik olsa seneye iktidar. Şu 29 Ekim resepsiyonu muhabbetinde hala “Gitsek mi gitmesek mi?” gibi sıkıcı ve bayık sularda dolaşıyor. Buradan CHP’li yöneticilere sesleniyorum : “Abi helak ettiniz kendinizi. Hep başkalarını düşünüyorsunuz, biraz da kendinizi düşünün. Bu sizin hayatınız sonuçta hacı. İçinizden geliyorsa gidin abi, yoksa boşverin. ‘Ayıp olacak millete, konu-komşu ne der’ diye diye ömrünüzü çürüttünüz be. O akşama kadar bekleyin, içinizden gelirse gidersiniz.” Ama biliyorum ben onları, “Ya haklısın da abi şimdi meselenin içinde politika var tamam mı, ondan biraz alengirli” diye yandan yandan itiraz edecekler. Ama benim cevabım hazır şimdiden : “Böyle politika mı yapılır abi? Ben sizin yerinizde olsam, madem öyle, giderim resepsiyona hiç düşünmeden. Giderim ama yırtık kot pantolonla, ya da solmuş renkli bi’ t-shirt’le. Hali hazırda Murat Bardakçı’ya da inceden (ama çok inceden, tığ gibi adeta sanki belki) mesaj da olur hem bak. Birileri ‘Bu ne saygısızlık!” falan derse de hemen Nasrettin Hoca moduna geçip ‘Hani özgürlüktü, giyim-kuşam hürriyetiydi… Sana var da bana yok mu? O da olsun bu da madem’ diye lafı gediğine koyarım. ”  Ben olsam t-shirt-kanvas pantolon ikilisiyle giderdim hakikaten. Bu arada Çankaya görevlilerine ve Cumhurbaşkanı’na da sesleneyim hemen : Davet için teşekkür ediyorum, ama o akşam arkadaşlarla buluşup blues yapacağız evde. Seneye inşallah.

Serbest düşüş

Bu aralar beni feci şekilde elemden hüzüne, oradan da haykırışsal isyanlara sürükleyen bir şey var : Recep Tayyip Erdoğan’ın gündemden önlenemez düşüşü. Yau, bir haftayı geçti neredeyse, RTE hakkında ne bir manşet ne bir haber. Hayır, adamcağız da gayretli, arada uğraşıyor ama gören yok (Habertürk’te bile 4 dakika aradım da bulamadım, en sonunda arama motoruna “erdoğan” yazarak şu haberi bulabildim anca, o da 2 gün öncesinden, gerisini siz düşünün). Ne olacak bu memleketin hali? Yoksa Türkiye batının sıkıcı gündem anlayışına mı kayıyor? Türkiye Andorra olur mu?

Hayır yani o da olsun bu da, itirazım yok.


You may also like

Comments

Comments are closed.