Dış Köşe

Nükleer mi? Bugün git yarın gel! – Bülent Somay

0

Baştan söyleyeyim, ben ilkesel olarak nükleer enerjiye karşı filan değilim. Daha doğrusu, herhangi bir enerji üretimi teknolojisine kendi başına “karşı” olunabileceğini ya da olunması gerektiğini düşünmüyorum. Ama Japonya’daki (hâlâ sonuçlarını tam olarak görmediğimiz) nükleer felaketin üstüne, AKP hükümetinin ve TC Cumhurbaşkanı’nın “İnadım inat” tavrıyla Akkuyu projesinde ısrarlı olmalarının da büyük bir aymazlık örneği olduğuna inanıyorum.

Enerji ihtiyaçları büyük bir hızla, geometrik bir biçimde artan bir dünyada yaşıyoruz. Enerji kaynakları arasında ilkesel tercihler yapacak lükse sahip değiliz, tabii ki bugün kullandığımız enerjinin bedelini yarın misliyle ödemek zorunda kalmadığımız sürece. Dolayısıyla şu ya da bu enerjiye baştan karşı olmak akıllıca bir tavır değil.

* * *

Ancak, bugünün koşullarında, nükleer santrallere razı olmak ilkesel değil pratik nedenlerle çok daha akıl dışı, hatta çılgınca. Çünkü kapitalizm koşulları altında, nükleer enerji üretiminin risksiz, güvenli ve verimli olması, eşyanın tabiatına aykırı.

Kapitalist üretimin tek bir rasyoneli vardır: Kârın maksimumda, maliyetin minimumda tutulması. Nükleer enerji üretiminde ise hammadde maliyeti son derece sınırlıdır. Uranyum ya da Plütonyum izotoplarından birinin sınırlı bir miktarı, size çok uzun süreler için enerji sağlayabilir. Bunun ise maliyeti baştan bellidir ve öyle fazla bir esnekliği yoktur.

* * *

Nükleer enerji üretiminin esas maliyeti, daha bir santralin planlanması aşamasından başlayarak, güvenlik için alınacak tedbirler, atıkların tasfiyesinin sağlanması, insan hatalarının sıfıra yaklaştırılması için atılacak adımlardır. Eğer bu tedbirler riski minimuma indirecek şekilde alınır, adımların tümü layıkıyla atılırsa, nükleer enerji de güvenli olabilir. Ama maalesef bu dediklerim kapitalizm şartları altında yapılamaz, çünkü yapıldığında, kârlılık sıfıra yaklaşır, kapitalist sistemin iç mantığı ise bunu asla kabullenemez.

* * *

O yüzden daha baştan güvenlikten tavizler verilmeye, önce küçük sonra büyük geri adımlar atılmaya başlanır. Bir santral kurulup yaşlanmaya başladığında ise, bakım, onarım ve amortisman giderleri, ortadaki riskin büyüklüğü oranında, hızla artar, oysa kapitalist mantığın buna da tahammülü yoktur. Dolayısıyla zaman geçtikçe risk iyice artar, güvenlik iyice zayıflar. Atıkların tasfiyesi ise başka bir büyük ve masraflı sorun olur: Önceleri (başlangıçtaki denetimin sıkılığı yüzünden) özenli bir biçimde yapılıyormuş gibi görünse de, zaman geçtikçe o iş de tavsar, risk yeniden artar.

* * *

Kârın tek müşevvik olmadığı kapitalizm sonrası bir dünyada ise, insan sağlığı ve çevre güvenliği her şeyin önüne geçecektir. O yüzden de post-kapitalist bir düzende nükleer enerji kullanımı neden düşünülmesin? Kuşkusuz orada da risk sıfır değildir: Malzeme yorgunluğu ve insan hatası mutlaka bir risk faktörü yaratır. Ancak şahsen ben o riski almaya razı olabilirim. Ama kapitalist düzenin maliyet düşürüp kâr artırma hevesi yüzünden en küçük bir risk almaya bile niyetim yok.

Dolayısıyla, kapitalizmin aklından başka bir akıl, kapitalizmin mantığından başka bir mantık tanımayan hükümetler beni hiçbir zaman nükleer konusunda ikna edemeyecek: İnatçılığımdan ya da “ilkeliliğimden” değil, onlara, onları güden aklın insaniliğine inanmadığım için.

Yani kısacası, nükleer, bugün git yarın gel!

(Bülent Somay: Radikal, 20.03.2011)

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.