Sanal dünya ve sanal eylemcilik, üzerinde durup tartışmamız gereken bir konu. Klikleyeyim derken işin ucunda ‘klik’e gelmek de olabiliyor!
Bir süredir ne zaman canlı yayına çıksam ordu içinde çalışan, sayıları 50.000’i bulan sivil memurların mail ve twitter’dan mesaj bombardımanı ile karşılaşıyorum. Tıpkı bir zamanlar bedelli askerlik isteyenlerin, atanamayan öğretmenler ya da bu kadarına pes diyen astsubaylarda olduğu gibi sivil memurlar da aralarında örgütlenmişler ve haklarını arıyorlar. Bunu yapmak için şimdilik tercih ettikleri tek yol ise mesaj göndermek, facebook’ta sayfalar oluşturmak ve… Ve o kadar! Bu şekilde ne kadar iyi örgütlenirlerse örgütlensinler işleri çok zor. İsterseniz işlerinin neden zor olduğunu yakın zamandan bir örnekle açıklayayım.
Bir klik yeter!
Hatırlar mısınız, bundan bir süre önce sizlere youtube’da başlatılan bir kampanyayı duyurmuş, dünyanın en ünlü kötü adamı aleyhine oluşturulan KONY kampanyasından bahsetmiştim. Youtube’a konulan 30 dakikalık bir belgesel filmde çocukların kaçırılması ve Afrika’nın kötü yürekli gerilla lideri olarak Kony bizlere bir reklam filmi estetiğinde tanıtılıyordu. Kampanyayı düzenleyen –ve sonrasında kafayı yiyip güpegündüz şehrin orta yerinde mastürbasyon yaparken yakalanan- yaratıcısının bizden istediği çok basitti: Bir ‘klik’, o kadar! Ünlü isimlere bir klik ile ulaşacaktık. İsteyen birkaç klikle kampanyaya maddi yardımda bulunabilse de asıl istenen sadece bir klikti. Dün merak edip youtube’a baktım, Kony filmini bugüne kadar 91 milyon kişi seyretmiş. Film hâlâ youtube’da duruyor. Kony de hâlâ çocuk gerillaları ile Afrika ormanlarında! Hay Allah, oysa pek çok kişi Kony filmini seyredip hiç tanımadığı çocuklara bir klik ile yardım ederken ne kadar büyük bir iç ferahlığına kavuşmuştu düşünsenize. Bir klik ve Afrika’nın kötü kalpli Gerilla Kony’sini sonsuzluğa uğurlamak. Hesapta her şey bu kadar basit gözüküyordu. Olmadı. Neden olmadığını anlamak için zaman makinesine binip iki yıl öncesine gitmemiz gerekiyor.
Kliktivizm eylemleri
12 Ağustos 2010 tarihinde Guardian’da Micah White imzasıyla ilginç bir makale yayımlandı. Son yıllarda dünyada hızla yayılan bir akımın sorgulandığı bu makele aynı zamanda literatüre yeni bir kelimeyi daha kazandırıyordu: ‘Kliktivizm’.
White, makalesinde kliktivizmi, aktivizmin pazarlama, bilgisayar teknolojileri, popülizm ile kirletilmiş hali olarak tarif ediyor, en büyük zararı da sol hareketlere ve sosyal kampanyalara verdiğini iddia ediyordu. Son iki yıldır biz kendi gündemimizden başımızı kaldırıp bir türlü tartışmayı buralara taşıyamadığımız için belki de pek çok kişi hemen her gün sosyal ağlarda bir kutucuğu işaretleyerek, ‘like’ ederek, fotoğraf paylaşarak ya da ‘retweet’leyerek katıldığı ‘eylemlerin’ aslında neye yaradığını düşünmeye fırsat bulamadı. Kimilerimizin samimi, kimilerinin ise kendi günahlarından arınma alanı olarak gördüğü bu kampanyaların neden çuvalladığını yeterince irdeleyemedik. İşin büyüsü bizleri esir aldı. Kabul edelim ki bu tür kampanyalar tam bir ‘kazan-kazan’ durumuydu. Bir yandan dikkat çekilen bir duruma tek bir klik, fotoğraf, like ile katkıda bulunuyor, diğer yandan bunu sosyal medya ağlarında zaten sizi takip eden dosta düşmana gösterip kişisel politik doğruculuk promosyonunuzu yapıyordunuz. Üstelik bunu yaparken düzene karşı çıkar gibi gözükseniz de eyleme dönüşmediği için aldığınız risk çoğu zaman sıfırdı. Steril bir eylem koyma hali. Aynı eylemi mesela bir meydanda toplanıp yapmaya kalktığınızda harcayacağınız zaman, polisten yiyeceğiniz dayak ya da biber gazı, ardından bir adliyede hesap verme zorunluluğu yoktu. Bir klik ve o kadar!
Hüsnü Mübarek’i kliktivizm değil halk yıktı
İşte kliktivizmde en çok itiraz edilen noktaların başında bu modern zaman illüzyonu geliyor. Zira kliktivizm bir konu hakkında bir kez müdahil olduktan sonra sizi düşünme ve eylem halinden uzaklaştırıyor. Bütün bunlar olmayınca da aktivizmin içi boşalıyor. Her şey kuru bir slogana iniyor. Bunu farklı bir örnekle de açıklayabiliriz. Hepimiz Arap Baharı’nda sosyal ağların gücünü çok önemsiyoruz. Gelin görün ki geçen hafta ömür boyu hapse mahkûm olan Hüsnü Mübarek’i diktatörlük tahtından indiren, facebook hesaplarındaki bu kampanyalara verilen sanal destekler değildi. Bu destekler Tahrir Meydanı’nı dolduran yüz binlerce insan için sadece bir haberleşme aracıydı. Eğer o meydana çıkıp binlerce insan Mübarek’in eli palalı askerlerine karşı direnmese, inadına o meydanda günlerce kamp kurup her türlü tehdit ve baskıya rağmen karşı çıkmasa ve onlarcası bu uğurda ölmeseydi tıpkı Kony eyleminde olduğu gibi bütün o mesajlar internet sayfalarında kalacak, Hüsnü Mübarek de Mısır devlet başkanı olarak geçen hafta Türkiye’deki Dünya Ekonomik Forumu’na katılıyor olacaktı.
Sanal kampanyaların iyi sorgulanması gerekiyor
Sanal dünya ve sanal eylemcilik, üzerinde durup tartışmamız gereken bir konu. Her iyi fikir ya da her sosyal kampanya aynı sonuçlanmıyor. Bu tür sanal kampanyaların ve sanal kahramanlarının iyi sorgulanması gerekiyor. Afrika’nın kötü yürekli gerillası Kony’yi devirmek için yola çıkıp, milyonlarca insanı arkasına alıp, şehrin ortasında mastürbasyon yaparken tutuklanan bir örnek varken dikkat etmekte fayda var. Klikleyeyim derken işin ucunda ‘klik’e gelmek de olabiliyor!
Cüneyt Özdemir-Radikal