Hafta SonuManşet

[Kuşlar, Orman ve Ben] Memlekette şu masal işi nasıl buralara geldi anlatayım

0
Çamtepe'nin masasında masallar

Türkiye’de Doğa ve İnsan Konularının Yakın Tarihi’nde Tanıklıklar

Güneşin Aydemir

***

20 – Memlekette şu masal işi nasıl buralara geldi anlatayım

Kuşlar, Orman ve Ben’in kaldığımız yeri şurada dursun, Mardin Masalcılar Buluşması’nı yazdığım geçen yazıda bu memlekette şu masal işi nasıl buralara geldi anlatacağım demiştim. Arada bir boşluk olmuş olacak ama bu konuya gelmişken laf, bitirelim, ucu açık kalmasın.

Bana bu soruyu soranlara anlattığım gibi anlatacağım. Burası malum kendi tanıklığımın köşesi olduğundan kendi tanık olduğum kısmını yazacağım, o nedenle eksikler için kimse alınmasın, gücenmesin, affetsin.

Efendim, ben de pek çoğumuz gibi ailemin (koskoca bir sülaledir) çeşitli kökenlerinden gelmiş az sayıda masalını tekrar tekrar dinleyerek büyüdüm. Annemin babaannesi  Gürcüdür, onun hala peşini kovaladığım Zozo Kokobası, Dedemin kurnaz keçisi, Anneannemin Semerkant’ta bir gecesi, teyzemin mitolojiden alıntıları.

Bunun yanında biz ailecek anlatmayı pek severiz, bundandır ki ailede senaristten, yönetmenden, film yapımcısından geçilmez. Sabahlara kadar kurulu sofralarda anlatılan aile hikayeleri de yanında bonus.

Her insan yaşamı, insanın her bir günü anlatılacak hikayelerle doludur vesselam.

Biz çocukken kuzenler kuzinler filmleri ezberler, sonra da bitmeden usanmadan sahne sahne anlatırdık birbirimize. Oyunumuzdu.

Tabii o zamanlar masalların böylesine önemli olduğunu bilmiyorduk. Zaman geçti ben büyüdüm, orada burada arkadaşlarıma sürekli bir şeyler anlattım. Sonra kuşçulara, ardından doğa korumacılara, sonra ekolojik yaşamcılara, permakültürcülere, bütüncül yönetimcilere, iş insanlarına, köy insanlarına, kent insanlarına, bilim insanlarına, sanat insanlarına, müze müdürlerine, sokaktaki insanlara, Kazdağı’nın eteklerinde kamp yapmış olan insanlara anlattım bazı şeyler. Çoğunluğu sıradan hikayelerdi.

Anlatıcılık mühim hadisedir, yazı gibi sabit olmadığından ve karşıdaki insanın beyninde nerelere bağlandığını bilmediğinizden olabildiğince sade olması gerekir, ne ki sözcükler kışkırtıcı olabilir.

Özcan (Yüksek), Çamtepe’de masal anlatıyor

Ne diyorduk? Masalların böylesine önemli olduğunu ilk duyduğum kişi Özcan Yüksek ve Mustafa Cemal‘dir. Yıl 2007 civarı. Özcan, Atlas Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni. Bir anda Binbir Gece Masallarına kafayı takıp uçan halısıyla bu masalların coğrafyasında dolanmaya, bize de oralardan masallar getirmeye başladı. Hindistan’dan İran’a; Suriye’den Afrika’ya kadar pek çok yere gitti. Özcan halihazırda mükemmel bir hikaye anlatıcısıdır zaten ama bu sefer anlattığı hikayeler eski, çok eski, bilemeyeceğimiz kadar eski bir zamandan geliyordu. Özcan’dan öğrendiğim şey masal denen hikayenin kimsenin malı olamayacağı, topluma ait olduğu idi. Özcan o seyahatlerinden sonra 3 tane kitap yazdı masallar üzerine (sonradan eklenen bir taneyi bu üçleme içinde saymadım)*, o kitapları da tıpkı Şehrazat’ın Şah Şehriyar’a hikaye anlatmayı bıraktığı şafağın söktüğü o saatlerde yazdığını söylemişti. Sırf bu bile bir hikaye.

2008 sonbaharında Özcan’ın anlatılarına kıymet veren kişilerin önayak olduğu bir Uluslararası Binbir Gece Sempozyumu yapıldı Ankara’da. Bir alışveriş merkezinde (ki bu önemli bir ayrıntı, buyrun dipnotlara)** Binbir Gece Masallarının konuşulduğu bir sempozyum, paralelinde bir sergi, akabinde bir konser. Rimsky Korsakov’un ünlü Şehrazat süitini Bilkent Senfoni Orkestrası bu sempozyumun şerefine sergiledi. Elimde üzerinde dumanı tüten Hakikatçi kitabımla, sempozyuma katılmaya gittim ben de.

Şahmaran uyanıyor…

Aynı zamanlarda ben de Şahmaran masalına takmıştım kafayı. Bir gün içinde Şahmaran imgesiyle beş kere arka arkaya karşılaşınca (üstelik o güne bağlanan gecede rüyamda da kocaman bir yılanın beni ezdiğini görmüştüm) hikayenin derinine iniverdim. Tıpkı masaldaki Camisab’ın Şahmaran’ın bal kuyusuna inmesi gibi.

Nereye gitsem, hangi sohbete otursam Şahmaran’ı ve o hikayeye takılışımı anlatıyorum. Şahmaran masalı içinde de o sırada ilgimi çeken pek çok konu var; “korku ve derin psikoloji”, “kaos ve kendine benzerlik”, “şifa”, “sembolizm” vesaire vesaire.

Anlatırken gördüm ki benden bağımsız bir Şahmaran yükselmesi var kitlede. Moda bile Şahmaran imgesini sıkça kullanır oluyor. Bir gün zeytin toplarken Victor’a anlattım masalı baştan sona. Sonra dedim ki bir sürü insan varmış meğerse bu masalla bu kadar yakından ilgilenen. Victor da “eh Şahmaran’ın yerin altından çıkma vakti gelmiş artık desene” demişti.

Dedik ki bir film çekelim. Kültür Bakanlığına bir proje verdik, Şahmaran hikayesi konusunda bir belgesel çekmek üzere. Ufak bütçeli bu proje için güzel bir ekip kuruldu. Bakın şu işe ki bir akşam uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla (Berna Koroğlu) bir kafede karşılaştım. Bir de ne duyayım; meğer o da bir Şahmaran belgeseli çekecekmiş. Üstelik o kafeye bizim filmin yönetmenliği için Kenan Özer’le konuşmaya gelmiştim. Hayat tesadüflerle doludur derler ama bu kadarı da fazla değil mi?

Dedik ki ekipleri, bütçeleri birleştirelim. İki film*** olsun. Nitekim öyle de oldu. Bunların yılı 2010 sonbaharı-2011 baharı. O belgeselin çekimine ben katılamadım. Zira Victor tam çekimlere gideceğimiz sırada terk-i diyar eyledi. Her zor durumdaki sağlamlığıyla meşhur sevgili ablam Yeşin (Aydemir), ekibin başında çekimlere yalnız gitti. O çekimler sırasında Mardin’de tanıştıkları Tacettin Toparlı (Şahmarancı Ebuburak), şimdilerde bir hikaye anlatıcısı oldu.

Tohum’un Masalı, Masalın Tohumu

2011 yılı bir yas yılıydı biz Buğdaygiller için. Bir yandan ağır yükümlülükleri hakkıyla yerine getirmeye çalışıyor öte yandan hüznün içinde boğuluyorduk. Bu dönem benim için bir şifalanma dönemi oldu ayrıca. Victor’u anarken hikayeler anlattığım bir süreç.

Adım adımcılara tohum anlatıyorum

O sıralar her yerde tohumları anlatıyorduk. Tohum hikayelerini powerpoint sunumuyla değil, masal gibi anlattım. Köydeki teyzelerden derlediğim sohbetleri, Victor’un çocukluğunun geçtiği değirmeni, değirmenci Bayram Ustayı, Buğday Derneği’nin  isminin neden Buğday olduğunu. Tohum Anlatıcıları Topluluğu diye bir kısa ömürlü bir grup kuruldu.

TOHANTO

Tugay Başar, Sumru Ağıryürüyen, Elif Poshor, Burcu Tekin ve ben. Adımızda TOHANTO (bilin bakalım neyin kısaltılmışı ;o)) oldu.

Bu grup değişik insanların katılımıyla 4 performans yaptı. Ayrıntısı dipnotlarda****

Masal ve Yaşam

Biraz geriye gidip masal konusunu masal başlığından çıkarıp “yaşam” başlığı ile nasıl bağladığımızı anlatalım. Yıl 2010, aylardan Temmuz. Çamtepe inşaatı birinci etabı bitmiş, cillop gibi bir bina. Yaşam Okulu’nu ilk defa yapıyoruz. Temel bağlamımız “örüntü bilimi ve sanatı”. Zira yaşam örüntüler halinde işliyor bilgimize ve hissiyatımıza göre. Permakültür olsun, ekolojik yaşam olsun, onarıcı tarım olsun; bu temel üzre işler. Yaşamın örüntülerini gör, onlara uy. İnsanca yaşamanın sırrı işte burada.

Yaşam Okulu programını da ayıptır söylemesi, bendeniz yapıyorum. Örüntü konusunu bildiğini düşündüğüm farklı disiplinlerden bir grup tanıdık arkadaşı (onların çoğu birbirlerini o sırada tanımıyorlardı) Çamtepe’de biraraya getirdim. Doğadaki örüntülerden, insan bedenindeki örüntülere; kaos ve kuantumdaki örüntülerden, beynimizin örüntüyü nasıl algıladığına; arkeolojik buluntulardaki sembollerin anlattıklarından masallardaki şifrelere, metaforlara kadar alakasız pek çok konuyu örüntü ilmi ile birleştirdik o programda.

Sonunda atomu parçalamış gibi bir hissiyat vardı herkeste. İşte masal konusunun bir nevi akademik çerçevede ele alınışı benim için ilk defa böyle oldu. Ve Yaşam Okulu’nun 10 yıllık bütün programlarının içinde masallar hep oldu. Çamtepe’nin bahçesindeki ateş çemberinde bugüne kadar kaç hikaye anlatıldı, sayısını ben de bilmiyorum.

Çamtepe’nin masasında masallar

Onun ardından 2011 yılında yine Çamtepe’de bir Masal Anlatıcılığı Atölyesi yaptık. Bir arkadaşımın apartman komşusu şimdi masal camiasında çok iyi bilinen Judith Malika Liberman’ın eğitimli bir masal anlatıcısı olduğunu duyunca Judith’e bir hafta sonu programı teklif ettim. O da severek kabul etti. Sağ olsun, bize o programda bir hikayenin anlatılma tekniklerini öğretti ve katılan herkes çok memnun oldu.

Bir sonraki sene yani 2012 yılında bu kez Yaşam Okulu modelinde bir Masal Okulu yaptık. Orada masalların çözümlenmesi, hikaye anlatıcılığı teknikleri, Anadolu’nun masal çeşitliliği, masal anlatımının yok olmasıyla gelişen sosyolojik süreçler ya da masallar neden yok oluyor gibi konuları gündeme getirdik.

Konu gittikçe derinleşiyordu benim açımdan. Sözcükler, anlamlar, anlatı, anlatıya değer görülen, anlatma tekniği, anlatının müşterekleşmesi, resmi tarihe alternatif tarih kuramları, kahramanın yolculuğu ve benzeri konular gittikçe ayrıntılanıyor, birbirine bağlanıyor, bir örüntüye kavuşuyordu.

Aynı anda Çanakkale’de…

Şimdi bu masal konusuna taktık ya, gönlümüzden akıyor dur durak bilmeden. Bir gün yine Çanakkale’de Mustafa Alper Ülgen, nam-ı diğer Balıkçı ile gıda konusunda hassas bünyeleri bir araya getirelim dedik. Bir sürü insan var sağlıklı, doğru üretilmiş, etik gıdaya ilgili olan. Arkadaşları aradık, toplanalım da kırsalda yaşayan kardeşlerinizle bir bağ kuralım dedik. Hani o sıralar da gıda topluluğu kurma modası başlıyor yavaştan. Yıl 2012 sonbaharı-kışı civarı. Her pazartesi köylerimizden kalkıyoruz Çanakkale’ye gidiyoruz, Mustafa Bayramiç’ten, ben Küçükkuyu’dan. Akşam saat altıda sağlıkçıların lokalinde Çanakkalelilerle buluşuyoruz. Gıda üzerine sohbet muhabbet, Mustafa’nın getirdiği ürünlerin paylaşımı, ardından da bir gıda topluluğu nasıl kurarız diye hayaller kuruyoruz. Kalabalık da gittikçe artıyor, salonda yer kalmıyor. Sonunda ÇAYEK isimli bir gıda topluluğu kuruldu ama bunun hikayesi başka bir yazının konusu.

ÇAYEK grubunun Çanakkale’deki emek vereni Elif (Balçık)’le de başka bir arkadaşlık muhabbetimiz var. Ben de bu masal konusunu onunla konuşuyorum heyecanlı heyecanlı. Bir masal festivali yapsak Çanakkale’de, masal anlatsa herkes birbirine, yok yok çocuklara değil, büyüklere…

Derken derken, bir gün Elif, ben ve Muti (Muteber Yüğnük) arabada giderken dedi ki; “bak Muti’ye de anlatalım masal konusunu, o bilir nasıl yapılacağını”.

Ve bildi de gerçekten….

DEVAM EDECEK

 *Özcan Yüksek’in kitaplarının adı sırasıyla: Hakikatçi (2008), Cinistan(2010), Kayıp Deniz (2012), Şehrazat’ın Sırları – Masal Sözlük (2017)

**Binbir Gece Masalları geçmişte de en çok ticaret merkezlerinde anlatılıyor, büyük ticaret hatlarını takiben dünyanın çeşitli coğrafyalarına yayılıyordu. Bu bağlamda katılımcı masal uzmanlarından biri bu noktaya dikkat çekmiş ve modern zamanın ticaret merkezlerinden olan bir AVM’de böyle bir sempozyumun yapılmasını çok manidar bulduğunu söylemişti.

***1. Şahmaran’ın Sözü- Yılanlar Kraliçesi’nin Peşinde” – Yönetmen: Kenan Özer, Genel Koordinatör: Yeşin Aydemir, Müzik: Gökhan Tanacı / 2. “Yarısı Yılan Yarısı İnsan” – Yönetmen: Kenan Özer, Yapımcı: Berna Koroğlu, Müzik: Gökhan Tanacı

**** TOHANTO’nun performansları;

  1. Naturel Fuarı, Victor Ananias Anması – Kasım 2011 (Tugay Başar, Sumru Ağıryürüyen, Elif Poshor, Burcu Tekin, Güneşin Aydemir)

  2. Babylon, Buğday Derneği 10. Yıl Kutlaması – Şubat 2012 (Tugay Başar, Sumru Ağıryürüyen, Elif Poshor, Güneşin Aydemir)

  3. Kadıköy, Sezai Sarıoğlu ile Nehir Muhabbetler – Şubat 2013 (Tugay Başar, Sumru Ağıryürüyen, Elif Poshor, İlknur Ayışık, Günnur Başar, Güneşin Aydemir)

  4. Dünya Organik Kongresi Açılış Töreni – Ekim 2014 (Tugay Başar, Sumru Ağıryürüyen, Orçun Baştürk, Güneşin Aydemir)

 

 

Güneşin Aydemir

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.