Hafta SonuManşet

[Kuşlar, Orman ve Ben] İtiraf ediyorum, aslında ben kuş değil kuşçu gözlemcisiyim

0
Gernant Magnin ve Sancar Barış dağ taş dolaşırken. (Foto: Gernant Magnin arşivi)

Türkiye’de Doğa ve İnsan Konularının Yakın Tarihi’nde Tanıklıklar

Güneşin Aydemir

19 – İtiraf ediyorum, aslında ben kuş değil kuşçu gözlemcisiyim

Geçen bir arkadaşımla konuşuyorduk. Çamtepe’nin avlusunda, gün batımının sessizliğinde oturmuş ona tatlı tatlı kuşçuları anlatıyordum. Genel kuşçu davranışından, tanıdığım, ortak tanıdıklarımız ve benim anlatmamdan tanıdıkları üzerinden. Serde anlatıcılık var, konuş dur.

Tek tek anlatınca bir güzel gözüktü gözüme başımdan geçenler. Hani tanıklık diyoruz ya, güzel bir tanıklık olmuş dedim, selam ettim geçen zamana.

Ağaçlar nokta netten konuşuyorduk önce. Nasıl başladı, nasıl devam etti. “Bayağı bir bilgi de birikti” orada dedik. Meraklı insanların herhangi bir legal uzmanlık kaydı olmadan sadece tutku ile bir konuya bağlı olmaları nedeniyle oluşan herşeye de bir selam ettik. Çamtepe’nin avlusunda.

Sonra dedim “Kuşçuların da kocaman bir veri tabanı var. Kuş kayıtlarının olduğu”. Orada herkes gözlediği kuşları ekliyor, bilimsel bir veri birikiyor. Kullanılabilen. Birkaç kişi var, enteresan kayıtları inceleyen, sorgulayan.

İtiraf ediyorum. Aslında ben bir kuş gözlemcisi değilim. Kızılcahamam ormanlarında gözlediğim ve beni hiç umursamayan o büyük baştankarayı gözlediğimden bu yana değilim. Ben bir kuşçu gözlemcisiyim. Tanıklığım bu noktadandır.

Baştankara

İnsan, “bir tür” olarak ilgi alanımda. Gözüm üzerinde. Kendim üzerinden. Yaptığı ettiği ile yakından ilgiliyim. Doğaya yaptıkları, türdaşlarına yaptıkları, kendine yaptıkları ekseninde. Her düzlemde.

Ya kendi öykümdeki insanlar. Onlardan öğrendiklerim. Şu hikayelerin tatlılığına bakar mısınız?

Sancar’ın Sabine Martısı

Sancar Barış. Türkiye’deki ikinci kuşak kuş gözlemcilerinden. O vakitler bir elin parmağını geçmeyecek sayıda insan varmış kuşlarla ilgilenen. İstanbul’un o zengin çeşitliliği ve derin kültürü ile kuşçuluğa merak salmış bir hekimdir kendisi. Gördüğüm ve hatırladığım kadarıyla büyük oranda kuş ve doğa kitaplarıyla bezeli, sigorta güvencesi altında bir kütüphanesi vardır. Türkiye’de yapılan ilk bilimsel kuş çalışmalarında bizzat çalışmış, ornitoloji üzerine araştırmalar yapan bir merkez kurulması için var gücüyle çaba sarf etmiş birinden bahsediyoruz. Sayesinde pek çok genç insan kuş gözlemcisi olmuş, aralarından bu konuda bilimsel çalışmalar yapanlar çıkmıştır ve bana göre Türkiye’nin belki de en güzel (diğerleri alınmasınlar) sulakalanı olan Kızılırmak Deltası’nda uluslararası bir halkalama istasyonunun kurulmasına ön ayak olmuş bir şahsiyettir.

Gernant Magnin ve Sancar Barış dağ taş dolaşırken. (Foto: Gernant Magnin arşivi)

Bir vakitler, Doğal Hayatı Koruma Derneği’nde (DHKD) Türkiye’deki kuşçuluğu nasıl geliştiririz konularına kafa yorarken, yaptığımız toplantılardan birine katılmak üzere İstanbul’a gelmişti. Toplantının ardından akşamüstü bir saatte DHKD ofisinden ayrılırken günün geri kalan zamanını geçirmek için yaptığı planı açıkladı, bu bir çeşit davetti.  “Arkadaşlar, ben şimdi Sarayburnu’nda bir çay bahçesine oturacağım ve salebimi yudumlarken az sonra önümden geçecek olan Sabine Martısı’nı bekleyeceğim” . Yıl 1999 olabilir. O gün güneşi Sarayburnu’ndaki o çay bahçesinde bitirdik. Sabine martısı geçmedi. Saleplerimizi içtik, dağıldık.

Sabine Martısı, Türkçe adıyla Çatal Kuyruklu Martı, normal şartlar altında Grönland’da yaşayan ve nadir olarak da en fazla Hollanda’da görülebilen bir kuş. Türkiye’de olma ihtimali imkansıza yakın bir tür anlayacağınız. Peki Sancar bu imkansızı neden istiyordu?

Serde kertikçilik var da ondan. Bu kuşçular arasında bir alt grup vardır ki; kertikçiler (İngilizcesi twitcher) olarak bilinirler ve nadir kuşların peşinde koşarlar, olmadık yerlerde o imkansızı ararlar, gördükleri kuş listesine kuş türü eklemeye çalışırlar. Kuşlar hakkında kıtalar ötesi bir bilgi hazinesidirler.  Anadolu coğrafyası da bu konuda oldukça eli açıktır. Türlü çeşit kuşlar bu coğrafyayı geçit olarak kullanır, kendi ortamları ekstrem koşullara girdiğinde buralara kadar gelirler, on yılda yirmi yılda bir gelirler. Artık kuşçular onları yakalarlarsa ne ala. Görün o zaman siz temaşayı.

Öte taraftan uuzun yıllardır ortalıkta bilindik yerlerde görünmeyen kuşlar da vardır. Sakallı Akbaba mesela. Eskiden İstanbul Boğazı’ndan göç eden sakallı akbaba sürüleri varken artık görmek için neler çekiyorduk bir bilseniz.

Güven’in sakallı akbabası

Yıl 2000. Mevsimlerden bahardı yanılmıyorsam. Mart ayı bile olabilir. DHKD içinde Biyolojik Çeşitlilik Departmanı olarak Türkiye’nin Biyolojik Çeşitlilik Atlası projesi için çeşitli rotalara yolculuklar yapıyorduk. Uzun süredir gidilmemiş, kuş varlığı açısından keşfedilmemiş yerlere. Güven (Eken), Bahtiyar (Kurt) ve bendeniz Doğu Anadolu’ya giderken bulduk kendimizi. İstanbul’dan çıkıp doğuya vardık, yollarda kona göçe. Ardahan, Erzurum, Erzincan, Bingöl, Bitlis, Van derken ovalar,  ırmak vadileri, yüzen adalar gibi pek çok yere girip çıktık. Bunlardan birinde vadilerde dolanırken etrafa bakıyoruz ne var ne yok diye. Bahtiyar’la ben olanı kabullenmek derdinde, Güven ise sakallı akbaba peşinde idi. Baktığı her yönde uzun süredir görülmemiş bu nadir hayvanı görmeyi arzuluyor, bir yandan da bize kızıyordu: “biraz inansanız göreceğimize, şurada, az sonra bulacağız onları”… Bahtiyar her zaman hayran olduğum rasyonelliği ile “evet, evet” diyor, ben de kuşçu gözlemciliğimle her şeye razı olduğumu belli ediyordum zaten.

Yıl 2005. Atlas Dergisi’ne İstanbul’un Biyoçeşitliliği yazısını yazıyorum. Ali İhsan Gökçen’le İstanbul mücavir alanı kazan biz kepçe misali geziyoruz. Allah sizi inandırsın bugünlerde Formula 1 yarışlarının yapıldığı yerler o zamanlar hep fundalıktı, dutluktu!

O araştırma sırasında St. Joseph Lisesi ve Robert Kolej’in doldurulmuş hayvan koleksiyonlarına girdik çıktık (o iki koleksiyon artık birleştirildi, sanırım St. Joseph Lisesi’nde bir yerde sergileniyor). 60 lı yıllardaki kayırlardan ve koleksiyonlardaki tahnit edilmiş hayvanlardan anlıyoruz ki o zamanlar Sakallı Akbaba’lar Boğaz’daki göçe katılırlarmış.

Kerem’in kitap oyunu

Üçüncü kuşak kuş gözlemcilerinden Kerem Ali Boyla’nın sergilediği hünerler hem görsel hem de ses hafızası bakımından hep çok etkileyici olmuştur. Öyle ki Kerem, (daha pekçok sayabileceğimiz özelliğinin yanında) ellerimizden düşürmediğimiz o kuş kitabını ezbere biliyordu. Kuşlar hangi sırayla dizilmiş, bir kuşun kaç farklı tipi olabilirmiş, hangisinin kanadı hangi tüyü ile farklıdır, hangi kuş hangi ortamda kaç çeşit halde görülebilir gibisinden bilgileri hemen her kuşçu belli bir oranda bilir. Kerem’in bilişi gerçekten farklıydı. Bu merakı ve yeteneğini ortaya çıkaran Alman Lisesi’ndeki öğretmenini tanımadan sevmişizdir her zaman. O dönemden sınıf arkadaşlarının her biri de iyi birer kuşçu idiler. Bazıları ciddi ciddi doğa konusunda çalışan bilim insanları, hatta aktivistler oldular. Çağan Şekercioğlu en tanınanlardan örneğin.

Kerem’in bu hangi sayfada hangi kuş var oyunu bir süre sonra pek çok kişinin dikkatini çekince bir show halini aldı ister istemez. Doğal Hayatı Koruma Derneği’ne yurtdışından misafirler geldiğinde Nergis Hanım’ın (Yazgan) , “bakın bizde böyle kuşçular var” diyerekten, “hadi oğlum şu bizim akrabalara göster nasıl keman çaldığını” tadında bir takdimle Kerem’den bu fantastik gösterisini icra etmesini  istediğini hatırlıyorum.

Kerem Ali Boyla (Foto: Gernant Magnin Arşivi)

Her an herşeye hazır haliyle Kerem oyuna başlayıvermişti. Oyunun iki tarafı var elbette. Katılımcı bir gösteri bu. Malum kitabı elinize alırsınız. Rastgele bir sayfasını açarsınız, o sayfadaki kuşun adını söylersiniz ve Kerem de sayfa numarasını söyler. Ya da bir kuş ismi sorar, sayfa numarası söylemesini istersiniz, söyleyiverir. Ya da kendisinden isterseniz hangi kuşun hangi sayfada olduğunu söylemesini. Sonuçlarda sapma olduğunu hiç görmedim.

Kerem şu sıralar Türkiye’deki kuş gözlemlerinin işlendiği ve analiz edildiği Türkiye Kuş Atlası’nı yapmakla meşgul.

Velhasıl bunları niye anlattım şimdi?

Çamtepe’nin avlusunda muhabbet ettiğim arkadaşım: “Güneşin bunları yazmalısın” demişti. Ben de eve gelip yazdım. Durum budur.

Devam edecek…

 

Güneşin Aydemir

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.