Yeşeriyorum

Kazanan: Bilgelik!

0

Kendimi bildim bileli sıkı bir Trabzonspor taraftarıyım. Bu yüzden bu sene 27 yıllık ara sonrası Trabzonspor’un lig şampiyonluğunu dört gözle beklemekteydim. Olmadı ama burukluk dışında üzgün değilim. Çünkü sezona gerek şampiyon olan Fenerbahçe’nin, gerekse de en az onun kadar hak eden (tek golle kaçırmış olan) Trabzonspor’un teknik ekip ve futbolcularının, sahadaki emekçilerinin, canını dişine takmasına karşı alçakgönüllülüğü elden bırakmama tutumu damgasını vurdu; bu son
yıllarda ligiyle, milli takımıyla Türkiye futbol ortamına hakim olan asabiyet ve “ne pahasına olursa olsun kazanma” anlayışına da ciddi bir karşı duruştu. Burada her iki kulübün yöneticilerinin ve medya erbabının sürekli saha dışı faktörlere yaptığı göndermelere karşı başta Aykut Kocaman ve Şenol Güneş olmak üzere önde gelen emekçilerin ısrarla bu oyuna gelmemeleri de yazının başlığındaki ‘Bilgelik’ nitelemesinin birinci nedeni. İkinci neden ise yine her iki futbol bilgesinin geçmişten bugüne zaman zaman tepki de çeken empatik duruşlarını olabildiğince ön plana çıkarma uğraşları oldu.

Lig gibi uzun dönemli bir mücadele süreci haliyle izleyenler için yaşamın bir yansıması oluyor. Bu süreçte gerek takımların, gerekse de spot ışığı altındaki bireylerin yaşadıkları bir drama halinde gözümüzün önünde seyrediyor. Fanatizmin körlüğünün dışından bakanlar için bu süreçte üzerinde düşünecek sayısız durumla karşılaşmak mümkün. İki takımın birbirleri dışında en büyük rakiplerinin düştükleri haller bir yanda, kendi kulüp yöneticilerinin kazanmak ve para dışında bir şey görmeyen ve bunun için hiç bir ahlaki kaygı gözetmeyen tutumları öbür yanda. Fenerbahçe tarafında bunu Aziz Yıldırım’dan ibaret görmek çok sınırlı olur; memleketin her bir tarafında Hidroelektrik Santrallerin (HES) ve Karadeniz sahil yolu projelerinin müteahhitleri ile silah tacirleri iş alemindeki yerlerini sağlamlaştırmak için FB yönetim kurulu üyeliği statülerini kullanırken Trabzonspor yönetimi ise bizzat kulüp olarak Uzungöl’e HES, Akyazı’da ise kalan son sahilleri doldurup stat yapmak peşinde koşuyor ve Mimarlar Odası gibi kamusal görevlerini yapıp yasal itiraz yollarını kullananları bile ihanetle, ‘gerçek Trabzonlu olmamakla’ suçluyorlar, hayatı futboldan ve kazanmaktan ibaret olarak düşünen fanatiklere isteyerek ya da istemeyerek hedef göstermiş oluyorlar. Rekabetin gereğini ekonomik olarak da ve yine “ne pahasına olursa olsun” anlayışıyla yerine getirmek aslen yaşamsal olmayan bir gösteri sektörü için değer mi diye
sormak geliyor insanın içinden.

İşte bu ortamda iki takımda bir kaç figür öne çıkıyor. Fenerbahçe tarafından ve Aykut Kocaman’dan başlayalım. 1990’larda futbolcu olarak yine Trabzonspor’a attığı gol ile doğrudan pay sahibi olduğu şampiyonluğa rakibiyle kurduğu empati nedeniyle ‘sevinemiyorum’ diye açıklama yaptığı için neredeyse aforoz ediliyordu. Yıllar sonra bu kez yine aynı teknik direktör tarafından yönetilen ekibe karşı şampiyonluğu aynı puanla ve tek gol farkıyla kazanırken bu kez dokuz puanlık farkı kapamanın ve benzeri görülmemiş bir ikinci yarı performansı sergilemenin gururunu taşıyor, buna karşın ilk yarı sonunda Şenol Güneş’le girdiği küük bir polemik dışında başarının yozlaştırdığına yönelik herhangi bir belirti de göstermiyor. Öte yandan Alex De Souza faktörü olmasaydı durum böyle olur muydu, bu da çok şüpheli. Alex’in ikinci yarıdaki hem bireysel, hem de takımı yönlendirmekteki müthiş performansı (kendi açıklamalarına göre) aynı zamanda kendi iç hesaplaşmasının ve kendi kendisini motive etmesinin sonucu. Bu öyle bulaşıcı bir tutum ki ‘Fatih Terim asabiyetinin saha içindeki kopyası’ Emre Belözoğlu’nu bile bir ölçüde kendisini sorgulamaya itmiş görünüyor.

Alex ile benzer bir sağlam özdisiplini Trabzonspor’da Burak Yılmaz örneğinde gördük. Daha önce diğer büyük takımlarda kendisini gösteremeyen Burak, benzerini daha önce sadece Servet Çetin’de gözlediğim “her şeyini ortaya koyan” ve burnu da kırılsa, kafası da kırılsa oynayıp golünü atan performansı ile Trabzonspor’un ayakta kalmasını sağladı ve bir çok maçı da takımı lehine çevirdi. Bazı acemice hataları bile (örneğin geçen hafta sarı kart görerek cezalı duruma düşmesine neden olan elle müdahelesi) onun kararlılığının ve içinde bulunduğu heyecanlı ruh halinin göstergesiydi. Ancak ona ve takımdaki Engin Baytar ya da Umut Bulut gibi diğer bazı zor (ve sorunlu) karakterlere bu heyecanı aşılayan ise Şenol Güneş mucizesiydi. Teknik direktör olmanın çok daha ötesinde bütün bir kent için rol model olan Güneş, devre arasında TSYD’nin seminerinde yaptığı konuşmada son zamanlardaki en ciddi endüstriyel futbol eleştirisini, üstelik içinde bulunduğu gerçeklikten hiç de kopuk olmayan bir şekilde ortaya getiriyordu. Fenerbahçe’deki Alex mucizesine karşı puan farkının kapanmasından sonra Trabzonspor’da bir dizi figür ortaya çıktı ve birisinin formda olmadığında diğeri devreye girdi. Şenol Güneş’in bu motivasyonu vermekte başarılı olamadığı iki figür ise Yattara ve Jaja (ve devre arasında takımı terk eden Teofilo) oldu. Son olarak geçen sezonla birlikte bu senenin de kahramanı olan kaleci Onur’un dramatik bir şekilde (ve kendi hatasıyla) sakatlanarak sezonu kapatması sonrası herkesin endişeyle baktığı Tolga’nın da Onur’u hiç aratmayan mucizevi performansını da es geçmemek gerekiyor.

Sonuçta çifte şampiyonu olan bir sezonu geride bıraktık. İlk yarı sonunda oluşmuş dokuz puanlık farkı koruyamamak nasıl anlaşılmaz ise 18 maçta 17 galibiyet 1 beraberlik gibi bir performans da o kadar inanılmaz. Her iki takımın öne çıkanları ise aşırı tepkileri ya da saha içi ya da kenarında çirkinleşmekte sakınca görmeyen figürler değil, tersine bütün baskılara ve medya zorlamalarına karşı sakinliklerini korumakta direnmeye çalışan, ancak kazanma hırslarını rakibi değil kendilerini aşmak olarak yaşama geçirenler oldu. Bu sadece futbol için değil, gündelik yaşamın bütün alanlarında hakim iklim olan bu “herşey mubah” tutumuna karşı önemli ve başarılı bir direniş aynı zamanda. Umarım gelecek sezonda bunun tam tersi yönde bir simge-isim olan Fatih Terim’in varlığına karşı da bu tutum başarılı olur ve ülkenin geneliyle birlikte ligimize bir normalleşme havası hakim olur. Ve bu arada umarım maç sonrası kutlamalarda kimse öldürülmemiştir, protestolarda kimse zarar görmemiştir; sonuçta kazanılsa da kaybedilse de çoğunluk için hayat ertesi gün aynen hiç bir fark olmadan devam edecek.

Alper Akyüz

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.