Uzun seneler önce, ben çocukken yurtdışından gelen bir tanıdık Avrupa ülkelerinde karpuzun dilimle satıldığını söylemişti. Aile büyükleri günlerce bu bilgi etrafında fikirler üretmiş, karpuzu dilimle satın almanın yoksullukla ilişkili olduğu sonucunu çıkarmış ve ülkemizin ne kadar şanslı olduğu konusunda görüş birliğine varmışlardı.
Henüz mevsimsiz ithal karpuzlar memlekete girmemişti. Karpuz çıktığında aniden bollaşır, ucuzlar ve hepimizin sofralarının baş tacı olurdu. Yaz demek biraz da karpuz zamanı demekti.
O zamanlarda Türkiye için karpuzun zenginle fakiri eşitleyen bir yanı vardı.
Yani ister sosyete semtlerinin parlak çıplak ampulleriyle göz alan manavlarında, ister orta halli mahallelerin altlarına eğrelti otları serilmiş tezgâhlarında veya sokak aralarında kurulan haftalık pazaryerlerinde alacağınız karpuzun kan kırmızı renkte, şekerpare tadında çıkmasının hiçbir garantisi yoktu. Bin bir müşkülatla taşıyıp eve getirdiğiniz karpuzun kabak çıkma ihtimali zengin için de yoksul için de aynıydı.
Bir de kesmece karpuzlar vardı. Kesmece adıyla satılan karpuzunuzu seçer, bir kenarından tezgâhtarın bıçağıyla açtığı pencerecikten bakıp rengini beğenmezseniz satın almama hakkını kullanabilirdiniz. Tabii bunun bir bedeli vardı ve kesmece karpuz satanlar üstlendikleri bu riski maliyete misliyle yansıtırdı.
Bir arkadaşım karpuz seçmekte o kadar ustalaşmıştı ki bir seferinde girdiğimiz iddia üzerine üst üste tam sekiz kabak karpuzu bulup kestirmişti. Karpuzları çöpe atmak zorunda kaldığı için hiddetinden yüzü karpuz kırmızısına dönen karpuzcunun öfkesi kontrol edilemez hale geldiğini görüp uzaklaşmıştık.
Karpuz seçmenin Tanrı vergisi özel bir yetenek gerektirdiğine o gün ikna olmuştum. Hassas bir piyanoyu akort edercesine onlarca karpuzu elleyip çıkarttığı sesten karpuzun tadı ve rengi hakkında karar vermeye çalışan insanları gördükçe yurdum insanının müzikle ilgilerinin bu alanla sınırlı olmasına üzülmeden edemem. Karpuzdan çıkan seslerin farkını algılamaya çalışan bu insanların arasında fırsat tanınsalardı ne Mozart’lar, ne Beethoven’ler, haydi bilemediniz ne Fazıl Say’ların keşfedilmeden yitip gitmiş olabileceğini düşünür, kahrolurum. Aklıma karpuzcuyu neredeyse iflasa sürükleyecek çocukluk arkadaşım gelir.
Hint ve İran karpuzlarının ardından yerli karpuzların da tezgâhları şenlendirmeye başladığı bugünlerde gazetelerde okuduğum bir haber bütün keyfimi kaçırdı. Genç bir araştırmacı karpuz seçme makinesi icat etmiş. İlk tepkimi tahmin edebilirsiniz. Zaten bin türlü tohum araştırmasıyla karpuzları birbirine benzetmeyi başaran ve bütün tadını kaçıran bilim dünyası şimdi de karpuz sürecinin en heyecanlı aşamasına müdahale etmişler.
Genç araştırmacı karpuzun alt tarafından ses dalgaları gönderdiklerini, üst tarafta mikrofon ile dinleyerek oluşan grafiklerle karpuzun olgunluğa erişip erişmediğini anlamaya çalışıyorlarmış. Geliştirilen yazılım sayesinde de karpuzun içindeki hava boşlukları tespit ediliyor ve eğer hava boşluğu belli orandan fazla ise karpuzun olgunluğa eriştiğini anlayabiliyorlarmış.
Münasebetsizliğin sonu yok; genç arkadaşın şevkini kırmak istemem ama yaptığı biraz filmin sonunu önceden söylemeye benziyor.
Ben çocukluk günlerimin hatırına aldığım karpuzun kırmızı çıkmasının garantisini değil, karpuz kesilinceye kadar duyduğum heyecanı yitirmemek istiyorum