Karin Karakaşlı’nın bu yazısı Agos.com.tr sitesinden alındı
Sur’da, Cizre’de Kürt halkı abluka altında hayat mücadelesi verirken, cenazeler yakılır, insanlar kimlikleri teşhis edilemediği için numaralarla toprağa verilirken, Başbakan Ahmet Davutoğlu Bingöl’de sivil toplum kuruluşları ile buluşmasında HDP’yi hedef göstererek, “Sur’da olanları, Silopi’de olanları istismar ediyorlar. Ermeni çeteler gibi Rusya’yla işbirliği yapıyorlar. Gidip Moskova’da temsilcilik açıyorlar” ifadelerini kullandı.
Kambersiz düğün olmaz misali, içinde Ermeni geçmeden hedef gösterme operasyonu da eksik kalıyor. Tarih ders kitaplarının vazgeçilmez konusu Ermeni çeteler bir kez daha karşımızda. O çeteler ki, işbirlikleri bahane edilerek koca bir halkın batıdan doğuya yaşadığı her yerden kökünün kazınmasına, kültür mirasının reddedilmesine yol açılmış. Şimdi de bu toprakların bir diğer kadim halkı, o makus geçmiş anımsatılarak tehdit ediliyor.
Mesajı alt metniyle okuyup her şeyi adlı adınca yerine koyan yine HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş oldu. Demirtaş, “Davutoğlu 1915’te Ermenilere ne yaptıysak bugün de size aynısını yaparız diyor. Kafa bu kafa. Soykırımla tehdit kafası” diyerek devlet zihniyetini ifşa etti.
Rejimin muhalifi olarak, askeri vesayetin sona erdirilmesi, temel hak ver hürriyetlerin genişletilmesi vaatleriyle iktidara gelen AKP, Gayrimüslim azınlıkları, Kürtleri ve Alevileri potansiyel düşman olarak kodlayan devlet politikalarının temsilcisi ve uygulayıcısına dönüştü. Gazeteciliğin iktidara biat üzerinden tanımlandığı, alternatif basın yayın organlarının susturulduğu, keyfi gözaltıların sindirme aracına dönüştürüldüğü bir düzende, tarihin de resmi inkâr anlatısı üzerinden gündeme sokulmasından daha doğal ne olabilir?.. Yaşadığımız gün sistematik olarak yalana dönüştürülürken, geçmiş nasıl muaf kalabilir?..
“Kart kurt’tu, bir zamanlar kuyruğumuz da vardı, geldik Kürt olduk, şimdi de halk olduğumu kabul etmiyorlar” diyen Demirtaş, “Yakın dönemde başımıza neler geldiğini bilmeyen, elbette ki tarihini bilmez. Diyarbakır cezaevinde yaşananları okuyun. Önce gerçek tarihimizi öğreneceğiz. Kürt halkının tarih kitaplarında adı yok” diye isyan ediyor.
Hadi gelin o yakın tarihten bir utanç sayfasına bakalım. Muş’un Vartinis Köyü’nde yakılarak öldürülen dokuz kişiyle ilgili davada yargılanan 3 asker ve 1 özel harekatçı hakkında 1 Mart Salı günü beraat kararı verildi. 90’lardaki faili meçhul cinayetlerin simge davalarından birinin üzeri daha insafsızca örtüldü.
Yaşatılan vahşeti bir hatırlayalım mı?.. Vartinis Köyü’nde, 2 Ekim 1993’te M. Sıddık Öğüt’e ait olan ev ateşe verilmiş, Öğüt ailesinden 9 kişinin öldürülmüştü. Ailenin hayatta kalan tek üyesi Aysel Öğüt’ün çabalarıyla tam on yıl sonra 2013’te, sanıklar hakkında 9’ar kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle başlayan davada müebbet talep eden savcı, mütalaasını üç kere değiştirerek, yeni hiçbir delil olmaksızın teki dışında bütün sanıklar hakkında beraat talep edebildi. Aysel Öğüt’ün haykırışı bu dava özelinde mağdurlarla adeta dalga geçen hukuk sistemineydi: “Gece hiçbir şey yapmayan ailemi köyü korkutmak için, en büyüğü 14 yaşındaki kardeşlerimi, sadece çocuklarını büyütmek isteyen babamı, Bülent Karaoğlu’nun emriyle yaktılar. İçimde bugün fırtınalar kopuyor. Savcı bey beraat dedi ya, benim ailem sanki bugün öldü.”
Batman’ın Kozluk ilçesine askere yolladıkları oğulları bir 24 Nisan sabahı, er Kıvanç Ağaoğlu’nun açtığı ateş sonucu hayatını yitiren Sevag Balıkçı’nın ailesi de belge eksikliğinden ötürü ertelenen, bütün delillere karşın ısrarla kaza kisvesine büründürülen cinayet için adalet bekliyor. Ani Balıkçı’nın dediğidir: “Bunu mahkemede de söyledim, bu ülkede yerini bulmayan adaleti başka bir ülkede ararsam ben utanırım. Ama böyle yapılması gerekiyorsa, yapacağız. Genelkurmay Başkanlığı’ndan haberi vermek için yetkililer geldiğinde ‘Bayrağa sarabilir miyiz?’ diye sordular. Bizim başka bir ülkede yaşamadığımızı, görev başında öldüğü için elbette sarılabileceğini söyledim. ‘Eğer mahkeme istediğimiz neticeyi vermezse, o bayrağı size iade edeceğim’ dedim.”
Dokuzuncu yılında Hrant Dink cinayeti davasında kamu görevlilerinin ancak bir kısmının yargı önüne çıkarılabileceği, geri kalan bütün sorumluların, asil faillerin, aslında koca bir devletin gölgede kalmaya devam ettiği notunu da ekleyelim. Ajandaların halen cinayet ve katliam yıldönümleri ile dolu olduğu bu ülkede, her Allahın günü yeni bir felaketin korkusuyla sıçrayarak uyanırken birbirinin derdini, elemini sahiplenip mücadelesinde ortaklaşmaktan öte çare var mı?
Kafa işte bu kafa. Yüzyıldır aynı kafa. Biz birlikte kafa tutmadıkça kötücül tecrübesiyle tepemize binmek üzere iş başında. Bir daha. Bir daha. Bir daha…